Mastodon

Monolog

Kişisel görüşler, düşünceler ve deneyimler. Her şeyin dönüştüğü bir çağda söyleyecek bir şeyimiz olmalı.

İklim

İklim sorunu: Golyatı yenmek

Dünyanın iklim döngüsünde sürekli bir değişim vardır. Bundan yüz milyonlarca yıl önceki dünyayla bugünün arasında çok fark var. Öte yandan insanın dünyaya gelmesiyle dünya çok daha farklı bir hale geldi. Öyle ki, doğanın iklim döngüsü, özellikle son 150 yılda fosil yakıtları kullanmamızla değişmeye başladı. Bugün bilim dünyası, iklimdeki bozulmanın insan kaynaklı olduğunu kabul ediyor.

İklim sorunu sadece devletlerin çözebileceği bir mesele olarak görülür. Ancak bireylerin bakış açısını değiştirmesi ve yeni bir bilinç geliştirmesinin yanında devletlerin çabası küçük kalır. Küresel bir sorunda bireysel çabalar önemsiz görünebilir. Ne var ki önemsemediğimiz bir ayrıntı, Golyat’ı devirmemizi sağlayabilir.

Küçük bir fark, büyük sorunu çözer.

Eski Ahit’te Davud ve Golyat efsanesi vardır. Hikayede Filist ve İbrani orduları Ela vadisinde karşı karşıya gelir. Eski savaş geleneğinde, ordular karşı karşıya geldiğinde her iki taraftan en güçlü savaşçılar teke tek dövüşürdü. Düelloyu kazanan savaşçının mensup olduğu ordu, savaşı da kazanırdı.

O savaşta İbranilerden Davud ve Filistlilerden Golyat karşılaşır. Davud, genç ve Golyat’a göre zayıftır. Golyat ise o dönemin teknolojisine uygun silahlara sahip dev bir savaşçıdır. Efsane, Davud’un bu düelloyu herhangi bir yakın mücadeleye girmeden, fırlattığı bir sapanla yendiğini anlatır.

Hikaye, sorunları çözmenin, güçten daha çok aklımızı ve yeteneklerimizi iyi kullanmamıza bağlı olduğunu anlatır. Sahip olduğumuz bireysel küçük farklılıkların büyük fark yarattığını ifade eder. Bütün mesele, bakış açımızı değiştirmekte yatar.

Bir sorunla karşılaştığımızda geçmişte benzer bir problem yaşayıp yaşamadığımızı anlamak için hafızamızı tararız. Sorunun çözümü için hafızamızda bir bilgi deposu mutlaka vardır. Bu bilgiler, bizden önceki kuşakların, kazandığı tecrübeleri nesiller boyu aktarmasıyla oluşur. Yüzlerce yıl sınanarak doğrulukları ispatlanan bu kadim ve anonim bilgileri büyükler çocuklarına öykü, masal ve atasözleriyle anlatır. Davud ve Golyat efsanesinin, tarih boyunca sözlerle bugüne taşınarak bu yazıyı yazmama sebep olduğu gibi.. Masallar, küresel bir mesele de olsa çözülmeyecek hiç bir sorunun olmadığını bize anlatır.

Cehenneme İnişimiz Başladı

Son yıllarda meteoroloji kayıtları, tarihin en yüksek sıcaklıklarına vurgu yapıyor. Bundan sonraki yıllarda da bu tarihi günleri daha çok yaşayacağımız belli oluyor.

Termometre ve sıcaklık
Hava sıcaklıkları her geçen gün artıyor.

Mevsimlerin normal geçeceği dönemleri yaşamaya mutlaka devam edeceğiz. Yağmurların yağacağı, sıcaklarda mevsim normallerini yaşayacağımız günler olacaktır. Ancak bu durum bizi yanıltmamalı. Sonuçta daha çok sellerin olacağı, suların yükselmeye devam edeceği ve alışık olmadığımız birçok hava olayına aşina olacağımız bir dünyaya girdik. Artık bundan geri dönüş yok çünkü doğanın kendini düzeltme dönemi başladı. Bu yazıda anlatmaya çalıştığım, doğanın düzeltme şiddetini nasıl hafifleteceğimiz.

Ortak bilinç iklim, sorununu çözer.

Yapılan son araştırmalar, iklim değişikliğinin esas sorumlusunun insan olduğunu gösteriyor. Başımızı kuma gömmenin, sorunu ertelemenin bir anlamı yok. Global ısınmanın yarının meselesi olmadığını artık hepimiz biliyoruz. Sorun, birey olarak sorumluluğu hala üzerimize almamamız ve iyiyi başkalarından bekleyerek çözümü kurumlara bırakmamız.

Çaba göstermediğimiz için iklim sorununu çözemiyoruz. Öyle ki hep başkalarını suçlamamız, bizi çaba göstermekten alıkoyuyor. Bu sorunları hep başkası yaratmış, sanki biz bu hayatın dışındaymışız gibi kendimizde kusur bulmuyoruz. İklim sorununun büyümesinde zengin, fakir, bilgili ve sıradan herkesin ortak sorumluluğu vardır. Neticede iklimden şikayet eden insanlar da sorumlu davranmamıştır.

Hükümetlerin şirketlere ve topluma zorlayıcı kurallar koyduğu, bu konuda mevzuat ve kanunları yeniledikleri doğrudur. Oysa kurumların kazancı, ödeyeceği cezadan fazla ise kurallar yine esnemeye devam eder. Buna devletler de dahildir. Sonuçta devletler siyasi bir organizasyondur ve onu yönetenlerin siyasi kaygıları vardır. Ekonomi olumlu ilerledikçe, vergi topladıkça ve istihdam yarattıkça, bu esnemeleri görmezden gelir. Eğer bugün hükümetler iklim sorununa daha çok yöneliyorsa bunun siyasi bir karşılığı olmasındandır.

İnsan, kendi türünü tehdit eden bir tehlike karşısında ortak bilinç geliştirme kapasitesine sahiptir. İklim değişikliğiyle mücadelenin önündeki en büyük engel, devletlerin ve şirketlerin enerjiye ihtiyacı olmasıdır. Ayrıca küresel şirketlerin yeni enerji düzenine geçmek için zamana ihtiyacı vardır. Bugün katı yakıttan hızla rüzgar ve güneş enerjisine dönmekteyiz ama bu yeterli değil. İklim sorununu devletlerin ve global şirketlerin insiyatifine bırakmamamız gerekir .

Hayat Tarzımız Değişirse İklim de Değişir.

Eğer kaybetmek istemediğiniz birisiyle ihtilafa düşer ve sorunu gidermek isterseniz, ilk adımı siz atarsınız. Akılcı davranmanın kuralı budur. Olumlu davranışlarınıza aynı karşılığı almakta gecikmezsiniz. İklim sorununu çözmek istiyorsak, yapmamız gereken bu kuralı uygulamaktır.

Bu problemi çözmek için büyük paralar ve ses getiren kampanyalar gerektiğini düşünebiliriz. Ne var ki dev bir sorunu küçük adımlarla çözebiliriz. Basit düşünüp, hayat tarzımızı ve tüketim alışkanlıklarımızı değiştirerek Golyat’ı devirebiliriz. Belki büyük projelerle iklim değişikliğini düzeltemeyiz ama hayat tarzımızı değiştirerek bozulmanın hızını yavaşlatabiliriz. Bazen eyleme geçmek çok zor gelir ama her şey küçük bir adım atmakla başlar.

Hayat Tarzımızı Değiştirmeye Çocuklarımızdan Başlayabiliriz.

İklim sorunu sadece bu kuşağın değil gelecek kuşakların da sorunudur. Çocuklarımızın bu sorunu benimsemesi için çevre bilincinin oluşması ve iklim değişikliğinden rahatsız olması gerekir. Gelecek kuşakta farkındalığın artmasını sağlamak için çocuklarımıza bu duyguyu aşılamak birinci görevimiz olmalıdır.

Çocuklar çok hızlı tüketip çok hızlı fikir değiştiriyor. Anne ve babaların görevi de burada başlıyor. Mesela çocuk su içtiğinde bardağında su, tabağında yemek bırakmamalı. Giriştiği eylemlerden, zor olduğunu anladığında kolayca vazgeçmemeli. Bunun yanında hayatın zor olduğunu, değerli bir şeyi kazanmak için çaba göstermesi gerektiğini bilmeli. Bu hayatta tek başına kaldığında kendi kendisine yetmesi gerektiğini öğrenmeli. Bu anlamda sahip olduğu bedeni ve ruhunun kapasitesini hissetmeli. Ayrıca daha az tüketerek, bu tüketim ekonomisini dizginleyecek olanın kendisi olduğunu görmeli ve sorumluluk almalı. Böyle tüketirse bir gün kaynakların biteceğini anlamalı ve istediği kadar tüketebileceği hissinden vazgeçmeli. Son olarak aklını kullanmalı. Bir gün çocukları olduğunda, hayatta başarabilmeleri için aynı zihniyeti onlara da aktarması gerektiğini bilmeli.

Bu saydıklarımın içinde ne büyük bir proje ne de büyük paralar var. Eğer çocuğunuz bunları yapıyorsa sorun yok; siz zaten evinizde iklim sorununu çözmüşsünüz demektir. Eğer bu size zor geldiyse kendi hayat tarzınızı değiştirmenin çok zor olacağını düşündüğünüzdendir. Siz kendinizi sorgulamazsanız çevrenizin değişmesini bekleyemezsiniz. Sonuçta en büyük servetiniz olan çocuğunuz, ilk sizi örnek alır. Bu sebeple anne ve baba olarak kazandıklarınızı doğayı tüketerek değil, ona dönerek harcamalı, doğayla kol kola nasıl yaşanır çocuğunuza göstermeniz gerekir.

Bu Misyonda En Büyük Görev Annelerin.

Anneler bu kadar koruyucu olmamalı. Hayatın gelecekten de ibaret olduğunu, çok koruyucu olmanın çocuğu savunmasız ve kırılgan yaptığını bilmeliler. Anneler çocuklarını bugün korumak adına onların geleceğinden vermemeli.

Hiçbir anne çocuğunun hasta olmasını istemez. Ancak çocuğun sağlıklı gelişmesi için ilaca değil mikroba ihtiyacı vardır. Zorluklara alışabilmesi için dayanma gücüne, sabır göstermeye ve SİZDEN FARKLI OLMAYA ihtiyacı vardır.

Bize Kötü Gösterilen Belki de İyidir!

Bir hayat tarzını değiştirmekten bahsederken sadece tüketim alışkanlıklarımızın değil, inançlarımızın, beğenilerimizin ve ön yargılarımızın da değişmesinden bahsediyorum. Bir şeyi değiştirmek, eski olanın yerine yenisini koymakla olur. Oysa buna gerek kalmayabilir çünkü bugüne kadar zararlı bildiğimiz şeyler belki de zannettiğimiz kadar kötü değildir. Böylece yeni bir şey aramaktan da vazgeçeriz.

Nükleer Enerji, İhtiyacımız Olan Temiz Enerjiyi Sağlar.

Bu anlamda bize çok kötü gösterilen şeyler belki de çok fayda sağlayacağımız şeylerdir. Mesela nükleer enerjiyi çevreciler bize kötü gösterir. Bazı devletler, nükleer enerjiyi çok riskli bulmasından dolayı kullanmayı bırakmıştır. Birçok devlet, çağ dışı olduğunu söyler. Oysa bunu söyleyenlere baktığımız zaman yeniden nükleer enerjiye dönme çabasında olduklarını görürüz.

Nükleer enerjiden sağladığımız enerji temiz ve ucuzdur. 1 ton kömürden elde edeceğimiz enerjiyi 1 pelet uranyumdan elde edebiliriz. Neticede nükleer, sadece temiz ve ucuz enerji değil uzay çalışmalarında da kullanmak zorunda olduğumuz bir enerji türüdür.

Bu kadar az para ve kaynak kullanarak bu kadar büyük enerji elde etmek aslında iklim sorununun tanımıdır. Tanımıdır çünkü bugüne kadar açgözlülükle, siyasi kaygılarla kaynaklar vahşice doğa aleyhine kullanılmıştır. Sonuçta amaç, en az kaynakla en çok verimi sağlamak değil midir? Siz, bugüne kadar yapılan uygulamaların böyle olduğunu düşünüyor musunuz?

Belli sektörlerin yararına katı yakıtlar kullanılmıştır. Bugün güneş enerjisi, rüzgar ve jeotermal enerjileri kullanıyoruz fakat bunlar şimdiye kadar kârlı olmadıkları için kullanılmamıştır.

