Mastodon

Monolog

Kişisel görüşler, düşünceler ve deneyimler. Her şeyin dönüştüğü bir çağda söyleyecek bir şeyimiz olmalı.

Yaşam

Zihin Karmaşası: Söyleyecek Bir Şeyim Var.

Monolog’da uzun zamandır belli başlıklar altında blog yazıları yazıyorum. Ancak sizlere sesle ulaşabileceğim bir podcast oluşturma fikrini bugün ilk bölümle gerçekleştirmiş oluyorum. Bu anlamda zihin karmaşası, Monolog’da yazdığım yazıları sohbet ortamında paylaşabileceğim bir podcast olacak.

Bugün belli bir konu üzerinde konuşmayacağız. Daha çok zihin karmaşasının içeriği nelerden oluşacak, misyonu ne olacak ondan bahsedeceğiz. Bu bizi yaşadığımız karmaşanın da kaynağına götürecek.

Zihin karmaşası nedir?

Aklımızın ne kadar karışık olduğunun çok farkında olmayabiliriz. Üstelik teknolojinin patladığı bir çağda, öngöremediğimiz bir dünyada basit bir hayat yaşadığımızı düşünürüz ama gerçekte öyle mi? Mesela susmayan zihnimiz öyle olmadığını söylüyor.

Çok basit arzularımız ve isteklerimiz olduğuna inanıyoruz. Peki basitse, neden istediğimiz şeyleri kolaylıkla elde edemiyoruz? Bunun sebebi herhalde hepimizin aynı şeyleri istiyor olması. Üstelik bu istekler kişiye özel farklılıklar da göstermiyor. Hepimiz, bir diğerinin sahip olduğundan daha fazlasını istiyoruz. Daha iyi bir hayat, Daha fazla tatil, daha iyi kariyer fırsatları ve sonuçta daha çok para..

İnsan sayısı çok ama hayaller geniş olsa da fırsatlar sınırlı. İnsan sayısını azaltamayacağımıza göre fırsat sayısını çoğaltmamız lazım. Bu bakış açısıyla yola çıktığımızda, düşünme faaliyetleri artıyor ve zihin karmaşası başlıyor. Hatta bir adım ötesinde, zihnimizin çapı genişledikçe hayatımızı anlamlı kılacak başka şeylerin de olduğunu görüyoruz.

Peki sadece bunlar mı zihnimizi karıştıran şeyler? Mesela gün içinde farkında olmadığımız daha basit birçok konuşmayı kendi içimizde yaparız. Örneğin evden çıktığımızda ocağı açık unutup unutmadığımızı kendimize sorabiliriz. Bundan ayrı olarak şu soruları da sorduğumuz çok olur. Mesela göndermem gereken maili yolladım mı? Acaba şu an beni düşünüyor mu? Acaba bu ay okul taksidini ödedikten sonra ay sonuna kadar dayanabilir miyim? Buna benzer bir çok konuyu kendi içinde bir monologla ele alabiliriz.

Bunun yanında yolda yürürken, otobüste ya da araba sürerken kontrolümüz dışında birçok şey de bizi etkilemeye devam eder. Birinin dinlediği müzik, yakınımızda iki kişinin arasındaki konuşma ya da bir koku, bizde çok farklı düşünceler uyandırabilir. Hatta bizi yıllar öncesine götürebilir.

Buna ek olarak, yaşadığımız teknoloji çağının yetişmek zorunda olduğumuz hızı da var. Özellikle kendini bir anda teknoloji patlamasının içinde bulan orta yaş ve üzerindeki insanları düşünün. Her şeyin dönüştüğü bir çağda zihnimiz 7/24 çalışmak zorunda. Sürekli öğrenmek zorunda olduğumuz bir dönemdeyiz.

Yeni olanın ömrünün neredeyse 2 ay olduğu bir dönemde uzman olmak da bir şey ifade etmiyor. Her şeyin sıfırlandığı, yeniden doğduğumuz bir zamanda yaşıyor gibiyiz.

Karmaşık bir hayatımız var

Bunun gibi binlerce düşünce gün içinde zihnimizde şimşek hızıyla çakar. Beynimizdeki nöronlar arasında hiç boşluk olmaz. Buna bir de bahsettiğimiz gelecek kaygıları eklenince, görünür olan düşüncelerin yerini hemen başkası alır. Algımıza giren ama dikkatimizi o an çekmeyen şeyleri de akşam bir bakmışız ki rüyalarımızda görmüşüz.

