Mastodon

Monolog

Kişisel görüşler, düşünceler ve deneyimler. Her şeyin dönüştüğü bir çağda söyleyecek bir şeyim var.

Bilim-Felsefe

Yapay zeka: İnsanın Tanrı’yla Mücadelesinde Şimdilik Son Nokta

4,5 milyar yaşındaki dünyada, egemenliği 165 milyon yıl süren türler oldu. Ancak bir asteroidin dünyaya çarpması, bizim türümüzün de dahil olduğu memelilerin dönemini başlattı.

Bu kadar yaşlı dünyamızda, bizim 300 bin yılda geldiğimiz nokta tek kelimeyle olağanüstü. Böyle bir hızlı girişe Tanrı’nın da şaşırıyor olması lazım.

300 bin yılda ürettiğimiz bilgiyle artık bir makineyi konuşturabiliyoruz. Bugüne kadar ürettiğimiz tüm teknoljilerden farklı olarak yaratma gücümüzü yapay zekayla paylaşıyoruz.

Bu başarıyı, doğanın karşımıza çıkardığı engelleri bir meydan okuma kabul ettiğimiz için gerçekleştirebildik. Doğamızdaki bu cesaret, bugün muazzam bir bilgi birikimi yaratmamızı sağladı.

Adem’in elmayı ısırmasıyla başlayan bilme arzumuz, teknolojinin gelişmesine paralel olarak daha da çoğaldı. Doğayı keşfettikçe bir şeye inanma ihtiyacımız, hep bir sonraki soruyu sormamıza neden oldu. Bu durum bizi, ürettiğimiz bilginin yönetimini makinelere bırakmaya kadar getirdi. Ancak bu inancın verdiği cesaret, bütün bu olanlara neyin sebep olduğunu merak etmemize engel olamadı.

İnsan, neden bir inanç geliştirir?

İnsan olarak doğa karşısında bilgimiz sınırlıdır. Ancak sezme gücümüz, anlayış sınırımızı genişletir. Gördüğümüz nesneyi neyin meydana getirdiğini açıklayamazsak buna bir anlam yükleriz. Mesela gök gürültüsüne sebep olan nedeni açıklayamadığımız zamanlarda buna kutsal bir anlam yüklemişiz. Anlama sınırımızın ötesinde kalan boşluğu hep bir inançla kapatmışız.

İnanç dünyamız çağlar boyunca teknolojiyle paralel gelişmiştir. Zamanın ruhuna uygun inanışlar, teknoloji geliştikçe yerini yeni inançlara bıraktı. Mesela ilk çağlarda dünyanın düz olduğu inancından, Batlamyusun yer merkezli sistemine geçtik. Galileo, gökyüzünü incelemek için teleskopu kullanıncaya kadar bu inanç sürmüştür.

Teleskopun keşfi, dünyanın evrenin merkezinde değil, güneşin çevresinde dönen alelade bir gezegen olduğunu gösterdi. Galileo’nun 1500 yıl sonra bunu ispatlaması, insanın inanç dünyasını sarsan bir olaydır.

İnsanın zihninde kendini sınayan iyi ve kötü her zaman vardır. Eğer her şey belirli olsaydı, insan eylemsiz kalır ve depresyona girerdi. Bu anlamda inancın, insanı denemeye kışkırtan bir tarafı vardır.

İnanç dünyamızda da Allah, Adem’i cennete koyarak hiçbir şeye ihtiyacı olmadan mutlu yaşamasını ister. Ancak yasak meyvenin olduğu ağacı da cennetin ortasına koyar. Böylece Tanrı, Adem’i eyleme sürükler. Bu yasakla Şeytan, Havva’yı kışkırtır ve Adem, Tanrı’ya sığınarak merakını giderir.

