Mastodon
KültürSinema

Sinema ve hikaye anlatımı: Her hayat bir hikaye, her hikaye bir filmdir.

Her insan hayata başlarken hikayesini de yazmaya başlar. Öyle ki herkes kendi filminin yönetmeni, senaristi ve oyuncusudur. Bütün hayatınız boyunca tek kişilik bir sinema filmi çekersiniz. Çevreniz hem yardımcı oyuncu hem de izleyenlerinizdir.

Aynı şeyi siz de diğer insanların sinema filmini izleyerek yaparsınız. Herkes birbirinin seyircisi ve kendi hikayesinin anlatıcısıdır. Sinema ve hikaye anlatımı, birbirini tamamlayan iki parça gibidir.

Sinema ve hikaye anlatımı bize farklı gerçeklikleri sunar.

Bütün evreni kendi merkezimizden görmemiz herkesi bizim nezdimizde aynı yapar. Ne var ki bütün insanlarda algı aynıdır. Başka insanlar da kendileri gibi düşünmediğimiz zaman şaşırırlar.

Sinema, birbirine benzer hayatların farklı hikayelerini anlatır ve bize farklı gerçeklikler olduğunu gösterir. Yaşadığımız hayatlar ve duygular benzer olsa da bu benzerlikten binlerce hikaye çıkar.

Bir filmde yönetmen, olayı hangi karakter üzerinden anlatırsa düşüncelerimiz onun penceresinden akar. Mesela tema kötü karakter üzerinden anlatılabilir. Yönetmen, karakterin geçmişinde olan olayları sergileyip neden kötülüğe evrildiğini bize gösterebilir. Bu durum, kötü karakteri bizim gözümüzde kahraman yapar ve biz kötü olanı masum bulabiliriz. Bu, tamamen kurguya bağlıdır.

Sinema, yaşadığımız dünyanın bir parçasını alıp kurgular ve bize bir hikaye olarak sunar. Bu anlamda her film bir öyküdür ve sinemanın anlatma tekniği kendine özgüdür.

İnsanlar, sinemaya kafasını biraz dağıtmak ve gerçekten kopmak için gittiğini söyler ama bu doğru mudur? Bunun böyle olmadığını sinemanın nereden beslendiğine bakarak anlayabiliriz.

Bir zamanların hayalleri bugün gerçek oluyor.

Sinema, sağduyumuza aykırı bir dünyanın varlığını ve kabul ettiğimiz gerçeklerin bir yanılsama olabileceğini bize gösterir. Bundan yıllar önce Star Wars vizyona girdiğinde Hollywood’un nasıl bir fantezi ürettiğini konuştuk. Bir yıldızlar arası seyahati imkansız ama güzel bir hayal olarak düşündük. Bu hayal gücünü sinema bize gösterdiğinde bir gün gerçek olabileceği aklımıza gelmemişti ama evrende yeni bir hayat kurmayı konuştuğumuz bugüne kadar üzerinden sadece 45 yıl geçti. Şimdi, sinemaya gerçekten kopmak için gittiğimizi söyleyebilir miyiz?

Mary Shelly’nin Frankenstein romanı, edebiyatın ilk bilim kurgu örneklerindendir. Sinemada defalarca uyarlaması yapılan, yönetmenlerin korku filmi çekerken ilham aldığı karakterlerden biridir. O gün böyle bir şey insanların inancını sarsmıştır ama bugün genetik oynamalarla süper insan yaratma çabalarına artık fantezi diyemeyiz. Bu durumda sinema bir teselli midir yoksa bize kapasitemizi mi hatırlatır?

Sinemaya gerçekten kopmak için değil aksine gerçeğin tam ortasına gideriz. Eğer gerçek olmadığını düşünen varsa bu hayallere inanmadığı içindir.

Sinemada herşey kahraman olabilir.

