Tarih

Batının Zenginliği: Sömürü ve Kölecilik

Batı, Afrika’ya Çok Şey Borçlu!

1500 ve 1750 arası Atlantik ve Hint Okyanusu çevresinde olanlar, dünyanın geri kalan bölgesini şekillendirdi.

Avrupalılar Amerika’yı keşfettiğinde kendilerinden daha az gelişmiş bir toplumla karşılaştı. İlerleyen zamanlarda tek taraflı, sadece kendilerine yarar sağlayan toplumsal ve ekonomik bir düzen kurdular.

Hint Okyanusu çevresinde ise bunun tam tersi bir durumla karşılaştılar. En az kendileri kadar, hatta daha da ileri, gelişmiş bir yapı ile karşılaştılar. Bu durum, Avrupalıların Avrasya üzerindeki etkisini sınırlı kıldı.

Kölecilik Nasıl Başladı?

Kolomb’un Amerika’dan döndükten sonra verdiği keşif raporları, kıtada nasıl bir düzen kurulması gerektiği konusında bir yol haritası çizdi. Avrupa’da kurulan düzen, inananlar ve inanmayanlar çelişkisi üzerine dayanıyordu. Tarihinde derin bir hoşgörüsüzlük, yayılma ve cezalandırma geleneği vardı. Yerli halkın ne düşündüğü önemli değildi ama eğer itaat etmezlerse köleleştirme meşru görüldü. Bu yeni bir reconquistaydı.

Tüm bunlar oradaki zenginliğin hangi şartlar altında olursa olsun Avrupa’ya taşınması içindir. Bunun için gerektiğinde en katı tedbiri aldığında sarsılmayacak kadar vahşi ruhlu haydutlara ihtiyaç vardı. İşte sömürünün sembol isimlerinden Hernando Cortes gibi haydutların önü böyle açılmıştır.

Ağır çalışma şartları ve hastalıklar nüfusu o kadar hızlı eritmiştir ki sahilde insan kalmayınca iç bölgelerden zorla insanlar getirilmiştir. Buna rağmen sömürü çok hızlı ölümlere neden olmuş ve insan yetmemiştir. Rakam vermek gerekirse, 1494’te Hispaniola adasında 4 milyon insan yaşarken bu rakam 15 yıl içinde 100 bine düşmüştür.

İspanyollar ilk başlarda kişisel sömürüyü devam ettirmek için toprakları paylaştırmış, direnen yerliler köle olarak satılmıştır. Kalanı encomiendalara dağıtılmış fakat sömürünün yoğun olması yerli halkı hemen öldürmüş, encomienda sistemi yürümemiştir. Plantasyonlarda çalışacak insan lazımdı ve üretimin sürekliliği tehlikedeydi.

Plantasyonlarda üretim köleler tarafından yapılırdı.
Şeker plantasyonunda çalışan köleler

Avrupalılar, Amerika’daki ekonomik sömürüye devam edebilmek için artık Afrika ile büyük bir köle ticareti yapmalıydı. Köle ticareti, Avrupa’daki her denizci ulusun, ateşli silah ve demir üreticilerinin, Hintli dokuma imalatçılarının, Afrikalı tüccarların, bankacıların, gemi ve plantasyon sahiplerinin yer aldığı global ölçekli ve karmaşık ama bir o kadar başarılı bir şebekeydi. İnsani olarak vahşi ve duygusuz ama ticari olarak çok karlıydı. Dünyada artık dokuma, gemicilik, madencilik gibi bir kölecilik sektörü vardı. Kölecilik, Batı Avrupa’nın refahını arttıran en dinamik sektördü. Sektör o kadar karlıydı ki 18.yy sonunda Afrika’dan 15 sterline alınan bir köle Amerika’da 50 sterline satılıyordu.

En büyük masraf kalemi ticaret için gerekli olan ürünlerin tedariğiydi. Köle ticareti, sahile kadar Afrikalı tüccarların elindeydi. Afrikalılar istediği kalitede malı alamazsa ticaret gerçekleşmezdi . Bu mallar arasında demir, ateşli silahlar, kumaş, kağıt ve Amerika’daki plantasyonlardan getirilen rom ve tütün vardı. Afrikalılar kesinlikle kalitesiz mal kabul etmiyordu. Bu yüzden dokuma ürünleri çok önemliydi ve bu ürünler Avrupa’dan daha kaliteli üretimin yapıldığı Hindistan’dan getiriliyordu. Afrikalıların küçük şeyler karşılığında ticaret yaptığı bir yalandır.