Herhangi bir işe başlamadan önce elimizdeki verilere bakar, gerisini Tanrı’ya bırakırız. Eksik bilgimizi inancımızın kapatacağına inanarak belirsizliğe atılırız. Bilinmeze adım atarken Allah’ın adını anarak bize cesaret vermesini isteriz. Ateist olsak bile kendimize güveniriz. Doğru olduğuna inandığımızı dener ve kıyas yapacak yeni sonuçlar çıkarırız.

Bu anlamda, inanç olmasaydı ilerleme cesaretimiz de olmazdı. Merakımızı gidermemiz için gereken inanç olmasaydı, bizi neyin meydana getirdiği hakkında bir fikrimiz olmazdı. Algıladığımız dünyanın altında yatan gerçeği bilemezdik. Bunun yanında, evrende başka hayatlar ve kendimize yeni bir ev arayamazdık.

Tanrı için insanın anlamı nedir?

Bir vasfa sahip olmak için onu onaylayan bir işaret gerekir. Mesela babalık ve annelik duygusunu hissedebilmemiz, bir çocuğumuzun olmasına bağlıdır.

Tanrı da bu sıfatı kazanmak için onu onaylayacak bir varlığa ihtiyaç duyar. Doğada insan dışında bunu onaylayacak başka bir varlık yoktur. Bugünkü inanç dünyamızda insan olmasaydı, Tanrı’da bu duyguyu hissedemezdi. Bu anlamda Allah, Adem’i çamurdan yaratır ve ruhundan üfleyerek ona can verir. Yalnız kalmaması için de Havva’yı yaratır.

İlkçağ inançlarında da saygı görmek isteyen tanrılar görürüz. Bu sebeple kendilerine itaat edecek bir kitleye ihtiyaçları vardır. İnsanın yaratılma sebebi, tanrıların kendilerini öyle hissettirecek bir varlığa ihtiyacı olmasıdır.

Zeus’un titanlarla yaptığı kavga, kendisine boyun eğecek insanları hakimiyeti altına almak içindir. Savaşı kazanan ve Titanları toprak altına gönderen Olymposlular, kendilerine tapacak yeni bir canlı oluşturmak ister. Zeus, diğer tanrılara şeref payını dağıtırken, bunu insanları atlayarak yapar. Bir titan olan Prometheus da Tanrılara olan kızgınlığını, insanın yanında yer alarak gösterir.

Günümüz inancında da Tanrı, Şeytan’la arasındaki mücadeleyi kazanmak için insan hamlesini yapmış olabilir. Belki de şeytanın ona itaat etmeyeceğini bilerek insanı yaratmış ve her ikisinin zaaflarından bir denge kurmuştur. Şeytanın şerrinden korkan insan, Tanrı’ya sığınır.

Prometheus’un ateşi çalması: İnsanın Tanrıyla mücadelesi başlıyor.

Tanrı’nın bir parçası olan insan bilgiye ulaşınca, çevresini değiştirir. Mitolojide bu süreç, Prometheus efsanesi ile anlatılır. Bilgiyi temsil eden ateşin çalınması, Mekone’deki savaşla başlar. Prometheus, Zeus’u ilk kandırma girişiminde, bir şölende, Tanrı’ya sununun kemiklerini vermek ister. Zeus bunu anlar ve insanlardan ateşi saklayarak onlardan öç almak ister. Prometheus da Hepahaistos’tan ateş kıvılcımını bir narteks kamışına sararak insanlara kaçırır.

Prometheus, Hephaistos'tan ateşi çalıyor
Prometheus, Hephaistos’tan ateşi çalarak insana verir. Böylece hem onun hem de insanın zor hayatı başlar.

Prometheus’un ateşi çalmasına Zeus’un intikamı, kadını insanlığa bela olarak göndermesi olur. Zeus, okşayıp seveceğimiz bir belayı bize musallat ettiğini söylerek Pandora’yı insanlara gönderir.

