Mastodon
KültürSinema

Sen Sus Sinema Konuşsun.

Benim kuşağımın eğlence anlayışında sinemanın çok önemli bir yeri vardır. Küçüklüğümde sokak ve sinemadan başka zaman geçireceğimiz faaliyet çok yoktu. Sadece çocuklar değil yetişkinler için de sinema bir sosyalleşme aracıydı.

Hayatımda sinemanın önemli bir yeri olmasının bir sebebi de o dönemde ailece sinemaya zaman ayırabilmemizdi. Filmler kategorilere ayrılmazdı. Böylece gösterime giren filmleri herkes izler ve hepimiz izlediğimiz filmden aynı tadı alırdık. Ayrıca sinemaya gitmek çok önemliydi ve filmi saatlerce belki de günlerce konuşurduk. Bunun sonucunda her aile üyesinin dahil olduğu bu sohbetler, çok anı biriktirmemi sağlamıştır.

Herkesin Geçmişinde Bir Sinema Anısı Vardır.

Sinemaların halk salonu ve aile locaları olmak üzere iki seyir alanı vardı. Yeni bir filmin vizyona gireceğini bir tören havasında konuşur, arkadaşlar arasında başrol oyuncularını abartarak hayal ederdik. Mesela Bruce Lee gibi sıçramaya çalışır, yaptığı karate figürlerini taklit ederdik. Bunun yanında Grease filminde John Travolta gibi yürümeye ve onun gibi dans etmeye özenirdik. Ayrıca filmde başrol oyuncularını birbirine yakıştırır, yaşadıkları aşkın gerçek olmasını isterdik.

O dönemde çekilen arabesk filmlerden etkilenen çok insan, İbrahim Tatlıses gibi şarkı söylemeye çalışmış, yabancı artistlerden daha çok Hülya Avşar kadar güzel olmak istemiştir.

Çoğumuzun bir sinema hikayesi vardır. Küçükken evimize yakın olan iki sinemaya gidecek şekilde hafta sonumu planlar, görmek istediğim filmlerin matine saatlerini ayarlardım. Aynı filmi en az iki defa bazen defalarca izlediğim olmuştur. Sinema büyüdükçe ben de büyüdüm ve yetişkinlik çağımda da sinemaya olan bağlılığım hiç azalmadı.

Herkesin hayatında, bugünden geçmişe dönmesini sağlayan özel anıları vardır. Birçok insan gibi benim de hayatımda sinemanın çok anısı var. Sinemaya bu kadar ilgi duymamın en büyük sebebi, yaşadığım şehirde derin bir sinema kültürünün olmasıdır.

Adana Bir Sinema Şehridir.

Eğer Adana gibi filmlere konu olmuş bir şehirde doğup büyüdüyseniz sinemanın hayatınıza etki eden bir yanı olmalı. Adana, Yeşilçam’a çok önemli yıldızlar göndermiş, uluslararası oyuncu ve yapımcılar çıkarmış bir sinema şehridir. Ayrıca festivaller şehri olan Adana, bu sene Uluslararası Altın Koza Film Festivali‘nin 30.’sunu düzenlemektedir.

Şehrin sinema ile anılması onun tarihinden gelir. Adana, 1900’lü yıllarda seyyar sinemacılardan bu yana sinema gösterimi yapmaya devam eden bir şehir.1969 yılından itibaren her yıl düzenlenen Adana Altın Koza Film Festivali, 2009 yılında uluslararası bir festival niteliği kazanarak yoluna devam etmektedir.

Adana’da Sinema Neden Bu Kadar Gelişti?

Cumhuriyetin ilk yıllarında Adana, İstanbul ve İzmir’le beraber büyük sermayenin olduğu üç şehirden biridir. Bazen ailemle İstanbul’a gittiğimde, Adana’da ki villaların aynısını gördüğüm zaman Türkiye’nin her yerinde böyle evlerin olduğunu düşünürdüm.

Adana Teras sineması
Adana Teras Sineması. 1910’lu yıllar.

