Mastodon
İş HayatıYaşam

Kendimizi Neden Yorgun Hissediyoruz?

Eğer aynı sürede daha fazla iş yapmaya başlarsanız kendinizi yorgun hissedersiniz. Yetiştirmek zorunda olduğunuz işler çoğaldıkça zihnen de tükenirsiniz. O an yaptığınız işi zevkle yapamazsınız çünkü aklınız bir sonraki iştedir. İşleri yetiştirememe kaygısı sizi telaşlandırır. Bunun sonucunda akşam eve döndüğünüzde bitiremediğiniz işler aklınızı meşgul etmeye devam eder. Bu kaygı, başlı başına omzunuza binen bir yük haline gelir. Sonuçta yaptığınız işin niteliğiyle beraber sizin de niteliğiniz düşer ve hayatınızda bir kalitesizlik başlar.

Hız, bizi tüketiyor.

Bir işi eskisine göre daha kolay yapıyorsanız yönteminiz hızlanmıştır. Bu durum, boş zaman kazandırsa da yaşadığımız düzen boş zamanı dolduracak yeni bir iş üretir. Böylece aynı zaman içinde yapmanız gereken işler çoğaldıkça kendinizi yorgun hissetmeye başlarsınız.

Ben de gün içinde çoğunlukla kendimi yorgun hissederim. Hatta yataktan yorgun kalkarım. Bunun sebebi, yetiştirmem gereken rutin birçok işin olmasıdır. Güne yapmak istemediğiniz işlerin listesiyle başlarsanız eminim siz de aynı yorgunluğu hissedersiniz. Üstelik zamanınız sabit kalırken yapacağınız iş çoğaldıkça işe gidesiniz de gelmez.

Bundan 6 ay önce bu durumdaydım. İşimden istifa ettim ve bugün sevdiğim bir işi yapıyorum. Yazıyorum. O dönemde yaşadığım duyguları tarif etmekte zorlanıyordum ama bugün onları kelimelere dökebiliyorum.

Rutin hayat yorgunluğumuzu arttırıyor.

Alışkanlıklarımız, içsel görüşlerimizi kaybetmemize sebep olur. Herkesin aynı şekilde yaşıyor olması bizi rahatlatır çünkü insanların doğru davrandığına inanırız. Düzenin dayattığı hayat tarzı, kaçırdığımız alternatif hayatı görmemizi engeller. Onun çizdiği sınırlar içinde yaşarız ve geri adım atıp yaşadığımız hayatı gözlemleme şansımız olmaz. Zihnimiz, alışkanlıkların oluşturduğu duvarlar arasına hapsolmuştur. Yaşamak zorunda olduğumuz hayatın gerektirdiği işleri bir an önce yapmamız gerekir. Bu da yeni bakış açısı yaratacak düşünme gücümüzü tüketir.

Eğer siz de benzer duyguları yaşıyorsanız alışkanlıklarınızın yarattığı o duvarlar arasında sıkışmış olmanızdandır. Amacınız sadece sorumluluğunuzda olan işleri bitirmektir. İşlerinizi bitirdiğinizde sadece o günü atlattığınız için geçici olarak rahatlarsınız. Ertesi güne ne de olsa daha 12 saat vardır. Rahatlamanız, yemekten sonraya kadar devam eder. Kitap okuyacak ya da varsa bir hobinizi yapacak enerjiniz kalmadığı için ertesi günün stresi ile yatağa girersiniz. Zamanla bu döngünün bozulmaması için her fedakarlığı yaparsınız. Ne de olsa mutluluğunuz buna bağlıdır! Bu rutini yaşayarak zaman ve mekan mefhumunu kaybeder ve ömrünüzü tüketirsiniz.

Aşırı stres, teknik devrimle hızlandı.

Ben, bir sorunu tanımlamak istersem onun geçmişine bakarım. Bugün olan dün yaşadıklarımın bir devamıdır. Ben, bugün buradaysam, bir şeylerin sonucu olarak buradayımdır.

