Hepimizin İçinde Bir Afrika Var (Bölüm 2)- Tüm Diller Afrikalı mı?

Önce Söz Vardı! Ve İlk Sözü Afrika Söyledi




Afrika ile ilgili ilk yazımızda, ilk insanların bu kıtada evrildiğini ve insanlığın dünyaya buradan yayıldığını konuşmuştuk. Ancak bu fiziki göç sessiz olmamıştır. Atalarımız, bugün konuştuğumuz dillerin tohumunu da yanlarında taşıdılar. Bu anlamda Afrika’dan çıkışımız, bir beden göçünün ötesindedir. Atalarımızın bu cesur çıkışı, bize en büyük armağanı, dili hediye eden bir yolculuktu. Bugün çevremizle iletişimimizde, sanatta, bilim ve teknolojide, genlerimizde olduğu kadar içimizdeki Afrika’nın yankısını duyarız.

İlk modern insanlar, Afrika’nın verimli topraklarında, özellikle de doğusunda, sadece fiziksel değil, zihinsel bir devrim de yaşadılar. Burada, atalarımızın beyninde, soyut düşünce ve sembolik ifadelerin ilk tezahürü oluştu. Dil, bu gelişmenin en somut örneğidir. Büyük olasılıkla, bu muazzam becerinin temelleri, atalarımız Afrika’dan ayrılmadan çok önce, o kadim topraklarda atıldı.

Afrika, dünyanın en zengin dil çeşitliliğine ev sahipliği yapar. Bu zenginliğin boyutu, sadece binlerce dil ailesini barındırmasından değil, aynı zamanda bu dillerin evrimsel derinliğinden de anlaşılır. Örneğin, güncel dil teorileri, Afrika’daki Khoisan dillerini gezegendeki en eski dil ailesi olduğuna işaret eder. Öyle ki, bazı bilim insanları, tüm insan dillerinin Khoisan ve diğerleri olarak ayrıldığını iddia ederler. Burası evrimin derinlerindeki sıcak noktadır. Bu dillerin kökeninin de ilk modern insanın yaşadığı Kuzeydoğu Afrika olması son derece anlamlıdır.

Peki Afrika’nın bu eşsiz dil çeşitliliğine sahip olmasının altında ne yatıyor? Eğer dilin gelişiminin, hayatta kalma ve uyum sağlama zorluklarıyla paralel olduğunu kabul edersek, Afrika’nın bu zenginliğinin de nereden geldiğini daha iyi kavrarız. Afrika’nın çeşitli ve bazen acımasız koşulları, atalarımızın zihninde dilin filizlenmesi için atılan tohumlardı. Bu nedenle dil, basit bir iletişim aracı değil, içimizdeki Afrika’nın en yaratıcı ifadesi, atalarımızın dünyaya meydan okumasını sağlayan bir zihinsel uyum yeteneğiydi.

Medeniyetin Sert Beşiği: Afrika’nın Zorlu Koşulları Dili Nasıl Şekillendirdi?

Afrika’nın kadim ve acımasız doğası, her zaman yaratıcılığı artırmıştır. En zengin dillerin bu eski kıtadan çıkmasında bu faktörün önemli payı var. Öyle ki, Güneş Afrika’ya herkese olduğundan farklı doğar. Doğa, sınırlarını başka kıtalarda olduğu gibi netleştirmemiştir. Hayat şehirlerde aksa dahi doğayla temasını fiziken kesmez. Doğanın hayatla kurduğu bu fiziki temas, insanların zihninde de cisimleşir. Bir Afrikalı, hayata dünyanın başka bir yerinde yaşayan insandan çok daha farklı bakar. Bu anlamda doğa, tüm amansızlığı ve merhametiyle, kıtanın canlı dünyasında kendini hissettirir. Afrika’da yaşam, dev bir açık fanusta, doğanın tüm risklerine maruz kalacak şekilde devam eder.

Dünyada geri kalmışlığın sebebi olarak algılanan bu manzara, aslında bugünkü medeniyetimizin temelini oluşturur. Bu, kabul edilmesi zor ama şaşırtıcı bir gerçektir. Afrika, dünyanın en büyük ikinci kıtasıdır. İçine ABD, Çin, Avrupa ve Alaska gibi devasa coğrafyaları sığdırır. Buna rağmen fazladan birkaç küçük ülkeyi alacak boşluk yine de kalır. Asya gibi yatay değil, Amerika gibi dikey konumlanmıştır. Kuzey-güney enlemleri arasındaki bu dikey uzanım, coğrafi çeşitliliği artıran benzersiz iklim kuşaklarını oluşturur. Ekvator, kıtayı adeta simetrik bir aynayla böler. Kuzeyden güneye Akdeniz, çöl, savan ve yağmur ormanları olarak ekvatora inen kuşak; yağmur ormanı, savan, çöl ve Akdeniz iklimi olarak ilerler ve Ümit Burnu’nda sonlanır.

Afrika, birçok kıtanın toplamından daha büyük
Afrika’nın toplam yüzölçümü 30.065.000 km2. Avrupa, Çin, ABD ve Alaska’nın toplam yüzölçümleri 29.165.000 km2. Görsel ve yüzölçümü bilgileri Erik Gilbert, Jonathan T. Reynolds’ın “Dünya Tarihinde Afrika” kitabından alınmıştır. Resim düzenlemesi: Gemini AI Nano Banana

Bu coğrafi zenginlik, sadece bitki ve hayvan türlerinin değil, aynı zamanda insan tipinin de uyum becerisini artırdı. Kıtanın farklı bölgeleri, erken hominin türlerinden başlayarak ilk modern insana kadar farklı yaşam biçimlerine ev sahipliği yaptı. Bu çeşitlilik, bugün olduğu kadar, atalarımızın döneminde de vardı. Sert savanlar, insanın dik yürümesini sağlarken; karmaşık ormanlar, gelişmiş iletişim becerilerini zorunlu kıldı.

Mikroplar da Bu Verimli Coğrafyada Kendi Dillerini Geliştirdi

Afrika’nın fiziksel ortamına eklenecek bir diğer zorluk da kıtanın kendine özgü hastalıklarıdır. İnsanlar ve diğer canlılar, gezegendeki herhangi bir yere kıyasla Afrika’da çok daha uzun bir evrimsel geçmişe sahiptir. Buna, milyonlarca yıl içinde insanları avlamak için çeşitli yollardan evrim geçiren mikroplar da dahildir. Bu durum, aynı zamanda insanların da biyolojik bağışıklığının gelişmesine sebep oldu. Örneğin Sıtma ve Sarı Humma gibi hastalıklar, uzun süredir bu mikroplarla yaşayan Afrikalı halklarda doğal bağışıklık geliştirdi. Oysa bu bölgelere yeni gelenler için aynı hastalıklar ölümcül olmuştur. Bugün de bu hastalığa yakalananlar, eğer çocukluklarında geçirmemişlerse, hastalığı çok zor atlatmaktadırlar.

Zorlu koşulların (coğrafya, verimsiz topraklar ve hastalıklar) yarattığı bu zenginlik, insanın davranış ve iletişim kalıplarına da yansıdı. Coğrafya ve mikroplarla mücadelenin sertliği, problem çözme becerilerini geliştirdi. Her yeni zorluk, yeni çözümleri getirdi ve dilin çeşitlenmesine neden oldu. Bu iletişim kalıplarının dünyaya Afrika’dan yayıldığını düşündüğümüzde, tıpkı tüm soyların Mitokondriyal Havva’da birleşmesi gibi, dilin köklerine Afrika’da rastlayabiliriz.

Toprak, Tarım ve Dil: Yiyecek Arayışından Dilin Çeşitlenmesine

Afrika’nın eşsiz coğrafyası, yalnızca ilk modern insanların (Homo sapiens) ortaya çıkışını anlatmaz. Eski kıta, atalarımızın en büyük zihinsel devrimlerini gerçekleştirdiği sahnedir aynı zamanda. Bu devrimin itici gücü, onların sürekli değişen fiziksel ortama karşı geliştirmek zorunda kaldığı yaratıcı tepkilerdi. Çünkü fiziki ortamlar hiçbir zaman durağan değildir. Çevreyi ya insanlar değiştirir ya da doğanın hareketlerine insanlar tepki gösterir.

Yiyecek toplamanın sürekliliği tehlikeye düştüğünde atalarımız çevreyi değiştirmeye girişmişlerdir. İlk insanların böyle davranmalarının pek çok haklı sebepleri vardı. En azından ellerinde Afrika’dan başka sığınacakları bir evleri yoktu. Tropik ormanların verimli görüntüsü yanıltıcıydı çünkü kıtanın büyük kısmındaki eski topraklar yıkanmıştı. Milyonlarca yıllık yoğun yağmurlar, toprağın besin değerini yitirmesine sebep olmuştu. Toprak bir anlamda tükenmişti ve kendini yenilememişti. Yıl boyu süren yüksek sıcaklıklar, ılıman iklimlerin aksine, topraktaki organik maddelerin sürekli ve hızlı ayrışmasına neden olur. Bu da yiyecek bulmayı sürekli bir meydan okuma haline getirir.

İnsanlık, Afrika’nın bu zorlu koşullarından dolayı çevreye doğrudan müdahale etti ve tarımın temellerini attı. Khoisan dil ailesi dışındaki Nijer-Kongo gibi diğer büyük dil ailelerinin temsilcileri, yerleşik hayatı besleyecek yoğun yiyecek arama teknikleri geliştirdiler. Nihayetinde bunları yiyecek üretimine, yani tarıma dönüştürmeyi başardılar. Sonuç olarak, bu gruplar daha karmaşık, sınıf hiyerarşisi olan yerleşik nüfuslarını yarattılar. Bu yeni ve karmaşık toplumsal yaşam biçimi, gelişmiş tarım tekniklerini organize etmelerini sağladı. Ayrıca bilgiyi aktarmak ve toplumsal hiyerarşiyi yönetmek için daha incelikli ve gelişmiş bir dil kullanımını zorunlu kıldı.

Yazıyı Zihin Karmaşası podcastinde dinleyin

Boş Zamanın Armağanı ve Sözün Doğuşu

Afrika’nın zorlu coğrafyası, zaten zor olan hayatta kalma mücadelesini daha da zorlaştırmıştır. Ancak ironik bir şekilde kültürel yaratıcılığı ve sosyal çeşitliliği de zorunlu kılmıştır. Bu nedenle Afrika, kendi toplumsal dünyalarını yansıtan birçok kültürün çeşitliliğini barındıran zengin bir mozaiktir. Bu mozaik, insana en yaratıcı yönlerini ortaya çıkaran hediyeyi vermiştir: Boş zaman.

Toplayıcılar, yerleşik çiftçiliğe göre daha az emekle, daha zengin ve çeşitli bir beslenme sağlayabiliyorlardı. Bu durum, onlara daha çok boş zaman bıraktı. İşte bu zamanlar, sadece sohbet, hikaye anlatıcılığı ve oyun gibi faaliyetlerle değil, aynı zamanda sanatın ve yaratıcılığın ilk biçimleriyle zenginleşti. Mağara duvarlarına yapılan resimler, sadece zihinlerdeki düşünceleri değil, kalplerdeki duyguları da aktardı. Bu gelişmeler zincirleme olarak sosyal hayatı şekillendirdi.

Yerleşik toplumlara göre daha eşitlikçi olan toplayıcılar, katı bir hiyerarşi yerine ortak bilgi ve işbirliğiyle kararlar alıyordu. Herkesin fikrini söyleyebildiği daha demokratik bir ortam vardı. Yerleşik hayatla başlayan cinsiyetçilik, bu gruplarda yoktu. Bu durumu bugünkü sosyal yapıyla karşılaştırdığımızda, evrimin her zaman ileriye dönük olmadığını görüyoruz. İlerleme dediğimiz şeyin, bazen ilk insanların gerisine düşmek olduğunu anlıyoruz.

Böylesine zengin ve işbirlikçi bir zihin dünyası, haliyle daha zengin ve nüanslı bir kelime dağarcığının oluşmasına zemin hazırlamıştır. Çok sözcükle düşünmek, yeni kavramların ve karmaşık fikirlerin doğmasını sağladı. Dilin hızlı gelişimi, yeni aletlerin, avlanma stratejilerinin, nihayetinde sanatın ve inancın doğmasına yol açtı.

İnsan davranışındaki en önemli ilerlemeler daha karmaşık bir iletişimle gerçekleşti. Karmaşık aletler yapmanın, avlanma ve toplayıcılık stratejilerinin geliştirilmesinin ardında soyut düşünme yeteneği vardı. Soyut kavramları da zihinlerde sembolleştirip gerçeğe dönüştürmek, dilin gelişiminin ta kendisiydi. Dil, Afrika’dan çıkan insanın en büyük hayatta kalma ve kültür üretme teknolojisi olmuştur.

Büyük Beyin, Evrensel Söz

Coğrafyanın dayattığı koşullara bağlı olarak, hayatın zorlayıcı tarafı büyür ya da azalır. Ancak ödenen bedel ne kadar büyükse, doğanın ödülü de o ölçüde büyük olur. Afrika kıtasının çetin koşulları, yaşam savaşında insana daha büyük bir beyni bahşederek evrimsel bir sıçrama yaşattı. Bu gelişme, insanın hakim tür olmasında kritik bir eşiktir.

Daha büyük bir beyin, edinilen karmaşık bilgileri yeni kuşaklara hızla aktarma yeteneğini de beraberinde getirdi. Burada beynin büyümesinde kilit mekanizma, insanlara özgü bir özellik olan dildi. Yiyeceğe ulaşmakta çekilen zorluklar, sadece fiziki gücü değil, aynı zamanda yoğun bir işbirliğini gerektirmiş olmalı. Hem grupların kendi arasındaki rekabet hem de daha büyük yırtıcılara karşı oluşturulan güç birliği, uyum yeteneğini geliştirmiş görünüyor. Örneğin, Hadza gibi bazı toplayıcılar, bugün bile avcılarla iletişim kurmak için klik seslerini kullanırlar. Bu, avı daha az rahatsız ettiği için tercih edilen geçmişin kadim bir anısıdır.

Avlanan bir Hadzabeli
Hadzabe kabilesi, bilinen son ilkel kabilelerden. Sosyal ve ekonomik hayatlarında hâlâ atalarının yöntemlerine sadıklar. Resim: 101 Last Tribes

Bu durum, dilin gelişiminin ne kadar eski ve kritik olduğunu anlamamızı sağlıyor. Örneğin, henüz Afrika’dan çıkışın yaşanmadığı zamanlarda bile, Homo erectus’un gırtlağının çocukluk evresini geçmemiş olması, karmaşık bir iletişimin değil, bir tür ilkel dilin gelişmiş olduğunu gösteriyor. Zira bu ilk öncüler, Afrika’dan çıkan ilk küçük göç dalgalarını başlatmışlardı. Ancak hızlı teknolojik ve kültürel değişim, modern dilin gelişmesiyle gerçekleşti. Bir avı önceden planlamak, geniş alanlara yayılan suları geçmek için kayıklar kullanmak.. Bundan ayrı olarak vahşi bir ortamda işbirliğini geliştirmek.. Bütün bunlar, ancak Homo sapiens’e özgü karmaşık dil ile mümkün oldu. Dilin gelişimiyle gelen bu bilişsel sıçrama, daha büyük meydan okumaları da beraberinde getirdi. Modern insanın Afrika’dan çıkıp, dünyanın çok daha zor çevrelerinde, hatta Homo erectus’un torunlarının (Neandertaller vb.) yaşadığı bölgelerde bile yer edinmesine olanak sağladı.

