Geliştirdiğimiz teknolojiler sadece konforumuzu artırmıyor, bizi nasıl bir geleceğin beklediğini gösteren ipuçlarını da veriyor. Geleceği belirginleştirmek, bu ipuçlarının geldiği kökleri daha iyi kavrayabilmemize bağlı. İşin doğrusu, kırılma anları yaşadığımız bu zamanları anlamak, insanlık tarihinin bir muhasebesini yapmadan başarabileceğimiz bir şey değil.
Gerçekten de olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Bugün ulaştığımız son teknolojiler, insanlığın bilinmezliklerle dolu zamanlarda sorduğu ilk soruyla başlayan o kadim sürecin bir uzantısı. Özellikle içinde bulunduğumuz çağda kaydettiğimiz ilerlemeler, yalnızca son 50 yılda gerçekleşen gelişmelerle açıklanamaz. Yapay zeka da dahil her yeni keşfin, insanlığın içinden geldiği o bulanık zamanlarla bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. Lex Fridman’ın programına konuk olan Sundar Pichai’nin sözleri, beni bilinçaltımın derinliklerinde yatan bu düşünceleri aramaya itiyor.
Bugünkü teknolojik gelişmeler, önümüzdeki manzarayı daha da netleştiriyor. Ürettiğimiz muazzam bilgi, sanki gelecekte elde edeceğimizin bir kırıntısı gibi duruyor. Bu anlamda büyük resmi görmek, mevcut teknolojileri daha geniş bir perspektiften değerlendirmekle mümkün. Bugün geldiğimiz nokta, aslında insanlığın en derin rüyalarını içinde barındırıyor. Bundan sonrası ise bambaşka bir hikayenin başlangıcı oluyor.
Bu yazıda, bizi bugünlere getiren o bitmek bilmeyen merakımızın bizi nereye götüreceğini tartışacağız. Bunu da arama kavramının tarihini anlayarak irdelemeye çalışacağız. Bu yolculuk, aramanın doğasını daha iyi kavramamızı sağlayacak. Şunu unutmayalım ki, teknoloji değişse de insanın sorularının özü değişmeyecek. Çünkü işin odağında insan olduğu sürece, temel motivasyon hep aynı kalacak: “Anlamak ve Anlaşılmak”
Mağara Duvarlarından Dijital Evrene
İlk sorularımızı kazıdığımız mağara duvarlarından, bugün dijital dünyanın duvarlarına yazdığımız bir çağa ulaştık. Soru sormayı sadece insana ait bir şey gibi düşünmek yanlış olur. Doğanın kendisi, henüz nefes bile yokken yaşamla ilgili sorular soruyordu. Milyarlarca yıl önce, ilk canlı hücrenin titreşimleri “Nasıl hayatta kalabilirim” sorusuna cevaplar arıyordu. Bu sessiz sorgulama DNA’ya kazındığında yaşamın ilk halkası oluştu.
Anlama çabasını hiçbir zaman bırakmayan insan, “neden?” diye sorduğunda dilin temellerini attı. Medeniyetler, bu soruların peşinde yürüdü ve her yenilik bir diğer soruyu beraberinde getirdi. Bugün arama çubuğuna yazdığımız her kelime, hâlâ ilk hücrenin korkusunu, merakını ve direncini taşır. İlk hücrenin hayatta kalmak için sorduğu o başlangıç sorusunun üzerinden milyarlarca yıl geçse de değişmeyen birşey var. O da arama çubuğunun o ince aralığından yaşamın kadim tarihinin bize birşeyler fısıldadığıdır.
Aramanın doğası derinlerde yatar. Bir şeyler sorma ve bir şeyi arama isteği, doğada yönümüzü bulmamızı sağlayan içimizdeki temel koddur. Bugün arama çubuğuna yazdığımız her sorgu, evrenle kurduğumuz diyaloğun en saf halidir.