Bizi bunaltan ve hayatımızı tatsız kılan, insanlığı ileri götürdüğü iddia edilen devrimlerdir. Her devrimin hayatımızı kolaylaştırdığı söylenir ama yaşadıklarımız bunun böyle olmadığını gösteriyor. Teknoloji geliştikçe, bağımlılıklarımız artıyor. Bağımlılığımız arttıkça, sorumluluklarımız çoğalıyor.

Teknik ilerlemenin zenginliği getirdiği doğrudur. Ancak artan refahımız karşılığında değerlerimizden vazgeçtiğimiz yalan mıdır? Hayatla girdiğimiz takasta arzu ettiğimiz zenginliği yakalayacağımız da kesin değildir.

Devrimler Seçme Şansımızı Azalttı.

Sanayi Devrimi öncesi insanla, sonrasında ortaya çıkan insan tipini düşünelim. Devrimden sonra daha mutlu olduklarını söyleyebilir miyiz? Sanayi Devrimi makineleşmeyi başlatmıştır. Zaman kavramı değişmiştir. 1 ayda yapılması gereken iş, 1 günde yapılmalıdır. Tarımda insana daha az ihtiyaç duyulmuştur. Traktör, 50 insanın yaptığını tek başına yapmıştır.

Sanayi devrim ve buhar makinesi
Sanayi Devrimi üretimi hızlandırarak yorgunluk ve stresi arttırmıştır.

İşsiz kalan insanlar yeni yerleşim yerleri olan şehirlere akın etmiştir. İnsanlar bilinmeze gelse de hiç bir sıkıntı yoktur çünkü fabrikaların daha çok insana ihtiyacı vardır. Fabrikaların seçme şansı çoktur çünkü çok fazla insan vardır. Buhar makinesi üretimi o kadar arttırmış, ticaret o kadar gelişmiştir ki, sınırlar kalkmıştır. Öyle ki, yerel ticaret şehirler arası hatta ülkeler arası düzeye çıkmıştır. Bu sebeple talebi karşılayacak hıza ihtiyaç vardır ve insanlar eskisinden daha hızlı olmak zorundadır. İnsanın çok olması, işi bölümlere ayırmaya ve hızın artmasına imkan vermiştir.

Aynı seçme şansı insan için maalesef olmamıştır çünkü insan sayısı çoğalırken sermaye sayılı insanda toplanmıştır. Devrimin insanlardan istekleri bellidir. İstenen hızda üretim yapmak için çalışılacak saat, istenen özellikler ve ücret bellidir. İnsanlarda buna razıdır ve aynı tipte milyonlarca insan yaratılmıştır. Bu insanlar herkesle aynı olabilmek için birbirini ezmiştir. Bir balon yükselmek için gerektiğinde safrasını nasıl atarsa, insanlarda ruhundan atarak yaşamaya başlamıştır. Teknik devrimle gelen yenilikler, var olan yükümkülüklerin üzerine yeni sorumluluklar eklemiştir. Bunun sonucunda insanlar, sadece yeme, içme ve barınmadan ibaret olan hayatını sürdürmeye çalışmıştır. İşte ilerleme dediğimiz bu şartlar, insan hayatında ne kadar renk varsa hepsini silmiştir. Bunun sonucunda hızlı yaşamak zorunda olduğu rutinin ağırlığı omuzuna binerek yorgun ve bezgin bir yaşama başlamıştır.

Teknoloji Devrimi Hızı Daha da Arttırdı.

Son 25 yılda akıllı telefonlarla beraber daha çok birbirimize bağlanmamız paylaşımı arttırdı. Sonuçta paylaşılan bilgi o kadar büyüdü ki yaşadığımızdan farklı bir sanal dünya kurduk. Bu da yabancı olduğumuz bir dünyaya birden girmemize sebep oldu. Üstelik çok kısa bir sürede, bu dünyanın kurallarını bilmeden günlük hayatımızı yürütemez hale geldik. Yeni kuşak, bu çağın içine doğduğu için onlar hemen adapte olabildiler. Oysa benim gibi orta yaş ve üzeri insanlar hala zorlanıyor. Buna ilave olarak, teknolojinin sürekli yeni şeyler üretmesi ve bunları bilme zorunluluğumuz stresimizi daha da arttırdı.