Herkesin bir film kahramanı vardır. Sinemada sadece insanların hikayeleri olacak diye bir kural olmaz. Bir hayvan hatta aracın bile hikayesi olabilir. Mesela 1971 yılında Steven Spielberg’in çektiği Duel filminin kahramanı bir tırdır. Aynı şekilde Herbie filminde bir Volkswagen Tosba, filmin kahramanıdır. Ne var ki Jaws, sinema tarihinde dönüm noktası filmlerden biridir. Genelde sizi etkileyen bir filmin başrol oyuncusunu hatırlarsınız ama Jaws filminde daha çok köpekbalığının aklınızda kaldığından eminim.

Jaws bir film kahramanı
Jaws, sinema tarihinde köşe taşıdır.

Sinema, farklı bakış açılarıyla zenginleşir.

Beni etkileyen filmlerden başkaları farklı etkilenebilir. Bazı filmlerde anlatılmak istenen düşünceyi ben başka bir bakış açısıyla değerlendirebilirim. Bu, benim bakış açımdan ileri gelir. Filmde herhangi bir karakterle empati kurup kendimi ona yakın hissedebilirim. Hikayenin konusu bende farklı duygular yaratabilir.

Yönetmen, ne yapmak istediğini planlar ve bunu da en iyi şekilde anlatır ama filmi seyreden milyonlarca insan, kendi yorumunu katarak çok farklı yaklaşımlar ortaya koyar. Belki de aranan budur. Yeni bir hikaye, yeni bir kahraman ve yeni bir film. Bu üçünden farklı konularda hikayeler çıkar ve sinema bunu bize bir öykücü gibi anlatır.

Ben, bir sinema emekçisi ya da eleştirmeni değilim ama sinemayı çok seven birisi olarak bir film izlediğimde yönetmenden ya da senaristten bağımsız düşünebileceğimi hissediyorum. Yönetmenin ne düşündüğünü yakalamaktan çok, filmin bende ne uyandırdığı ile ilgileniyorum.

Ben, şu an bu yazıyı yazarken mükemmel yazdığımı düşünüyorum. Ancak insanların beğenisine sunduğum zaman bir çok hata sırıtacaktır çünkü kendi bakış açımla yazarken başkasınınkini ıskalayabilirim. Bu anlamda yapılan en mükemmel işler bile biraz yarımdır gerisini başka perspektifler kapatır. Bu sebeple yönetmen, mesajı iyi veremediğini düşünmez ama mesajı alan da yönetmen gibi düşünmek zorunda değildir.

Eğer konumuz sinema ve hikaye anlatımı ise anlatacağımız binlerce hikaye var. Ancak izleyebildiklerim arasında ben sadece 5 filmi anlatabileceğim.

Joker: Anarşide Hikaye Anlatımı

2019 yapımı Joker, bugüne kadar anarşiyi anlatan en iyi öykülerdendir. İnsanın kendini hayata bağlayan şeylerden sırasıyla koptukça nereye sürüklendiğini anlatır. İnsan, yüksek bir yerden düşerken bile elleri tutunacağı bir yer arar. Aynı şey ruhsal boşlukta da böyledir. Sizi bağlayan bir şey yoksa kendinizi değersiz hissedersiniz. İnsan, ait olmak ister ama bunu başaramadığında kimlik kaybı yaşar ve ait olabileceği başka bir kimliğe bürünür. Bunun sonucunda çevresi tehlikeli görse de kendisine benzeyen kitlenin sesi olur.

Filmde Arthur, evlatlık olduğunu öğrendiğinde hayatla son bağını da koparır. Artık hayatının bir komediden ibaret olduğunu düşünür ve yaşadıklarının tüm sorumluluğunu sisteme yükler. İlham aldığı talk show yıldızının programında düzene karşı duruşunu göstermek ister. Katıldığı canlı yayında sembol olan yıldızı öldürüp sisteme kurşunu sıkar.

Arthur, talk show yıldızı Murray’i canlı yayında öldürür ve sisteme karşı duruşunu sergiler.