Adana, 1900’lerin başından itibaren pamuk üretimiyle bir sanayi şehri oldu. Çok geniş arazi ve çiftliklerin olması ve toprağın bir sene içinde birden fazla ürün vermesi, bölgede kısa zamanda sermaye birikimini sağladı. Bunun sonucunda toprak sahiplerinin kapitalist ilişkileri daha hızlı gelişti ve tarımda makineleşme hızlandı.

Bir bölgede böyle bir zenginliğin olması, daha ince zevklerin oluşmasına zemin yarattı. Neticede Adana’nın fikir, sanat ve sinema alanında çıkardığı sanatçılar, düzenlediği festivaller ve sanatsal etkinlikler o dönemden başlayan akımların devamıdır.

Toprak sahiplerinin tarımda traktörü daha çok kullanması, ekonomiyle beraber nüfusu da büyüttü. Böylece insanlar sinema gibi ucuz ve okumak gibi zihinsel faaliyete ihtiyaç duymayacakları bir etkinliğe yöneldi. Sonuçta sinema onlar için dinlendikleri ve güzel zaman geçirdikleri bir eğlence oldu.

Çukurova, Ekonomiyle Beraber Sinemayı da Büyüttü.

Çukurova’nın anlatacak bir şeyinin olması, Adana’da sinemanın bu kadar gelişmesini sağladı. Toprağı sadece ürün veren bir meta değil duygu veren bir tarafının da olduğunu kabul etmemiz gerekir. Verimli Çukurova, bölgenin çekim merkezidir. Para kazanmak için komşu şehirlerden gelen ırgatlar, kendi değerlerini de getirmiş ve karşılıklı alış veriş, Çukurova’da daha zengin bir kültür mozaiği yaratmıştır.

Çukurova insanlara bir gelecek sunan, onlara para kazandıran ve umut olan bir bölgedir. Öyle ki Çukurova’nın sıcağına, senede 3 defa verim veren toprağına insanlar türküler yakmıştır. Bugün hala Adana’nın sıcağı film ve dizilere konu olur.

Bir bölgenin insanı, oraya ait toprağın ve iklimin etkisiyle şekillenir. Böylelikle toprağın yarattığı zenginlikle oluşan sınıf bilinci, yazılan senaryolara, “İnce Memed” gibi romanlara yansıdı. Buna ek olarak Adana’da iklimin her zaman ılıman olması, duyguları da sıcak tutar. Neticede bu duygular yaratıcı fikirlere, iyi senaryolara ve kaliteli temsillere ilham olur.

Adana’da 1950’li yıllarda 3-4 kapalı salon ve 35 kadar yazlık sinema olduğu tahmin ediliyor. Mesela 1960-1980 yıllarında Yeşilçam zirvedeyken, Adana’da 35 salon ve 75 açık hava sineması vardı. Adana’nın her mahallesinde bir sinema varmış diyebiliriz. Adana’da pazarın bu kadar büyük olması, yapılan prodüksiyonların ilk denemesinin de burada yapılmasına sebep oldu. Yapımcılar, buradan aldıkları ilk sinyallerle filmin başarısı hakkında ilk izlenimleri edindi. Öyle ki Adana’da filmin maliyeti çıkar, İstanbul ve diğerlerinden para kazanılırdı.

Adana Kanal Sineması
Adana’da yazlık sinemalar akşamları halkın en büyük eğlencesiydi.

1960’tan 1980’e kadar Adana Film Endüstrisinin ulusal film endüstrisini destekleyecek kadar güçlü olmasını, o dönemde Adana’da 90 tane yapım şirketinin olmasından anlayabiliriz.

Sinamanın bağ kuran bir tarafının olması ve Adana’nın bir sinema şehri olması, birçok insanın filmlerden ilham almasını ve sinemaya yönelmesini sağladı. Bu sebeple Adana’dan çok sayıda sinema sanatçısı çıkmıştır.

Sinemada Kendinizden Bir Şeyler Mutlaka Bulursunuz.

Bir sinema filminin içinde insan olacak diye bir kural yoktur. Mesela konusu doğa, bilim ya da tarih olan belgesel filmler vardır. Öyle de olsa sinema insan içindir. Doğa ya da tarih, insanın gözünden anlatılır. Çekilen belgesel filmi insanlar izler.

Işıklar söndükten ve sesler kesildikten sonra çevreyle algılarınız kopar. Amaç, büyük beyaz perdenin içine girmeniz, çevrenizle etkileşimi kesip filme odaklanmanızdır. Bir psikolog, sizinle yalnızken sizden konuşmanızı istediğinde, amacı empati yaparak gözlemlemektir. O da siz anlatırken geçmişte sizinkine benzer şeyleri yaşadığını hatırlar. Aynı şekilde siz de sinemaya girdiğinizde siz susarsınız, sinema konuşur ve kendinizden bir şeyler aramaya başlarsınız.

Sinema salonuna girip farklı bir kişi olarak çıktığınız zamanlar çok olmuştur. Filmde rol alan oyuncular, yönetmen, yapımcı hayatınızdan bir parça alıp onu size izletirler. Sizinkine çok yakın ya da kendi hayatınızı izlersiniz.

Sinema, dile getiremediğiniz düşüncelerinizi sizin adınıza insanlara söyler. Belki de hayal ettiğiniz hayatı izlersiniz. İzlediğiniz film, yaşadığınız dünyada çekilmiştir ve bu dünyada yaşananlar sizi mutlaka etkiler. Mesela aktarılan konu bilim kurguysa sizin geleceğinizle ilgilidir. Konu tarihse geçmişinizin izleri vardır. Eğer konu insansa aynı temel dürtülerden beslenen benzer duygular yaşarsınız.

Sinema, hayatın tümünü size bir kişiyle anlatır. Edebiyat gibi kültür, bilgi ve insanlara eğlence sunan, bu yüzden edebiyatla sıkı bağlantısı olan hatta ondan beslenen bir sanat dalıdır. Edebiyattan farkı, hem bir senaryonun yazılmasından dolayı edebi bir metne sahip olması hem de bu metni görsel olarak sunmasıdır.

Bu anlamda sinemada canlandırılan karakterler aranızdan birisidir. Bir filmde oyuncuyla bütünleşmeniz romandakinden farklıdır çünkü karakteri okuyarak kafanızda canlandırmak zorunda kalmazsınız. Karakter sinemada görsel olarak karşınıza çıkar ve oyuncu filmin bir sahnesinde size mutlaka dokunur. Yaptığı bir hareket, tavır, replik ya da ses, size bir şey hatırlatır ya da karakteri o kadar iyi oynar ki canlandırdığı rolü siz de yaşarsınız. Bu sebeple herkesin bu yönde sempati duyduğu bir oyuncu vardır.

Yılmaz Güney Efsanesi

Bazen kahramanların kötü olduğu ama ona sempati duyduğunuz filmler vardır. Her kahraman iyi olacak diye bir kural yoktur. Bazen de sistemin kötü gösterdiği, onun gibi düşünmediği için kötü ilan edilen kişilerin sinema sayesinde kahraman olduğunu görürsünüz. Onu kimsenin dinlemediği hatta ondan uzak duran insanlar, fikirlerini sinemaya giderek dinler. Yılmaz Güney bu insanlardan biridir.

İnsan, kazanma şansı olduğuna inandığı için denemek ister ama dünyanın en yetenekli insanı da olsa talihi yoksa başaramaz. Dünyada milyonlarca deha, kimsenin haberi olmadan bu dünyadan sessiz sedasız ayrılıp gider. Yılmaz Güney’in aykırı bir dünyası olması, sinemaya ilgi duyup bir şekilde sinemayla yolunun kesişmesi ve sinemanın da muhalif bir yapısının olması, kendisini ifade edebileceği ortamı yarattı.

Adana, cumhuriyetle beraber sanayileşmesini, dolayısıyla sınıf bilincini çok hızlı geliştiren bir şehirdir. Böylece Yılmaz Güney’in fikirleri de bu ortamdan beslenip büyüdü.

Çirkin Kral Ünvanını Yeşilçam’a Rağmen Aldı.

Adana’nın politik yapısı, sanayileşmenin etkisiyle erken oluştu. Bu sebeple dönemin ihtiyacına göre yönetmenler daha toplumsal temalı filmler çekti. Ne var ki o dönemde para kazandıran zengin-fakir aşk hikayelerinin yerine, işçi sınıfı ve köylü mücadelesini konu edinen filmleri yapımcılar onaylamadı. Buna rağmen İstanbul’dan görmediği ilgiyi Adana’da bulan sanatçı, onu sevenlerin üzerinde “Çirkin Kral” olarak yükselmiştir.

Yılmaz Güney
Yılmaz Güney

Uluslararası Cannes Film Festivali’nde 1982 yılında “Yol” filmiyle aldığı ödül, uluslararası çapta bir yetenek olduğunu kanıtlamıştır. 47 yıllık ömründe aldığı tüm ödül ve eserlerini buradan görebilirsiniz.

Halka Yapılan Haksızlığa Tepkisi, Onunla Bağını Güçlendirdi.

Yılmaz Güney, karakter olarak aykırı, cesur ve uzlaşmayı sevmeyen biriydi. Çevresinde gördüğü adaletsizlikler, sadece dünya görüşünden dolayı yaptığı çalışmalara Yeşilçam’ın engel olması ve egemen sınıfın kendisini toplumun dışına itmeye çalışması, şiddet eğiliminin artmasına sebep oldu. Buna bağlı olarak belli bir sınıfa yapılan haksızlıkları içselleştirip buna tepki koyması ve bunu sinemayla ifade edebilmesi de ondaki tutkuyu arttırmıştır.

Herkes yaşadığı hayatı bir arkadaşına anlatmak ister. Daha iyi bir dostluk kurmak için karşısındakinde benzer duygular arar. Eğer böyle bir şey yakalarsa arkadaşlığı pekişir. Yılmaz Güney’de hissettiklerini yıllarca içinde bir film gibi kurgulamış ve fırsatını yakaladığında duygularını halka aktararak onunla bağ kurabilmiştir.

Köylüyü ve işçiyi başka bir gözle değil o sınıfın içinde doğmuş, onun içinde büyümüş biri olarak anlattı. Bunu röportajlarında da dile getirir. Haksızlığa uğrayan insanların düşüncelerini ifade ettiği için halk onu benimsemiştir. Böylece sanatçı, bu savaşı Adana’nın ve sınıfının kendisine sahip çıkmasıyla kazanmıştır.

Geçmişte aykırı diye toplumun dışına itilen sanatçıyı tarih anlatmaya devam ediyor ama onu kötü gösterenler bugün hatırlanmıyor. Tarih, bazı insanların mücadelesini onlar adına sürdürür. Neticede tarihe mâl olmak böyle bir şeydir. Tarihin yargısına bu anlamda inanırım. Herkesi hak ettiği yere taşıması ve adil olması, bana tarihin kararını bekleme sabrını verir.

Sonuç

Teknolojinin gelişmesi, akıllı telefonların yaygınlaşmasıyla artık dijital bir çağ yaşıyoruz. Yaşadığımız çağ bir çok sektörün devrini kapatırken yerine yenilerini getiriyor. Sinema da dijitalleşmenin etkisiyle anlam değiştiren sektörlerden birisi. Netflix, Hulu, Puhu ve Digitürk gibi birçok dijital platforma özellikle pandemi döneminde talep arttı. Bir de sinemayı sevmeyen Z kuşağını eklediğinizde sinema salonlarının neden hızla kapandığını anlarız.

Bir zamanlar Adana’da her mahallesinde 100’ün üzerinde sinema vardı. Ne var ki bugün bu rakam toplam 3 AVM içindeki salonlarla sınırlıdır. Bu durum böyle olsa da küresel film şirketleri büyük bütçeli filmler yapmaya devam ediyor. Son dönemde vizyona giren “Barbie” ve “Oppenheimer” filmlerini beklenenin üzerinde bir seyirci kitlesi izledi. Elde edilen gelir toplamda 1,5 milyar doları aştı.

Her şeye rağmen festivaller yapılmaya, film şirketleri sektöre inanıp film çekmeye devam ediyor. Bu sene 18-24 Eylül tarihleri arasında Adana Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nin 30.’su düzenleniyor. Katılımın ve halkın ilgisinin yüksek olması, sinema adına umut veriyor.

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.