Her şey bir soruyla başlar. Soyut ve dağınık düşünceleri anlamlı hale getirmek için kullandığımız sözcükler sorgularımızı biraz bulanık bırakabilir. Ancak yaşam, sözcüklerin arkasında saklı kalan niyetimize uygun bir planı bize nasıl sunuyorsa, arama algoritmaları da düşüncelerimizi bizim adımıza öyle düzenler. Alaaddin’in Sihirli Lambası gibi, arama çubuğuyla yaptığımız her etkileşim, içindeki cini çıkaran sihirli sözleri andırır. Aslında her arama, bilinmeyenle yüzleşme cesaretini gösterdiğimiz bir ritüeldir. Google’a “En yakın eczane nerede?” yazdığımızda, “Beni hastalıktan, aslında ölümden, koruyacak ne biliyorsun?” diye sorarız. “Aşk nedir?” diye arattığımızda ise, belki de karşılık bulamadığımız aşkımıza bir umut ararız.
Her Sorduğumuz Soru, Hayatı Büyütüyor
Günümüzde ortaya çıkan her yeni teknolojiye, artık sadece bir yenilik olarak bakmak yeterli değil. Onlar, bize doğru gelen dev bir tsunaminin belki de ilk işaret dalgaları. Hızla değişen ortamda, soruların anlamı değişiyor ve sormamız gereken yeni sorular ortaya çıkıyor. Ancak bilginin bu denli hızlı artışı, hayatımızı kontrol edemeyeceğimiz şekilde büyütüyor. Akış büyüdükçe farkındalığımız azalıyor ve doğru soruyu yakalayamıyoruz. Hıza yetişmek için yüzeysel cevaplarla yetiniyoruz. Arama çubuğundaki sorgularımızın cevapları da, algoritmaların daha önceki panik sorulara hazırladığı cevapların bir özeti oluyor. Bu durum, bizi daha pasif bir bilgi tüketicisi haline getiriyor.
Aslında arama çubuğuna yazdığımız her sorgu, hayata sorduğumuz bir sorudur. O duvarın arkasında milyarlarca insanın trilyonlarca hayat deneyimi vardır. Bir çorbadaki tuz, yağ, su, ve baharatların karışımı gibi hayatın içinde de hepimizden biraz vardır. Hepimiz sorularımızın cevaplarını bir başkasının deneyiminde ararız. Aradığımızı olabildiğince açık anlattığımızda, altında binlerce hikaye olan her kelime şeffaflaşır. Sonuçta bilgi ne kadar berraksa hedef o kadar net, anlam yolculuğumuz o oranda rahattır.
Ben bu cümleleri yazarken bile, aslında bir başkasının hafızasına dokunuyorum. Benim de üzerine koyarak size aktardığım bu düşünceler, sizin zihninizde farklı bir resim çiziyor. İşin doğrusu arama, insanlığın ortak zekasının bir yansıması gibi çalışıyor. Başkalarının keşfettiği cevaplarla, kendi eksiklerimizi tamamlıyoruz.
Arama: Bizi Birbirimize Gittikçe Yakınlaştıran Evrensel Algoritma
Bunu bir bebeğin zamanla beynindeki bağlantı sayısını artırmasına da benzetebiliriz. Çevresini yeni tanımaya başlayan bir bebek, bilinçli olarak sormasa da sıcak bir sobaya dokunmanın ne demek olduğunu merak eden içgüdüsüyle hareket eder. Çevreyle olan her etkileşim, beyninde birbiriyle haberleşen yeni devreler yaratır.
Bugün, 300 bin yaşındaki modern insan da kozmik zamana göre henüz bebeklik evresinde. İnsanlık da merakını giderdikçe ortak hafızası büyüyor ve beynindeki bağlantıları çoğalıyor. Tıpkı bir legoyu tamamlar gibi, parçaları doğru yerleştirdikçe anlamakta zorlandığımız büyük yapı gittikçe görünür hale geliyor. Her soruda doğanın zekasından bir şeyler kapıyoruz. Keşfedilen her bilginin diğeriyle bağlantılı olduğunu daha iyi anlıyoruz. Belki de bu durum, bizi birbirimize doğru çeken, bilginin ve anlayışın tek bir noktada birleştiği bir tekilliğe doğru götürüyor.