Benzer duyguları yaşayan halk ayaklanmıştır ve hapse götürülürken Joker’i kurtarır. İnsanlar onu tanımaz ama bunun bir önemi yoktur çünkü Joker semboldür ve herkes o maskeyi takmıştır. Hikayesi herkes tarafından benimsenip anlatılmıştır. Hikayeyi Joker başlatmış, sonrasında  insanlar anlatıcısı olmuştur.

Hikayeler öngörülemez.

Hikaye anlatıcıları, kendini rahatsız eden duruma karşı bir duruş sergiler. Her hikayenin sonu mutlu bitmeyebilir. Bunun sebebi, hikayesi olan birinin düzenin karşısında durmasıdır. Bu isyan, bir düzene ya da kendinin fiziksel bir kusuruna karşı olabilir. Sonuçta karşı olduğu duygu ya da düşünce karşısında mağlup olabilir. Böyle olsa bile bu karşı duruş, anlatılacak bir hikaye yaratır ve kavgasını kaybetse dahi bundan bir kazancı olur.

Bu sebeple yarattığınız hikayede bir planın parçası olmazsınız çünkü hikayelerin sonunu tahmin edemezsiniz. Filmde de Joker, kurtarıldığında önce bir şaşkınlık yaşar çünkü işin o boyuta varacağını hiç düşünmemiştir.

Batman gibi kahramanlar ise mevcut düzenin adalet ve nizamını savunduğu için hikayesi farklı değildir. Aykırı olmadığı için kitlelerin sesi olamaz.

İnsan, neyin yanlış olduğunu bilse de bunu düzeltecek birisini arar çünkü kendisi buna cesaret edemez. Bu fedakarlığı yapan lider ise bir bedel öder ama karşılığında hikayesi başkaları tarafından anlatılarak ünü yayılır.

Dövüş Kulübü: Kaybettiği kimliği kazanmak

Yaşadığımız düzenin gerçek doğamızı nasıl yıprattığını Dövüş Kulübü filminde görürüz. Filmde Jack’in erkeklik içgüdüleri örselenmiştir ve iç dünyası gergindir. Bu durum bazı kırılma anları yaşamasına sebep olur ve zor kararlar almak zorunda kalır. Sonuçta yaşadıkları, hayatına farklı bir yön çizer ve sıra dışı bir hikaye ortaya çıkar.

Fight Club, sahip olduğumuzu zannettiğimiz şeylerin aslında bize nasıl sahip olduğunu anlatır.

Dövüş Kulübü filminde anlatıcı böyle bir an yaşayarak hikayesini yaratır. Jack, önceleri neden uykusuz kaldığını anlamaz ve kendini rahatsız eden duyguyu benliğinde aramaya başlar. Sürekli tüketerek kendini rahatlatmaya çalışır ama böyle yaparak karşı çıktığı düzene hizmet ettiğini anlar.

Yaşadığı tekdüze hayattan sıkılan anlatıcı, ilginç bir tip olan Tyler Durden’la tanışır. Hayatını sabun satarak kazanan Tyler ile beraber Dövüş Kulübü’nü kurar ve düzene muhalif topluluğunu oluşturur.

Düzene karşı bir oluşum yaratırken güçlü oluncaya kadar bazı şeylerin gizli kalması gerekir. Neticede düzeni yıkacak sağlam bir stratejinin temelinde gizlilik vardır. Topluluğun 1. ve 2. kuralları bu amaç için konmuştur ve hikayeyi grup üyeleri değil başkaları anlatır. Kısa zamanda Dövüş Kulübü, kendi içinde kuralları işleyen bir yeraltı örgütü haline gelir.

Anlatıcı, düzenin zayıf düşürdüğü erkeği, sabun satıcısı ise masküleniteyi canlandırır ve her ikisi de aynı kişidir. Tyler, hikayecinin korkup her geri adım atmasında onu tekme tokat döverek ya da kavganın içine iterek kaybettiği içgüdüsünü kazanmasını sağlar. Sabun satıcısı onun olmak istediği alternatif egosudur ama Tyler aşırıya kaçmaya başlar. Filmin sonunda, kredi kartları şirketlerinin merkezini havaya uçurduklarında anlatıcı Tyler’ı öldürerek ruhunda dengeyi yakalar.

