Mastodon
Bilim-FelsefeYaşam

Hayatı istediğiniz gibi bitiremeyeceğinizi ne zaman anladınız?

Çoğumuz istediğimiz hayatı yaşayamadığımızı düşünürüz. Bunun sebebi farklı bir insan olduğumuzu unutuyor olmamız. Farklı yeteneklerimiz ve beklentilerimiz var ama kendimizi tanımak için çaba sarfetmeyince bunları keşfedemiyoruz. Bu da bizi yanlış hedeflere ve bize hiç uygun olmayan anlamsız bir hayata sürüklüyor.

Zengin ve ünlü olmak hayatın anlamı haline gelince mizacımıza aykırı bir hayat yaşıyoruz. Hayatımıza anlam katacak fırsatları kaçırıyoruz. Algılarımızın tuzağına düşüyor ve başkalarına benzemeye çalışıyoruz. Yine de kaçırdığımız fırsatlar bize bir şeylerin değerini öğretiyor. Yaşadığımız her olumsuzluk bize yeni kapılar açıyor. Özümüzde yüzümüzün her zaman yaşamaya dönük olması, hayattan kopmamızı engelliyor.

Bu yazının konusu, içimizde hiç sönmeyen tılsımın bizi yaşamamız gereken hayata nasıl yönlendirdiğidir.

Hayatınızı istediğiniz gibi yönlendirebilir misiniz?

Arzu ettiğiniz hayatı yaşayamayacağınızı düşündünüz mü?

Böyle bir hisse kapıldığınız hiç oldu mu?

Bu sorunun geçen zamanlarda bir kaç sosyal medya platformunda sorulduğuna rastladım. İnsanların istediği hayatı yaşayamayacağını düşündükleri olaylara baktığım zaman şöyle bir sonuca vardım; hayal ettiğim hayatı yaşayamacağımı hiç bir zaman düşünemem.

İçine doğduğumuz hayatı seçme şansımız yoktur. Annemizi, babamızı yaşadığımız coğrafyayı seçemeyiz. Hayat, bizim açımızdan bir rastlantıyla başlar. Kaderimiz doğmadan önce çizilmiştir ve şansımızın nasıl olacağına etki edemediğimiz tek an, doğduğumuz andır. Bunun sonrasında bilincimiz geliştikçe hayatımızı kontrol altına almaya başlarız.

Acı Çekerek Öğreniriz.

Hayatımızı yaşarken karşılaştığımız acılar, bize daha iyisini göstermek için sunulan birer fırsattır. Acıyı hissettiğimiz zaman ondan kurtulmak için çabalarız. Bu anlamda acı, bizi yeniden hayata bağlayan ve ayağa kalkıp devam etmemizi sağlayan duygudur.

İnsan bir şeyi deneyimleyerek öğrenir. Mesela bebekken sıcak bir şeye dokunduğunda bir daha aynı hatayı yapmamayı öğrenir. Yetişkin olduğunda da aynı şekilde acı çekerek öğrenmeye devam eder.

Gençken yaptığımız yanlış tercihlerin telafisini daha kolay yaparız çünkü yanlışı düzeltmek için zamanımız ve enerjimiz vardır. Ancak yaş ilerledikçe enerjimiz tükenir ve karşımıza çıkan fırsat sayısı azalır.

Hayat Engebelerle Doludur

İstediği hayatı yaşayamayacağını düşünenlerin sebeplerine baktığımızda inişli çıkışlı bir hayatta her insanın yaşayabileceği sorunlar olduğunu görürüz. Bu sorunların kaynağı toplumsal bir varlık olmamızdandır. Bağımlı ve sınırlıyızdır. Bu sebeple her istediğimizi yapma özgürlüğümüz olmaz.

Bir toplum içinde yaşamamız ve insan olarak kısıtlarımızın olması, hayatımız üzerindeki kontrolü sınırlı kılar. Mesela örfler, adetler, yasalar, doğa karşısındaki çaresizliğimiz, bedensel ve zihinsel yeteneklerimizin sınırlı olması bizi kısıtlı bir canlı yapar.

Duygusal ve Bedensel Eksiklikler Ruhumuzu Etkiler

Aynı şekilde bir kaza ya da doğuştan kaynaklı kısıtlarımız da olabilir. Mesela bir uzvunu kaybeden insan, hayal ettiği hayatı yaşayabileceğini düşünür mü? O an kötümserdir ama bugün ampute milli takımların olduğu, paralimpik oyunların düzenlendiğini düşündüğümüzde bunun böyle olmadığını anlıyoruz. Bir zamanlar istediği hayatı yaşayamayacağını düşünen insanların sayısı o kadar çoktur ki bugün onlar sayesinde uluslararası müsabakalar düzenlenmektedir.

Peki bunun tersi olarak hayatta herşeye sahip olmuş birisi neden intihar eder?

Söz gelimi Robin Williams, birçok aktörün dahi ulaşamadığı başarıyı yakalamışken neden istediği hayatı yaşayamadığını düşünmüştür?

Amy Winehouse, dünyada genç insanların sahip olmak istediği herşeye sahipken neden ölüme sürüklenmiştir?

“Blonde” filminde Marilyn Monroe’nun menajeri, Marilyn’e ışığını her yere götüreceğini söyler. Bunu, onun ölümüne sebep olacağını bilmeden söylemiştir. Bu insanları ölüme sürükleyen de herhalde kendi ışıklarıdır çünkü ışığı nereye götürürseniz sinekler çevresini sarar.

Aynı şekilde herkesin istediği şeylere sahip olan bu insanlar da kendilerinde olmayana özlem duyarlar. Aradıkları şeyi çevresi onlara veremez. Neticede istediklerini elde edemediklerinde ve yerine de bir şey koyamadıkları zaman hızla yalnızlığa sürüklenirler. Bugün Hollywood’da belki de birçok yıldız, kendinde olmayana özlem duyan sıradan birçok insan gibi intiharın eşiğinde olabilir.

Böyle bir durumda hayata yeniden tutunacak bir çapaya ihtiyaç duyarız. Yeniden yaşama asılmamızı sağlayacak umudu içimizde yeşertmemiz gerekir . Eğer bu çapayı üretemez, değersizliğimizi giderecek bir şey yapamazsak devrelerimizden birisi kopar. İnsan, yalnızlığını ve değersizliğini gideremezse intihara sürüklenebilir.

Peki bu umudu yaratacak mekanizma nedir?

Hangi dürtü, umut verecek inancı içimizde yaratabilir?

Bunu açıklamak için, madem bir insanın başına gelebilecek en büyük felaketlerden birisi olan organ kaybından bahsettik, buradan devam edelim.

Karşılaştığımız Zorluklar İrademizi Güçlendirir.

Bir kolu olmayan insan bateriyi nasıl çalabilir?

İnsan umudunu kaybettiğinde içinde kaybettiği umudun yerine yenisini koyacak mekanizma çalışmaya başlar. Sonuçta bir insanın kolu, bacağı, organları onun umududur. Bunlardan birini kaybettiğinde iradesi bu acıdan kurtulması için ona seçeneklerini sunar.

Jason Barnes, konuşmaya başlamadan davul çalmaya başlayan birisi. Annesi, küçükken mama sandalyesine oturduğunda müziği duymasıyla ritim tutmaya başladığını söylüyor. 22 yaşında bir kolunu kaybettikten tam 10 yıl sonra dünyanın en gelişmiş protezlerinden birinin yapımına katkı sağlayacağını muhtemelen düşünmemiştir.

Jason’ın ilham verici hayat hikayesini izleyin

Bugün Jason, dünyada en çok sevdiği şey olan davul çalmaya devam ediyor. Üstelik hayatını üst seviyede yaşamaya devam eden bir engelli. Üst seviyede yaşıyor çünkü hayatında ters giden bir şeyi düzeltmiş. Ayrıca yaşadığı felaket, onu tüm insanlığın hayatını ileri götürecek bir çalışmanın parçası yapmış.

Hayalgücümüz Bizi Umutsuzluktan Kurtarır.

İnsanı öteki canlılardan ayıran en önemli özellik teknoloji üretebilmesidir. Bunu, bir uzvunu kaybettiğinde yaptığı gibi önce hayalinde yaratır. Bir ağacın dallarını budadığımızda nasıl yenisi çıkarsa, insan da kaybettiği uzvunun yerine yenisini koyacak yetiyi geliştirir.

Bir ağaç gibi yeni bir kolumuz ve bacağımız çıkmasa da bizim sürekli büyüyen bir beynimiz vardır. Algılar geliştikçe beynimizin içindeki sinir bağlantıları bir ağacın kollarını çıkartması gibi çoğalır ve bizi eyleme sürükler.

İnsanın teknoloji yaratma yeteneği bizde eksikliğini hissettiğimiz şeyi üretmemizi sağlayan hayalgücü ve umudu yeşertir.

Bu anlamda insan zihni hiçbir zaman sınır kabul etmemiştir. Sorularına cevap buldukça bilinmez olanı elle tutulur hale getirir ve bir sonraki sorusunu sorar. Bu şekilde yeni bilinmeyenler üretir ve bunları kapsayan daha büyük bir çember çizer. Sonrasında bilinen ve bilinmeyen çemberlerin arasındaki muğlak alanda felsefe yeni sorular sorar ve bilim bu soruları cevapladıkça çemberin sınırı sürekli genişler.

Çevremize baktığımız zaman gördüğümüz tüm teknoloji, kullandığımız cep telefonu, bindiğimiz otomobil, yapay zeka bir zamanlar insana imkansız gelen ve çoğu insanın hayatı istediği gibi bitiremeyeceğine inandığı anlarda, birilerinin bunun tersine inanmasıyla yaratılmıştır. Sonuçta insan, kendine imkansız gelenin olabileceğine inanmış ve iradesini zordan yana kullanmıştır.

Bazen seçim yapmakta zorlanacağımız tercihlerle karşı karşıya kalırız. Zor olanı yapmak, kendimize ve çevremize faydalı sonuçlar verir ama bunun için sabır ve çaba göstermemiz gerekir. Eğer kolay olanı seçersek o an sorunu çözeriz ama bize ileride yeni sorunlar yaratır. Kolayı seçmek irademizin zayıf olduğunu gösterir. Buna karşın zor olanı seçmek ise Jason’da olduğu gibi içimizdeki yaşama sevincinin gücüyle alakalıdır ve başkaları bunu anlayamaz.

İçimizdeki inanç, irademizin gücünü belirler. Çevremiz bizi ancak başardığımız zaman anlar ve hedefimize koşarken içimizdeki umut ve inanç dışında bir arkadaşımız olmaz.

Bilinç ve Unutmak, Bozulan Dengemizi Düzeltir.

İrademiz zayıf olsa da bilincimiz yaşamamız gereken bir hayat olduğunu sürekli hatırlatır. Önceleri tercihlerimiz yanlış olsa da hatalarımızı düzeltecek yeni tercihler her zaman karşımıza çıkar.

İrade ve tercihler
Hayat karşımıza sayısız fırsat çıkarır.

Yaşam bizim için düz bir çizgide gitmez. Zaman ve hayat farklı şeylerdir. Bize verilen zaman düz bir doğru üzerinde ilerlese de hayatımızı bu süre içinde inişli çıkışlı yaşarız. Yaşadığımız iniş ve çıkışlar hayatımızın neşeli ve acı taraflarını oluşturur.

Bilincim Sayesinde Bir Hayatı Yaşadığımın Farkında Olurum.

İstediğimiz hayatı elde edemeyeceğimize inandığımız günün ertesindeki sabahı düşünelim. İlk aklımıza gelen hemen yataktan kalkmak olur ama kalkmadan evvel zihnimiz uykuya doyduğumuzu bildirir. Önce gözkapaklarımızı açarız. Ardından ellerimizden destek alır ve yataktan kalkmak için ardışık bir çok eylemi gerçekleştiririz. Sinir sistemimizden beynimize oradan organlarımıza kadar bizi oluşturan parçacıklar bedenimizi eyleme sürükler.