Elmina Köle Hapishanesin Gana sahilinde Portekizliler tarafından yapılmıştır.
Elmina Köle Hapishanesi, Gana

İkinci büyük masraf ise kölelerin Amerika’ya nakliydi. İsyan tehlikesi, kölelerin Afrika’dan ayrıldıklarını yolculuğun başlarında anlamasıyla başlardı. Bu yüzden mürettebat sayısının olması gerekenden 2 kat fazla olması masrafları çok arttırıyordu.

Tüccarların kar etme tutkusu, yolculuğun çok kötü şartlar altında geçmesine neden oluyordu. Kölelerin her birinin başı diğerinin ayağına gelecek şekilde yerleştiriliyordu. Avrupa’dan götürülen beyaz mahkumların gemilerine nazaran 4 katı daha kalabalık başlayan yolculukta yolculuk şartlarından dolayı kölelerin 1/3 yolda ölüyordu. İstenen karı elde edebilmek için belli sayıda kölenin Amerika’ya sağ ulaşması gerekiyordu.

Kölelerin gemilere balık istifi gibi diziliyordu
Kölelerin gemilere yerleşim planı

Avrupa’da en dipteki insanlar dahi (sahtekarlar, vasıfsızlar ve hükümlüler) çok ağır şartlarda çalışmalarına rağmen beyaz olmaları onlara bir ayrımcılık getiriyor, çalışma şartları yerli halka ve köleye göre sınırlandırılıyordu. Beyaz derili olmaları, çalıştırılmalarına bir sınır getiriyordu. Buna rağmen onlar dahi plantasyonlarda çalışmak istemiyordu.

Zenciyle en diptaki beyaz insan ayrımı, bu insanların Amerika’ya intikalinde de görülür. Afrikalıların gemileri beyazlara oranla 4 kat daha kalabalıktır. Sıhhi ve diğer güvenlik şartları son derece kötüdür. Gemiler yeterli rüzgar alamadığı ya da gıda ve su sıkıntısı çekildiği zamanlarda Afrikalıların gemilerinden bir miktar kargo boşaltılabilirdi. Ne kadar zor şartlarda taşınsalarda beyazların durumu Afrikalılar kadar zor olamazdı. Amerikaya geldikten sonra sözleşmesi sona eren beyazlar gerektiğinde toprak talep edebiliyordu. Bu yüzden zamanla bu insanlar denetmen olarak çalışmaya başlamış ve plantasyonlardaki zencilerin başına getirilmiştir. Ne de olsa siyah insanın bir talebi olamaz ve beyaz insanla uğraşmak zordur. Bu da Avrupalıların siyah insana karşı ne kadar acımasız olabileceğini gösterir.

Dini açıdan köleliği Hıristiyanlık hep onaylamıştır. Siyah derili insanın Nuhun lanetli oğlu Ham’dan geldiğine inanır.

1520-1820 arasında Amerika’ya getirilen köle sayısı, göç eden Avrupalılardan 3 kat fazlaydı. 300 yıl içinde Avrupa’dan göç eden 2,4 milyon insana karşı Afrika’dan 8,4 milyon köle Amerika’ya getirilmişti. 1820 de Amerika nüfusunun yarısı siyah yarısı da beyazdı. Bu, plantasyonlarda ne kadar insan öldüğünün göstergesidir.

Hint Okyanusu Çevresi Sömürgecilik Portekizlilerle Başladı.

Doğu, Avrupa’da anlatılan masal ülkeleri gibiydi. O zamanlarda Doğu ve Avrupa arasında doğunun lehine tek taraflı bir ticaret vardı. Avrupa’ya gelen kaliteli doğu ürünleri oraya karşı hep bir merak yaratmış, Hindistan bölgesi ile şiddetli bir ticaret yapma hevesi olmuştur. Hint Okyanus çevresi sömürüsünün ruhu Atlantik çevresinden farklıdır.

Doğuya seferler Portekizle başlamıştır. Bu bölgede ticaret, 1000 yıllık bir geleneğe sahipti ve ticaret gemileri silah taşımıyordu. O dönemde korsanlardan korunmak için ticaret gemileri beraber geziyordu. Pazar o kadar büyüktü ki herkes gibi Portekizliler de kazanabilirdi ama yine Avrupalının eğilimi olan şiddete ve daha sonra Avrupa’da genel bir uygulama haline gelecek olan, yurtdışında tekel gibi davranacak şirket kurmayı benimsediler. Her ülkenin kurduğu şirketlerin ortak amaçları arasında bölgede faaliyet gösteren rakip güçleri kovmak vardı.

Portekiz, uyguladığı şiddetle Hint Deniz Ticaret Yolunu tekelleştirmiştir. İlk seferinden 9 yıl sonra bölgede hiçbir güç, Portekiz’den izin almadan ticaret yapamaz duruma gelmiştir.

