Mastodon
Yaşam

Okumak, öğrenmek ve paylaşmak

Okumak, insanlık tarihi kadar eski bir kavramdır. Yazı icat olmadan önce insanlar anlatmak istediklerini mağara duvarlarına resimler çizerek ifade ederdi. Birbirlerinin yüz ifadelerini, duvarlara çizdiklerini, jest ve mimiklerini okuyarak iletişim kurdular. Okunacak bir yazının olmaması hayal gücünün de sınırlı olmasına sebep oldu.

Dünya tarihinin başlangıcından bu yana en büyük icat yazıdır. Tarihin her basamağı, yaşanan acılar ve tecrübeler kuşaklar boyu yazıyla aktarıldı. Bizlerde aktarılan bu ortak geçmişi okuyarak eski zamanları daha iyi hayal ettik ve bugünü anlayabildik.

Nitelikli bir iletişim kurmak için kelime hazinemizin zengin olması yeterli değildir. Birisiyle konuşurken en çekindiğimiz şey yanlış anlaşılmaktır. İnsanların farklı algılara sahip olması bazen sözcüklerin yetersiz kalmasına sebep olur. Fikirlerimizi hiçbir zaman tam açıklayamayız çünkü düşünce soyuttur. Kelimeler ancak ona en yakın açıklamayı yapar. Bu sebeple kendimizi iyi ifade etmek için kelimelerden yeni düşünceler üretecek zengin bir hayalgücüne ihtiyacımız vardır.

İnançların yayılması dahil medeniyetin ilerlemesi soyut düşünebilen ve bunu en çok kelimeye dökebilen bir zihin yapısıyla mümkündür. Örneğin Kutsal Kitap “Önce söz vardı” diye başlarken Kur’an insana “Oku” diye seslenir. Mahabharata’nın ilk ayeti, destanın Tanrı ve Tanrıçanın önünde saygıyla eğilerek okunmasını ister. Mitolojide kâhinler, Tanrıların isteklerini kurbanın bağırsaklarına bakarak okumaya çalışır. Din cennet, cehennem, ahiret ve melekler gibi soyut bir dünyayı kavrayacak üretken bir zihne ve zengin bir dile ihtiyaç duyar.

İnsan okur.

Her an bir şeyleri okuruz. Bir insanın yüzünden ne demek istediğini, davranışlarından ruhunu okumaya çalışırız. Havaya bakar ve nasıl bir gün geçireceğimizi tahmin ederiz.

Okumak insana özgüdür. Okuyarak zeka ve zihnimize renk katar ve yeni şeyler üretiriz. Zengin bir hayalgücünün coşkusunu hissetmek, sağlam bir ekonominin konforunu sürmek ve temiz bir çevrenin dinginliğini yaşamak. Bununla beraber iyi bir insan olmanın onuruna varmak ama daha önemlisi hayatı mutlu bitirebilmek.

İnsan okur
İnsan okuyarak ruhunu ve zihnini zenginleştirir. Okumak daha renkli bir hayat yaşamasını sağlar.

Okuyarak ruhumuzu terbiye eder ve sağlıklı bir zihne sahip oluruz. Zaman geçtikçe içine düşeceğimiz yalnızlığın çok da korkulacak bir şey olmadığını anlarız. Hatta yaşımız ilerledikçe muhteşem bir yalnızlık da yaşayabiliriz. Bu anlamda okumak, insan olmanın farkına vardığımız bir bilinç yaratır.

Değerli bir maden olan beynimizi okuyarak işleriz.

İnsan zihni bir toprak gibi ona bir şey vermesek dahi üretmeye devam eder. Hiçbir şey yapmasak bile zihin bir şey üretir ama toprağın ürettiği yabani otlar gibi estetikten yoksundur. Ne var ki toprağa tohum atarak ve teknolojiyi kullanarak verimi 4’e katlayabiliriz.

