Mastodon
Müzik

İngiltere: Dünya’nın Müzik Kutusu

İngiltere’nin bir müzik üretim merkezi olduğunu tüm dünya kabul eder. Peki bir ülke neden müzikte bu kadar başarılı olur? Aynı zamanda Dünya Müzik Tarihi’nin seyrini nasıl değiştirir?

Güzel şeylerin ortaya çıkması için bazı şeylerin yolunda gitmesi gerekir. Mesela iyi bir şey yaratmak istiyorsanız elinize geçen fırsatları değerlendirmelisiniz. Talih de sizinle beraber yürüdüğünde, amacınıza ulaşmanızı engelleyecek pürüzler ortadan kalkar. Hatta ortaya çıkacak sonuç sizi de şaşırtabilir.

İngilizlerin yaptığı da budur. Bu anlamda İngiltere, tarihin kendisine sunduğu fırsatları iyi değerlendirmiş ve dünya müziğinin en önemli ülkesi olmayı başarmıştır.

Müzikte Büyük Grup Akımı İngilizlerle Başladı.

Biraz müzik dinlemek istediğinizde, seçeceğiniz grup ya da şarkıcının İngiliz olma ihtimali yüksektir. Özellikle benim gibi orta yaş üstü biriyseniz, İngiliz Müzik Gruplarından birini seçmeniz çok normaldir. Bugün genç ya da yaşlı, bir müzikseverin anılarında İngilizlerin izi mutlaka vardır. Rolling Stones, The Who, Beatles, Led Zeppelin, Pink Floyd, Deep Purple ve daha birçok grup ve şarkıcı, ürettikleri müzikle İngiltere’yi dünyanın müzik kutusu yapmıştır.

İngilizler, Rock’n Roll’u yeniden yorumlayarak 1960’lara kadar çok yaygın olmayan büyük grupların oluşmasına büyük katkı sunmuştur. Özellikle kendi aralarındaki rekabet üretimi patlatmış ve çok yaratıcı yeni grupların ortaya çıkmasını sağlamıştır.

İngilizlerin müzikte başarılı olmasının sebepleri nelerdir?

İngiliz müziğinin neden bu kadar baskın olduğunu konuşmak başka, anlamak başka bir şeydir. Bütün İngiliz şarkıcıların ve grupların adını buraya yazmamız imkansız. Ancak İngilizlerin başarısını bu kadar çok müzisyenin olmasına bağlarsak, konuyu sadece konuşmuş oluruz. Oysa bu grup ve şarkıcıların nasıl ortaya çıktığını anlamaya çalışırsak, konunun kaynağına inmiş oluruz.

İngiliz Müzik Tarihini anlamak için onun tarihine, coğrafi durumuna ve dini motiflerine kısaca değinmemiz lazım. Böylelikle bu insanların hangi duygulardan beslendiği ve nelerden ilham aldıkları hakkında fikir sahibi oluruz. Bunun sonucunda İngilizlerin sadece müzikte değil, edebiyat ve bilimde de neden yaratıcı olduğunu anlarız.

Müzik Varsa Hayat Var!

Çoğunlukla bir şeye kızdığımızda ya da çok sevindiğimizde, kelimeler duygularımızı anlatma da yetersiz kalır. İçimizde yarattığımız duyguları her zaman ifade edemeyiz çünkü sözcüklerin bir çapı vardır. Aynı şekilde bazen bir düşünceyi aktarmak da kelimelerle mümkün olmaz. Kelimelerin yetmediği anlarda şiir, heykel, müzik gibi sanat dallarıyla duygularımızı aktarırız.

Fikirleri ve duyguları müzikle taşımak çok kolaydır. Duygularımıza hitap eden bir müzik, fikrini paylaşmadığımız birinin görüşlerine sempati duymamızı sağlar. Bunun yanında barış ve özgürlük fikirlerini de yüceltir.

İçimizde kelimelerle tarif edemediğiniz Tanrı’yı yaratırız ama ilahilerle onu daha iyi anlatırız. Neticede sözcükler yalındır ve duygudan yoksundur. Oysa onu ritimle birleştirdiğimizde duygumuzu da çok az kelimeyle ifade etmiş oluruz.

Bugün dinlediğimiz caz ve rock, Amerika’nın güneyinde 17. yüzyılda doğdu. Kölelerin isyanını ve duygularını ifade ettiği blues ritimleri daha sonra evrilerek caza dönüştü. Pamuk ve şeker plantasyonlarında çalışan kölelerin hem motive olmak hem de kendilerini ifade etmek için doğaçlama söyledikleri tutku dolu şarkılar, sırasıyla cazın ve rock’n roll’un ortaya çıkmasını sağladı.

Beyaz insanın kölelere yakıştırdığı bu aşağılık hayata ve haksızlığa karşı öylesine zencilerin yaşamdan zevk alması ve hayata inanması, Blues’da ifade bulur.