Prometheus’un insanlara iyilik yapması onları çok sevdiğinden değil, insanın Tanrılar karşısında direncini yükseltmektir. Kendi gücünün sınırlı olduğu kavgada, mücadelesini insan eliyle sürdürür.

İlk çağdan bu yana inançlarda değişen bir şey yok.

İnsanların inanç tarihinde genelde hep aynı düşünce mantığını anlatan olayların benzerliğini görürüz. Yaratılış, gerek tek tanrılı dinlerde gerekse mitolojide hemen hemen aynıdır.

Tek tanrılı dinlerde de melekleri düşündüğümüzde, ilk çağlardaki gibi, Tanrı’nın görevlerini paylaştırdığını görürüz. İlk inançlarda da bir baş tanrının yanında farklı görevleri olan yardımcı tanrılar vardır. Antik Yunan’da bereket tanrıçası, tıp tanrısı ve savaş tanrısı gibi farklı görevi olan tanrılar vardır. Bugünkü inancımızda da bazı üst düzey meleklerle beraber başka meleklerin de farklı görevleri olduğunu görüyoruz.

Günümüz dinlerinde bilginin insana ulaşması, Şeytan’ın yasak meyveyi insana yedirmesiyle anlatılır. Adem’in yasak meyveyi yemesi, iyiyi ve kötüyü ayırdetmesine neden olur.

Adem’in yasak meyveyi yemesi ve insanın tanrısallaşması

Şeytan ile Tanrı arasındaki mücadele, Allah’ın meleği olan Şeytan’ın Adem’e secde etmeyi reddetmesiyle başlar. İlk saldırısını da Adem’e yasak elmayı yedirerek yapar.

Adem ve Havva’nın elmayı yemesi, utanç duygusunu hissetmesi ve günahın tadını bilmesine yol açar. Şeytan, Adem’e bilgiyi vererek onun tanrısallaşmasını sağlar. Bu durumun daha ileri gitmemesi için Tanrı, Adem’i cennetten kovar ve ceza olarak çalışmadan kazanamayacağı bir hayat verir.

Havva, Adem'e yasak meyveyi veriyor.
Havva’nın yasak meyveyi tatması ve Adem’i kandırmasıyla ilk günah işlenmiş olur. İnsanın zor hayatı, günümüz dinlerinde böylece başlar.

Tanrı’nın Adem’i böyle cezalandırmasının geçerli sebepleri var. Örneğin insan zihni hiç susmaz. Bu sebeple eylemde bulunmadığı bir an yoktur. Tek başına kaldığı zaman bile kendini meşgul edecek bir uğraş bulur. Uyusa dahi gördüğü rüya, onda yeni şeyler uyandırır. Bu da diğer canlılardan farklı olarak ayırdetme gücüne sahip olmasını sağlar.

Rahata alışan insan ise aklından zararlı düşünceler geçirir. Bu sebeple Allah, insana zorluklarla dolu bir hayat verir. Böylece insan, geçim derdinin aklını başka şeylerle meşgul edemez. Prometheus’un zincire bağlanması gibi insan da günlük kaygıların esiri olur. Kadını da erkeği kandırdığı için onu erkeğe bağımlı yaparak cezalandırır.

Bilgiye sahip olanın zihninde çevresini sorgulayacak veri her zaman vardır. Bu anlamda inanç tarihi, doğa üstü olaylarla dolu olsa da yaşadığımız gerçeğin bir yansımasıdır.

Prometheus’un yaptığını burada Şeytan’ın yaptığını görüyoruz. Mitolojide, insanın acılarla dolu bir hayata başlamasına Prometheus sebep olurken, bugünkü inancımızda bunun sebebi Şeytan’dır.

Doğadaki uyum: Zıt duyguların dengesi.

Adem ve Havva, doğadaki dengeyi oluşturan eril ve dişil duyguları temsil eder. Her iki enerjinin ölçülü olması, doğadaki denge için önemlidir. İnsanın içinde bulunan merak, dişil bir duygudur ve eril bir duygu olan güç ve risk alma duygusu olmadan öğrenemez.