İnsanlığın Kader Anı: Homo Erectus’un Cesareti

Yaklaşık 1.000.000-800.000 yıl önce, küçük bir Homo erectus grubunun Asya’ya geçtiğini biliyoruz. Belki de 100-150 kişilik bir grubun bu girişimi göze alması, tarihin seyrini değiştiren bir olaydı. Ancak bunu neden yaptıkları ve nasıl cesaret ettikleri konusu hâlâ belirsizliğini koruyor. Bir zorunluluk muydu yoksa ufukların ötesine duyulan saf bir merak mı? Bilim bu konuda net cevaplar veremiyor. En güçlü olasılık, çetin şartlar ve yiyecek sıkıntısının onları bu yola zorlamış olması. Fakat dilin dünyaya asıl yayılması ve kültürel çeşitliliğin taşınması, Homo sapiens’in çok daha sonraki göçleriyle gerçekleşti.

Bu büyük göç esnasında, gruplar kendi toplayıcılık alışkanlıklarına uygun kavramları, yeni topraklarda daha da zenginleştirmiş olmalılar. Örneğin, Afro-Asyatik dil grubunu kullanan grupların Güneybatı Asya’ya göçü, Sahra kültürünün izlerini o bölgeye taşıdı. Arapça ve İbranice gibi Semitik dillerin bu ailenin bir parçası olması, dilin coğrafi ve kültürel bağını gösterir.

Bir başka dil ailesi Nil-Sahra grubuna ait olanlar ise, muhtemelen kıtanın daha yağışlı ve sulak yerlerinde yaşadılar. Timsah, balık ve diğer su hayvanlarını avlamaları, tekne teknolojisini geliştirmelerini sağladı. Ayrıca, aradaki su yollarını aşarak Asyanın tropik topraklarına ulaşanların da bu dil ailesine dahil oldukları sanılıyor. En azından Afrika Boynuzu ile Babü’l-Mendeb boğazını geçmek için basit tekne yapabiliyor olmalıydılar. Ayrıca o dönem deniz seviyelerinin düşük olması, daha uzun deniz yolculuklarını yapmalarını sağlamış olabilir. Büyük ihtimalle Avustralya ve Yeni Gine’ye bu sayede geçmiş olmalılar. İnsanların bunu başarabilmesi, insan davranışlarındaki değişimlerin boyutunu da gösterir.

Bu insanlar, Afrika’yı 1.000.000 yıl önce terk edip, eski kıtanın ılıman bölgelerine yerleşen Homo erectus ve Neandertallerin yerini aldılar. Ardından Avrasya ile Amerika’nın ılıman bölgelerine yöneldiler. Bu durum, dünyanın birçok dilinin Nil-Sahra dil ailesine uzaktan akraba olduğuna işaret eder.

Bu, aynı zamanda bizlere tüm dünya dillerinin, Afrika’nın ilk sözlerinden yayılan ortak ve kadim bir kökene işaret ettiğinin ispatı gibidir.

Tüm Dünya Dilleri Afrikalı Olabilir mi?

Atalarımızın yaşamları hakkındaki dilsel kanıtlar, önemli bir bilgi kaynağıdır. Onlar Asya ve Avrupa’ya göç ederken, sosyal hayatlarını düzenleyen araçları da zihinlerindeki kelimelerle taşıdılar. Bazı bilim insanları, tüm dil ailelerinin köklerinin çok derin geçmişe dayanabileceğini iddia ederler. Bu arayış, insanları Afrika’dan ilk göç hareketini ve dünyanın diğer bölgelerine yayılımını yeniden kurgulamaya itiyor.

Afrika etnik gruplar haritası - 1996

Afrika’nın 5 büyük dil ailesi, binlerce alt dili barındırır. Kaynak: Wikipedia – Languages of Africa

Ancak bu gerçekten çok zor bir çaba. Çünkü dil, zaman içinde hızlı değişen ve dallanan canlı bir yapıdır. Ölçeğin büyüklüğünü anlamak bakımından, bugün dünyada Lingua franca olan İngilizceyi düşünelim. İngilizce, birçok Avrupa diliyle beraber Farsça, Hintçe ve Hitit dillerini de kapsayan Hint-Avrupa dil ailesine dahildir. Bu dillerin kendi içinde dallanan yapısını düşündüğümüzde, böyle bir kurgunun altından kalkılmasının ne kadar zor olduğu anlaşılır. Yine de insanlık bu meydan okumadan vazgeçmiyor. İlk göç hakkında bir kurgu yaratmak için dillerdeki değişimlerin izlerini takip ediyor. Bunun devamında, insanlığın en eski hareketlerinin bugüne yansımalarını bulmaya çalışıyor.

Bu hikayeler, aynı zamanda, dünyanın coğrafi dönüşümünü de anlamamızı sağlar. Bugün Kızıldeniz’in geçilmesi gibi doğa üstü olayların, geçmişteki iklim ve coğrafi şartların izin vermesiyle mümkün olduğunu gösterir. Atalarımız, dilin sağladığı işbirliği ve planlama yeteneği sayesinde bu coğrafi engelleri aşabilmişlerdir.

Son Sözler

Dünya’da Afrika’yı ne kadar soyutlamaya çalışsak da, köklerimizin oraya ait olduğu artık tartışılmaz bir gerçektir. Bizi diğer primatlardan ayıran davranışsal özelliklerin ve zihinsel alışkanlıklarımızın izleri, ilk Afrikalı atalarımıza kadar uzanıyor. Bugün en önemli hazinemiz olan dilimiz de Afrikalıdır. Hatta bazı dilbilimciler, tüm dünya dillerinin kadim Khoisan dilinden türediğini öne sürer. Kelimelerimiz de, tıpkı genlerimiz gibi, Afrika’dan çıkan o tek ailenin mirasıdır.

Dil, insanların sosyalleşme ve örgütlenme potansiyelini yükselten temel bir zihinsel beceriydi. Dilsel yeteneklerinin gelişmesi, yeni kavramları zihinlerde kurup gerçeğe dönüştürme zeminini hazırladı. Afrika’nın değişen fiziki şartlarına uyum sağlama becerisiyle ilk insanlar tüm kıtaya, ardından da dünyaya yayılabildiler. Bu anlamda dil, doğanın atalarımıza verdiği bir hediye değil, Afrika’da kazanılmış bir zafer, çetin bir yaşam mücadelesinin hak edilen ödülüydü.

Bu yaratıcılığın verdiği cesaretle, çok küçük bir grubun kendi basit tekneleriyle Bab’ül Mendeb boğazını geçmeleri, insanlık için bir kader anıydı. Kolomb, Vasco da Gama ve insanlığın önünü açan diğer modern kâşifler, hep atalarımızın bizlere aktardığı o ilk kıvılcımdan ilham aldılar. Dünyanın adeta fethine girişen o bir avuç atamızın yaptıkları yanında, modern keşifler bir devam hikayesidir. Bugün benliğimizde büyüyen yaratma ve uyum sağlama yeteneği, bundan on binlerce yıl önce Afrika’dan çıkan o küçük grubun attığı tohumdur.

Sonuç olarak, evet, önce söz vardı! Ve ilk sözü Afrika söyledi.


Kaynaklar:

Jared Diamond………………………………………………………………Tüfek, Mikrop ve Çelik

Clive Ponting………………………………………………………………….Dünya Tarihi

Erik Gilbert-Jonathan T. Reynolds………………………………….Dünya Tarihinde Afrika


Not: Yazıyı Zihin Karmaşası podcastinde dinleyebilirsiniz