Mastodon
Yaşam

Yabancı dil mi öğrenmek istiyorsun? Önce ana dilini geliştir.

İngilizce bugün devletlerde, toplumlarda ve iş dünyasında ortak dildir. Dünyada 53 ülkenin resmi dilidir. Ayrıca dünyanın dört bir yanında konuşulan ortak bir dil olması, İngilizceyi birçok ülkenin neredeyse 2. dili yapar.

Bilim ve teknolojinin yayım dili de İngilizcedir. Aramanızı Türkçe yaptığınızda karşınıza çok kısıtlı kaynak çıkarken İngilizce yaptığınız aramalarda binlerce kaynağa ulaşırsınız.

Bugün İngilizce konuşan ülkeler bizden daha avantajlı çünkü tüm literatür İngilizce yayımlanıyor. Teknoloji ile ilgili ilk denemeler İngilizce konuşulan ülkelerde başlıyor ve bize gelene kadar konuyu bizden daha iyi özümseyebiliyorlar. Bu sebeple biz, yarışa onlardan bir adım geride başlıyoruz. Üstelik teknolojiyi benimsemek için İngilizceyi iyi derecede öğrenme gibi bir zorunluluğumuz da var.

Bu, İngilizce bilenle bilmeyen arasında şöyle bir fark yaratıyor. İngilizce arama yapan birinin ufku daha da genişliyor ve yaratıcılığı artıyor. Dünyayı daha iyi tanıyabiliyor. Bu sebeple güncel kitaplara, en yeni araştırmalara, internete kısaca her türlü güncellemeye sahip olabilmek için iyi derecede yabancı dil bilmemiz gerekiyor. Ancak bir yabancı dili öğrenmek de ana dilimize ne kadar hakim olduğumuza bağlı. Eğer yeni bir terimle karşılaştığımızda bunu zihnimizde canlandıramazsak yeni anlamlar çıkaramayız. Bir anlam çıkarsak dahi bunu yanımızdakine anlatıp yaygınlaştıramayız.

Bütün diller temelde birbirine benzer.

Dünyadaki bütün dil aileleri temelde birbirine benzer. Birbirlerini tanımlayan ipuçları taşır. Yüzeyde farklı görünen buzdağlarının temelde birleşmesi gibi diller de birbirine bağlıdır.

Ana dilimizin yapısına hakim olduğumuz zaman diller arası benzerliği kullanarak yabancı bir dili daha rahat öğreniriz. Bunu, o dili kendi dilimizde tanımlayarak yaparız. Eğer ana dilimizin desenlerine hakimsek, noktaları birleştirebiliriz.

Buz dağları ayrı görünür ama allta birleşirler. Dillerde de aynı benzerlik vardır.
Buz dağları ayrı görünür ama altta birleşirler. Dillerde de aynı benzerlik vardır. Jim Cummins

Dilini hiç bilmediğimiz bir ülkeye gittiğimizde ana dilimizi kullanarak iletişim kurmaya çalışırız. Üstelik bunu, anlaşılmadığımızı bildiğimiz halde yaparız çünkü ana dilimizden başka sığınacak bir yerimiz olmaz. Ellerimizi kollarımızı hareket ettirirken ana dilimizi kullanır ve anlattığımız şeyi göstermek için çevremize bakarız. Karşımızdaki insanın zihninde, ifade etmek istediğimiz kavramı oluşturmaya çalışırız. Sonuçta anlattığımız kavramın bir görüntüsü, karşımızdakinin hatıralarında saklıdır ve onu anlatan bir sembol, zihninde mutlaka vardır.

Aynı zorluklar konuştuğumuz yabancı için de geçerlidir. Eğer o da ana diline hakim değilse ne dediğimizi anlamayacaktır. Karşılıklı söylenen her söz, zihinlerde bir çağrışım yapar. Mesela kalacak bir yer aradığımızda belki oteli anlatmakta zorlanmayız ama nasıl bir otel aradığımızı anlatmak istediğimizde daha yaratıcı olmalıyız. Karşımızdaki de bizim ihtiyaçlarımızı anlayacak dil bilgisine sahip olmalıdır. Ayrıca bir lokantada ne yediğimizi merak edebiliriz. Garsonun anlatırken kullandığı yabancı kelime ve yüz ifadelerinden yediğimiz şeyin karşılığını ana dilimizde buluruz. Ancak bunu, dil yeteneklerimiz gelişmişse yapabiliriz.

Ana dil, bir insanın konfigürasyonuna en uygun dildir.