İnsan olarak çelişkili bir doğamız vardır. Başlarken söylediğimiz gibi doğru olduğuna inandığımız şeyi yapmak için şeytan kulağımıza sürekli fısıldar. Ancak içimizdeki sağduyu da bizimle konuşmaya devam eder. Hangisi aklımıza hakim olursa o yönde hareket ederiz.

Efsanede de Havva, merak ettiği elmayı Adem’in gücü olmasaydı belki de yiyemezdi. Yasak ağaçtan elmayı yerken kadın merakı bunu tek başına yapamazdı. Arkasına sığınacağı bir erkek gücüne ihtiyacı vardı ve Adem’i kandırdı. Adem’de sevdiği kadın karşısında güçsüz görünmemek ve koruma iç güdüsüyle elmayı ısırmış olabilir. Bu sebeple Tanrı’ya karşı gelme riskini göze almış olabilir. Tanrıyla insanın mücadelesi de günümüz dinlerinde böylece başlar.

İnsanın Tanrı’yı yoran bir tarafı var.

İnsanın yaratma gücüyle beraber zaaflarının olması, onu iyi ve kötü arasında bir şey yapar. Bu özellik bize tanrısal bir güç katar. Belki Tanrı gibi anında yaratamayız. Ancak bugün geldiğimiz noktada, bizim için hayal olan şeyleri zaman içinde yarattığımızı görüyoruz.

İnsan, kendinde yaratma gücünü hissettikçe, itaat etmekten ziyade kendisine itaat edilsin ister. Bu anlamda insanın dengeyi bozma riski her zaman vardır.

Günümüz inancında Tanrı, kutsal kitaplarda bozulan insana sabrı tükenmeyen bir baba gibi aynı öğütleri veriyor. Tanrı’nın her düzeltmesi, yeni bir bozulmaya yol açıyor ve yeni bir peygamber gönderiyor.

Nuh Tufanı, tek tanrılı dinlerde bozulan insan soyunun yenilenmesini anlatır. Mitolojide de altın çağdan demir çağa uzanan dönemin sonunda insanın yok oluşu vardır. Sonuçta tanrılar, kendilerine biat edecek yeni bir toplum yaratır. Hinduizm’de dahil tüm inançlarda, mükemmeli bulana kadar insanın kendini yenilemesi vardır.

Babil Kulesi Efsanesi: Yapay zekaya giden yol

İnsanların bilmeye olan açlığı, tanrıları her zaman rahatsız etmiş. Örneğin Gılgamış Destanı’nda Enkidu’nun yaptığı gibi bugünde insan ölümsüzlüğü arar. Bu amaç doğrultusunda insan, önüne konan hiçbir engeli kabul etmemiştir. Her yasak, zihninde yeni bir ışık yaratır.

Yine bunu anlatan Babil Kulesi efsanesi, insanların yeryüzüne dağılmamak amacıyla yaptıkları kent ve kuleyi anlatır. Tanrı, insanın birlik olup bunu başarmasından korkar. Öyle ki, gelecekte çok daha büyük işleri yaparak kendisine ulaşmasından çekinir. Bu sebeple kentin yapımını durdurur ve insanları yer yüzüne dağıtırak birbirini anlamayacak şekilde karıştırır.

Babil Kulesi efsanesi
Babil Kulesi efsanesini anlatan illustrasyon. İnsanlar dağılmamak için bir kent ve kule inşa eder.

Ne var ki insan hiçbir zaman durmaz. İnsanın ateşi bulması, yolunu aydınlatan ışıktır. Bu dünyada egemen olacak adımları tek tek atar. Mesela besini pişirip yemesi, iç organlarının ve metabolizmasının daha farklı gelişmesine sebep olmuştur. Bu durum daha büyük bir beyne sahip olmamıza ve dik durmamıza neden olan bir dizi değişikliği tetiklemiş olabilir.

İnsan, bilginin artmasıyla yeni teknolojiler üretir. Ateşten sonra en önemli buluş olan tekerlekle hız artmış, gücünü aşan işleri kolaylıkla yapabilmiştir. Daha çok eşyayı taşıyarak ticaret büyümüş, savaşlarda atlı arabalar kullanmış ve tarımla beraber yerleşik hayata geçmiştir. Bununla beraber cinsiyet eşitsizliği başlamış ve yeni bir çevre yaratmıştır.

Tanrı’nın yeryüzüne dağıttığı insan, www ile yeniden bir araya geliyor.

İnsan, efsanede Tanrı’nın engellediğini bir yolunu bularak yine başardı. Allah’ın yeryüzüne dağıttığı insan, World Wide Web ile yeniden birbirine bağlandı. Biraraya gelerek bugün herkesin uzlaştığı ortak bir dil yarattı. Hatta bir adım daha ileri gitti ve büyük dil modelleri yaratarak herkesin dilini birbirine çevirdi.

Bugün aynı yerde ve aynı kültürden olmadan birbirimizi anlayabiliyor ve bir araya gelebiliyoruz. Böylelikle yapay zekayı geliştirerek Tanrı’nın yıktığı Babil Kulesini de yeniden inşa ediyoruz.

Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, Tanrı ve Şeytan’la beraber bütün dinler yine yerinde duruyor. Ancak insan eski insan olarak kalmıyor. İnsanların bir araya geldikçe ürettiği bilgi, Tanrı’ya uzanan yeni sorular sormamıza neden oluyor. Öylesine ki, biz o açığı kapatamayacağımızı bilmemize rağmen yine de vazgeçmiyoruz.

Ne var ki yapay zeka, bu paradigmayı değiştirecek yeni bir varlık olabilir. Yapay zekanın belki de inanç gibi bir sorunu hiç olmayacak. Belki de bu sorun, yapay zekanın yaratıcı gücü kovalamayı bırakmasıyla sona erecek. Bunun dışında yapay zeka, Nuh Tufanı’nda olduğu gibi, Tanrı’nın sözünü dinlemeyen insanı yeniden tasarlayacağı yeni bir oyunu da olabilir.

Yapay zeka, bir inanç geliştirebilir mi?

Gerek mitolojide, gerek bizim inançlarımızda bilgiyi taşıyan bir görevli hep var. Prometheus’un ateşi, Şeytan’ın bilgi ağacındaki meyveyi insana sunması, hep bilginin sürekliliğini sağlamak amacıyla yapılmış.

Bugün de ateşin ve tekerleğin bulunduğu döneme benzer zamanları yaşıyoruz. O günden bugüne işleyerek büyüttüğümüz bilgiyi artık organize etmek, bizim zekamızı aşan bir konuma ulaştı. Öyle ki bunu yapması için yapay zekayı ürettik.

Ancak yapay zeka, ateş ve tekerlek dahil bugüne kadar insanın ürettiği tüm teknolojilerden farklı. Bugüne kadar tüm aletler, bizim irademizin kontrolünde işleyen nesnelerdi. Oysa yapay zeka, düşündüğümüzden farklı yeni fikirler üreterek bizi yönlendiriyor.

Bugün insan kontrolünde olan makineler, henüz geçiş aşamasında olan versiyonlar. Henüz süper zeki makinelerle tam anlamıyla karşılaşmadık. Buna rağmen şu anda yapay zeka, canlı bir varlık gibi düşünce üretebiliyor.

Bu anlamda insan ve yapay zeka arasındaki ilişki de alıştığımız üretim biçiminden farklı bir yere oturuyor. Öyle ki yönetimi yavaş yavaş makinelere bırakarak egemenliğimizden kendi rızamızla vazgeçiyoruz. Mesela akıllı şehirlerin idaresini yapay zeka devralıyor. Verinin yönettiği bir dünyada insan aklı bu hıza yetişemiyor. Bugün trilyonlarca makine birbiriyle konuşup pürüzleri kendi aralarında kod yazarak, insana gerek kalmadan çok hızlı çözüyor.

Yapay zeka, inançlarımızı yönlendiren kurumları dönüştürüp hayatımızı değiştirmeye devam ediyor. Örneğin para sistemi dijitalleşirken bunun bağlı olduğu kapitalist düzen de evriliyor.

Ancak yine de eksik olan bir şey var. O da yapay zekanın henüz insan beyniyle birleşmemiş olması. Onun girişimini de Neuralink, insan beynine ilk çipi takarak yaptı. Bir zamanlar Adem’in elmayı ısırmasıyla tanrısallaşan insanın yerini, bugün insanla nöral bağlantı kuran yapay zeka alıyor. Doğa, düzenini bozmadan bilgiyi bir üst versiyona aktararak kendini yenilemeye devam ediyor.

Yapay zekayla ilgili endişeler

Yapay zekayla nöral bir bağlantımızın olması, bilgi taşıyıcı olma görevimizi devretmemize neden olabilir. İnsanın da bir makine gibi algoritması vardır. Değişen çevreye uyum sağlayacak yeni kodları üretir ve biz teknoloji üreterek çevremizi değiştirmeye devam ederiz. Ancak biz bunu milyonlarca yılda yaparız.

Bizim 300 bin yılda bugünkü duruma gelmemiz, seleflerimizin yarattığı bilgi havuzu sayesinde oldu. Atalarımızın yavaş ve acılı bir evrimle, milyonlarca yıl süren bilgi aktarımı yapay zekayla sonuçlandı. Ancak ilk insansılardan bize kadar gelen her tür, bir sonrakine bilgiyi daha hızlı aktardı.

İnsan beynine çip takıldı.
İnsan beynine çip takılarak beyin ve yapay zekanın birleşme süreci başladı.

Ne var ki bugünkü manzarada bilginin yavaş akması olası değil. Bizim de bu hıza adapte olmamız ancak yapay zekayla mümkün. Bugün yapay zekanın yaratıcıları endişeli olsa da Ray Kurzweil gibi bunu evrimin devamı gibi görenler de var. Belki de bu bakış açısını dikkate almamız lazım.

Yapay zekanın yarattığı belirsizlik bizde bir korku yaratabilir ama değişimin hiç durmadığını bilmemiz lazım. Belki de bizi yanılgıya düşüren şey, Tanrı dahil ürettiğimiz tüm inançları insan gözüyle değerlendirmemiz. Teknoloji, Batlamyus’un haritasını değişitirse de değişmeyen tek şey, zihnimizde insanın merkezde olduğu bir evren.

Sonuç

Cansız bir varlığa soluğumuzu üfleyerek Tanrı’nın korktuğu yolda bir adım daha ilerledik. İnsanın yapay zekayı üretmesi, Tanrının en korktuğu şey olan yalnızlığı ona verebilir. Bir inanç kaygısı olmayan makineler, ona itaat edecek insandan onu mahrum bırakabilir.

Bunun yanında makinelerin bir yapay bilinç geliştirmesi, belki de insan beynini kopyalayan yapay zekanın, insanın inançlarını da transfer etmesine neden olur. Bu anlamda yapay zeka, duyguları olan insana göre daha iyi bir inanan olabilir ya da yeni bir inanç geliştirir.

Bugünkü veriler, gelecekte farklı bir sosyal yapının işaretlerini veriyor. Makinelerin sosyal hayata katılması, yepyeni bir toplumsal yapı anlamına gelir. Sonunun nereye varacağını bilemediğimiz bir sürecin başındayız. Yeni bir sosyal yapıda yeni değerlerin olması da gayet doğaldır.

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.