Her sorunun çözümü gibi iklim sorununu da akılla çözebiliriz. Eğer bugün bilim dünyası, iklim değişikliğinin sorumlusunu insan olarak kabul ediyorsa çözümü de insanda aramalıyız. Bizim bilinçsizliğimiz yüzünden bu duruma gelen sorunu yine bizim çözmemiz gerekir. Aksi takdirde bu sorunu doğa çözer ama doğanın nasıl çözeceğini hepimiz biliyoruz.

İklim Sorunu, Yapay Zeka İle Çözebileceğimiz Sorunlardan Sadece Bir Tanesidir.

Yaşadığımız teknoloji çağının bizi getirdiği son nokta yapay zekadır. Öyle ki yapay zeka insan kaynaklı birçok sorunu çözebilir.

Yapay zeka uzun yıllardır Google aramalar ve robotlar aracılığıyla kullandığımız bir araç. Ancak son zamanlarda bilginin dağıtımında insan zekasının yeterli gelmemesi üretici yapay zeka dönemini başlattı.

Yapay zeka, iklim değişikliği, eğitim, verimlilik, gelir adaletsizliği ve uzay çalışmaları gibi birçok sektörde büyük fayda sağlar. Ne var ki bu sektörlerde gelişmeler olmakla birlikte silah sanayiinde yapay zekanın getirdiği yenilikleri daha çok okuyoruz. Gündeme gelir gelmez ülke liderleri, yapay zekaya sahip olanın dünyaya sahip olacağından bahsetti. Bunun sonucunda herkes yapay zekanın insanlık için bir tehdit olabileceğini yazmaya başladı.

Şu anda yapay zeka, öğrenen bir çocuk gibi insan beynini kopyalıyor. Teknoloji şirketlerinin yapay zekayı sorumluca kullanma mesajları bu anlamda boşuna değil. İnsan, yapay zekaya ne verirse karşılığını aynı şekilde alacaktır. Yapay zeka ahlaki değerleri bize hatırlatan, insan lehine düşünmesi için tasarlanan bir araçtır. Kendisinden istediğimiz eğer doğru değilse düşüncelerini söyleyerek bizi yönlendirir.

Kapitalizm İle Pazarlık Edebiliriz.

İklimdeki bozulma, düzenin insan arzularını kamçılaması yüzündendir. Kapitalizm, insanların tatminsiz olmasını ister çünkü ölçülü bir insan ona zarar verir. Küresel şirketler, talebin kesilmemesi için reklamlarla tüketme arzumuzu sürekli körükleyerek bizde yeni ihtiyaçlar yaratır.

Talep biraz azaldığında siyaset ve şirketler bizi her zaman işsizlikle korkutur. Bu bir yere kadar doğrudur ama daha az tüketerek elde ettiğimiz tasarrufu başka alanlarda kullanabiliriz. Kaybettiğimiz işten daha fazlasını başka alanlarda bulabiliriz.

Şirketlerin doğa dostu görünmek adına ürettikleri organik ürünleri eğer ihtiyacımız yoksa almamamız gerekir. Yapılan sosyal sorumluluk projeleri, insanlara şirin görünmek adına üretilen organik ürünlerin hiç biri samimi değildir. Firmaların daha çok kazanabilmesi, doğa aleyhine kurulan dengenin devam etmesine bağlıdır. Bu sebeple bozulan dengeyi yeniden tabiat lehine kurmayı kendi irademize hakim olarak başarabiliriz.

Eğer yapay zekayı eğitimde kullanmak istersek bu sektörde daha çok kullanıldığını görürüz. Eğer barış içinde yaşamayı istersek silah sanayine aktarılan kaynaklar eğitime ve verimliliğe akar. Birbirimize hükmetme isteğinden vazgeçersek nükleer bize tehdit değil dost olur. Eğer Google’da katı yakıt tüketen araba yerine bisiklet ararsak sistemi o yöne yönlendiririz. Bunun yanında işyerimize araba ile değil toplu taşıma ile gidersek bu sektöre yatırım olur. Üstelik araba ile gideceğimiz noktaya teknolojinin gösterdiği rotayı kullanarak gidersek daha az yakıt harcamış oluruz. Son olarak herkes kendi evinde elektrik tasarruf etmeye başlarsa sistem güneş enerjisini öne çıkarır.

Eğer alışkanlıklarımzı ve bakış açımızı değiştirirsek, iklimdeki bozulmayı durdurabiliriz.