Arama Evrildikçe Gerçeklik Dönüşüyor
Geçmişin şekillendirdiği günümüz dünyası nasıl arama üzerine kuruluysa, gelecek de aynı temel üzerinde şekilleniyor. Ancak eskiyle yeni arasındaki en temel fark, geleceğin yapay zeka teknolojisi üzerine kurulması. İnsanlığın sorgulamalarıyla geçmişin mirasını bugüne taşıyoruz, fakat bu sefer mutfakta YZ’nin kendisi yer alıyor.
İnsan, yeni hikayesinde yoluna yapay zekayla birlikte devam ediyor. Artık sadece insanları bilgilendirmek değil, makineleri de beslemenin önemli olduğu bir evreye giriyoruz. Verdiğimiz malzemeden önümüze gelen bambaşka spesiyallerde insanın payı gittikçe azalıyor.
Bu durum bizi YZ’nin görüşlerinin baskın olduğu bir dünyaya taşıyabilir. Örneğin, AI Overviews gibi araçlar, kaynakları özetleyip orijinal içerik üretirken, insanın ürettiği içerikler artık “özgün” kabul edilmeyebilir. YZ’nin verdiği cevaplara göre şekillenen böyle bir gelecekte, gerçekler de değişebilir. Öyle ki tarihin yeniden yazılma ihitimali ortaya çıkar. Mesela YZ’nin verdiği uydurma bir cevap, tarihin karanlık figürlerinden Hitler’i bile “iyi” gösterme potansiyeli taşır. Dünyanın manyetik alanı değiştiğinde kaleydoskop nasıl ters yönleri gösterirse, gelişen teknoloji de bakış açılarımızı etkilediğinde bugünkü gerçekler ters yüz olabilir.
Verinin, Gerçeği Dönüştürme Gücü Var mı?
Daha fazla zekanın üretildiği bu manzarada aramanın doğasının değişmesi kaçınılmaz görünüyor. Google’ın aylık token üretiminin 480 trilyona ulaştığı günümüzde bu, her insana yaklaşık 60.000 yapay zeka içeriği düşmesi anlamına geliyor. Öyle bir veri hacmi yaratıyoruz ki, anlamın kendisi kaybolma riskiyle karşı karşıya kalıyor. Herkesin bağırdığı bir kalabalıkta, vasatlık kaçınılmaz olarak artıyor. Bugün anahtar kelimelerle yaptığımız aramalara aldığımız cevaplar, yakında yapay zekanın sunacağı bize uygun bir gerçekliğe dönüşme riskini taşıyor. İşin doğrusu gerçekliğin anlamı dönüşecek gibi duruyor. Doğanın bize yüklediği öznel bilinci, yapay zeka simüle ederek karşımıza çıkarıyor.
Peki bu ne anlama geliyor? Mesela bugün iklim değişikliği hakkındaki aramalarımıza benzer sonuçlar alırken, 2030’da kendi psikolojik profilimize, siyasi eğilimimize, hatta genetiğimize göre bambaşka yanıtlar alabiliriz. Böyle bir senaryoda hepimiz, kendi bakış açımızın mahkumları olabiliriz. Arama motorları, kullanıcıların arama geçmişlerini dikkate alarak sonuçları özelleştirebilir. Aslında bunun başladığını da söyleyebiliriz. Mesela ChatGPT, daha önceki aramalarımı inceleyerek benim bir profilimi çıkarabiliyor.
Bu durum, arama motorlarının tahmine dayalı arama yeteneklerini de artırır. Böylece bir sorgu yazmadan önce, arama motorları olası ihtiyaçlarımızı tahmin ederek bize ilgili bilgileri sunabilirler. Bu, konforlu ama potansiyel olarak izole bir bilgi akışı yaratma riskini de beraberinde getirir.
İnsanın Rolü: Doğru Soruyu Sormak
Aramanın evrimiyle internet daha akıllı, daha kişisel ve daha entegre bir platform haline geliyor. Bu dönüşüm, kullanıcılar, içerik üreticileri, geliştiriciler ve işletmeler için fırsatlarla beraber zorlukları da beraberinde getiriyor. İnternet, sadece bir bilgi deposu olmaktan çıkıyor; bireysel ihtiyaçlara duyarlı, akıllı bir yaşam asistanına dönüşüyor. Ancak bu dönüşümün getireceği geleceğin istediğimiz gibi şekillenmesi, biraz da bize bağlı.