Beynimiz bir bilgisayar gibi sayı tabanlı çalışır. Doğada her şeyin sayısal bir karşılığı vardır ve beynimiz her kavramı sayısal bir forma dönüştürüp anlamlandırır. Bu sebeple öğrendiğimiz farklı diller için beynimizde ayrı bir bölüm yoktur. Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse; eğer Hindistan’da dünyaya gelseydim ana dilim Hintçe olurdu. Hayata Türkiye’de geldiğim için ana dilim Türkçe. Eğer Fransa’da yaşamaya devam edersem kısa zamanda Fransızca’yı ana dilim kadar olmasa da iyi derecede öğrenebilirim. Demek istediğim, her insan beyninde yazılı bir algoritmayla dünyaya gelir ve büyüdükçe ana dilini kodlar. Yabancı dili iyi öğrenmesi de dil algoritmasının ne kadar geliştiğine bağlıdır.

Beyin, farklı bölgeleri kullanarak kelimeleri depolar ve dili üretir. Dil, canlı bir kavramdır ve ona hayat verdiğimiz zaman daha iyi öğreniriz. Kelimeyi aklımızda canlandırır, o kelimeyle ilgili hatıralarımız aklımıza gelir ve duygusal bağ kurarız. Mesela geometriyi öğrendiğimizde bunu bize bir Çinli de anlatabilir.

Dünyada binlerce dil, belli prensipleri takip eder. İsimler, zarflar, edatlar ve sıfatların hepsi aynı işlevi görür. Ancak beynimiz, ana dilimize uygun bir donanıma sahiptir ve onun aracılığıyla yabancı dille bağlantı kurarız.

Kariyer için yabancı dil, yabancı dil için ana dil şart.

Yabancı dil bilmek hem kariyer hem de toplumda saygın bir yer edinmek için önemlidir. Bunu 3. ve 4. dil öğrenerek zenginleştirebilirsek daha güzel olur. Ne var ki iş hayatında edindiğim şöyle bir tecrübe var. Ortalama yeteneklere sahip olarak kariyerinizde ilerleyebiliyorsunuz. Mesela yabancı dili orta seviyede bilmeniz, uyumlu olmanız ve hedefleri tutturmaktan fazlasını yapmasanız da terfi alabiliyorsunuz. Biraz sabırlıysanız daha da iyi bir statü kazanabiliyorsunuz.

Çalışanlar bu durumda kendini geliştirmek için çok çaba sarfetmiyor. Aslında şirketlerin de kurulu düzeni zorlayacak yaratıcılıklardan rahatsız olduğunu söyleyebilirim. Sonuçta insanlar, C performansla üst düzey yöneticiliğin hayalini kurabiliyor. Terfilere karar verenler de aynı nitelikte olunca, ortaya siyah ve beyazdan oluşan bir ortam çıkıyor. Haliyle bu ortamda çok fazla yönetici bulabilirsiniz ama bir lider yakalayamazsınız. Seçilen kişi de siyah ve beyazdan fazlası olmaz.

Dil yetersizse hikayenizi nasıl anlatırsınız?

Kariyeriniz ilerledikçe ekibiniz sizden farklı şeyler bekler. Ekibinizle kuracağınız ilişkinin niteliği, kelime hazinenizin zenginliğine bağlıdır. Düşüncelerinizi akıcı bir şekilde aktarmak, fikirlerinizi kabul ettirmek olaylara farklı bakmanızla olur. Beraber çalıştığınız insanlara anlatacağınız bir hikayenizin olması gerekir.

Üst yönetiminiz size yetki verse de ekip arkadaşlarınız kabul etmedikçe onları yönetemezsiniz. Onlara ilham verecek bazı özelliklerinizin olması gerekir. Hep aynı düşünce dünyası içinde olursanız fark yaratamazsınız.

Her şeyin birbiriyle daha sıkı bağlandığı bir dünyada yurt dışı kariyer imkanları da çoğalıyor. Teknoloji ile dünyanın başka bir yerindeki insanla konuşabiliyor hatta iş bile yapabiliyorsunuz. Yabancı bir dili ortalama seviyede bildiğinizde yapacağınız iş de o seviyelerde oluyor. Bu sebeple güncel kalmak için ortak dili iyi öğrenmeniz gerekir. Sadece güncel kalmak için değil yabancı biriyle sosyal bir şey paylaşmak da nitelikli iletişim ile olur. Ancak ana dilinizle anlatmakta zorlandığınızı, yabancı dilde kesinlikle ifade edemezsiniz.

Okuyarak ve farklı bakış açıları geliştirerek yeteneklerinizi arttırırsınız. Buna yabancı diliniz de dahildir. İş hayatınız bittikten sonraki yıllarda da kalan hayatınızı daha zengin bir şekilde tamamlarsınız. Ana dilinize gösterdiğiniz saygı, ileriki yıllarda daha iyi dil yetenekleri geliştirmenizi ve nitelikli bir çevre yaratmanızı sağlar.

Ana dil: Yeni dijital düzende olmazsa olmaz koşul.

Her şeyin yeniden başladığı yeni bir çağa giriyoruz. Bugüne kadar ellerimizi kullanarak ürettiğimiz teknolojinin sonuna geldik. Artık bu işi robotlara devrediyoruz. Bunun sonucunda ürettiğimiz teknolojiyle aramızdaki ilişki de anlamını değiştiriyor. Üretim araçlarının önceden efendisiyken bugün yapay zekayla aramızdaki ilişki, farklı bir konuma geliyor. Bizi dünyada egemen tür yapan dik durmak ve ellerimizi kullanmak, yerini beyin gücüne bırakıyor.

Teknoloji çok hızlı ilerliyor. Son çıkan bir teknoljinin kısa süre sonra yeni versiyonunu kullanmaya başlıyoruz. Henüz öğrendiğimiz bilgiyi özümsemeden yenisinin gelmesi, kendimizi tükenmiş hissetmemize sebep oluyor.

Teknoloji şirketleri, bütün dillerdeki nüansları anlaması için yapay zekaya milyarlarca dolar yatırım yapıyor. Hergün milyarlarca soru sorduğumuz yapay zeka, herkesin sorduğu sorulardan bir analiz yapıp bize cevap veriyor. Yapay zekayı herkesin bağlandığı merkezi bir beyin gibi düşünebiliriz.

Teknoloji şirketleri büyük dil modellerinden (LLM) çok modlu büyük dil modellerine (MLLM) kadar karmaşık yapılar geliştiriyor. Üstelik yapay zekanın dil yeteneklerini geliştirmesi için inanılmaz bedeller ödüyoruz.

Yabancı bir yayını anlamaktan daha çok teknoloji üretmek için ana dile ihtiyacımız var.

Yeni dijital düzen, dil yetenekleri üzerine kuruluyor. Rekabette öne geçmek için dil yeteneklerinin gelişimine bu kadar yatırım yapılırken bizim de buna uygun davranmamız gerekiyor.

Yeni kurulan düzende dilin çok büyük önemi var çünkü ulusal diller yerini ortak dile bırakıyor. Ancak bu durum ana dillerin önemini daha da arttırıyor çünkü İngilizce’yi anlayacak zihnin kodları, ana dilde gizlidir.

Teknoloji şirketleri, büyük dil modelleri geliştirerek dil yeteneklerini ilerletiyor. Böylelikle her dilin nüanslarını anlayacak kapasiteye ulaşarak daha karmaşık modeller oluşturabiliyor. Bu videoda da, yabancı dil bilmeseniz dahi eğer ana dilinizi yeterince iyi kullanabiliyorsanız, anlatılmak isteneni anlayabilirsiniz.

Bir dünya vatandaşlığına gidiyoruz ve gelecekte teknoloji üretenlerin dışında kalan ülke dilleri yerel dil olarak kalabilir. Bu anlamda yaşadığımız dönem, yeni bir var oluş dönemi de olabilir. Böyle bir dönemde ana dilimizi zenginleştirdikçe bu çağa adapte olabiliriz. Böylece teknoloji ithal edip yenilikleri beklemek yerine yeni teknolojileri biz üretiriz. Bilim üretmek parayla değil ana dilde düşünmek ve hayal etmekle olur.

Ana dilin gelişmesinde teknoloji ve bilimin çok katkısı var.

Batı’nın bulduğunu iddia ettiği bir çok buluş daha önce Çin’de kullanılıyordu. Barut, matba ve ilk serbest ekonomi uygulamaları Avrupa’dan çok daha önce Çin’de uygulanıyordu. Ancak Çin, içine kapanıktı.

Buluşlar, ilk bulana değil ilk yayımlayana aittir. Bir buluş, literatüre yayımlandıktan sonra girer. Avrupa’dan çok önce Çin’de kullanılan matba ile Batı, buluşları ilk önce yayımlayarak birçok buluşun isim hakkını almıştır. Bu sebeple bilim tarihine baktığımızda terimlerin neden yabancı kökenli olduğunu anlarız.

Bunun yanında Avrupalıların merakı ve hemen öğrendiğini derinleştirecek eylem yeteneği, bilimin Batı’dan yükselmesine sebep oldu. Özelikle İngilizlerin hem kültürlerini ihraç etme hem de bilim alanındaki başarıları, İngilizceyi lingua franca yapmıştır.

Bilimdeki ilerleme ile Endüstri Devrimi İngiltere’de başladı. Bugün tüm literatürün İngilizce yayımlanmasının sebebi budur. İngilizler, egemenliklerini dillerini yayarak pekiştirmişlerdir. Dünyada teknoloji ve bilim üretenlerin ana dili benimsenir.

Bugün, gezegenlerden atomlara kadar bütün isimler İngilizce ve Latince’nin de dahil olduğu Hint-Avrupa dil ailesine aittir. Bu önemlidir çünkü dünya, bu dil ailesinin biriktirdiği bilgi deposu üzerinden bilim üretmeye devam eder. Bu da Batı için büyük avantaj sağlar. Mesela Tyrannosaurus Rex’i (Kısaca T-Rex, Latince zorba kertenkele demek) ülkemizde bir öğretim görevlisi bile tam söyleyemezken Batı’da bir ilkokul öğrencisinin hafızasında kolaylıkla kalır.

Tarihin devamı olarak teknoloji devrimi de Batı’dan başladı. Eğer bilimi biz üretseydik gezegenlerin isimleri bizim değerlerimizi yansıtırdı. Ayrıca atomların isimleri Yunanca değil bizim dil ailemize ait olurdu. Akademik yayımlar Türkçe yayımlanırdı. Dünyada hit olan şarkılar İngilizce değil Türkçe olurdu. Ne var ki bugün Batı’nın ürettiği teknolojiyi kullanıyoruz. Onun yarattığı litaratürü okuyoruz. Onun düşünce dünyasını okumaya çalışıyoruz. Batı’yı referans alıyoruz ama bu dönem teknoloji devrimiyle değişiyor.

Dünyada teknoloji devrimiyle güçlenen ülkeler ana dillerini daha çok kullanıyor. Bugün Çin ve Japonya gibi teknoloji üreten ülkeler kendi ana dillerinde yayımlar yapabiliyor.

Teknoloji herkese yeniden başlamak için bir fırsat sunuyor. Dünyada dengeler değişiyor. Ancak bu fırsatı iyi değerlendirecek adımları atarken hatalar yapıyoruz.

Yabancı dilde eğitim: Bindiğin dalı kesmek.

Ebeveynler, çocuklarını başarılı olması için yabancı dilde eğitim veren okullara gönderiyor. Ne var ki çocukların bu hayatta her şeyi İngilizce anlamaya çalışması, onların sosyal ve duygusal gelişimini olumsuz etkiliyor. Onları edilgen yapıyor.

Hayatlarının daha başındayken, beyin donanımları ana diline uygun bu genç insanların eğitimlerine yabancı dille başlaması doğru değil. Özgün ve bağımsız düşünmeyi öğrenecekleri bir zamanda anlayamadıkları bir dilde fen bilgilerini ezberlemeye çalışıyorlar. Ebeveynlerin İngilizce eğitim veren kurumlara dünya para harcayarak çocuklarını yazdırmaya çalışmaları, bir kötülüğü parayla satın almak için sıraya girmek gibi geliyor bana. Bir savaş anında düşmana mermi taşımak gibi bir şey.

Yabancı dilde eğitim alan çocuk iyi öğrenemez
Çocuklar eğlenerek öğrenmek ister. Bu, hem kendileri hem de öğretmenleri için verimli olur. Kolay anlayacağı ve öğreneceği ana dili varken yabancı dilde öğrenmek zor gelir. Sonucunda her iki dili de yarım konuşur.

Bu durum, teknoloji çağının getirdiği en büyük fırsatın elimizden kaçması anlamına gelir. Henüz anlatmak istediğini Türkçe ifade edemeyen çocuk, yabancı dili nasıl öğrenebilir? Ana dilini yetkin kullanamayan, kendini yabancı dilde ifade edemez. Düşünceleri birbirine girer ve bir kekeme gibi ne demek istediğini tam anlatamaz. Böyle yetişen bir nesil, teknoloji ve bilim üretemez.

Bu aynı zamanda kendimizi inkar etmektir çünkü yabancı ülkenin düşünce dünyasını yaşarız. Kendi imla kurallarımızı bilmeden İngilizce’nin gramer yapısını anlayamayız. Zihnimizde imgeleştiremediğimiz kavramlarla yabancı dilde aldığımız eğitim, bizi kendi aramızda değerli gösterir. Kendi kendimizi kandırırız.

Yine de yabancı dilde eğitim tercih edilirse bu açığı evde anlama yeteneklerini geliştirecek faaliyetlerde bulunarak telafi edebiliriz.

Okumak, dil yeteneklerini ve anlama sınırını geliştirir.

Bir iletişimin şeffaf ve nitelikli olması için kelime hazinemizin yeterli olması gerekir. Karşımızdaki insan bir mesaj ilettiğinde bunun zihnimizde karşılığı olup olmadığını önce hafızamıza sorarız. Nasıl bir insana anlamadığımız bir şeyi soruyorsak önce hafızamızı yoklarız. Eğer yabancı kelimenin karşılığını zihnimizde bulamıyorsak bu, Türkçe’nin yetersiz olmasından değil bizim ana dilimize yeteri kadar hakim olmadığımızdan ileri gelir.

Kelime hazinemizin gelişmesi, yabancı dille bağ kurabilmek ve paylaşabilmek için okumak en faydalı etkinliktir. Örneğin soyut olan düşünceyi en doğru şekilde ifade edebilmek için okuyarak zihin dünyamızı geliştiririz. Romanlarda farklı hayatlardan örnekler yakalar ve ne demek istediğimizi çok fazla kelime kullanmadan açıklayabiliriz. Aynı şeyi karşımızdakini anlamak için de yaparız.

Benzer bir olaya, geçenlerde katıldığım bir seminerde rastladım. Sahnede konusuna hakim bir arkadaşım konuşmasını yaparken yabancı literatürü Türkçeleştirmeye çalışıyordu. Konusuna hakimdi ama anlatmakta zorlanıyordu çünkü tam kelimeyi zihninde yakalayamıyordu. Konuşmasını biraz da izleyicinin anlayışına bırakarak bitirdi. İzleyenler de konuyu anlamaya çalıştılar ama çok anladıkları kanısında değilim. Çoğunun kitap okumadığı çok belliydi. İzleyenlere çok iyi yayamadığını düşünüyorum.

Kavramlardan yeni anlamlar çıkaracak zihin genişliğine sahip olmak, bir şeyi çok iyi bilmekten daha değerlidir. Terimleri ezberlemek yerine onları anlamak ve bu sayede yeni anlamlar çıkararak hayatımızı zenginleştirmekten bahsediyorum. Bu anlamda ebeveynler evde okuma saati yapabilirler. Ancak başta kendilerinin okuması gerekir. Anne ve babaların çocuğa örnek olmaları ve evlerinde kitap okunduğu bilincini çocuklarına aşılaması lazım.

Sonuç

Yabancı dil bilmemek bugün telafisi zor bir konu değil. Aksine bu konuda biraz rahat olmak lazım çünkü bu çağda İngilizce öğrenmeyen neredeyse kimse kalmayacak. İnternette yaptığımız her aramada zaten İngilizceyle haşır neşir oluyoruz. Bu sebeple bir yabancı dil öğrenmek için yabancı okullarda eğitim almaya gerek yok.

Eğer yine de yabancı dil öğrenmek için bir kuruma gitmeniz gerekirse bunun yeterli olmadığını bilmelisiniz. Öğrendiğiniz bir dili yetkin bir şekilde konuşamıyorsanız eğitim sistemini suçlamak yerine iğneyi biraz kendinize batırmalısınız. Sonuçta yabancı dil nankördür ve ilgi göstermezseniz sizi unutur. Bu sebeple dili öğrenmek yetmez, onu ömür boyu canlı tutacak bir tutumunuz olmalı. Bir bitkiye su vermeniz gibi dili de sürekli konuşmalısınız.

Ana dil ise vefakardır. Onu yıllarca konuşmasanız bile unutmazsınız. En zor anınızda yine yanınızda olur. “Fahrenheit 451” romanında insanlar okumasın diye kitaplar yakılır. Ancak kitaplarda yazılan miras, insanların hafızasından silinmez. Ana dilinizi silemezsiniz çünkü sizi bırakmaz.

Var oluşumuzu ve sahip olduğumuz her şeyi ana dilimize borçluyuz. Her gün yabancı bir dili konuşsak da günün sonunda aşkımızı ilan ettiğimiz, alışveriş yaptığımız, kızdığımız ve şakalaştığımız kısacası bizi biz yapan ana dilimize geri döneriz.

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.