Monolog: İnsanın İç Yolculuğu.
En Yaratıcı Fikirleri Kendimle Konuşurken Bulurum.
Yolda yürürken aklıma bir fikir geldiğinde birden yavaşlarım. Zihnimde parlayan şey düşünce akışımı hızlandırdığı için hareketim yavaşlar. En yaratıcı fikirlere ulaşmaya yakın olduğum zamanda aklım hariç bütün duyu organlarım ağır çalışmaya başlar. O an düşündüğümü kendime açıklar ve kendimle konuşmaya başlarım. Ucundan yakaladığım düşüncenin kökünün daha derinlerde olduğunu bilirim. Yaptığım monolog, beni neyin yavaşlattığını keşfetmemi sağlar.
Monolog, bir edebi terimdir. Bir tiyatro oyununda oyuncu sahnede tek kaldığında kendi kendine yaptığı konuşmadır. Monolog mizah içeren, normal şartlarda insanın çevresine açıklayamadığı duygu ve niyetlerini kendine açıklamasıdır. Bundan farklı olarak iç monolog ise insanın sesli düşünmediği, yazılı edebiyatta iç çelişkilerin çözümünü arayan içsel bir konuşmadır.
Sahnede tek kalan kişinin kendi içinde yaptığı diyalogu da monolog olarak tanımlayabiliriz. Diyalog, iki kişinin yaptığı karşılıklı konuşmadır ve buradaki ikinci şahıs kendisidir. Kendi iç dünyasına dönerek bilincinin en uç noktasındakileri açığa çıkarır.

Monolog edebiyat içinde bir alan olsa da ben bunu hayatın ilerleyişi ve gelişmesi için temel şart olduğunu anlıyorum. Zaten edebiyat ve tiyatro da insan ruhunun zenginleşmesi için gerekli yazı ve canlandırma sanatı değil midir? Demek istediğim, insanın kendisiyle konuşması sadece edebi eserin üretiminde değil medeniyetin her alanında insanlığı ileri götüren fikirlerin ilk kıvılcımının çaktığı süreçtir.
Madem monolog tiyatroda ve edebiyatta çok kullanılıyor ve madem Shakespeare hayatı bir tiyatro olarak görüyor o zaman monologu hayatımın her anında yaşadığım, sürekliliği olan bir süreç olarak görebilirim.
İnsan, Aklından Geçeni Özgürce Söyleyemez!
Beraber yaşama zorunluluğu beni toplumsal bir varlık yapar. Günlük hayatımı yaşarken topluma uygun hareketlerde bulunurum. Birlikte yaşamanın sağladığı güvenin karşılığında bazı özgürlüklerimden vazgeçerim.
Gerçek niyetlerimi hemen açığa vurmadan evvel onların uygun olup olmadığını test ederim. Bu durum benim gerçek kişiliğimi gizler. Gerçek kişiliğimle temas etmem içimde yaptığım monologla olur.
Yaşadığım ortam tüm sorularıma cevap veremez. Beklentilerime kısa geldiği için onu uzatmak, zenginleştirmek zihnimin bir yerinde uyuyan hayal gücümü uyandırmak isterim. Birisini uyandırmak istediğimde nasıl ona seslenirsem içimde hareketsiz duran düşüncelerimi de seslenerek uyandırırım. Bazen ben seslenmeden dışarıdan gelen bir ses de hafızamı hareketlendirir. Görmediğim bir şeyi sesi ile tanıyabilmem işitme duyumun diğerlerinden daha hassas olmasındandır.
Monolog ve Mizah
Kendi içimde yaptığım sohbetten çıkardığım sonuçlar özgündür. Henüz insanların kabul edecek durumda olmaması işin içine biraz mizah katar.
Monolog eğer mizah içeriyorsa imkansız olan şeylerin basitlikten doğduğunu anlatmasındandır. Geçmişte imkansız gözüyle bakıp güldüğümüz birçok teknolojik yenilik olmasa bugün hayatımızı devam ettiremeyiz. Bizim anlama sınırımızın ötesine geçen düşünceleri hayata geçirenler bunu içlerinde basit bir monologla başlatmıştır.
Albert Einstein, görelilik kavramını düşünürken “Bir ışık ışınının sırtına binseydim dünya nasıl görünürdü?” gibi çok basit bir soru sormuştur. Dünya Bilim Tarihi’ni değiştiren Özel Görelilik Teorisi böyle basit bir soruyla yola çıkmıştır. O dönemde bilim camiası cevabın bu kadar yakınlarında olmasına şaşırıp tebessüm etmiş olmalı.
Mizah, alışkanlıkların hayatı nasıl sıradanlaştırdığını ve sıradanlığın insan için gülünç olduğunu anlatır. Komedyen, kendi içinde bunu konuşup bize aktarırken konuya bizim bakmadığımız açıdan yaklaşır ve bu durum bize komik gelir. Mizahçı bizi güldürür ve biz kendimize güleriz. Aradığımız cevapların bu kadar yakınımızda ve basit olduğunu göremeyişimize kahkahalar atarız.

Komedyen bir filozoftur da diyebiliriz. Söz gelimi Charlie Chaplin, insan kusurlarını gözlemleyen ve içsel yolculuğunda sonuçlara varmış, sessiz filmlerinde dünya görüşünü aktarmayı başarmış bir filozoftur.
İnsan Zihni Hiç Susmaz!
Ağzım konuşmasa da aklım hiç durmadan konuşur. Bir işletmede son sözü patron söylese de onun altındakiler söyleyeceği sözleri hazırlar. Aklımı bir şirket gibi düşünürsem onu oluşturan bir çok unsur kendi arasında durmadan iletişim halindedir. Benliğim hiçbir şeyin farkında olmasa da zihnime bilinçaltımdan devamlı mesaj akar ve ben konuşmadığımı düşünürüm.
Birisiyle konuşurken aklıma gelen bir düşüncenin dikkatimi dağıtmasına izin vermem ve algımı o yöne yönlendirmemeye çalışırım. Karşımdaki kişiyle konuşurken zihnimin alt birimlerinde sürekli bir oluşum vardır.
Konuşma sırasında dikkatimizi toplayabilmek için bazı teknikleri uygulamamız istenir. Bunlardan birisi dikkatimizin dağılmaması için karşımızdakinin iki kaşı arasına bakmamızdır. Dikkati toplama gerekliliği kendimizle sürekli konuşmamız yüzündendir. Bu sadece çevremizle etkileşimi sınırlı tutmak için değil içimizde yaptığımız monologu sonlandırmak için de önerilir.
İşin gerçeği insan tek başına kalsa da çevreyle etkileşimi hiç durmaz. Yanımda bulunan bir vazo, masa ya da bulunduğum odanın duvar renkleri bana hep bir şeyleri çağrıştırır. Hiçbir şey olmazsa kendimle uğraşırım. Aynaya bakarım, saçımı düzeltirim, parmağımı oynatır ya da oturma pozisyonumu değiştiririm. Beynimde sürekli beni hareket halinde tutacak düşünceler vardır.
Devinim hayatın temelidir ve biz yaratılış gereği bu kurala uyarız. Doğa, bizi düşünmeye sevk edecek nesneleri sürekli sunar. O an tek başımıza olsak da bizi uyaran bir şey hep vardır.
İnsan uyurken bile sürekli düşünür. Uyurken bir nevi trans halinde olurum. Bazı sinirlerim bekleme moduna geçer. Söz gelimi bazı kaslarımı oynatma gücüm olmasa da düşünmeye devam ederim. Hayati fonksiyonlarım beni hayatta tutacak şekilde işlemeye devam eder. Gün içinde günlük koşuşturma ve kaygılardan o an sezmeme rağmen çok altlarda kalan algılarım uyurken su yüzüne çıkar. Rüyalar, günlük işlerimin yoğunluğunda unuttuklarımı, algılayıp dikkatimden kaçanları, düşüncelerime hiçbir sınır getirmeden sağduyuya aykırı da olsa bana hatırlatır.
Canlı Bir Zihinsel Hayata Monologla Ulaşırız.
Bir kasımı geliştirmek istersem onu çalıştırırım. Kullanılmayan organlar kullanılana göre zayıf kalır. Zihin de, onunla konuştukça gelişen ve kendi sınırına ulaştıkça daha öteye geçen bir manevi organımız gibidir.
Aklın çevresine sınırlar koyamayız. Çevremizde gördüğümüz fiziki her şey insan zihninin çıktısıdır. Kuşaklar boyu aktarılan düşünceler yine insan zihninin çıktısı olan yazı sayesindedir. Bunların hepsi insanın kendisine sorduğu basit sorularla olmuştur.
İnsan, kendi içinde yaptığı yolculukta her zaman bir keşif içerisindedir. Bazen öyle bir duruma gelirim ki çevrem çok kalabalık olsa da kendimi yalnız hissederim. Doğru soruları sormam aradığım cevaplara ulaşmamı sağlar. Kendimle yaptığım sohbet başkasıyla yaptığımdan daha zevkli olabilir. İç sohbetim bana unuttuklarımı hatırlatır. Geçmişte kalan kendimi şimdiki halimle yüzleştirir ve gelecek için bana bir vizyon sunar.
Tek başıma yürürken, birisiyle konuşurken ya da bir kitap okurken bir sözcük, ses veya ayağımın takılması zihnimin çok derinlerinde kalmış bir anıyı hatırlamamıı sağlar. Yıllar evvel tek başıma yürürken ayağımın takıldığı bir anı hatırlarım. Takıldığım yerdeki parke taşının yerinden çıktığını, parke taşını yerine yerleştirdiğimi ve başkalarının bunu neden yapmadığını düşündüğüm aklıma gelir. O günkü şartlarda bana yanlış gelen şey bugün hatırladığımda farklı gelmiştir. Belki de taşın, yolun ilerisinde trafik için tehlike yaratacağı düşünüldüğü için oraya konduğu aklıma gelir. Belki de o gün o taşı yerine koyarak hata yapmışımdır. Hafızam geçmişimi bugüne getirir ve yaptığım monolog bakış açımı değiştirir. Geçmişimi ve bugünümü ilişkilendirip bana bir gelecek sunar.
En Önemli Buluşlar Hep Alayla Başlar!
İnsanlar birbirine karşı bazen çok acımasız olabiliyor. Kendi içinde yaptığı sohbetle hayal gücünü uyandıran bir mucit fikrini söylediğinde kendisiyle çok alay edilmiştir. Şu bir gerçektir ki ona gülenler kendisiyle konuşan insanın bir arayış içinde olduğunu anlayamayacak kadar çapsızdır. İçinde monolog yapan, bildiğini sorgulayan ve bildiklerinden yeni sonuçlar çıkaran insandır. Sonunda öğreneceği çok şey olduğunu ve hiçbir şey bilmediğinin farkına varır.
İnsanın böyle olağanüstü duygular yaşadığında coşkusunu dindirmek ve bir iç muhasebe yapmak için tek başına kalması daha sağlıklı olur.
Olağanüstü bir duygu yaşarken çözümüm sıradan olmamalıdır. Genel, sıradan olanı konuşur. O anda akıl verecek çapı olmaz. Güvenli bölgesinden ayrılmak istemez. İnanmasa da yaptıklarına aykırı davranmanın riskini hesaplar. Hayatın kendisine bir şans daha vereceğini düşünemediği için elindekiyle yetinir. Alışkanlıkları hayal gücünü sınırlandırdığı için onun olduğu yerde ilerleme olmaz.
İroni şudur ki başkasına deli diyen, monolog yapana göre daha şuursuzdur. Yukarıda belirttiğim gibi komedyen bunu yüzümüze vurarak anlatır. İnsan, monolog yapana değil kendine güler.
Delilik Olmasaydı İlerleme de Olmazdı!