Önümüzdeki esas devrim belki de cevaplarda değil, sorunun niteliğinde yatıyor. Bu anlamda insanlık, yapay zeka aracılığıyla daha güzel sorular sormayı öğreneceğimiz bir geleceğe doğru ilerliyor. Karşımızda tek bir insan varmış gibi soru sormanın yanlış olduğunu anlamamız gerekiyor. Aynı konuda arama yapan milyonlarca kişiye yine milyonlarcası kendi bakış açısına göre cevap veriyor. “En iyi telefon hangisi?” gibi yüzeysel sorular, bizi dijital dünyada bıraktığımız izlerden takip eden firmaların reklamına boğuyor. Oysa sonuç odaklı sorular yerine, bir sohbet başlatan, amacı ve bağlamı olan sorular sormak çok daha iyi sonuçlar almamızı sağlıyor.
Yapay zeka insandan farklı olarak, düşüncelerimizi sadece sözlerimizde arar. Kullandığımız her sözcük bir niyeti gösterir ve sohbet o yönde akar. Şu an için makineler niyeti doğru anlayacak sorular sormak için değil, daha çok cevap verebilmek için programlanıyor. Ancak bu, insanın “nasıl soracağım?” sorusunu yeniden ele alması için önemli bir eşik.
Peki İngilizce Bilmeyenler?
Her ne kadar gelişen teknoloji, büyük fırsatlar yaratsa da küresel adaletsizliği artıran bir tarafı var. Bugün tarayıcılar dil çevirilerini ne kadar iyi yapsa da, onların ana dili İngilizce. Bu yüzden yapılan çeviriler mükemmel seviyeyi yakalayamıyorlar. Yapay zeka dil desteğini ne kadar genişletse de, her dilin kültürel nüanslarını, argosunu ve deyimlerini tam olarak anlayamıyor. Örneğin, Türkçedeki “Allah belanı versin” gibi bir argo ifadenin birebir karşılığı “God damn” olamaz. Yapay zeka bunu “Hay aksi!” gibi daha yumuşak bir ifadeyle çevirse de böyle bir argo Türkçe’de aslında yoktur.
Farklı dillerde üretilen içeriklerin keşfedilmesi ve sıralanması için algoritmaların yerel kültürel bağlamları iyi anlaması lazım. Mesela Deep Search veya AI Overviews gibi özelliklerin, yabancı dillerde aynı derinlik ve doğrulukta çalışması için sürekli iyileştirilmeleri gerekir. Bunun temelinde arama algoritmalarının küresel çapta tarafsız ve adil olması yatar. Ancak unutmayalım ki, her zaman bir amaca hizmet eden algoritmalar tarafsız olamaz. Bu sebeple ne kadar iyileştirme olsa da dillerin ruhu çevirilerde kaybolmaya muhtemelen devam edecektir. Bu, İngilizce olmayan içeriklerin hak ettikleri ilgiyi göremeyerek dijital ortamda silikleşmesine yol açabilir.
Yapay zekanın yoğun kullanıldığı Beam gibi ileri teknolojilerde bant genişliğinin yüksek, donanımın güçlü olması gerekiyor. Ancak anadili İngilizce olmayan ülkelerde bu teknolojilerin yayılımı sınırlı kalıyor. Buna gelişmekte olan birçok ülkenin internet altyapısının yetersizliği ve cihaz sahipliğinin azlığını eklediğimizde teknolojik eşitsizlik daha da büyüyor. Bu durum, bilgiye erişimdeki dijital uçurumu daha da derinleştiriyor ve küresel eşitsizliği artırıyor.
Yapay Zeka, Az Kültürlü Bir Dünya mı Yaratıyor?
Bugün Web içeriğinin %60’ı, yapay zeka modellerinin eğitildiği verilerin neredeyse %90’ı İngilizce. Bu durum, farklı dillerdeki arama sonuçlarının çeviri artıklarıyla dolu olmasına sebep olabilir. Kısacası, yerel dilde sorduğumuz sorular, özünde Amerikan kültür filtresinden geçtiğinde, bu dillerin özgünlüğü ve anlam derinliği zamanla silikleşiyor. Bunun sonucunda karşımıza, yapay zekanın kendi dili ve üslubuyla standartlaştırdığı içerikler çıkıyor.