Yeşil Yol: İnsanın derinlerinde yatan kutsal bir güç var.

Bütün filmlerde konunun derinine inen sahneler vardır. 3 saatlik filmde bir çok replik ve sahne arasında herkes kendine uygun olanı alır. Yeşil yol filminde idam mahkumu, karanlıktan korktuğu için infaz anında son arzu olarak yüzüne maske takılmamasını ister. Bu sahne birçok insan gibi beni de etkiler çünkü insan vicdanında o an suçlu olup olmadığı çok önemli değildir. Ölen bir insandır ve öyle olduğuna dair bir umut verdiği için benim açımdan masumdur. Sonuçta baş gardiyan Paul, John’un masumiyetine inandığını ve ölümü karşılama biçiminden etkilendiğini elini sıkarak ifade eder.

Yeşil yol filminde John Coffey’nin idam sahnesi

İnsan, doğarken masum doğar ama zaafları vardır. Her insanın mayasında iyi bir taraf vardır ve bir suç işlemişse bu sonradan kötü olmasındandır.

Bazı insanlarda iyilik çok derindedir, ulaşmak için çok çabalarsınız ama bazısında yüzeydedir. İnanç dünyasında insan, Tanrı’nın bir parçasıdır. Tanrı, insanı yaratırken ruhundan üfleyerek kendinden de bir şey verdiği için insan kötü olamaz. Hz. isa, öğrencilerine tokat yediklerinde diğer yanaklarını çevirmelerini söyler. İslam, kötülüğü yok etmek için iyilik yapılmasını emreder.

Kötülük yapana iyilikle karşılık vermek, aslında insanın içinde kaybettiği ama hiç yok olmayan iyilik ateşini yeniden yakar. İdam cezası bazı ülkelerde suçlunun bir vicdan muhasebesi yapıp özündeki iyiliğe ulaşacağına inanıldığı için kaldırılmıştır.

Umudunu kaybetme: Hayatın değerli olduğunu nasıl anlatırsınız?

Günlük sohbetlerimizde başarılı olmanın yollarını tartışırız çünkü başarıyı yakalamak bir varolma meselesidir. Hayat, bize verilen en değerli şeydir. Bedenimizle ete kemiğe bürünür ve yaşamak için çaba gösteririz. Bu sebeple karşımıza çıkan her zorluk bir var olma savaşıdır ve hayat buna değerdir.

Filmde hikayeyi farklı kılan, kahramanın hayat mücadelesi kavramına alıştığımızdan çok daha farklı bir anlam yüklemesidir. Bildiğimiz yaşam savaşından farklı olarak başkasına zarar vermeden başarıyı yakalaması, hatta zenginleştikçe çevresinde kendini seven insanların çoğalması, bildiğimiz klasik hayat kavgalarından daha farklı kılıyor bu öyküyü.

Umudunu kaybetme ve hikaye anlatımı
Umudunu kaybetme fiminde kahramanın olaya farklı yaklaşımı, hikayesini de farklı yapar.

Filmde Chris, hedefine ulaşırken hayatını da zenginleştirir. Eğer Chris’in yanında oğlu olmasaydı muhtemelen sonuca ulaşamazdı çünkü onu motive eden ve vazgeçmemesini sağlayan yakıt, oğluydu. Oğlu, başarıya giderken tutunduğu çıpasıydı. Aslında çok sıradan bir konu iyi bir kurguyla nasıl öykü haline gelir buna iyi bir örnektir.

Arabistanlı Lawrence: Güçlü irade önünde engel olmaz.

Arabistanlı Lawrence filminde bana göre tek karakter var. Bütün oyuncular karakterlerini mükemmel canlandırmalarına rağmen bana hitap eden karakter o kadar baskındır ki diğerlerini artık hatırlamıyorum. Lawrence’ın kişiliğinde inanç, irade ve diğerleri.

Herkes neden başaramayacağını söyler ama Lawrence işitmez bile. İçindeki tutku onu uyutmaz ve geceleri tek başına yürüyüp kendisiyle konuşur. Artık başka bir kişiliğe bürünmüştür. Öyle ki çölde karşılaştığı asker kim olduğunu sorduğunda cevap veremez. Duyguları o kadar birbirine girmiştir ki artık 2 tane Lawrence vardır. Bana göre en can alıcı sahne, Akabe’ye yolculuktur.

İngilizlerin savaşı kazanması için Akabe’yi ele geçirmesi gerekir. Ne var ki Akabe dar bir kıyı şeridindedir ve kıyı ile İngilizlerin bulunduğu nokta arasında çöl bulunmaktadır. Osmanlılar, mantıklı olarak çölden bir saldırı beklemez çünkü çölden saldırmak karşı taraf için ölüm demektir. Lawrence ise çölü geçmek ister ama 24 saat içinde geçemezlerse öleceklerdir. Çevresi bunun imkansız olduğunu söyler ama o, prensi yanına alır, yüzünü Akabe’ye döner ve kolunu o yöne uzatarak; “Akabe orada.. Git ve al..” der. Çok etkileyici..

Arabistanlı Lawrence filminde Akabe yolunu aşmak imkansızdı.

İçinizdeki inanç çok güçlüyse herkesin imkansız kabul ettiği şeyi başarmak size kolay gelir. İnanç ne kadar güçlüyse irade o kadar güçlü olur. Böyle durumlarda çevrenizin size ulaşamayacağı bir dünyada yaşarsınız.

Eyleme geçmeden önce ihtimallerin hesabını yaparsanız inancınızı sarsarsınız ve başarı gelmez. Böyle davranan biri, başarı hikayesi yazamaz. Bu sebeple Lawrence öngörülemez bir insandı. Lawrence, zihninde Akabe’ye ulaştığı için artık önünde engel yoktu ve bunu çevresindekilere de aktarmayı başarmıştı.

Sonuç

Sinema ve hikaye anlatımını birlikte açıklamak zordur. Bunu göstermenin en iyi yolu, bu tekniği kullanan sinemayı örneklerle anlatmaktır. Bunun sebebi, sinemanın sadece bu tekniği kullanması değil aynı zamanda sinemanın bir hikaye anlatımı olmasıdır.

Sinemaya gitmeden önce konu hakkında biraz bilgi sahibi olmanız sizin için daha faydalı olur. Anlatılan konu ve insan hakkında fikir sahibi olmanız, hikayeyi daha kolay anlamanızı ve filmden daha fazla zevk almanızı sağlar. Neticede insanı anlatan bir sanat dalını izlerken biraz onu tanımalı ve doğasını bilmelisiniz.

Bunların hiç birini yapmasanız bile sinema yine size bir şey anlatır ama etkisi nispeten az olur. Demek istediğim, sinema sizin bir şey bildiğinizi düşünür. Eğer bilim kurgu filmi izliyorsanız hayal gücünüzün biraz geniş olduğunu kabul eder. Tarih filmi izliyorsanız tarih hakkında bilginiz olduğunu farz eder. Bunun yanında psikolojik bir filmde insan ruhunu az da olsa kavradığınızı düşünür. Sinema, bu anlamda ileriden başlar ve seyircisinin biraz kültürlü olmasını bekler. Böylece anlatılan hikayeye siz de bir şeyler ekleyerek konuyu zenginleştirirsiniz.

Bir filmi izledikten sonra bunu saçma bulup sinemayı vakit kaybı olarak görenlerin zamanlarını nasıl geçirdiklerine bakın. En kötü filmden bile kazanacağınız bir bakış açısı vardır. En azından “Ben olsam o sahneyi şöyle çekerdim” dersiniz.

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.