Bu anlamda hala basit bir hayat yaşadığımızı söyleyebilir miyiz? Aksine, bir karmaşanın içinde sürükleniriz. Bunu da zihnimizin sürekli konuşmasından anlayabiliriz. Bunun sonucunda da söylemek istediğimiz ama sesimizi duyuramadığımız anları çok yaşarız. Kendimizi ifade edemediğimizde de yaşadığımız karmaşa daha da artar.

Oysa böyle bir karmaşada hepimizin söyleyeceği ortak bir şey mutlaka vardır. Hepimiz, ayrı hayatlar yaşıyor olsak da hedeflerimiz birbirine benzer. Aynı toplum içinde yan yana yaşarız. Bunun sonucu olarak da onu şekillendirecek, hayatı bizim için daha yaşanabilir kılacak fikirlerimiz vardır. Hepimizi rahatsız eden sorunları ve beklentilerimizi konuşmak, çözüme katkı sunmak, arzu ettiğimiz hayata ulaşacak fırsatları çoğaltabilir.

Her mükemmel düşüncenin revizyona ihtiyacı vardır

Bu anlattıklarımızdan sürekli düşündüğümüz anlamı çıkıyor. Ne var ki düşünceler kelimelerden oluşmaz. Bizler onu kelimelerle betimlemeye çalışırız. Zor bir iştir. Düşünmenin zor olması ve insanların çok düşünmemesi bundan ileri geliyor olabilir.

Ancak bunu başarsak da karşımıza başka bir zorluk çıkıyor. Bu da bir şeyi düşünürken objektif olmakta yaşadığımız sıkıntı. Hepimizin düştüğü hatalardan biridir bu. Düşüncelerimizin doğru olduğunu zannederiz. Hatta başkalarının neden farklı davrandığını düşünmek gibi tuhaf bir tavrımız da vardır. Oysa en mükemmel düşünce bile biraz yarımdır. Bu sebeple, bizim için ne kadar mükemmel olsa da fikrimizin farklı bakış açılarıyla desteklenmesi gerekir.

Aklımızdaki düşünceyi, ne kadar dil uzmanı olsak da tam olarak tarif edemeyiz. Biraz da karşımızdakinin anlayışına bırakırız. Bu sebeple bir fikrimizi başka biriyle konuştuğumuzda, aklımızda yarım kalan düşünceyi, onun bakış açısını da dahil ederek tamamlarız. Zihin karmaşasında bunu yapmaya çalışacağız.

Konuşarak ve dinleyerek bu karmaşayı belki yok edemeyiz ama bu kaosun içinden kendimize yeni yollar bulabiliriz. Konuşarak ve dinleyerek bu karmaşanın içinde aslında bizi iyiye götürecek çok farklı bakış açıları olduğunu görebiliriz. Belki de bu kaosu yaşamamıza sebep olan şey, hayatı kabul etme biçimimizdir. Belki kabul biçimimizi değiştirdiğimizde bizim için daha yaşanabilir bir hayat olduğunu keşfederiz.

Nelerin bizi karmaşaya sürüklediğini bilmek, çözümün yarısıdır

Konuştukça ve sonuçlar çıkardıkça yeni fikirler hafızamıza yazılır. 100 milyar nöronun yarattığı trilyonlarca bağlantıdan oluşan çok büyük bir hafızamız var. Bu oluşan fikirleri belki o an hatırlamayız çünkü karmaşa o kadar büyük ki, 3 saniye önce aklımıza gelen bir şeyi unutabiliriz. Ancak fikir bir kere oluştumu artık silinmez. Hafızamızın derinlerine inse de bir gün onu hatırlatan bir nesneyle yeniden zihnimizde canlanır.

Peki zihin karmaşasında ne konuşacağız? Aslında zihnimizi yoran şeylerin bir tasnifini yapsak bizi mutsuz eden şeyler nelerdir? Hayatımıza kalite katmaya engel olan ne var? Nelerden bahsetmeliyiz?

Bu konuya şu soruları sorarak başlayabiliriz.

Dünyanın yakıcı sorunlarından etkilenmeden mi yaşadığınızı düşünüyorsunuz?

Mesela cinsiyet ayrımcılığının hayatınızın kalitesini etkilemediğini söyleyebilir misiniz?

Ya da teknoloji hakkında fikri olmayan birisini, yıllarını verdiği mesleğinde hala uzman olarak kabul eder misiniz? Mesela yapay zekayı hiç takip etmeyen bir psikolog, işinde ne kadar iyi olabilir?

İklim krizinde bireysel olarak bir katkınızın olmadığına inanıyor musunuz? Eğer evetse, doğayı kirleten büyük sanayi kuruluşlarının, sizin arzularınızın tatmini için üretim yaptığını biliyor musunuz?

Bu sorulara verdiğimiz cevaplardan, bugün yaşadığımız dünyada, demokrasinin hepimiz için ne kadar elzem olduğu, eskiye göre daha belirgin değil mi?

Bu soruları çoğaltabiliriz. Bu sorulardan da hangi konuları konuşmamız gerektiği ortaya çıkıyor. Yaşadığımız zihin karmaşasını nelerin yarattığını bilmek, bu karmaşayı asgariye indirecek çözümleri de bulmamızı sağlar.

Bu anlamda bana göre konuşmamız gereken 8 başlık var. İlk olarak toplumsal bir varlık olmamızdan dolayı yaşamla başlayabiliriz.

Yaşam: Kontrollü zihin, anlamlı hayat

Öncelikle bir toplum içinde yaşamamız, bize özgürce konuşma hakkı verir çünkü yaşadığımız toplumda bizi rahatsız eden birçok şey var. Bu rahatsızlıklar bizi arzu ettiğimiz anlamlı bir hayattan uzaklaştırıyor. Oysa hepimizin bunları düzeltmek için önerileri de var. Ortak bir yaşamı paylaştığımız için de yaşamı konuşmamız gerektiğini düşünüyorum. Ama bu trendler ya da hayatı daha güzel yaşamak için 10 kural şeklinde olmayacak. Ama hayatı sadece bizim için değil, çevremiz için de nasıl güzelleştirebileceğimizi konuşabiliriz.

Yaşamdan devam edersek; örneğin sizden bir gününüzü anlatmanızı isteseler nelerden bahsedersiniz? Anlatacağınız çok bir şey olmadığını düşünebilirsiniz. Günlük işler olarak tanımlar ve aklınıza daha fazlası da gelmeyebilir. Oysa günlük işlerin nelerden oluştuğuna bakarsanız aileniz, işiniz, varsa hobileriniz, sosyal çevreniz yani yaşamınızı anlamlı kılan ne varsa onlar olduğunu görürsünüz. Böyle olsa da güncel hayatınızı anlatırken ondan değersiz bir şeymiş gibi bahsedebilirsiniz.

Böyle hissetmemiz normal çünkü rutin bir hayatımız var. Bütün ömrümüzü düşündüğümüzde 3-5 hareket dışında yaptığımız çok bir şey yoktur. Oysa bahsettiğimiz gibi aile, iş ve sosyal çevremiz, bize hayatın değerini anlayacak çok veri sunar ama aynı yere bakmaktan yanımızdan geçen fırsatları görmeyiz.

Yaşamımızı rutinden kurtarıp ona bir kalite katmak için bazı faaliyetlerde bulunabiliriz. Mesela bir hobi edinir ya da sosyal çevremizi genişletebiliriz ama yine de o istediğimiz hayatı hissedemeyebiliriz. Konuştuğumuz konular genelde ya para ya da kariyerdir. Oysa insanlar, kendilerinde olmayan bir şeyi sizde görürlerse size yakın olmak isterler.

Çevrenize sunduğunuz katkı kadar farklısınız.

Kendinize lütfen şunu sorun; farklı kalmak için ne yapıyorum?

Farklı olmak, trendi takip etmek ya da sosyal medyada sürekli paylaşım yapmak olmamalı. Bahsetmek istediğim, olana tepki vermek ve onu takip etmekten ziyade, size özgü olanla var olanı nasıl değiştirdiğiniz.

Bu soruyu şöyle de sorabiliriz. Trendi takip ederek mi güncel kalıyorsunuz, yoksa dönüşen dünyada yetenek kazanarak mı? Bunu doğru cevaplamak için sizi hangisinin daha değerli yaptığına bakın.

Hayatı çevremizde buluruz. Yeni fikirler, yeni insanlar, enerji ve canlılık bize çevremizden gelir. Kısacası çevremiz kadar varız. Onun kadar değerliyiz.

Ancak çevremiz de bizden etkilenir. Biz değişirken çevremizi de değiştiririz. Demek istediğim, çevremin kalitesi, benim ona sunduğum katkı kadardır. Mesela kaç yabancı dil biliyorum? Yılda kaç kitap okuyorum? Teknolojiyi takip edebiliyor muyum? Mesela yapay zekanın hayatıma etkisini ölçebiliyor muyum? Hepsinden önemlisi, teknolojinin her şeyi değiştirdiği bir çağda öğrenmeyi içselleştirebiliyor muyum? Tüm bunlardan kendime nasıl bir vizyon çıkarıyorum?

Bunları yapabiliyorsak muhtemelen çevremizde bir fark yaratırız çünkü böyle davranan genelde azdır. Ancak etkilediğimiz insan sayısı arttıkça çevremizin de niteliği artar. Karşılıklı etkileşim belki de bizi umduğumuzdan daha iyi bir hayata taşır.

Bu anlamda hayatı güzel yaşamak zordur. Çok imkanınız olsa da çevreniz size anlamsız geliyorsa hayattan istediğiniz değeri çıkaramazsınız. Bunu çok paranız olması anlamında söylemiyorum. Paranız olmadan da hayatı mutlu bitirebilirsiniz. Yaşam konusuna bu perspektiften bakacağız.

Cinsiyetçilik

Hedeflediğimiz hayatta bize engel olmasını istemediğimiz şeylerden biri de cinsiyetçilik. Aile ve toplumda barış yoksa zaten kaliteli bir hayatımız da olmaz. Bu sebeple zihin karmaşasında konu başlıklarımızdan birisi cinsiyet olacak.

Bugün dünyanın yarısını kadınlar oluşturuyor ama yaşanan cinsiyet ayrımcılığı, toplumsal hayata kadınların aynı oranda katılımını engelliyor.

Teknoloji hızlı gelişiyor. Bunun sonucunda kadınlar da ekonomik ve sosyal hayatta artık daha fazla yer alıyorlar. Mesela bazı sektörler de kadın hakimiyeti oluşmuş durumda. Bankacılık, öğretmenlik ve estetik sektörü gibi birçok sektörde kadın istihdamı erkeklerden fazla. Hatta erkek egemen olan STEM yani hayatın temel bilimleri olan fen, teknoloji, mühendislik ve matematik alanlarında kadınların payı %20’lere gelmiş durumda.

Yalnız burada kültürel inançlardan dolayı dünyada bölgesel farklılıklar olabiliyor. Öyle olsa da dünya bu değişim rüzgarını arkasına almış durumda. Kimisi daha erken haklarını kazansa da en sonunda bu yenilenme, dünyanın her yerine yayılır.

Konuya sadece ekonomik değil sosyal açıdan da baktığımızda toplumsal barışın korunması adına kadınların sosyal hayata daha çok katılması gerekiyor. Üstelik bu böyle olursa biz erkekler de cinsiyet ayrımcılığından dolayı üzerimizde bulunan fazla yüklerden kurtulmuş oluruz. Bu anlamda kadının çalışması ve daha sosyal olması, erkek için büyük bir konfor.

Bütün bunların olması, cinsiyet ayrımcılığı konusunda farkındalığın daha çok artmasına bağlı. Kadınların spordan teknolojiye kadar birçok alanda bu farkındalığı yarattığını görüyoruz. Mesela kadınlar, futbol ve voleybol branşlarında tüm dünyanın dikkatini cinsiyet ayrımcılığına çekmeyi başardı. Böylelikle yıllarca çalışıp elde edemediklerini 10 yıl gibi kısa bir sürede kazandılar.

Burada konulardan bahsederken sadece ülkemizi değil, dünya genelini konuşuyorum. Neticede küresel bir uyanış, yaşadığımız çağda dünyanın en ücra noktasını da anında etkiliyor.

Aslında cinsiyetçiliğin yavaş yavaş sonlandığını söyleyebiliriz çünkü hem erkek hem de kadınların zihninde bu sorun çözüldü. Bu süreçte ortak bilinç oluşmuş durumda fakat yüzyıllardır süren bir sorunun bugünden yarına düzelmeyeceğini anlamamız lazım. Belki de bizden sonraki ilk kuşak böyle bir sorunu hiç yaşamayacaktır.

Cinsiyetçiliğin çözülmesi iş hayatını da dönüştürüyor çünkü kadın tüketici profili, yeni sektörlerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Eskiden evde oturan kadın ile bugün kazandığını tüketen kadın arasında beklentilerde çok büyük farklar var. Bu sebeple zihin karmaşasının bir diğer başlığı iş hayatı olacak.

İş hayatı

İşimiz, hayatımızda kapsadığı alan bakımından çok önemli bir yer tutuyor. Neredeyse 2/3 ünü kapsıyor diyebiliriz. Üstelik toplumda bize değer katan, insanların bizi kabul etmesini sağlayan statümüzü iş hayatımızda ediniyoruz. Bu alanda kazandığımız yetenekler, özellikle çoğumuzun çalışma hayatından sonrasını düşünmediği için, bize ömür boyu çalışma fırsatı veriyor. Değişen dünyada bu anlamda en hızlı dönüşen de iş hayatı oluyor.

Bugün iş hayatı ile ilgili konuşmak istersek bunu teknolojiden bağımsız yapamayız.

Bilgide bir devrim yaşanırken, eski yöntemler artık geçerliliğini yitiriyor. Bilginin güç, verinin de para olduğu bir dönemde iş yapma metotlarının eski kodlarla yürümesi imkansız. Üstelik teknoloji kendini hızla yenilerken, firmalar buna ancak öğrenmeyi kurumsallaştırarak uyum sağlayabilir. Çalışanların ve firmaların bu anlamda yetenek geliştirmekten başka şansları yok gibi görünüyor. Mesela yönetimler veri okur yazarlığı, web geliştirme, büyük veri ve yapay zeka gibi konularda yeni yetenekler kazanmak zorunda.  

İş hayatını etkileyen çok önemli 3 olay var. Birincisi, yapay zekanın hayatımıza her anlamıyla girmesi. İkincisi, Z kuşağı dediğimiz teknoloji kurtlarının çalışma hayatına girmesi, üçüncüsü de bahsettiğimiz gibi kadın bakış açısının iş hayatını artık şekillendirmesi.

Yapay zekayla bilginin üretimi geometrik olarak artıyor. Bunun sonucunda ortaya çıkan verinin işlenmesi ve takibi, artık insan zekasını aşmış durumda. Bu sebeple bilginin organizasyonunu artık yapay zekaya devrediyoruz.

 Z kuşağı ise, mobil devrim gerçekleşirken hayata başlayan kuşak. Teknoloji, bu çağın içine doğan çocukların bir parçası. Ondan önceki dönem hakkında hiçbir fikirleri yok ve kendi öncelikleri var.

Bu anlamda patron çalışan arasında, kuşak farkından kaynaklı bakış açılarında çatışmalar yaşanabiliyor. İş ilişkileri yeni bir anlam kazanıyor. Mesela uzaktan çalışma gibi yeni metodlarla tanışıyoruz.

Ayrıca sanal dünyada yeni iş fırsatları ve yetenekler ortaya çıkıyor. Böylelikle yeni iş yapma modelleriyle karşılaşıyoruz. Mesela sektörler, iş ortaklıklarıyla veri paylaşımı yapabiliyor. Bu sayede firmalar daha büyük kitlelere ulaşabiliyor.

İş hayatı, aslında dönüşümün sancısını yaşıyor. 1990’larda dünyanın en büyük şirketleri olan petrol şirketlerinin yerini bugün teknoloji şirketleri aldı. Çok genç yeni milyarderler bu durumlarına çok kısa sürede geldi. Para artık nakit değil rakamdan ibaret oldu. 

İnternetten alışveriş arttıkça, ödemeler dijitalleşiyor ve nakitsiz bir topluma gidiyoruz. Birbiriyle konuşan milyarlarca makine, kendi eko sistemini yaratıyor. Biz tamamen iş konuşsak da bunu teknoloji olmadan yapamıyoruz. Bu da yeni bir iş ve sosyal kültür yaratıyor.

Böylece 4. başlığımız olan kültüre geliyoruz.

Kültür


Kültürü anlatmak istersek yaşadığımız toplumu anlatırız.

Herkes gibi bizde doğduğumuz yerin yaşam biçimi, düşünce yapısı ve geleneklerini taşırız. Sonrasında geçmişin bize aktardığını yaşadıklarımızla harmanlayıp geleceğe aktarırız.

Mesela biz Anadolu’da yaşıyoruz. Bizden önce de birçok medeniyetin bu coğrafyada yaşamış olduğunu biliriz. Bu topraklarda Sümerler, Hititler, Lidya gibi devletler var olmuştur. Örneğin felsefenin beşiği İyonya bu topraklara aittir. Dünyanın en önemli medeniyeti Mezopotamya, burada doğmuştur. Ayrıca tarihin en büyük imparatorluğu Roma’nın bıraktığı mirasın üzerinde yaşıyoruz.

Ancak bizim kültürümüzde Mısır, Çin ve Hint medeniyetlerinin de etkisi vardır. Bu bağlamda kültürümüzü tanımak, kültürlü olmak, geçmişi anlamaktan geçer.

Kendimizi tanımlamak istersek, birçok uygarlığın bugünlere kadar gelen düşüncelerinin ve geleneklerinin sonucuyuz diyebiliriz. Bu sebeple hayat biçimimiz ve düşünce yapımız bizden öncekilerin izini taşır. Sonuç olarak yaşadığımız kültür, bizim kimliğimizdir.

Eğer kendimizi kültürlü kabul ediyorsak, sahip olduğumuz değerlerin oluşmasında başka kültürlerin olduğunu da kabul ediyor ve onu anlıyoruz demektir. Kadim zamanlardan gelen düşünceler ve duygular kendini müzikle, yazıyla ve resimle bugüne taşır. Bizde bunları dinleyerek, okuyarak ve görerek anlamaya çalışırız.

Bugün dinlediğimiz müzikte, okuduğumuz kitapta ya da izlediğimiz temsilde geçmiş kültürlerden biriyle konuşuruz. Bu faaliyetlerimizin sonucunda farklı bir bakış açısı kazanıp başka bir yolculuğa çıkarız. Böylece herkesin bakıp göremediğini yakalama başarısını gösterebiliriz.

Hem bireysel hem de toplumsal, yeni fikir ve düşünce geliştirebilirsek ilerleyebiliriz. Düşüncelerin gelişmesi de kültürel faaliyetlerle gerçekleşir. Nitelikli bir zenginlik yaşamak istiyorsak bunun kültürle paralel geliştiğini bilmemiz lazım.

Bu durum bizi bayağılıktan da kurtarır. Bir ilerleme yaşamak istiyorsak ince fikirlere, karşımızdakini dinlemeye ve anlamaya ihtiyacımız var. Bu anlamda anlama yetimizi sanatla, okuyarak ve tartışarak geliştirebiliriz. Bu, zihnimizin bant genişliğini arttırır. 

Üstelik dünyanın iklim gibi var oluşsal sorunlarının çözümü de doğayı anlayan bir kültürel bakış açısı ile mümkün olabilir. Bugün insan sermayesinin niteliği yüksek olursa, iklim gibi dünyanın yakıcı sorunlarına çözümler üretebiliriz. Bu anlamda iklim de konuşacağımız başka bir başlık olacak.

İklim

İklim, evrende yaşayabileceğimiz tek gezegeni yavaş yavaş yaşanabilir olmaktan çıkarıyor. İklimin böyle davranmasındaki tek sebep de maalesef biz insanlar. Biz, yaşadığımız gezegeni yaşanmaz duruma getiriyoruz. Bizim ilerlememize, uygarlaşmamıza sebep olduğunu düşündüğümüz hırslarımız, tutkularımız ve zekamız bizi sefalete, savaşlara belki de yok olmaya doğru götürüyor. Bu evrende yaşayabileceğimiz tek yer olan dünyamızı yok etmek için sanki bir yarış içindeyiz.

Bunun böyle olmasının sebebi kendimizi her şeyden üstün görmemiz olabilir. Kendimizi doğanın efendisi olarak görüyoruz. Sadece doğanın değil diğer insanlara egemen olmak için de türümüzü yok ediyoruz. Bizdeki bu hükmetme arzusu, felaketimizi getiriyor ama biz bunu farkettiğimizde “Neden böyle oldu?” diyebilecek kadar da bilinçsiz olabiliyoruz.

Bugün doğa, kendinden alınanın hesabını bizden soruyor. Bu durumu eski haline bizim mi yoksa kendisinin mi getireceğini de soruyor. Eğer doğa müdahale edecekse acıya hazır olup olmadığımızı da öğrenmek istiyor. Bunun denemelerini artan sıcaklıklarla, seller ve kıtlıkla yavaş yavaş deniyor.

İklim, insan kaynaklı bir sorundur. Sorunun muhatabı insandır. Biz sorunu nasıl bu hale getirdiysek hayat tarzımızı ve tüketim alışkanlıklarımızı değiştirerek aynı şekilde dengeyi yeniden kurmalıyız. Doğanın bizim hayatımızla ilgili bir kaygısı olmaz. Bunun çözümünü ona bırakabiliriz ama nasıl çözeceğini de hepimiz biliyoruz.

Bu başlık altında yazdığım yazıları monologda bulabilirsiniz. Bu anlamda farkındalık yaratmak amacındayım. Sizin de katkılarınızın olması, iklim sorununda ortak bilincin artmasını sağlar. Ancak bilincin artması da geçmişi bilmemize bağlıdır. Burada 6. başlık olan tarihe geliyoruz.

Tarih

Tarih, bize neden bugünkü hayatı yaşadığımızı anlatır. Bir işe başlamadan önce ne yaptığımızı bir düşünelim. Önce, tahmini sonuçları analiz etmek için hafızamıza sorular sorarız. Geçmişte benzer olaylarla karşılaştık mı, eğer öyleyse nasıl davrandık ve hangi sonuçları aldık? Dolayısıyla hepimizin bir tarih bilinci vardır. Bu anlamda bugünü anlamak ve yorumlamak için tarihe bakarız.

Tarih, doğa bilimleri gibi deney ve gözleme dayanmaz. O günkü şartlar çerçevesinde olup bitmiştir. Bu şartlar coğrafi, psikolojik olduğu kadar sosyolojik de olabilir ve tamamen nesnel değerlendirilir.

Tarih, insanı anlatır ve insanın o an ki durumu tarihi yazar. O günkü şartlar başka bir durumda olabilir.  Bir komutanın, siyasetçinin ya da bilim insanının psikolojik durumu tarihin yönünü belirleyebilir. Örneğin Hannibal’in Cannae Savaşından sonra her şey müsait olmasına rağmen Roma’ya yürüyememesi izaha muhtaçtır ve onun o anki psikolojisine bağlanabilir.

Bunun dışında, psikolojik şartlar uygun olsa bile zamanın ruhu, istenen olgunlukta olmayabilir. Mesela Fransız devrimi bir günde olmamıştır. Ancak yıllarca içten içe biriken o enerji bir kıvılcımla patlar. Aynı şey 1. Dünya Savaşında da öyledir.

Her şey uygun olsa, şans faktörü işin seyrini değiştirebilir. Örneğin 65 milyon yıl önce bir tesadüf eseri, bir asteroidin dünyaya çarpması sonucu bugün bir insan dünyasını yaşıyoruz. Neticede birbirinden bağımsız birçok faktör bir araya gelerek seçeneklerden birini gerçekleştirir ve o an, zamanda donar.

Tarihte donan o anların üzerinde şekillenen olayların sonucunda bugünleri yaşıyoruz. Gelecek nesillerin yaşayacağı dünyayı, geçmişi de kapsayan bugünün temelleri üzerine kuruyoruz.

Bugün, en güncel sorunumuzun tarihi bir analizini yapıp gelecek hakkında bir yol çizebiliriz. Mesela bugün neden yapay zekanın olduğunu  anlamak için bilginin son çeyrek yüzyılda nasıl büyüdüğünü anlamamız gerekir. Bilginin neden bu kadar büyüdüğünü anlamak için teknik devrimin hayatımızı nasıl hızlandırdığını sanayi devrimine kadar inerek inceleyebiliriz. Yani tarih, bizde ortak bir bilinç yaratır.

Bunların dışında değişen dünyada yeni felsefi boyutlar oluşuyor. Mesela yapay zeka bir bilim olmaktan çok felsefi bir boyut kazandı. Bu sebeple bilim ve felsefeden de konuşmamız gerekiyor.

Bilim-Felsefe

Felsefe ve bilim, birbirinden kopmayan, daha doğrusu birbirini kovalayan iki alan. Felsefe sorularını sorar ve bilim bu sorulara kanıt üretmeye çalışır. Sonuçta bilim, metafizik olana kanıt ürettikçe, felsefe yeni sorular sorarak aradaki boşluğu hiç kapatmaz ve  bu döngü böyle devam eder.

Bir zamanlar  anlama sınırımızın çok ötesindeki birçok soyut kavramı bugün bilim, elle tutulur hale getirdi.

Eskiden tabu olan birçok şeyi görebiliyor ve ona dokunabiliyoruz. Ancak yine de insan durmuyor. Zihnine hiçbir zaman engel koymuyor. Dolayısıyla gerçeği aramayı hiçbir zaman bırakmıyor. Sonuçta her keşif ve buluştan sonra zihnimiz soru sormaya devam ediyor ve bizim açımızdan bilinmeyeni bilme arzusu hiçbir zaman bitmiyor.

Felsefe konuya çok basit bir önermeyle girer. Kendini tanı. İnsan olarak çok karmaşık bir varlığız ama kendimizi ne kadar iyi tanıyoruz?