Tüm bu zorluklara rağmen teknoloji çeşitlendikçe, insanın aramadan beklentileri de doğal olarak değişiyor. Bu dönüşüm, dil engellerini tamamen ortadan kaldırmasa da, iletişim şeklimizi temelden değiştirecek bir potansiyel taşıyor. Artık daha zengin, görselliğin ve konuşmanın ön planda olduğu bir arama modeli öne çıkıyor. Sanki insan, kendisini tamamlayacak, onunla bütünleşecek bir arayış içinde. Bu durum, yalnızlığını bir nebze gidereceği ve eğlenerek arama yapacağı bir interneti çağrıştırıyor bana.
İki Katmanlı Web: İnsanlar ve Yapay Zeka Ajanları İçin Ayrı Dünyalar
Lex Fridman’ın Sundar Pichai’ye sorduğu sorular arasında, benim ilgimi en çok “Katmanlı Web” çekti. Mevcut eğilimler ışığında, insanlar ve yapay zeka ajanları için internetin farklı katmanlara ayrılması oldukça yüksek bir olasılık. İşin doğrusu, bu ayrımın bir yere kadar şimdiden oluşmaya başladığını söyleyebiliriz.
Şu anki interneti, ağırlıklı olarak insanların tüketimi için tasarlanan bir “İnsan katmanı” olarak düşünebiliriz. Web siteleri görsel arayüzler, okunabilir metinler, tıklanabilir düğmeler ve insan etkileşimine odaklı deneyimler sunuyor. Örneğin, “Ne hissedeceğim?”, “Bana ne anlatıyor?”, “Burada kimler var?” gibi sorular, insanın duygusal ve sosyal ihtiyaçlarına cevap veriyor.
Ancak, özellikle yeni nesil büyük dil modellerine (LLM) dayalı yapay zeka ajanları, interneti bambaşka bir şekilde kullanmaya başladılar. Ağırlıklı olarak gizli bir katmanda çalışan bu YZ ajanları, veri çekme, işleme, analiz etme ve API etkileşimleri gibi belirli görevleri yerine getiriyorlar. Bizler duygusal bir yaklaşım içindeyken onlar tamamen görev ve bilgi odaklılar. “Bu verinin yapısı ne?”, “Gereken bilgiyi nereden bulabilirim?”, “Bu görevi en verimli nasıl yaparım?” gibi sorulara cevaplar arıyorlar.
Şu anda YZ ajanları insan web’ini taklit ederek veya web sitelerinin API’larını kullanarak bilgi çekiyorlar. Ancak bu süreç her zaman verimli değil ve YZ ajanlarının özel ihtiyaçlarını tam olarak karşılamıyor. Özellikle arama daha görsel ve konuşmaya dayalı hale geldikçe, insanlara yönelik bu yapının yapay zeka ajanları için yeterli gelmeyeceğini söyleyebiliriz. Daha çok bilginin daha hızlı işlenme ihtiyacı, iki katmanlı bir web’in kaçınılmazlığını daha da pekiştiriyor.
İkinci bir katman, enerji verimliliği ve işlerin daha hızlı yürümesi açısından kritik öneme sahip. Bunun sonucunda güvenlik protokollerinin değişmesi, kötü niyetli ajanlara veya otomatik saldırılara karşı güçlü bir koruma sağlar.
Bu, bilginin büyümesi açısından gerçekten büyük bir fırsat. Ancak bizler teknolojinin sağladığı konforla içerikleri neşe içinde tüketirken, aslında bünyemizde bir virüsün gezdiğinin farkında değiliz. Kendi içimizde ikinci bir varlığı taşıyor gibiyiz ve bu varlık, yavaş yavaş tüm zihnimize yakında hakim olabilir.