Bunları bilinçsizce yaparak hayata devam etmemizi sağlayan ve zihnimizde bizi sürekli harekete geçiren algoritma yazılıdır. Sonuçta böyle inşa edilmişizdir. İstesek de istemesek de ölmediğimiz sürece doğa bize bir hayatı yaşamayı mecbur kılar. Yataktan kalkıp yüzümüzü yıkayana dek yaşamın mecbur kıldığı her hareketi sırayla yaparız.

Bilinci anlatmak için okullarda anlatılan başka bir örneği verelim. Araba kullanırken şerit değiştirmeyi düşündüğünüzde yapacağınız şey elinizi hafifçe sola çevirdikten sonra çok az sağa doğru kıvırmaktır. Böyle yaptığınız zaman araba düz yolda devam eder derseniz bunlar muhtemelen son sözleriniz olur. Böyle yaptıysanız öldünüz çünkü elinizi çok az sola kıvırdıktan sonra yolu düzleyecek şekilde bir daha sağa doğru direksiyonu oynatmanız gerekirdi.

Siz bunların hiç birini düşünmeden, bilinçsizce doğru hareketleri yaparak hayatta kalırsınız. Bu hareketleri araba kullanmaya yeni başlamış olsaydınız doğru bir şekilde anlatabilirdiniz. Sıralama henüz ezberlenip bilinç altına yerleşmediği için hareketler sırasıyla tek tek aklınızda olurdu. Oysa siz hareketleri sınırsız sayıda tekrar ederek onları bilinç altınıza iter ve bu işi bilinçsizce yapmaya başlarsınız. Bu anlamda insan, kendini hayatta tutacak ve onu doğru yöne sevkedecek bilinci hep taşır.

Bilincimiz, farkında olmadığımız birçok küçük eylemi birleştirerek, bir annenin çocuğuna yürümeyi öğretirken arkasından ittiği gibi bizi de arkamızdan hayata doğru iter.

Unutarak İlerleriz.

Hayatımızı doğru yöne sevk eden bir diğer unsur da unutmaktır.

Her yaptığımız hareket bir diğerini getirir ve şimdiki zaman anında geçmiş zamana dönüşerek bir anıya dönüşür.

Hafızamızın bir kapasitesi vardır ve bize acı veren anı, yenilerinin gelmesiyle gerilere düşer. Eğer bizi derinden etkileyen bir acı olsa da zamanla küllenir ve belki de tatlı bir anı olarak hafızamıza yerleşir.

Yaşama devam edebilmek için yeni sorunlara ihtiyacımız vardır. Karşımıza güçlükler çıktıkça irademiz de güçlenir. Bu zorlukları çözdükçe sorunlar önemini kaybeder ve bize acı veren duyguyu böylece unutur gideriz.

Bizi İyileştiren İlaç Değil, İçimizdeki Neşedir.

Hastalandığımız zaman enerjimiz düşer ve bir doktorun tavsiyesini alırız. Bazen birçok doktor gezip çok fazla ilaç kullanmamıza rağmen iyileşmemiz uzun sürer. Bazen de bunun tam tersini yaşar, doktora gitmeden ve ilaç almadan iyileşiriz.

İyileşmek için aldığımız ilaçlar vücudumuzda sağlıklı olandan alıp hasta olan hücreye verir. Bu sebeple ilaçlar hastalığımızı tam olarak iyileştirmez. Oysa doğanın kendini yenileme yeteneği ilacın etkisinden daha güçlüdür ve biz onun sayesinde iyileşiriz. İlaç kullanmadan evvel prospektüsü okuduğumuzda her ilacın bir yan etkisi olduğunu görürüz.

Robert De Niro ve Robin Williams’ın oynadığı “Uyanışlar” filminde 30 yıl komada kalmış insanların uyandığını izleriz. Hastalar her şeyi görür ve duyar ama hareket edemez. Sonuçta iradeleri ve refleksleri gayet iyidir. O dönemde Alzheimer hastalığı için üretilen bir ilacı Dr Sayner, ailesinin izniyle Leonard üzerinde dener. Sonuçlar çok başarılı olur ve tüm hastalar hayata yeniden döner. Leonard bu zaman zarfında aşık olur ve hastaneden çıkmasına izin verilmeyince sevdiği kadını göremez. Neticede ilaç etkisini kaybettiğinde ve aşık olduğu kadını göremediğinde durumu yeniden kötüleşir. Zamanla tüm hastalar eski durumlarına geri döner.

30 yıl katatonik olan insanları ilaç mı canlandırmıştır?

Öyle olsaydı eski duruma dönmezlerdi. İlacın etkisi mutlaka vardır ama insanı iyileştiren esas etken, içinde kendini iyi hissettiren duygulardır.

Bu insanlar iyileştiklerinde hayata kaldıkları yerden devam etmek istemiştir. Hastayken çevrelerine özlemle bakmış, geri dönecekleri düşüncesiyle umutlarını kaybetmemiş, hayattan beklentilerini hep yüksek tutmuştur. Bu umut onlara yeniden canlanıncaya kadar dünyanın kötülüklerini unutturmuştur. Ne var ki hayata dönmeleriyle beraber kötülükler de yeniden uyanır. Bunun yanında kendilerine hasta muamelesi yapılması ve dış dünyadan kopartılmaları, yeniden eskiye dönmelerine sebep olur. Leonard sevdiği kadını gördüğünde düzelmiş ama ondan uzaklaştığında eskiye dönmüştür.

Sonuç

İnsanlar kendilerini iyi hissettirecek şeylerle uğraştığı zaman hastalık onlardan uzakta durur. Çevresinde iyi insanların olması, sevdikleriyle beraber olması ve hobilerinin olması, insanları kötü şeylerden uzaklaştırır. Ayrıca insanın içinde çevreye yayacağı iyi enerjinin de birikmesini sağlar. Neticede hayat, çevremize yaydığımız enerji üzerinde yürür ve geleceğimizin niteliğini belirler.

İstediğim hayatı artık yaşayamam diyecek bir durumumuz yoktur. Eğer böyle düşünüyorsak yanlış bir hayat istediğimizdendir. Kendimizde olmayana duyduğumuz özlemi giderecek, bize aynı mutluluğu verecek birşey mutlaka vardır. Kendimizi iyi tanıyıp “ben buyum” diyebilmeliyiz. Başkasında olan bize ait değildir. Bu yüzden sahip olduklarımızın kıymetini iyi bilmemiz gerekir.

Bugün bizi karamsarlığa sürükleyen nedeni yarın unutmamızın sebebi değişen bir varlık olmamızdandır. Bu sebeple sürekli değişen bir dünyada yaşamamız hiç tahmin etmediğimiz fırsatları önümüze çıkarır.

Hiçbir şey yapmasak bile çevremiz sürekli hareket halindedir. Bir trafik kazası, doğal bir felaket hayatımızı kötü etkileyebileceği gibi bu olaylarda hayat kurtaran olarak yaşamımıza bir anlam da katabiliriz. Bağımlı olmamız zorluklarımızı arttırsa da mücadele ederek bu güçlükleri aşmamız hayatımızı anlamlı yapar. Sonuçta hayat zorluklarla dolu olmasından dolayı değerlidir ve biz onun için mücadele ederiz.

Hayatın bir tılsımı vardır. Yaşam gençliği ve yaşlılığıyla bir bütündür ve bu dönemlerde yaşadıklarımız birbirini besler. Gençken atak ve budala, yaşlıyken temkinli ve bilge. Bu sebepten dolayı hayatın bir noktasına takılmamak lazım.

Mutluluğu varlığa bağlamamak gerekir. İnsan zenginken mutsuz ölebilir ya da tam tersi yoksulken hayatı mutlu bitirebilir. Bu şartlarda istediğimiz hayatı yaşayıp yaşayamadığımız ancak öldüğümüz gün belli olur.

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.