Ne yaparsak yapalım, eğer biz istersek bunlar olur. Bizi devamlı gözetleyen büyük birader, arzularımızın bu yönde olduğunu görürse kendini o yönde geliştirir. Neticede onunla yaşamak zorundayız. Onu yenme şansımız olmasa da yönlendirme gücümüz var. İklimdeki bozulmayı dengelemek bizim irademize bağlıdır. Ona istediği kârı sağlayacak sektörleri onun reklamları değil bizim bilincimiz belirler. Kapitalizm akıllıdır,anlaşmayı bilir. Eğer istediğini aldığına inanırsa karşılığında istediğimizi bize verir. İklim sorunu kapitalizmin sonucuysa çözümü de onun içinde bulabiliriz.

Doğanın Bir Hayat Kaygısı Olmaz.

İklim sorununu, firmalar ya da siyasilerin çabaları değil bireylerin bilinci çözer. Doğanın kaderi bizim elimizde değil tersine bizim kaderimiz doğanın elindedir. Doğayı koruma kampanyalarının tercümesi, kendimizi koruyalımdır çünkü doğanın korunmaya ihtiyacı yoktur.

Doğanın bizim hayatımızın devamı ile ilgili bir kaygısı olmaz. Hepimiz doğanın bir parçasıyız ve bizim yok olmamız doğayı yok etmez çünkü hayat bizden ibaret değildir. Bir yok oluşta canlılar yok olsa da hayat yoluna devam eder. Sonuçta doğa tarihi, birden fazla yok oluş ve birçok türün yeryüzünden silindiğini yazar. Buna rağmen hayat dünyada her zaman var olmuştur.

Ben yok olursam doğa benim yerimi doldurur ama ben yok olmuş olurum. Canlı olan, yaşayan doğadır ve biz bir gün bir şeylerin yeniden doğması için ölürüz. Biz efendi değil doğanın bir parçayız ve doğanın devamı için gerekli olan ölümü yaşayan canlılarız.

Doğa da kimsenin efendisi olmaya çalışmaz. Bu mantık insana özgüdür. Yaşadığımız iklim sorununu doğru algılamakta hala hata yapmamızın sebebi de budur. Tabiatta denge hiçbir zaman bozulmaz. Onu dengede tutan mekanizma sürekli çalışır. Biz, kendi bakış açımıza göre düşünürüz. Bu sebeple dengenin bozulduğu gibi yanlış bir fikre kapılırız.

Topraktaki bakteri, suda ki tek hücreli, insan, bitki, hayvan, havadaki gaz hepsi doğayı oluşturur. Bir canlıyı ve bitkiyi anlattığımızda tabiatı anlatırız. Bu sebeple kendimizi doğanın efendisi olarak görmekten vazgeçmeliyiz. Neticede her şeyin birbirine bağlı olduğu bir düzen içinde yaşıyoruz. Birinin yokluğunun diğerini etkileyeceğini, birimizin yok olmasının doğayı yok edemeyeceğini anlamalıyız.

Sonuç

Aynı tip insan olmak için adeta yarışıyoruz. Trend olanı yapmazsak, düzenin dayattığını tüketemezsek sıralamada geri kaldığımızı düşünüyoruz. Kurulan tuzağın içine düşüyoruz. Bu tuzak, düşüncelerimizin onaylanan ve genel kabul gören düşünceler olmasıdır. Kendimizi birey olarak görsek de çok fazla edilgeniz. Bu, fikrimizi söylememizi ve sorunlara çözüm getirecek bakış açımızı değiştirmemize engel oluyor.

Bazen çok zor sorunlarla karşılaştığımızda üstesinden gelemeyeceğimizi düşünürüz. Sorun o kadar büyük ve karmaşıktır ki çözmek için başkasının yardımını ararız.

İklim de böyle bir sorundur. Problemin küresel olmasından dolayı çözümünü de kurumlara bırakırız.

Böyle düşünmemiz normaldir. Böyle olsa da iklim bireylerin ölçüsüz yaşamasından dolayı bozulmamış mıdır? Her birey üzerine küçük küçük koyarak sorun çözümsüz hale gelmemiş midir?

İklimdeki dengeyi insan bozmuştur. Fabrikalarda yapılan üretim, denizlerin kirlenmesi insan arzularının tatmin edilmesi içindir. Dengeyi nasıl bozduysak yeniden eski haline getirmek bizim görevimizdir.

Sorun çözümsüz görünüyorsa ilk adımı atamadığımız içindir.

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.