Erasmus’un “Deliliğe Övgü” kitabında işlenen görüş tam anlamıyla budur. Gerçek bilgelik hiçbir şeyi bilmemektir. Bana sonsuz gelen evreni kapsayan daha büyük bir evren ve onuda kapsayan milyonlarca evren olabilir. Bana böyle muazzam büyük gelen ve zihnimin ulaşamayacağı sınırları olan bir kozmosun içinde kendimi bilgili sanmak delilik değilde nedir? Sokrates gibi bir bilge “Bildiğim şey, hiçbir şey bilmediğimdir” derken gösterdiği tevazuyu gösterebilecek bilgeliği kaç kişi gösterebilir?
Monolog bazı insanlar tarafından alaya alınıp delilik olarak görülse de deliler sayesinde bugünkü medeniyeti yaşıyoruz. Coğrafi keşifler dönemindeki inanç dünyasında dünyayı dolanmak günah ve delilik olarak kabul ediliyordu. Bunu yapan denizciler olmasaydı dünyanın düz ve evrenin merkezinde olduğuna inanmaya devam ederdik.
Dünyanın evrenin merkezinde olmadığını söyleyen Galileo, yakılacağını bile bile doğruyu söyleyen Bruno olmasaydı uzaya çıkamazdık. Bu delilerin cesaretleri birbirine ilham vermeseydi o dönemde bunlara inanmasa da bugün onların sayesinde yaratılan medeniyetin refahını yaşayan toplumlar da olmazdı.
Savaşlarda üstün başarı gösteren komutanlar eğer her şeyi bildiğini gösteren kibri gösterseydi tarih adını yazar mıydı? Leonardo da Vinci kendi iç yolculuğunu yapmasaydı devrinin ötesine geçebilir miydi?
Bahsettiğim insanlardaki öğrenme tutkusu onlara hayaller kurdurmuş, eyleme geçmeleri için sürekli cesaret vermiştir. Kendi içlerinde yaptıkları uzun sohbetler sonucu sorularına cevaplar üretip deneme cesareti göstermiştir. Herkesin alay ettiği bir zamanda buna direnebilmek, dışlanıp yalnız kalmak ama kendini yalnız hissetmemek içindeki iç yolculuğu sayesindedir. Her toplumda ortak olan “deli cesareti” kavramı bir şeyi yaratmayı, bulmayı ifade eden olumlu bir deyimdir.
İçimde yaptığım monolog beni bir sonraki seviyeye taşıyan ve içimdeki zıddımla beni karşılaştıran bir çağrıdır. Bazen düşüncelerimi baskı altında hissettiğimde söyleyemem. Bu bende rahatsızlık yaratır. Düşündüğümü ifade edemediğim zaman kendimi özgür hissetmem. Bu durumda fikirlerimi kendimle konuşarak bir disiplin içine sokar, tutarsızlıkları gideririm. O zaman üzerimdeki baskı kalkar, düşüncelerimi açıklayacak cesareti yakalarım.
Sonuç
Sıradan olana kapılmak, genelin zevklerine ortak olmak çok sık geçici heveslere kapılmamızı sağlar. Bazen yalnız kalmak, bir kitap okumak ve hayallare dalmak zevkinden bizi yoksun bırakır. İnsanlar başkalarına göre hayatını şekillendirebilir ama ne pahasına olduğunu düşünmez.
Kötü bir dünyada yaşıyoruz. Bir insana yakışmayacak hayatların normal kabul edildiği, insancıl olmayan çıkış yollarının ahlak kuralı olarak görüldüğü durumda biraz kendimizle kalabilmek bizi genele benzemekten kurtarabilir.
Yapacağımız monolog, düşüncelerimize zarafet veren ve peşine yenilerini takan bir fikir akışıdır. Kendi iç dünyamızda yaptığımız yolculuk sayesinde genişlettiğimiz zihnimiz etki alanımızı da genişletir. Olumlu yönde genişleyen bir zihnin etkilediği insanların çok olması mutlu bir toplumun oluşmasına katkı sağlar. Monolog yapan kişi kendi zihin dünyasına başkalarını ortak eder. Düşüncelerini bir disiplin altına alıp aktardığında kendi düşüncelerini egemen kılarken kendi iradesinin de efendisi olur.