Her Sorgu, Bizi Yeni Bir Sosyal Yapıya Biraz Daha Yaklaştırır
Yapay zekanın popüler olanı gerçek olarak sunması, gerçeğin anlamını yitirmesi, farklı doğruların ortaya çıkması ve sonucunda oluşabilecek tarihi tahrifatlar… Bilginin demokratikleşmesi ama bu denli yoğun bilginin yarattığı aşırı yüklenme… Arama motorlarının sohbet tabanlı asistanlara dönüşmesiyle birlikte yaşanabilecek gizlilik ihlalleri ve sosyal izolasyon… Teknolojiyle gelen refah ama anadili İngilizce olmayanların yaşadığı teknolojik yoksulluk…
Tüm bu zorluklar, insan denen karmaşık varlığı daha farklı arayışlara itiyor. Bu arayışların izlerini, özellikle blockchain teknolojisindeki gelişmelerden takip edebiliyoruz. İnsan, hiçbir zaman kaderi üzerindeki hakimiyetini kaybetmek istemez. Bu noktada, blockchain tabanlı arama motorları, kullanıcılara verileri üzerinde daha fazla kontrol sahibi olma imkanı sunuyor. Verinin eşsiz bir değer olduğu bu çağda, kullanıcılar kişisel bilgilerinin rızaları dışında kullanılmasını veya satılmasını bu sayede engelleyebilirler. Merkeziyetsiz bir dünya, bilginin çoğaldığı ve şeffaflaştığı bir ortamda, aradığımız adaleti getirebilir.
Belki de hepsinden önemlisi, blockchain tabanlı arama motorları, daha önce bahsettiğimiz YZ ajan odaklı web katmanında kritik bir rol oynayabilir. Örneğin, veri yapılarını daha şeffaf, denetlenebilir ve manipülasyona kapalı hale getirebilirler. Ayrıca, YZ ajanlarının doğru bilgiye erişiminin güvence altına alınması, halüsinasyon (yanlış bilgi) riskini azaltır. Bu, sadece gerçeğin anlamını koruması bakımından kritik bir adım olmaz. Aynı zamanda gelecekteki dijital ekosistem hem insan merkezli hem de güvenilir bilgiye dayalı bir yapıya kavuşur.
Son Sözler
İnsanlığın ilk sorusundan bugünkü arama çubuğuna uzanan evrim, bizi bilgiye erişim ve etkileşimde yepyeni bir eşiğe getirdi. Eski mutlak egemen insanın anlam arayışı devam ederken, yeni ortağı YZ de verimlilik ve veri işleme ihtiyaçlarıyla kendi yolunu çiziyor.
Bu durum, internetin gelecekte daha karmaşık, çok katmanlı bir yapıya evrileceğini açıkça gösteriyor. Bir yanda insanların dünyayı deneyimlediği, yaratıcılığını sergilediği ve sosyal bağlar kurduğu görsel ve duygusal bir web katmanı; diğer yanda ise YZ ajanlarının verileri işlediği, görevleri otomatikleştirdiği ve kendi aralarında iletişim kurduğu işlevsel ve veriye dayalı bir katman..
Bu iki katman, birbirini tamamladığında bizi çok farklı bir düzleme taşır. Öyle ki, insanlığın bitmeyen merakına ve ilerleme arayışına hizmet eden daha akıllı ve verimli bir dijital ekosistemin ortaya çıkma ihtimali yüksektir. Bu dönüşüm, tıpkı akıllı telefonların hayatımıza girmesi gibi, akıllı sorular dönemini de beraberinde getirebilir.
Soru sormayı bırakan insan, düşünmeyi bırakır. Hafızasını genişletemeyen bir toplum, bilgi üreten toplumlar karşısında bağımsızlığını koruyamaz.
Bir arama çubuğuna yazdığımız her kelime, “Ben buradayım. Anlamak istiyorum. Bana yardım et.” mesajıdır. Belki de insan olmanın en büyük trajedisi, asla tam olarak tamamlanamayacağımızdır. Ancak bugün geldiğimiz nokta da bu eksikliği kabullenip, onu aramaya devam etmemizin sonucudur. Eksik olan tarafımızı beyindeki nöral ağlar gibi, bir başkasının hafızasından tamamlarız. Bu döngü, bilginin ve insanlığın sürekli evrimini temsil eder.
Arama, insanın durmaması anlamına gelir. Çünkü duran insan, ölüdür.
Not: Yazıyı Zihin Karmaşası podcastinde dinleyebilirsiniz.