Zenciler, kölecilik gibi bir ekonomik düzenden, Blues gibi bir hayat felsefesini dünyaya armağan etmiştir. Dünya, Afrikalılara hem maddi hem de manevi çok şey borçludur.

İçinde yaşadığımız toplum, onun benimsediği değerler, yaşadığımız şartlar, duygularımızı ve onu aktarma biçimimizi belirler.

İngilizler Hiç Bir Zaman Baskı Altında Olmadı.

İngiltere, Protestan ve Katolik inancın sentezi olan bir inancı benimser. Toplumsal bağlılık ve barışı sağlama hedefi olan Anglikan mezhebine bağlıdır ve Papa’nın otoritesini kabul etmez. Bu durum, İngilizlerin, Kıta Avrupası’ndan daha bağımsız hareket etmesine sebep oldu. Bunun sonucunda duygularını ve düşüncelerini nispeten daha özgür ifade ettiler.

John Newton adlı bir Anglikan Kilisesi memuru, Britanya’nın kölecilik politikasına karşı olan duygularını Amazing Grace şiiriyle dile getirdi. Şairin ruhunun sefaletini anlattığı bu şiir daha sonra bestelendi ve ülkelerine demokrasiyi getirmeye çalışan Amerikan Hıristiyan Hareketi’nin sembolü haline geldi. Bu anlamda din, müziğin gelişmesinde çok etkili bir motivasyondur.

Din, müziğin gelişmesinde önemli bir öğedir.

Müziği, yaşadığımız coğrafyadan ayıramayız. Hayatımız, yaşadığımız bölgede şekillenir. Bunun sonucunda ait olduğumuz coğrafyanın kültürü, tarihi, bizim duygularımızın, müziğimizin ve düşüncelerimizin temelini oluşturur. Buna ek olarak, yakın bölgelerden aldıklarımızla kendi birikimlerimizi harmanlayıp kültürümüzü zenginleştiririz.

İngiltere, Birleşik Krallık’ı meydana getiren 4 ülkeden biridir. Kuzeyde İskoçya, batıda Galler ve kuzey batıda Kuzey İrlanda bulunur. Dört devletin kültürü, kendi özlerini koruyarak birbirini besleyip zenginleştirmiştir. Birlikte yaşama mecburiyeti, bu devletlerin tüm kurumlarını etkileyen güçlü bir demokrasi kültürü yaratmıştır. İngiltere, güçlü demokrasisi sayesinde çevresindeki tehlikelerden her zaman güçlenerek çıkmıştır.

Bu devletleri oluşturan nüfus, kıta Avrupasına yayılmamış, dar bir alanda birbirini etkileyerek beraber yaşamıştır. Bu durum, İngiliz kültürünü açık ve kendini ifade etme yeteneği yüksek bir toplum yapmıştır.

Britanya’nın bir ada devleti olması, tarih boyunca çok fazla boyunduruk altına girmesini de engellemiştir. Öyle ki Sezar, adaya sefer düzenlemeden önce çok ikircikli davranmış. Roma, MS. 1 yy’da adayı işgal ettikten sonra 400 yıl kontrol altında tutmuştur. İşgalin bu kadar uzun sürmesinin sebebi, ada toplumlarının dağınık olmalarından kaynaklıdır. Zaten hakimiyet, Britanya’yı çok da etkilememiştir. Bir ada toplumu olması, milli birliğini Kıta Avrupasına göre daha erken tamamlamasını sağlamıştır.

Her Şey Demokrasiyle Mümkün.

İngiltere, Magna Carta’yı kabul ederek bir kralın kendi haklarından taviz verdiği ilk anlaşmadır. İnsanların fikirlerini özgürce ifade edebildiği ortamlarda yeni fikir ve buluşlar ortaya çıkar.

Halkın hükümdara sevgisi ve hükümdarın halkını gözetmesi, parlementonun hükümdarı denklemde tutmasına neden olmuştur. Neticede bu üç unsurun birbirine bağlanması, örfi bir anayasayla derin bir demokrasi kültürünün oluşmasını sağlamıştır.

Demokrasinin güçlü olması, endüstri devriminin İngiltere’de başlamasında etkilidir. Neticede ekonomik büyüme, özgür düşüncenin hakim olduğu bölgelerde daha fazladır. Bunun sonucunda endüstri devrimi yeni sosyal sınıfları ortaya çıkarmış ve demokrasi daha da güçlenmiştir. Nüfus, sanayileşme ile birlikte sehirlerde toplanmış ve insanlar hayattan beklentilerini müzikle anlatmıştır.

Sömürgecilik Müzikal Fikirlerin Değişimini Sağladı.

Büyük Britanya, dünyada sömürgeciliği en etkin uygulayan imparatorluktur. İngiliz sömürgeciliği, halkları ve kültürleri bir araya getirip birbirleriyle iletişim kurmalarını sağlayan bir yapı kurdu. Bu, müzik geleneklerinin ve zevklerinin değişimini ve birbirine karışmasını sağladı.

Britanya İmparatorluğu, Hindistan ve Afrika’da koloniler kurarak, kendi müzik aletlerini bu ülkelere götürdü. Bu durum Hindustani Klasik Müziğini etkilerken, Nijerya ve Ghana’da Afrobeat ve Highlife müzik akımlarını ortaya çıkardı. İngilizler de bu bölgelerin müzik kültüründen etkilendi. Sonuçta müzikal fikirlerin karşılıklı etkileşimi, İngiliz Müziğinin zenginleşmesine önemli katkı sundu.

İngiliz Müziğinin Profili

İngiliz müzik grupları şehirlerde bir grup kimliğini benimsedi. Gruba ait olmak, bireysel kimliğe sahip olmaktan daha önemliydi. Müziği bir mesaj vermek için araç olarak değil mesajın kendisi olarak kabul ettiler. Bunun sonucunda bu gruplar, küçük orkestralar şeklinde ortaya çıktı. İçinden çıktığı kitlenin gösterdiği tepkiyi de bireysel tepkilerinden daha önemli buldular. Bu durum, toplumun kendini müzikle daha iyi ifade edebildiğini gösterir.

Bir gruba ait olmak, grubu oluşturanların benzeri olmak, temsil ettiği kitlenin onu hemen benimsemesini sağlar.

İngiliz gruplarının çoğu uzun yıllar klüp, dans salonları ve barlarda düşük ücretlerle çalıştı. Kendilerini ileriki dönemde şöhrete taşıyacak yetenekleri, bu sosyal çevrelerde uzun yıllar çalışarak kazandılar.

En Büyük Gruplar Neden İngiliz?

Bir ülkede canlı bir müzik kültürünün olması için 5 faktör sıralayabiliriz. Bunlar;

  • Kaliteli bir müzik eğitim sistemi
  • Nüfus çeşitliliği
  • Canlı bir müzik hayatı
  • Şeffaf rekabet
  • Destekleyici hükümet politikaları

1930’lu yıllarda Amerika’da yaşanan ekonomik kriz ve ırkçılık, birçok sanatçıyı güç durumda bıraktı. Bu durum Duke Ellington, Louis Armstrong ve Benny Goodman gibi cazcıların İngiltere’de sahne almasını sağladı. O tarihlerde Amerika’da caz, sadece Afro-Amerikalılar tarafından izleniyordu. Buna karşılık bu ekol İngiltere’de büyük heyecan yaratmış, ileride oluşacak büyük grupların altyapısını hazırlamıştır.

Louis Armstrong 1930'larda İngiltere'de sahne aldı.
Louis Armastrong, Caz Müziği’nin öncülerindendi

Amerika ve İngiltere’nin aynı dili konuşuyor olması ve müttefiklik ilişkileri, Amerika’da çıkan müzik akımlarının adada kolayca karşılık bulmasını sağladı. Bunun yanında İngiliz müzik şirketlerinin Amerika’ya göre daha küçük olması da onları daha atak yapmıştır. Bunun sonucunda İngilizler, elinde tuttuğu sanatçılara daha fazla odaklanarak motivasyonu yüksek tutabilmiştir.

İngiltere’nin nüfus yapısının çeşitli olması, müziği zenginleştiren önemli bir etkendir. Bu da müzisyenlerin ilham alabileceği ve yaratıcı müzik yapabileceği çok geniş bir alan yaratır. Bunun sonucunda böylesine zengin ve güçlü bir müzik tarihi oluşmuştur. The Beatles, Pink Floyd, David Bowie gibi büyük grup ve sanatçılar bu zengin tarihin sonucudur.

Müzikte “İngiliz İstilası”

1950-60 yılları arasında caz müziği rock’n roll’e evrildi. O yıllarda Rock’n Roll’un kalbi Amerika’da İngilizlerin hakim olduğunu görüyoruz. İngiliz rock gruplarının Rock’n Roll’u yeniden yorumlayarak Amerika’ya gitmesi, müzik tarihinde “İngiliz İstilası” olarak geçer. The Beatles, Rolling Stone, The Who gibi gruplar Amerika’dan etkilense de dünyada büyük grup müziğini popüler hale getirmiştir.

Yine aynı tarihlerde İngiltere’de “The Tornados” ve “The Shadows” gibi gruplar, cazla karışık pop ve rock tarzı enstrümental dans müziğini popüler hale getirdi. The Tornados’un şarkısı Telstar’ın, Amerikan listelerinde ilk defa 1 numaraya çıkması, İngiliz müzik camiasını çok heyecanlandırmış olmalı.

İngiltere’de Müziği Her Yerde Yaşarsınız.

İngiltere’de kağıt üzerinde saat 23:00’ten sonra müzik yasağı vardır. Bu böyle olsa da bir defalık alınan lisansla beraber gerekli şartlar sağlandığında 24 saat müzik dinleyebileceğiniz binlerce mekan vardır. Müzik konusunda destekleyici politikalar üreten, müzik hayatının böyle canlı ve zengin kalmasını sağlayan hükümetlerin olduğu bir ülkede de farklı bir şey beklenemezdi.

İngiliz hükümetleri, müzik endüstrisinin gelişmesi için müzik eğitimlerini fonlamaktan sektöre vergi avantajı yaratılmasına kadar destekleyici politikalar oluşturmaktadır. Bu durum adada sanatçıların sesini çok kolay duyurabildiği canlı bir müzik dünyasını kalıcı kılar.

İngiltere’nin güçlü bir müzik eğitiminin ve uluslararası müzik festivallerinin olması, her yıl İngiltere’ye binlerce müzikseverin akın etmesine neden olur. Müzik dalında kaliteli eğitim almak ya da kariyer yapmak isteyenler için çok fazla seçenek vardır. Bunlar İngiliz Müzik Endüstrisi’ni rakipsiz kılan ve İngiliz müziğini zenginleştiren unsurlardır.

Dijitalleşen Rekabet İngilizler İçin Avantaj

Geçmiş dönemde müzik endüstrisi belli markaların güdümü altındaydı. Ancak dijital dünyanın gelişmesi, bir çok grubun ve yorumcunun dijital platformlarda kendini göstermesine imkan tanıdı. Bu durum, yeni değerlerin keşfedilmesini kolaylaştırmıştır. Bunun yanında müzisyenler, sosyal medyayı kullanarak insanlarla doğrudan bağ kurup fan gruplarını oluşturabildiler.

Rekabetin bu şekilde şeffaflaşması, dinleyici açısından kaliteli müziğe ulaşmayı kolaylaştırdı. Ayrıca müzisyenler, ürettikleri müziği kitlelere daha kolay taşıyabildi.

Bütün bu olumlu gelişmelere rağmen sanatçıların bu kadar kalabalık arasından seslerini duyurabilmesi zorlaştı. Burada İngiliz demokrasisinin gücü, bu olumsuzlukları dengeleyen önemli etkenlerden biridir.

Bugün BBC , bağımsızlığı gereği reklam almayan ve devlet tarafından finanse edilen bir kurumdur. Tarafsızlığı ilke edinmiş bir yayın kuruluşunda grupların kendini gösterebilmesi, Amarika’ya göre daha kolay. Ayrıca yalnız BBC değil bir çok yerel devlet radyosunda müzisyenler ürettiklerini halka sunabilir. Bu, gelişimin temel gereği fırsat eşitliğini, dolayısıyla adil rekabeti sağlayan güçlü bir demokrasinin içselleştirilmesi sonucudur.

Avrupa’da başka ülkelerin devlet televizyonları arasında da reklam almayanlar vardır. Ancak İngiltere’de durum, Kıta Avrupası’ndan biraz farklıdır. İngiltere’de anayasal monarşi, BBC’yi parlementoya karşı sorumlu tutar. Buna karşılık Birleşik Krallık Hükümdarı’nın yönetim kurulunu ataması, BBC lehine olumlu bir fark yaratır. Bu durum, İngiliz Müzik Sektörü için gerçekten büyük bir şanstır.

Tarihin İngiliz’ler eliyle bize yaptığı bu sunum, böylesine bir çalma listesini dinleme fırsatını veriyor. Siz de yüzlerce parça ekleyerek listeyi daha da zenginleştirebilirsiniz.

Sonuç

Amerikalı’lar bir süper güç olarak egemenliğini sinema, müzik ve sporla yayarken, oluşturduğu rekabette listeye başka ülkeleri dahil etmez. Bu durum müzik dalında İngiliz’ler için istisna olmuştur. Amerikan Billboard listelerinde İngiliz grup ve müzisyenler haricinde liste başı olmada süreklilik gösteren başka bir millet olmamıştır. Bu durum, İngiliz müziğinin yerini dünyada daha da sağlamlaştırmıştır. Bunun aksini konuşsaydık bile İngiltere yine de bahsettiğimiz sebeplerden dolayı dünyanın müzik kutusu olurdu.

Belki bu saydıklarıma eklenecek başka sebepler vardır. Her şeye rağmen bu insanların biraraya gelip müzik yapması, müziği seven insanlar için bir şanstır. Bence bize bu şansı veren İngilizlere teşekkür edip işin keyfini çıkaralım ve müziğin tadına varalım. Müzik, İngilizlerle gerçekten çok güzel.

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.