Çin, Japonya gibi ülkeler Batı’nın ticaret yapma anlayışını beğenmiyordu. Avrupanın ticaret yapacak yeterli miktarda kaliteli ürünü yoktu. O bölgede yaklaşık 1000 yıldır devam eden kozmopolit bir yapı oluşmuştu. O dönemde Avrasya, Avrupa’nın görmediği teknolojiyi kullanıyor ve bunun sonucunda kendi ülkelerinde ürettiklerinden daha kaliteli ürün üretebiliyordu. Aynı hassasiyeti ödeme anında Avrupalılardan bekliyor fakat verdiği mallara karşılık aynı kalitede ürün alamıyordu. Bu yüzden ödemelerde nakit para olmazsa ticaret yapılmıyordu ve ödemeler gümüş olarak isteniyordu.

İşte Amerika’da bulunan zengin madenlerden çıkarılan gümüşün Avrupaya transferi, Avrupa ülkelerini muazzam nakit bolluğuna kavuşturmuştur. Avrupa, bu sayede Doğu Hint Ticareti’ne dahil olabilmiştir. Coğrafi Keşiflerin Dünya kaderi üzerinde rolü büyüktür.

Hollanda ve Hint Okyanusu

Portekiz’e ilk rakip Hollanda olmuştur. O dönem Hollanda, İspanya ile savaştaydı ve Portekiz, İspanya’nın egemenliğindeydi. Hollanda, doğu ticaretinden pay kapmak ve tüccarlar arası kavgaları önlemek için Hollanda Doğu Hindistan Kumpanyasını (VOC) kurmuştur.

Hollandalılar, Japonlar ile ticaret yapmayı çok istiyordu. Japonlar, Portekizlilerle yaptıkları ticarette Hollandalıları bir denge unsuru olarak gördü. Hollandalılar her türlü aşağılanmaya katlanarak Japonlarla ticaret yapmaya başladı. Portekizliler kovulduktan sonra Nagazaki körfezinde, sahilin hemen önündeki 82 adıma 236 adım boyutlarındaki Deşima adasına çekildiler. Hollandalılar çok kötü şartlar altına burada 200 yıl kalmıştır.

Hollanda Doğu Hindistan Kumpanyası, Deşima adasındakileri direnmeleri için çok telkin etmiştir. Doğudan ürün getirip Avrupa’da satmak yerine o bölge ticaretinin bir parçası olmak çok karlıydı. Hollanda, ticaret yollarını tekelleştirmek yerine üretim alanlarını sömürecek bir strateji izlemiştir. Bunun sebebi, kaliteli ürün isteyen ülkelere istediklerini temin ederek nakit döngüsünü sağlamaktı. Hollanda, Atlantik ötesi sömürüde çok başarı sağlayamamıştır. Bu yüzden değerli maden biriktirmede İspanya ve Portekiz kadar başarılı olamamıştır. Bu strateji, VOC’un Çin, Japonya, Endonezya ve Hindistan arasında sağlam bir ticari yapı oluşturmasını sağlamıştır.

Büyük Britanya ve Hint Okyanusu

İngilizler o dönemde nispeten hala fakirdi. Kaliteli Çin kumaşına alışık Japonlar İngilizlerin kalitesiz tekstilini kabul etmiyordu. 1600 yılında kurulan İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası başlarda Portekiz ve Hollanda ile baş edemedi.

İlk fırsat, Osmanlıların 16. yy sonunda İngilizlere, Yunan adaları ve Halep’te ticaret yapma izni vermesiyle doğdu. Bu hat, İngilizlerin doğu ticaretine açılan kapısı oldu. O dönemde Japonlarla ticaret yapmaktan vazgeçen Britanya, İran’la ittifak kurarak Hürmüz’ü Portekiz’den almıştır. Zamanla hakimiyet alanını genişleterek bölgedeki en büyük Avrupalı güç olmuştur.

18. yüzyıla gelindiğinde İngilizlerin Hindistan’daki egemenliği artık rakipsizdi. Britanya, Hindistan’ın zengin üretimini kendi ülkesine taşımış, kendi ülkelerindeki kalitesiz ürünleri zorla istediği fiyatlara Hint halkına satmıştır. Bu duruma itiraz eden halkın isyanları bir işe yaramamış, her yenilginin sonucunda İngilizler yeni imtiyazlar elde ederek kendileri zenginleşmiş ama Hindistan daha da fakirleşmiştir.

İngilizlerin hedefi, Hintlilerle İngilizler arasında köprü görevi görecek, düşüncelerini ve duygularını anlatmada tercüman olacak bir kesim yaratmaktı. Dışı Hintli, içi İngiliz olan sosyal bir kesim yaratarak sömürünün duygusal kabulünü istediler. Büyük Britanya’nın sömürgeleştirmedeki bu stratejisi, İngilizcenin evrensel bir dil olmasında çok etkili olmuştur.

Sömürgeci, insanın rızasını almaya çalışır. Neticede bir direnişle karşılaşmak istemez. En az zayiatla bunu atlatmak ister. Duygulara hitap edebilmek için misyonerler inançlarını aktarırlar. Her şey duygusal kabul olursa kolaylaşır. Duyguların aktarılabilmesi için önce dilin kabul ettirilmesi gerekir.

İngilizler, kendilerine hizmet edecek Hintli bir güvenlik teşkilatı oluşturmuştur.
İngilizlerin eğittiği Hintli askerler

İngilizler bunu başarmış ve dünyanın en büyük sömürge imparatorluğunu kurmuştur.

Sömürge Toplumlarının Travması

Sömürgecilik dünyayı ikiye bölmüştür. Bu dünyayı yaratanlar için farklı iki tür vardır ve bilinçaltına yerleşmiştir.

Baskıcı olan egemen güç, baskı araçlarını kullanarak tüm karşı örgütlenme yollarını kapatır. İnsanlar örgütlü tepki gösteremeyince sosyal ilişkileri vasıtasıyla zamanla bireysel tepkilerini geliştirir. Bireysel tepkilerin gelişmesi gelecekte o toplumun politik yapısını belirler ve genelde şiddet eğilimi ağır basar.

Sömürgecilik geçmişte kalan bir şey olarak görülse de etkileri sonraki kuşaklara da yansır. Bunun nedeni toplumun canlı bir organizma olarak hayatını sürekli devam ettirmesidir. Sömürülen toplum, gelecekte sağlıklı bir yapı kuramayabilir. Egemen gücün oluşturduğu kurumlar başta insanların isyanına sebep olsa da iktidara gelen açısından egemenliğini devam ettirecek araçlara dönüşür. Söylemlerde evrensel değerlerden söz edilse de (demokrasi, barış, refah artışı vb.) iktidara gelen kesim mevcut durumu kendi lehine kullanmaya devam eder.

Yüzyıllarca bu kurumlar üzerinden beslenen bürokrasiyi bir anda yok etmek mümkün değildir. Her iktidar heveslisi, halkın özlemlerini amacına ulaşmak için sömürür ama iktidara gelince halkı öncekilerin sömürdüğü gibi sömürmeye devam eder.

Burada sadece ülke bürokrasisinden ziyade iktidar sahiplerinin diğer ülke yönetimleriyle kurdukları özel ilişkilerde önemlidir. Onlarda, demokrasiyle yönetilecek bir ülkeye nazaran daha kolay anlaşabileceği bir yönetimi tercih ederler.

Sonuç

Coğrafi keşifler dünya tarihini derinden etkilemiştir. Avrupa’ya zenginlik getirirken geri kalan dünyayı fakirleştirmiştir. 1300 yıllık ipek yolu önemini kaybetmiş, dünyadaki siyasi dengeler değişmiştir.

Batı’nın şiddet eğilimi, Hıristiyanlık’ın bir yorumundan ve kendini Roma’nın devamı olarak görmesinden ileri gelir. Başka dinlerde ve inançlarda da kölelik vardır fakat orada savaş ganimeti olarak insanın köle olarak kullanılması, sahip oldukları ekonomik düzenin gereğidir. Başka ulusların zenginliğini daha çok sömürmek için hür bir insanı ticari olarak köleleştirmek bizim anlayacağımız bir şey değildir. Sömürüyü dine bağlamak ve haklı sebepler bulmak Batı’nın dünyaya sunduğu bir argümandır.

Kaynakça:

Clive Ponting…………Dünya Tarihi

Jules Verne…………….Yeryüzü Tarihi

Daron Acemoğlu…….Ulusların Düşüşü

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 30 yılı aşkın süre satış ve pazarlama sektöründe bulundu. Profesyonel bir yöneticinin piyasaya yönetici yetiştirebilmesi için önce kendisini sürekli geliştirmesi gerektiğine inanıyor. Bu anlamda ömür boyu öğrenmeyi temel şart olarak kabul ediyor. Yazmaya ilgi duyması, kendisinde kişisel blog açma fikrini geliştirmiş. Edebiyat, felsefe, kozmos, popüler bilim ve tarihe ilgi duyuyor. Öğrenmeyi ve yazmayı seviyor.

%d blogcu bunu beğendi: