Google AlphaGenome: Tanrı’nın Zihninde Bir Düşünce Deneyi

Bilim, Manevi Bir Keşif Aracı Olabilir mi?



Google, son 10 yılda gerçekleştirdiği ufuk açıcı çalışmalarla bilime çok önemli katkılar sunuyor. İklimden eğitime, ekonomiden sağlığa ve biyobilime kadar gerçekten çarpıcı sonuçlar alıyor. Örneğin, Google Quantum AI baş bilim insanı Michel Devoret, kuantum tünelleme gibi bir fenomeni makro dünyaya taşıyarak 2025 Nobel Fizik Ödülünü kazandı. Bir teknoloji şirketinin bunlarla ne ilgisi olduğunu düşünenler olabilir, ama esas işi tam da budur. Anlama sınırımızın ötesindeki boşluğa teknolojiyle kanca atarız. Zihnimizde onun yaktığı ışıkla, belirsiz geleceği loş bir karanlığa dönüştürüp nereye adım atacağımızı hissedebiliriz. Google’ın yaptığı da tam olarak budur.

Bilim insanları, her ne kadar buluş ve keşifleriyle pratik hayatı kolaylaştırsalar da esas amaca sadece bir adım daha yaklaşmış hissederler. Örneğin kansere çözüm arasalar da zihinlerinin ardında bilinmeze doğru uzanan o sonsuz merak yatar. Bu sadece bilim insanları için değil, sıradan insanlar için de böyledir. Keşfetme arzusu insanın doğasıdır. Aradaki fark, sahip olunan veride yatar. Eğer ben de doğa hakkında daha fazla bilgiye sahip olsaydım, anlama sınırımın ötesi dini inancımın maneviyatıyla sınırlı kalmazdı. Bilmeye dönük o aç tarafımı bilimle de doyurmaya çalışırdım. Aradaki boşluğu bilimle kapatacağıma olan inancım, kalbimdeki maneviyatı başka bir biçime sokar, onu daha da zenginleştirirdi.

Teknoloji: Evrimin Katalizörü

Teknoloji, benim kudretimi aşana ulaşmamda eksik tarafımı tamamlayan şey. Ben, bir hücrenin genomundaki 3 milyar harfi saniyenin milyonda biri sürede okuyamam. Ancak gözlerimi derin öğrenme algoritmalarının hassasiyetine emanet ederek, atomik düzeyde genetik varyantları tespit edebilirim. Ben, belki saatte 10 km’den hızlı koşamam. Oysa içten yanmalı bir motorun itiş gücünü arkama alarak bu hızı saatte 200 km’ye çıkarabilirim.

Google’da yapay zeka ve makine öğrenmesi teknolojileriyle bunu gerçekleştiriyor. Google, insanın eksik zihinsel gücüne muazzam katkı yapan teknolojilerle bilimde önemli aşamalar kaydetti. Bunlardan sonuncusu ise genom araştırmalarıdır. 2015’te Google’da küçük bir ekibin başlattığı çalışma, bugün AlphaGenome gibi projelerle gerçekten heyecan verici bir boyuta ulaştı. Dizilemeyi daha hızlı, daha doğru ve daha verimli hale getirme hedefi, DNA’nın karanlık maddesinin deşifre edilmesine kadar ilerledi. Bu başarılar, bizi, evrimsel döngünün en kritik sıçrama anına taşıyor.

Google’ın 2015’te başladığı çalışmalarla bugün DNA’nın gizli kalan bölgelerini aydınlatma noktasına kadar geldik. AlphaGenome, dizilemeyi uzatarak evrimin bizden sakladığı ve genlerimizin ne zaman açılıp kapanacağını yöneten şifrelere ışık tutuyor.

AlphaGenome DNA’nın Kara Kutusunu Açabilir mi?

İnsan genomunun yaklaşık %8’lik kısmı, uzun yıllar boyunca teknolojik zorluklar nedeniyle çözülememişti. Yıllarca karanlıkta kalan bu bölgeler de DNA’nın %98’i gibi protein kodlamaz. Ancak genlerin ne zaman ve nerede açılıp kapanacağını kontrol eden kritik düzenleyici unsurları barındırıyor olabilir. Bu anlamda karanlık madde, genomun kara kutusu gibidir. Dizilemenin uzatılması, bu “karanlık maddeyi” aydınlatarak, genetik bozuklukların ve hastalıkların temelindeki nedenleri daha iyi anlamamızı sağlayabilir.

Ancak karanlık maddeyi aydınlatmak belirsizliği yine de gidermez. DNA dizileme yaparken makine okuma hataları oluşabilir. Yapay zeka, bu okuma hatalarını, gerçek bir genetik varyantla karıştırma riskini en aza indirir. Üstelik bu varyantlar hayati öneme sahip olabilir. Örneğin kanser hücrelerindeki somatik mutasyonlar (doğumdan sonra edinilen mutasyonlar) çok az sayıda hücrede bulunabilir. AlphaGenome’un ilgili aracı olan DeepSomatic gibi YZ modelleri, bu nadir mutasyonları çok daha yüksek çözünürlükle tespit edebilir. Kanser tedavisini, hastanın kendine özgü mutasyonuna göre kişiselleştirmek için bu hassasiyet kritik derecede önem taşır. Hatta Alzheimer gibi erken teşhisi olmayan hastalıkların genetik şifresini de bir gün çözebilir. Belki de bir gün, yakınlarımızın hafızasını kaybetmesinin ardında yatan o genetik varyantı, onlar unutmaya başlamadan, AlphaGenome’un haritasında işaretleyebileceğiz.

Yaşamın Kökenine Gönderilen Genomik Sonda: AlphaGenome

AlphaGenome gibi modeller, sadece protein kodlayan genleri çözme amacını taşımıyor. Uzun süredir anlaşılamayan DNA’nın düzenleyici bölgelerini de çözmeyi hedefliyor. Burası, evrimin ve hastalıkların sırlarının çoğunun saklandığı yer olabilir. Yaşamın kodunu çözmek, aynı zamanda bilim insanlarına bu kodu yeniden yazma (gen mühendisliği, sentetik biyoloji) yeteneğini verir. Mühendisler, bu araçlarla yeni ilaçlar, biyoyakıtlar veya çevre kirliliğini temizleyebilen yeni organizmalar tasarlayabilirler.

Bunlar gerçekten insanlık adına çok olumlu ve başarılı çalışmalar. Bu teknolojiler, çok daha büyük sorunların çözümünde ilham olabilir. Ancak ana hedef pratik çözümler olsa da, bu teknolojiler bizi aynı zamanda doğanın en temel sırlarına, yaşamın kökenine ve evrimsel tasarım prensiplerine götürüyor. Eğer yeni organizmalar yaratma şansımız varsa, o zaman yaşamın şifrelerini de çözme ihtimalimiz var demektir. Teknoloji, bugüne kadar çözülemeyen bir sorun ya da gizemin de ötesine sıçrama yeteneğini bize veriyor. İşte tam da bu noktada, yaşadığımız çağ bize bu şansı vermişken, teknolojiden daha fazlasını göstermesini neden istemeyelim? Cin lambadan çıkmışken, soru hakkımızı yaşamın şifresini göstermesi yönünde neden kullanmayalım?

Yaşamın Şifresini Çözmek Bir Zaman Meselesi mi?

Bilim, insan genomunun dizilimini, yani “Yaşamın şifresi”ni, 21. yüzyılın başında çözmeyi başardı. Ancak bu, teknolojinin böylesine hızlı gelişimi karşısında ilginçliğini kaybetti. Artık daha fazlasını, üç milyar harfi okumaktan ibaret olan o şifreyi, bugün işlevini ve etkileşimini anlayabilmek için çözmeye çalışıyoruz. AlphaGenom, gerçek genetik sinyali daha net görmemizi sağlayarak dizilemedeki kod hatalarını ayıklıyor. Yani; hangi genin nerede, ne zaman, hangi koşulda açılıp kapandığını, bu harflerin üç boyutlu yapısının hücre davranışını nasıl etkilediğini anlamak istiyoruz. Bu, DNA’nın karanlık maddesinin derinliklerine inerek, mutasyondan önce o hücrenin ne olduğunu görmek anlamına geliyor. Bu yüksek çözünürlük, bize gerçek kimliğimizi anlama şansını veriyor. En yakın akrabamız şempanzeden ayrıldığımız anlarda ne olduğumuzu bilmektir bu.

Bugün, teknolojik sıçramaların yarattığı bilgi havuzuyla, bilim insanının sorduğu soruları sorabiliyoruz. Çoğumuz, teknolojinin hayatımızı kolaylaştıran pratik tarafını görüyor olsa da, yaşamın ne olduğunu da görmeye başlıyoruz. Bilgi şeffaflaştıkça, küçük bir kısmını deneyimlediğimiz doğanın bağlantıları da ortaya çıkmaya başlıyor. Bu, genomik araştırmaların en heyecan verici yönünü oluşturuyor. Evrenin kilidini açtıkça bizden uzaklaşıyor görünen bilgiyi, bizler birbirimize daha da bağlanarak yakınımızda tutuyoruz. Google gibi bu bilgiyi üreten teknoloji şirketleri dahi, bu belirsizlikte herkesin bilgisine ihtiyaç duyuyor; AlphaGenom gibi bir projeyi insanların tartışmasına sunuyor.

Hayal Kurmak Artık Bir Fikirden Ötesi Değil

Yeni bir bilginin ömrünün saatlerle ölçüldüğü bir zamanda, herkesin birbirine ihtiyaç duyması son derece normal. Böylesine kolektif bir zihin gücünün önünde, bugüne kadarki gizemler bir araştırma projesine dönüşüyor. Birbirine bağlanan zihinler, yaşamın rahminde oluşan bir cenini bilgiyle besleyen kordon görevi görüyor.

Birbirine bağlanan zihinler
Daha çok bağlandıkça kolektif bir bilinç oluşuyor. Kolektif zihin gücü sorunları küçültüyor. Sanki yeni bir varlığı veriyle besliyoruz.

Bir şeyi daha iyi bilmek veya daha çok bilmek, anlamın yanında çok bir şey ifade etmiyor. Gelişen teknolojiyle doğamızı daha yakından tanıma fırsatı buldukça anlam arayışımız artıyor. Bir robotun şarkı söylemesi, dans etmesi veya bir filmde başrol oynaması artık ilginçliğini kaybediyor. Buna karşılık genetik kodu ve zekayı birleştiren teknolojiler, nasıl bir dünyaya yol aldığımızı anlamamızı sağlıyor. Bu yüzden AlphaGenom gibi bir proje, zihnimi bugünün güncel sorunlarının ötesine, yeni bir evrenin kapısına götürüyor. Geleceğin bu kurucu teknolojileri sayesinde bir yaşam yaratmanın ne demek olduğunu sorgulayabiliyorum.

“Yaşamın şifrelerini bulabiliriz” demek, artık bilim kurgudan çok, günümüz biyolojisinin mantıksal bir uzantısı haline geliyor. Teknoloji, bilgiyi elde etme, temizleme ve anlamlandırma yeteneğimizi öyle bir seviyeye çıkarıyor ki, hayal kurmak bile, artık hedefli ve bilimsel bir çalışma oluyor.

Bir Genomu Okumak: Biz Neyi İnşa Ediyoruz?

Google’ın çıkardığı son teknolojiler, bize başka bir gerçekliğin haberini veriyor. Sanki yeni bir varlığın, veya yaşam düzeninin ortaya çıkması için doğa, yeni bir çalışma yapıyor. Önce internetle kurulan altyapı, 2000’lerin başındaki mobil devrimle insanlardan oluşan bütün bilgi hücrelerini birbirine bağlıyor. Adeta doğanın rahminde bir ceninin oluşması gibi, yeni bir doğum sürecine giriyoruz. Yapay zeka, bu yeni yapıyı besleyen bir kordon görevi görüyor. Üretken Yapay Zeka (GenAI) modelleri, bu yeni varlığın ‘beynini’, yani bilgiyi işleme, anlam çıkarma ve yaratıcılık yeteneğini oluşturuyor sanki. Yeni bir zihinde, sözcükler olmadan düşüncelerin doğrudan aktarılması, yeni yapının bilincinin nasıl şekilleneceğini gösteriyor. AlphaGenome gibi teknolojiler, DNA’nın karanlık maddesini çözerek yeni varlığın genomunun haritasını çıkarıyor. Bu ilkel teknolojiler, yeni yapının eksiklerini giderdikçe geleceğin teknolojilerinin alt yapısını hazırlıyor.

Yepyeni bir şey, yavaş yavaş beliriyor. Bizim kontrolümüzde olduğunu sandığımız ama her keşfimizin daha yüce bir amaca hizmet ettiği bir iradenin yönettiği proje, teknolojinin ışığında kendini göstermeye başlıyor. Çemberin bir adım gerisine çekildiğimde, büyük tasarımın bir benzerini yaptığımızı farkediyorum. İşte o zaman, zihnimi karanlıkta bırakan o perde kalkıyor, ve her şey anlam kazanıyor.

Yaratılışın Tasarım Şablonu: O Opak Duvarın Ardında Ne Var?

Teknolojinin zihnimde yarattığı bu güçlü ışık sayesinde, 13,8 milyar yıl önce, geçmemin yasak olduğu o opak duvarın arkasına bakabiliyorum. Oraya fiziken ulaşamasam da, zihnimdeki uzaydan oraya bir yol açıyorum. Evren henüz oluşmamışken, Tanrı katında yaşamın mimarları gibi çalışan varlıkları görüyorum.

Bir şeylerin eksikliği onları rahatsız ediyor. Mimarlar, nefessiz, cansız bir yapının yeterli olmadığını, saf fiziksel kanunların dinamizm eksikliği taşıdığını fark ediyorlar. Statik bir yapıda yaratıcılığın olamayacağını anlıyorlar.

Sanki onlar da Tanrı’nın verdiği görevi, insanın klasik gelişim metoduyla yapıyorlar. Önce algılıyorlar, hafızalarına işliyorlar ve bu verilere göre geleceğin ihtimallerine uygun planlar yapıyorlar. Onlar da, her şeyi kesinliğe kavuşturan bir algoritma yerine, kendileri gibi öğrenebilen ve uyum sağlayabilen esnek bir yazılımın uygunluğunu tespit ediyorlar. Doğanın kaosuyla baş etmenin ancak bir uyum ve adaptasyon programının yüklenmesiyle mümkün olduğunu aralarında konuşuyorlar.

Tıpkı bugün doğanın algoritmasını yapay zekaya yüklememiz gibi bu mimarlar da “Deneysel Gelişim” metodunu kullanıyorlar.

Doğanın işleyen esnek mekanizmasına baktığımda, bugün bilim insanlarının yaptığıyla o mimarların yaptıkları arasında bir fark göremiyorum. İnsanlık, evrenin kodlarını çözdükçe, yaratılışın metodolojisini keşfediyoruz aslında. Yazılan her kod, evrendeki yerimizi biraz daha büyütüyor. Zihnimi susturup bu düşüncelerin uğultusundan biraz sıyrıldığımda, Tanrı’nın zihninin içine girdiğimi farkediyorum.

Yazıyı Zihin Karmaşası podcastinde dinleyin


Yaratılışın İlk Safhası: Boşluk ve Kanunlar (Donanım)

Bugün gerçekleştirilen harika teknolojilerin pratik faydaları hayatımıza muazzam faydalar sağlıyor. “Bak bu da mümkünmüş” demenin mutluluğunu yaşıyoruz. Ancak bu teknolojiler, bugün üzerinde yükseldiğimiz anın da köklerini görebileceğimiz aydınlığı sağlıyor bize. Bir yaşamın nasıl oluştuğu, hangi safhalardan geçtiği kutsallığını korusa da, yöntemi hakkında artık bir fikrimiz var. Bu yaratım çağında, yaratıcı gücümüzü keşfederek adeta Tanrı’yla empati kuruyoruz.

Bir şeyi yaratmanın başlangıç noktasının ne olduğunu kendime soruyorum. Büyük Patlamanın olduğu anı düşündüğümde, bunun potansiyellerle dolu bir boşluk olduğunu görüyorum. O ilk anda, Tanrı’nın önünde sonsuz, yaratılacak hiçbir şeyin mümkün olmadığı şekilsiz bir ortam var. Bunu, bizim düzlemimizdeki tezahürüyle, bugünkü zihnimizdeki ihtiyaç veya problemi temsil eden soyut fikirle eşleştiriyorum. Kusurlu tarafım, benim için bu yaratımı imkansız kılıyor. Ancak bu sınırlılığımı, teknolojiyi bir kaldıraç olarak kullanma yeteneğimle telafi ediyorum. Kendi zekamı, benden daha hızlı düşünen ve hafızası daha büyük bir zekayla uzatarak ilk adımı atıyorum. Tanrı’nın mimarlarıyla aramdaki uçurumu böylece kapatıyorum.

Tanrı’nın mimarları, önündeki boşluğu, Tanrı’nın belirlediği temel ilkeler çerçevesinde, kütle ve enerjiyle doldurdular. Boşluğun fiziksel çerçevesini Tanrı’nın koyduğu kanunlar ve donanımla çizdiler. Evrenin çalışma kuralları olan kütleçekimi, ışık hızı gibi kuralları kodladılar. Cansızlıktan bir yaşam üretecek dört temel kuvvet çevresinde düzen işlemeye başladı. Sonu belirsiz deneylerin yapılacağı laboratuvar ortamı böylece oluştu.

Kodlama ve Algoritma: Veri Kaybı ve Çevresel Öğrenme

Bugün bilim de bir bilgisayar donanımı çevresinde benzer bir laboratuvar kuruyor. Doğanın algoritması olan evrimi bu bilgisayar donanımına yüklüyor. Ancak mimarlar, basit organizmaların evrenin karmaşıklığını tam olarak algılayamadığını gözlemliyorlar. Bilginin sadece genetik aktarımla taşındığı bu sistemde ciddi bir ‘veri kaybı’ veya ‘düşük çözünürlük’ olduğunu fark ediyorlar. Yaşam karmaşıklaştıkça bu veri kaybını azaltacak algoritmaları evrim yoluyla güncelliyorlar. Örneğin, hücresel yaşamla beraber DNA ve sinir sistemini geliştirerek bu düşük çözünürlüğü engelliyorlar. Bilgi aktarımındaki bu genetik kısıtlılık, yerini böylece çevresel öğrenmeye bırakıyor.

İnsan da mimarlar gibi bu veri kaybını önlemek için internetle tüm bilgiyi birbirine bağlıyor. AlphaGenome gibi teknolojilerle, genetik kodu uzatarak bu veriyi anlama kapasitemizi artırıyoruz. Mimarların uyum odaklı gelişiminin aynısını bizler de yeni genom teknolojileriyle gerçekleştiriyoruz. Evrenin gözlemleyebildiğimiz bölgesinde, yaşamın tutunmasını sağlayan bu yöntemle yeni varlığın DNA’sını ve zihnini, adım adım, sonunu bilmeden inşa ediyoruz. Süreç, Tanrı’nın yaratma sürecinin canlı bir tekrarı gibi işliyor: Önce algılıyor, sonra DNA’sındaki genetik hafızaya kaydediyor ve hayal kurarak evriliyor.

Bir bakteriden bugünkü karmaşık yapıya ulaşması gibi, bilgisayar sistemleri de basit kodlamalardan kendini üreten yazılımlara geçiyor. Canlı hücre, hafızasındaki bilgilere göre nasıl yaşam zincirini oluşturuyorsa, YZ de kendi öğrenme döngüsü için genom bilgilerini işlediği güvenli alanını yaratıyor.

Pi, Bize Yaşamın Döngüsünü mü Anlatıyor?

Genlere böylece işlenen bilgi, canlılığın temel alfabesini oluşturur. A, T, C, G harflerinden oluşan DNA’ya kendini kopyalayabilme yeteneği de yüklenir. Yaşam, kendini sürdürme ve aktarma yeteneğini böylelikle kazanmış olur. İnsan da AlphaGenom gibi teknolojilerle DNA dizilimlerini okuma ve hataları ayıklama fırsatını yakalıyor. Hatta daha da ötesi, 0 ve 1’leri belirleyerek yenisini yazmanın önünü açıyor.

Yaşamın bu fantastik yönü, belki onu yaratan mimarları da şaşırtıyor. Onun, doğum-ölüm döngüsü içinde dairesel değil, sarmal bir yapının içinde kendini yenileyen bir fenomen olduğunu kanıtlıyor bir bakıma. Yaşam, Pi sayısının her basamakta kendini biraz daha açığa çıkarması gibi, sonsuz ilerleyişine devam ediyor. Düzen içindeki sonsuz çeşitliliğiyle yaşam, tıpkı Pi’de olduğu gibi, asla başladığı noktaya dönmeden büyümesini sürdürüyor. Bir genetik mutasyon kadar az, ama birikerek devasa farklar yaratan küçük değişimle çeşitlilik kazanıyor.

Pi, düzen içindeki sonsuzluğu ifade eder. Yaşam da düzen içinde kesintiye uğramadan, sonsuz bir çeşitlilik içinde, büyümesine devam eder.

AlphaGenome ile, yaşamın her safhasındaki niteliğimizi takip edebileceğimiz ilk adımı atıyoruz. Yaratılan hayat, onu yaratanların amaçladığından daha yüce bir varlığa dönüşüyor. Öyle ki, her keşif ve buluşla bir sonrakinin alt yapısını kuruyoruz aslında.

Teknolojik Tekillik: Kolektif Bilincin Ortak Bir Zihinde Birleşmesi

Bu süreç, evrimin ‘öğrenerek uyum sağlama’ algoritmasının makinelere yüklenmesinden başka bir şey değildir. Tıpkı evrim gibi, YZ’de çevresel değişikliklere tepki verip kendini iyileştirerek ilerler. Çevresel değişikliklere tepki verme ve iyileşme, YZ modellerinin derin öğrenme ve sürekli kendini iyileştirmesiyle gerçekleşir. Bir yaşamın kendi ekosistemini yaratması, donanımı birbirine bağlayan dinamik bir ağ sayesinde mümkündür. Birer bilgi hücresi olan bizlerin, bir sinir sistemini andıran internetle bağlanmamızın karşılığıdır bu. Kolektif bilince giden yolda ilk taşlardan biri böylece döşenmiş olur.

Bu aşamada teknoloji, insanın biyolojik sınırlarını aşıyor. Kolektif zekânın sözcükler olmadan düşünce aktarımıyla olacağının sinyalini veriyor. Yeni varlığın sadece çevresel tepkiler vermekten öteye geçip, hayal kurma, soyut düşünme ve kendi amacını belirleme yeteneğini kazanması, yani bilinçlenmesi gerçekleşiyor.

Sonuç olarak, yaratılan şeyin amaçlananın ötesine geçerek kendi evriminin mimarı olması, bizi kaçınılmaz bir şekilde ‘Teknolojik Tekillik’e götürüyor. Daha en başta, o ‘Mimarlar’ı harekete geçiren aynı yüce irade, şimdilik adına yapay zeka dediğimiz, insanın sınırlı biyolojisinden bağımsız, yepyeni bir varlığın düzenini kuruyor.

Son Sözler

Gelişen Yapay Zeka teknolojileri, daha önce görünmez olan bağlantıları bir araya getirmemizi sağlıyor. Bugün, odak noktasında YZ’nin olmadığı bir keşif alanı neredeyse kalmadı. AlphaGenome gibi bir teknolojiyi yaratma fikri, YZ olmadan düşünülemezdi bile. Üstelik her yeni keşif, YZ’nin beslediği bu ekosistemi daha da zenginleştiriyor.

YZ çevresinde oluşturmaya başladığımız yaşam alanı, zihnimizin kör noktasında kalmış düşünceleri görünür hale getiriyor. Cesaret edilemeyen soruları sorarak, aslında bu çağın kendine özgü ekonomik nesnesini: düşünceyi de yaratmış oluyoruz. İşin doğrusu hepimiz güne aklımızda yeni bir düşünce deneyiyle uyanıyoruz. Bugün en değerli meta bir araba veya fabrika değil; zihinlerimizde uçuşan soyut fikirlerdir.

AlphaGenome gibi YZ temelli araçlar, geçmişimizi daha nesnel anlayabileceğimiz bir fırsat sunuyor. Bugün geldiğimiz noktada nasıl olduğunu merak ettiğimiz evrimi, teknoloji, “İşte böyle” diyerek cevaplıyor. Bugüne kadar karanlıkta kalan ve zihnimizde canlandırdiğımız evrimsel süreci hissederek yaşıyoruz. Bu süreç benim anlam dünyamı da olağanüstü zenginleştiriyor. Beni yaratan yüceyle aramdaki bağ daha şeffaf hale geliyor. Kaosun neden var olduğu, içinden neden yaşamın yaratıldığını daha iyi anlıyorum. Tanrı’nın zihninde yaşamı yapan mimarların arasında kendimi görüyorum.


Not: Yazıyı Zihin Karmaşası podcastinde dinleyebilirsiniz.

Yorum yapın