Bir elmas topraktan ilk çıktığı anda onun elmas olduğunu anlamayız. Mesela evimizde beraber yaşadığımız köpeğin atası kurttur ama yapay seçilimle insanın beraber yaşayabileceği bir standarda ulaşmıştır. Aynı yöntem tarım için de geçerlidir. İnsanlığın yerleşik tarıma geçmesi yabani olan bitkilerin evcilleştirilmesiyle mümkün olmuştur.

Bir elması vücudumuzda taşıyabilmemiz, soframıza gelen gıdanın midemizin kabul edeceği bir hale dönüşmesi ve bir hayvanın güvendiğimiz bir dostumuz olması bir değişimin sonucudur. Özünde değerli olan bu varlıkların bir estetik kazanması, hem gözümüzün hem de vücudumuzun bunları kabul etmesi, başlarda kaba olan formlarının işlenerek bir yumuşaklığa ve inceliğe kavuşmasıyla olur.

İnsan da bu durumdan ayrı düşünülemez. Aynı şekilde dünyaya işlenmemiş değerli bir maden olarak geliriz. Diğer varlıklardan farklı olarak kendi tercihlerimizi yapma şansımız vardır. Kendimizi işleyen de evcilleştiren de yine biz oluruz. Dünyayı değiştirir, ona adapte olur ve kendi geleceğimizi belirleriz. Hayatı anlamlı kılan şeyler yaratmak ve ona bir estetik katmak, çevremizi etkileyip onların da yeni ve güzel şeyler üretmesini sağlamak okumak ile mümkündür.

Okumak: Nitelikli birey, nitelikli toplum

Bir toplum içinde yaşarız. Jung’un dediği gibi insan en büyük bilimdir. Her gün zengin olmak, yeni bir aşk ya da huzurlu bir hayat için Tanrı’ya dua ederiz. Ne var ki aynı duaları diğer insanlar da eder ve Tanrı bize istediğimizden ziyade hak ettiğimizi verir. Ne yaparsak yapalım, hayatı hak ettiğimiz yerde bitiririz.

Aynı toplumda yaşadığımız insanların da bizim gibi hayattan beklentileri vardır. Hedeflerimize ulaşmak için diğer insanları da hesaba katmamız gerekir. Birbirimizle bir bağ kurmak, birbirimizi anlamak, birey olarak istediklerimizi elde etmemize yardımcı olur.

Kendimiz için belirlediğimiz hedefler aslında daha büyük bir hedefin parçasıdır. Toplumsal hedeflerle kişisel hedeflerimiz özünde birbirinden ayrılmaz çünkü nitelikli bireylerden meydana gelen bir toplumun beklentileri de o oranda kalitelidir. Bu anlamda birbirimizle kuracağımız iletişimin kalitesi nasıl bir hayat yaşayacığımızı belirler. Paylaştıkça daha çok köprü kurar ve mutluluğun birbirimize bağlı olduğunu anlarız. Paylaşmakta olumlu bir taraf vardır. Tek taraflı olmadığı için karşımızdakinden de bir paylaşım bekleriz. Bu, insanların birbirini tamamlama iç güdüsüdür.

Paylaştıkça yeni şeyler üretiriz.

Yeni bir şey öğrenmek ve öğrendiğimizi teyit etmek için paylaşırız. Bunun yanında mutlu olduğumuzda, hüzünlü bir anımızda, sıkıldığımız ya da güzel zaman geçirmek istediğimiz anlarda yanımızda paylaşacağımız birilerini isteriz. Paylaşmak, üzerimizdeki fazla yükten kurtularak rahatlamamızı sağlar.

İçimizde taşıdığımız hazine insanlığın ortak hazinesidir. Okuyarak derinlerimizde yatan zenginlikleri keşfeder ve bunu hareketlerimizle belli ederiz. Keşfettikçe ortaya çıkardığımız bu hazine, yüzümüzde farklı kasların oynamasına sebep olur ve kendimizi daha zengin bir şekilde ifade etmemizi sağlar. İç dünyamız renklendikçe olumlu paylaşımlarımız çoğalır ve çevremize yaydığımız enerjinin niteliği yükselir. Bu paylaşımlar başka insanların da içinde taşıdıklarını harekete geçirir ve zincirleme yayılan olumlu enerji hepimizin içinde bize ait olanı ortaya çıkarır.

Hayatta karşılaşacağımız insanları romanlarda buluruz.

Hepimiz birbirimize benzesek de dünyada bir eşimiz yoktur. Bu kadar farklı insanı, yaşamımız boyunca tanıma ihtimalimiz olmaz ama edebiyat bize bu fırsatı verir.

Bir romanda yazar hayatın her alanında karşılaşabileceğimiz bir portreyi çizmiştir. Normal hayatımızda yolda dikkatimizi çeken birini çok kısa süre takip eder sonra izini kaybederiz. Ne var ki bir romanda karakterin hayatını sonuna kadar izleyebiliriz. Romanla beraber karakterlerin tüm hayatını kapsayan bir yolculuğa çıkarız. Böylece olayın öncesinden başlayarak çözümüne kadar kahramanın neler yaşadığını ve hissettiğini takip edebiliriz. Bu anlamda edebi eser önümüze her gün karşılaştığımız insanları tanıyabileceğimiz bir ufuk açar.

Bir romanı okurken kendimizi kaptırırız. Romandaki karakterle bütünleşiriz. Bazen diyaloglarda sorduğu soru hoşumuza gitmez ve neden başka türlü sormadığına kızarız. Yazarın bakış açısından farklı yeni fikirler üretiriz.

“Savaş ve Barış”ı okurken Tolstoy’la konuşuruz. Bir yazara ulaşamıyor olmamız onu tanımamıza engel değildir. Okuduğumuz roman ile zamanda bir kapı açar, yüzümüzü o kapıdan içeri çevirir ve yazarın hayal dünyasını izleriz. Benimsediğimiz karakterin karşılaştığı haksızlığın üzerinden bir an önce gelmesini isteriz. Onun adına üzülür ya da mutlu olurken romanla bütünleşiriz. Genelde romanın devamını merak eder ve kaldığımız yerden devam etmek için fırsat kollarız. Bizim dışımızda farklı hayatları tanıma fırsatı yakalar ve farklı çağlarla bağ kurarız.

Okumak, farklı hayatlarla köprü kurmamızı sağlar.

Okuyan insan, okuduğu roman ya da şiirlerde başka hayatlardan izler taşır. Bugüne kadar çok kitap okumuş ama hepsini unutmuş olsa da okuyan insanı hemen fark edersiniz. Yüzünde bir aydınlanma vardır. Bakış açısı ve olaylara farklı yaklaşımı onu başkalarından ayırır. Canlı ve üretken bir zihin dünyası vardır.

Hayatında unutmak istediği şeylerin acısını okuduklarının kendisine hatırlattıkları sayesinde hafifletir. Nasıl mücadele etmesi gerektiğini anlaması, kendini ve insanı tanıması sayesinde kolaylaşır. Hayatın iyi yanları gibi kötü tarafları da olduğunu okuduğu yaşanmış hayatlardan hatırlar.

Okurken gelecekte karşılaşacağımız bir sorunu çözecek malzemeyi farkında olmadan kazanırız. Sadece bir sorunun çözümünü değil aynı zamanda bir gün hayatımıza anlam katacak ve gelecek kuşaklara aktaracağımız hatıralarımızı da biriktirmeye başlarız.

Okuyarak anılar çoğalır, hayat zenginleşir.

Ömrümüz, kozmik zamanda bir kelebeğin hayatı kadardır. Ortalama 70 yıllık ömrümüzün belki 20 yılını hatırlarız. Halbuki insanlık tarihini kapsayan bir hafızayla dünyaya geliriz. Bilinçaltımızda büyük bir hazine saklıdır ama biz bunun çok küçük bir bölümünün farkında oluruz. Bazen rüyalar ya da içimize doğan tarif edemediğimiz duygular bize oradan bir mesaj verir. Ne var ki bilinçaltımızı oluşturan ortak tarihimizi bilmeden bilincimize yansıyan sembolleri de açıklayamayız. Bir örnek vermek gerekirse rüyamızda yılan görmek uğursuzluk olarak kabul edilse de ilkel çağlarda yılan bereketin simgesidir ve koruyucu özelliği vardır.

Bir kitabı okurken okuduğumuz bir kelime ya da yolda yürürken duyduğumuz bir koku bizi unuttuğumuz bir zamana götürür. Bilinçaltının karanlığına ittiğimiz bir anımızı gözümüzün önüne getirir. Bilinçaltının kör karanlığında açtığımız kapının aydınlığı başka bir anıya açılan kapıyı da aydınlatır. Okuyarak biriktirdiklerimiz bir enerji yoğunluğu yaşamamıza sebep olur ve açılan yıldız kapısı bilinçaltımızda saklı kalan geçmişimizle bağ kurmamızı sağlar.

Bilinçaltımızdakileri okuyarak görebiliriz.
Bilinçaltımızda saklı anılarımız vardır. Okuyarak biriktirdiklerimiz geçmişle bağ kurmamızı sağlar ve bir yerde hatırladıklarımız birleşerek bir enerji yoğunluğu yaratır. Anılarımız birbirini çağırarak geçmişe bir yıldız kapısı açar.

Bundan yıllar önce zorlukla okuduğumuz bir kitabı kitaplığımızdan alıp karıştırdığımızda o tarihten bu yana zamanın nasıl geçtiğini ve ne kadar aşama kaydettiğimizi hatırlarız. Raftan indirdiğimiz kitabı karıştırırken hafıza kitaplığımızdan da hatıralarımızı indirmeye başlarız. Bir kitabı okurken onu kesintiye uğratan olaylar zamanla hayatımıza anlam katan hatıralar olur.

Çocukluğumuzda büyük bir zevkle okurken bunu kesintiye uğratan bir şeyi hatırladığımızda o an hissetiklerimizi yeniden yaşarız. Okuduğumuz kitabın en heyecanlı yerinde, merakımız en yüksek noktadayken annemizin bizi yemeğe çağırdığında ya da bir arkadaşımızın rahatsız ederek okumamızı engellediğinde hissettiklerimizi tatlı bir anı olarak hatırlar ve gülümseriz.

Kitapsız hayat renksizdir.

Okumayan birinin hayatı yavandır ve ne kaybettiğinin farkında olmaz. Rutine alışmıştır ve yaşadığı günler birbirinin benzeridir. Bu anlamda renksiz bir hayatı vardır. Hayatı doğum-gençlik-yaşlılık-ölüm döngüsü içinde, her dönemin kendine has kuralları olan biyolojik bir süreç gibi görür. Hayatın evrelerini ezberindeki gibi yaşar. Halbuki insan gençken yaşlılığı yaşayabilir, yaşlıyken genç de kalabilir.

Okumayan insanın hayatı yavandır.
Okumayan insan, kaçırdığı fırsatların farkında değildir.

Kendimize sorduğumuz doğru sorularla kötü ve iyiyi ayırabiliriz. Bunu da okuyarak kazandığımız farklı bakış açıları sayesinde yaparız. Mesela okuyarak geliştirdiğimiz bakış açısı bize bir ağacı parke olarak görmenin yanında yaşayan bir canlı olarak da görmemizi sağlar. Bunun yanında soframıza gelen yemeği açlık duygumuzu bastırmak amacıyla yiyebileceğimiz gibi yemekteki farklı tatların hazzını alarak da yiyebiliriz. Okuyarak ruh ve beden uyumumuzu sağlar ve iç çatışmalarımızı hafifletmiş oluruz.

Okumak: İnsan olmanın ayrıcalığı

İnsanların derinlerinde onu farklı kılan birçok duygu vardır. Birini harekete geçirdiğimizde diğer duyguları da tetikleyen bir duygular kümesinden bahsederiz. Oysa kendimizi dünyanın merkezinde görür ve herkesin bize benzemesini isteriz. Bize tuhaf gelen bir şeyin başkasına neden tuhaf gelmediğine kızmak gibi garip bir tavrımız vardır. Bu, kendimizi herkesten farklı değil üstün görmemizden kaynaklanan hatalı bir bakış açısıdır.

Halbuki başkalarıyla ruh düzeyinde gerçekten bağlantı kurmak, onların sevinçlerini ve üzüntülerini sanki bizimmiş gibi anlamak. Sevdiğimiz birinin bizi kucakladığında hissettiğimiz sıcaklığı, paylaşılan kahkahaların rahatlığını yaşamak ve empatinin derinliğini hissetmek. Bunun yanında geçici bir duyguyu yakalayan bir resim yapmak, insan ruhuna hitap eden bir şiir yazmak veya varlığımızın derinliklerini harekete geçiren bir melodi mırıldanmak. Benzersiz ve güzel bir şey yaratmak, içimizdeki dünyayı anlatan ve başkaları üzerinde kalıcı bir etki bırakan bir şey ifade edebilmek. Kısacası insan doğmaktan öte öyle olabilmek, ihtiyacı olan gıdayla beslenmiş bir ruh ve algıları anlamlandıran bir zihinle mümkündür. Bu hisler insan yaşamının zenginliğini oluşturur.

Okumak: Bir hiç olduğunu anlamak ve özgürleşmek.

Genelde daha çok bilgi sahibi olmak ve bunu göstermek amacıyla okuruz. Okudukça bilgimizin arttığı doğrudur ama en sonunda varacağımız nokta aslında bir hiç olduğumuzdur. Trilyonlarca yıldızın, milyarlarca galaksinin hatta milyarlarca evrenin olabileceği bir kozmosta bir hiçten başka ne olabiliriz?

Hayat hiç bitmeyen bir öğrenme sürecidir. Bu süreçte sahip olduğumuz en büyük servetin kafamızın içinde olduğunu anlarız. Bu sebeple sonsuzluğu çizmeye çalıştığımız kozmosu daha çok merak ederiz. Bu merakımızı okuyarak gidermeye çalışır bundan yeni sorular üreterek yeni hayaller kurarız. Öğrendikçe önyargılarımızdan kurtulur özgürleştiğimizi hissederiz. Sonuçta okumak bize öğrenmek dışında hiçbir şey bilmediğimizi öğretir. Hayatta tarif edemediğimiz çok büyük bir gücün parçası olduğumuzu, her varlığın bir şey paylaştığı ve birbirini tamamladığı bir düzenin içinde yaşadığımızı anlarız.

Sonuç

Okumak, öğrenmek ve paylaşmak birbirinden ayrılmayan girift kavramlardır. Birbirinden beslenen bir döngüyle devam eden bir süreçtir. İnsan olmanın farkına vardığımız, bizi bilinçlendiren ve hayatımızı anlamlandıran bir hayat akışıdır.

Birçok zenginliğimizin farkında olmadan yaşarız. Her gün aynı şeyleri yapıyor olmamız hayatın farklı boyutları olduğunu unutmamıza sebep olur. Hiç irdelemeden renksiz bir hayatı benimseyerek yaşamaya devam ederiz.

Hayatın sadece daha fazlasına sahip olmaktan ibaret olduğunu düşünürüz. Ne var ki zengin olmak için daha büyük bir zenginlikten vazgeçeriz. İnsan olmak ile öyle hissetmek başka şeylerdir. Çevremize şöyle bir baktığımızda bir koşuşturma ve kompleks bir hayat olduğunu zannederiz ama herkes ya parayı konuşur ya da gücü. Düzenin dayattığı doğrular dışında bir hayat olduğu bize inandırıcı gelmez. Bu anlamda zihnimiz kördür ve nasıl bir madene sahip olduğumuzu bilmeden anlamsız bir hayatı yaşayarak bu ömrü tüketiriz.

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.