Yapay zeka, bir zamanlar makineleşmede olduğu gibi birçok insanın işini tehdit ediyor. Teknoloji şirketleri de dahil olmak üzere adapte olamayan elimine oluyor. Teknoloji şirketleri, sürekli büyüyen bilginin hızına ulaşmak için artık yapay zekayı kullanıyor. İnsanlar, yeteneklerini arttırmak ya da var olanı geliştirmek için çabalıyor. Bunun yanında teknoloji, mevcut işimizi de hızlandırınca omuzlarımıza binen yük, kendimizi yorgun hissetmemize neden oluyor.

Bağımlılıklar Arttıkça Yorgunluk da Artıyor.

Teknoloji hayatımızı kolaylaştırıyor görünse de aslında bağımlılıklarımızı arttırıyor. Faturalarımızın takibini bankalara bırakıyoruz ama bankaya bağlanıyoruz. Ayrıca bu durum yükümüzü hafiletmiyor çünkü faturanın ödenme mecburiyeti bitmiyor. Hayatımızı kolaylaştıracağı söylenen her kolaylık, bir pazarlığı da beraberinde getiriyor. Mesela banka promosyonu almak için belli sayıda fatura ödeme talimatı vermek zorunda kalıyoruz. Kart aidatı ödememek için puan biriktirme taahhüdüne giriyoruz. Bir fırsatı yakalamak için başka bir fırsattan vazgeçiyoruz. Bu böyle devam ettikçe aklımızı meşgul eden birçok gereksiz sorun yaratıyoruz.

Hıza o kadar alışıyoruz ki internet yavaşladığında öfkeleniyoruz. Hızın gereğini yapamadığımız zaman öfkemiz bütün duyularımızı bastırıyor. Bunun sonucunda yaşadığımız öfke patlamaları bizi yorgun ve bitkin düşürüyor. Hareketlerimiz fevrileşiyor. Bu durum, kendimize ve çevremize zarar vermemize yol açıyor. Hız, kapasitemizi zorluyor. Bir yere kadar hızlı düşünebiliyoruz ama daha ilerisi hataya açık kalıyor.

Zamanı iyi kullanamıyoruz çünkü aynı sürede yapmamız gereken iş miktarı artıyor. Bu da yorgun hissetmemize neden oluyor
Hızlı olmaya çalıştıkça stresimiz artıyor ve kendimizi yorgun hissediyoruz.

Bir diğer sorun da günlük telefon görüşmelerinin artması. Teknolojinin birçok işi birbirine bağımlı hale getirmesi, görüşmemiz gereken insan sayısını arttırıyor. Telefon görüşmesi azalsa bile yazışmalarımız artıyor. Bir de buna stres atmak amacıyla girdiğimiz sosyal medyayı dahil edersek iş yükümüzün ne kadar arttığını anlarız.

Sosyal medya artık günlük bir işimiz oldu. Sosyal medyaya girmediğimiz zaman kendimizde bir eksiklik hissediyoruz. Bunun için işimizi erteliyoruz. İşimizle ilgili daha geniş kitlelere ulaşmak için bir paylaşım hazırlamak bazen saatlerimizi alıyor. Hatta eski arkadaşlarımızla oluşturduğumuz gruplarda pasif kalmak bile bizde bir stres yaratıyor.

Sunulan Birçok Kolaylık, Hukuki Yükümlülükleri Arttırıyor.

Bu hızdan kurtulamayız. Teknoloji hızlandıkça bir yükten kurtuluyoruz ama o yük yok olmadığı gibi yenileri geliyor. Mesela bir alışveriş yaptığımızda ya da bir hizmet satın aldığımızda, sözleşmeleri okumadan “okudum” kutucuğunu işaretliyoruz. Üstelik bunu çok kolay yapıyoruz çünkü teknolojiye fazla güveniyoruz. Webde henüz hukuki altyapının yeterli olmadığını düşünürsek çok kolay risk alabiliyoruz.

Webde gezindiğimiz her an bir iz bırakıyoruz. Bu da bizi bir çok tehlikeye karşı açık hale getiriyor. Çok hakim olmadığımız bir dünyada kendimize fazla güvenerek hareket ediyoruz.

Teknoloji, hayatımızı kolaylaştırdıkça ortaya çıkan boş zamanı düzen, yeni bir iş olarak bizden geri alıyor. Birçok yeni kavram ve iş modeli ile tanışıyoruz. Mesela en popüler yeni kavramlardan birisi de yapay zeka. Birçok insan, işi oyun olarak görüp yapay zekayla sorumsuzca konuşabiliyor. Gelecekte yapay zeka tarafından toplanan bu verilerin hayatımıza nasıl etki edeceği düşünülmüyor.

Akşam eve yorgun geldiğimizde internetten yemek siparişi verebiliyoruz çünkü yemek yapacak boş zamanımız olmuyor. Hayatımızı kolaylaştıran teknolojinin ortaya çıkan boş zamanı nasıl geri aldığını buna benzer örneklerle çoğaltabiliriz. Üstelik bir aktiviteyle doldurduğumuz her boş zaman, bize yeni bir risk ve yük getiriyor.

Teknoloji ile hayatımız kolaylaşıyor görünebilir ama bunu özgürlüğümüz pahasına yaptığımızı bilmemiz gerekir. Ayrıca bu özgürlüğümüzü yine bir şey satın alarak, yani bize ait olanı para ödeyerek kazanıyoruz.

Anlamı Olmayan Hayat Çekilmez Olur.

Bu durumla başa çıkmak çok zor. Bu düzene alışmak zor olsa da onu kendinize uygun hale getirecek yeni alışkanlıklar kazanmak bir çözüm olabilir.

Kendinizi yorgun hissetmeniz hayatınıza bir anlam katmadığınız içindir. Stres, bir bayrak yarışı gibi her devrimden sonra baskısını arttırarak bir sonraki kuşağa sirayet eder. Kuşaklar boyu sistemin insanlardan talep ettiği hız, farklı bir işgücü anlayışı meydana getirmiştir. Mesela Z kuşağı, aldığı ücrete göre emeğini kiralamak istemektedir. Yaşayacağı tek bir hayatı olduğu bilinciyle daha fazla sorumluluk almak istememektedir. Bu durum, onların da hayatında bir anlam eksikliğine yol açmaktadır. Öyle ki, kendi dışında bir şeyin önemli olmadığı ve bunu pazarlık konusu yapmayan bir zihin dünyası vardır.

Herkes hayatına anlam katmayı işi dışında bir faaliyette arar ama ben buna katılmıyorum. Hayatımızın büyük bölümünü çalışarak geçiririz. Eğer işimizi zevkli hale getirebilirsek bu durum sosyal hayatımıza da yansır.

Bu düzende siz de yaptığınız işi çevrenize katkı sunacak hale getirebilirsiniz. İşinizi neşeyle yaptığınızda yanınızdaki iş arkadaşınızın da enerjisi yükselir. Aynı şey, aile ilişkilerinde de geçerlidir. Eğer işten eve huzurlu dönerseniz, ertesi günün stresine dayanabilirsiniz. Düşündüğünüzde bunun yollarını bulursunuz. Mesela günü öğrenerek geçirmek iyi bir deneyim olabilir. Yeni bir şey öğrenmenin zevki, lütfen bana inanın, hiçbir şeyde yoktur.

İşinizde zevkli bir taraf mutlaka vardır. Onu keşfedip öğrenerek işinizi geliştirdiğinizde kendinizi de geliştirmiş olursunuz. Eğer bunu patron-çalışan çelişkisine indirirseniz sonuçta kaybeden yine siz olursunuz. Yaşadığınız stresi azaltmak için işinize anlam katmanız gerekir. Çevrenize katkı sunacak bir iş anlayışınızın olması, manevi tatmininizi arttırır ve bu durum sosyal hayatınıza da olumlu yansır. Kazandığınız iyi enerji , kötü enerjinin sonucu olan yorgunluk ve stresi azaltır.

Suni Yöntemlerle Sonuç Almaya Çalışıyoruz.

Yorgun hissetikçe vitamin hapları ve benzer takviyelerin kullanımı arttı. İnsanlar doğal olan bir rahatsızlığı suni yollarla tedavi etmek istiyor. Ne var ki alınan haplarla insan kendini iyi hissederken bağışıklığı azalmaktadır.

Sorunun kaynağını lütfen iyi düşünüp tespit edelim. Kendimizi yorgun hissetmemiz, bize hiç bir faydası olmayan, hayatımıza hiç bir anlam katmayan hedeflerimizin olmasıdır. Bu hedefleri gerçekleştirmek rutin işimiz olmuştur. Hastalığın kaynağı tatsız bir rutin hayatımızın olmasıdır. Bunu aşmak için vücudumuzu da rutine bağlayarak yeni bağımlılık yaratmak, var olan derdimize başka bir dert eklemekten başka bir şey değildir. Rahatladığımızı ve kendimizi iyi hissettiğimizi söylemek, kendinizi kandırmaktan başka bir şey değildir.

Aldığımız vitamin, içimizdeki sağlığı dağıtarak bizi iyileştirir. Demek istediğim, iyi çalışan bir yerden alıp yorgunluk hissinin olduğu bölgeye verir. Bunu alışkanlık haline getirdiğimizde bizden bunu sürekli ister. Bu yüzden bize değer katacak bir şeyi yapmak, vitamin hapı ya da kişisel gelişim kitabı okumaktan iyidir.

İyi Bir Çevreniz Olması Kendinizi İyi Hisettirir.

Kendinizi iyi hissetirecek hareketlerde bulunun. Kendinizi öfkeden uzak tutmaya çalışın. Bunun için bir hobiniz olsun. Para ve iş dışında bir şeyleri konuşabileceğiniz bir arkadaşınız olsun. Parayı çok kovalarsanız sizden her zaman kaçar. Yakalayamazsanız yaşayacağınız yıkım büyük olur. Onu yakalamak uğruna nelerden vazgeçtiğinizi bir düşünün.

Hayatı bırakın, budalaca davranın anlamında bunları söylemiyorum. Tam tersi sonuna kadar asılın ama amacınızı doğru tanımlayın. Eğer yeniden dirilmeniz gerekiyorsa bunu düzenin size dayattığı “Hadi kalk, yapabilirsin, yıkılma, savaşmaya devam et” tarzı bencilce bir motivasyonla yapmayın. Sizi yeniden ayağa kaldıracak olanın yine çevreniz olduğunu bilmelisiniz.

Öyle para kazanın, öyle başarılı olun ki sizi sahte değil gerçekten sevenler çoğalsın. Sizi bu bencil düzenden sakınacak korunma duvarınız olsun. Sizi iyi hissettirecek arkadaşlarınız, hobileriniz ve aileniz olsun. Aynı şey, herkes hissettiğinde düzen de ona göre şekillenir. İnsanlara dokunarak, hem kendi hayatınıza hem de çevrenize anlam katarak bunu başarabilirsiniz. İşte böyle bir hayatınız olduğunda, yaşadığınız eski hayatı her yönüyle görürsünüz. Böylece rutin hayatınızın nasıl bir tuzak olduğunu anlarsınız. Çağın hastalığı denen strese, kendinizi yorgun hissetmelere ancak içinizdeki neşe son verebilir. Ruhunuz zenginleştiğinde maddi zenginlik de size gelir. İnanın bana, para öyle insanları daha çok sever.

Yalnız Kalmak Yorgunluğu Hafifletir.

Kendinizi yorgun hissettiğinizde biraz yalnız kalmak iyi gelebilir. Çevrenizde çok insan olmaması ve işten biraz uzaklaşmanız, etkilendiğiniz unsurları azaltır. Bahsettiğimiz gibi bir hobinizin olması, bir kitap okumak, sevdiğiniz bir filmi izlemek veya müzik dinlemek, kötü enerjinizi alır. Böylece bünyenize, yıpranan hücrelerinizi tamir etme fırsatı vermiş olursunuz.

Bu faaliyetleri yaparken niteliğe dikkat etmeniz gerekir. Yaptığınız eylemlerin niteliği sizin niteliğinizi de belirler. Herkes müzik dinleyebilir ama ruhunda bir değişme olmaz. Herkes çok kitap okur ama bakış açısı değişmez.

Bunun yanında yoga yapanların çoğalması, hatta bunun bir sektör olarak karşımıza çıkması, insanların bu hastalığa nasıl çözüm aradığını gösterir. İnsanların yoga dersini bir zorunluluk olarak görmesi, onları rahatlatmaz aksine yeni bir bağımlılık yaratır.

Yoganın yanlış anlaşıldığını dolayısıyla yanlış tüketildiğini düşünüyorum. Yoga bir felsefedir, rahatlama tekniği değildir. Öyle olsa da bu işi bugünden yarına yapabileceğiniz bir teknik değildir. Uzakdoğu kültüründe insanın düşüncelerini boşaltıp duyularından uzaklaşmasıdır. Bu yıllarca insanların yaptığı iç yolculukları sayesindedir. Yoga ve diğer uzakdoğu felsefesinde önce kendinizi tanımayı öğrenirsiniz. Bunu yapabilirseniz zaten bu işi parayla satın almaya ihtiyaç duymazsınız.

Sonuç

Hep daha hızlısını yapmaya çalışarak hayal gücümüzün yavaş kaldığından şikayet eder olduk. Teknolojinin hızlanması, bize boş zaman yaratmıyor aksine sabit olan zamanımızın içine daha çok iş yerleştiriyor. Eskiden arabanın içindeyken artık uçakla seyahat ediyoruz ama uçak hedefe varana kadar yapmak zorunda olduğumuz birçok işi bu zaman zarfında bitirmemiz gerekiyor.

Hız, hayatımızı kolaylaştırıyor görünse de bizim gibi milyonlarca insanı da aynı konuma getiriyor. Rekabeti arttırıyor. Önceden rekabet edeceğimiz insan 5 kişiyken bugün milyonlarca insan aynı hedefe koşuyor. Ben, hayatımda hiç yazı yazmamış ve kitap çıkarmamış birisi olarak blog yazabiliyorum. Benim gibi milyonlarca blogger, aynı insanlara bir şeyler anlatmak için içerik üretiyor. Bunun yanında kitapları olan yazarları düşünün. Yıllarca verdiği emeğin boşa gittiğini düşünmesi çok normal.

Hız, seviyesini her yükselttiğinde stresi arttırıyor. Daha önce aşağıda olan kitle yukarı çıkıyor ve örneğimizdeki yazarlar gibi onları da bir üst seviyeye çıkmaya zorluyor. Çıkamayan elenirken, seviye atlayanın stresi daha başarılı olmak için artıyor. Yaşadığımız hız, bir var olma savaşına dönüşüyor.

Çevrenize bir bakın. Eskiden sizi etkileyen şeylere ek olarak yeni eklenen şeylere bir göz atın. Devamlı tüketmeniz istenen bu düzende, bu yenilikler hayatınızı kolaylaştırıyor mu yoksa yorgunluğunuzu mu arttırıyor?

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.