Doğmamızla beraber en yakın çevremizden başlayarak, yaşadığımız ortamı duyu organlarımızla öğrenmeye başlarız. Dokunuruz, koklarız, görürüz ve aldığımız geri beslemelerle çevremizi anlamlandırırız. Böylece gittikçe tanıdığımız alanı genişletiriz.

Ancak, sahip olduğum bedenle bu dünyayı algılar ve keşfederim. Taşıdığım beden, görünmez olana ulaşmam için bir araçtır. Bu durum beni biricik yapar çünkü bana özgü algılamalarım bilincimi benzersiz kılar. Benim yaşadığım deneyimi bir başkasının yaşaması imkansızdır. Taşıdığım bedenle topladığım veriler, bende doğanın nasıl çalıştığını anlamamı sağlar.

Kendimizi tanıyarak başladığımız bu sürecin sonunda, bugün evrenin diğer ucunu hayal edebiliyoruz. Doğadan aldığımız her veri, zihnimizde yeni sorular uyandırıyor ve bilinmezin nasıl olabileceğini hissetmeye çalışıyoruz.

Varlık nedir?

Biz neden varız?

Beni hareket ettiren güç nedir?

Bir zamanlar soyut görünen bu sorulara verilen cevaplarla bugün biyoloji, fizik, kozmoloji, sosyoloji ve tarih gibi birçok bilim dalı oluşmuştur. Bunların alt dalları ile beraber birçok disiplin, her iki alan arasındaki boşluk sayesinde ortaya çıkar.

Ve son başlık olarak teknolojiyi konuşacağız. Şu ana kadar saydığım tüm başlıklar, teknoljinin girdabında yoğrulup şekillendi çünkü teknoloji evrimin motorudur.

Teknoloji

20.yy’da gelişmesini hızlandıran teknoloji, son çeyrek yüzyılda öyle bir ivme kazandı ki bizde zaman kavramını değiştirdi. Mesela 1980’lerde akıllı telefon kavramını bilmiyorduk. 2000’lerin başında tarif ederek aklımızda bir şeyler oluşturduk. Bugün akıllı telefonumuz olmasa günlük hayatımızı sürdüremeyiz.

Bugün internetin olmadığı bir dünya, yaşadığımız gerçeğe aykırıdır. Ekmek, su, hava neyse bugün internet odur. Aynı şekilde 2023’ün başında bize uzak görünen yapay zekayla bugün arkadaşımız gibi konuşabiliyoruz.

Teknoloji alt devrimler ile dalga dalga ilerliyor. Zihnimizi de, gelen yeniliklere hemen adapte olacak şekilde dönüştürüyor. Öyle ki, her gelen yeniliğe daha az şaşırıyoruz. Bize son teknoloji olarak sunulan, yakın zamanda eski versiyon oluyor. Yeni ve eski arasındaki zaman farkı bir türlü uzamadığı için de bilgi üstel olarak büyümeye devam ediyor.

Bilgi miktarı o kadar çoğaldı ve ona ulaşmak o kadar kolaylaştı ki, yaşadığımız dünyadan yavaşça taşınmaya başladığımız sanal bir dünya yarattık.

Ortaya çıkan muazzam bilgiyi organize etme işini bugün yapay zekaya devrettik. Gücün artık bilgide olduğunu düşünürsek hakimiyetin nereye kaydığı hakkında da bir fikrimiz olur.

Bunun yanında teknolojinin kendini yenileme hızını da düşündüğümüzde yakın gelecekte nerede olacağımız hakkında bir tahmin yapmak da güçleşiyor. Sanki bir ışık demetine binmişiz gibi kaderimize doğru yol alıyoruz.

Yaşadığımız çağ, sınırsız hayal kurma fırsatını bize tanıyor çünkü insan zihninin tüm kilitleri kırılmış durumda. Yani Pandora’nın kutusunu gerçekten açmış durumdayız.

Sonuç

Zihin karmaşasında başta da belirttiğim gibi bir doğruyu savunmaktan daha çok yeni bir fikir çıkarmaya çalışacağız. Çünkü her şeyin belirsiz olduğu bir zamanda, gözümüz kapalı el yordamıyla ilerlerken birbirimize gerçekten çok ihtiyacımız var. Eğer konuşmaya değer bir fikir çıkarsa zihin karmaşası amacına ulaşmış demektir. Beni takip ederseniz, karşılıklı öğrenmenin zevkini yaşayabiliriz.

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir