Mastodon
MüzikSinema

Film Müziği: Senaryoda yazılı olmayan diyalog

Bir rafine zevk ya da güzel bir yemek gibi yaşam tarzını belli eden her eylemin içinde, onu tamamlayan bir ritüel vardır. Bir yemeği daha iştah açıcı yapmak için sunumu zenginleştirmek tek başına yetmez. Mekanın ortamı, hijyen ve hoş bir sohbet de yemeğin süresini uzatan etkenlerdir. Onlar olmadan bize haz vermesini beklediğimiz bir akşam yemeği yavan kalır.

Sözcüklerin anlatamadığını tasvir edebilen bir ambiyans yaratmak. Sadece doymak değil, ruhumuzu da doyurmak. Bunun yanında güzel bir içkiyle yediğimiz yemeğin lezzetini arttırmak. Müzik de film için öyledir.

Bir film müziği, filmin kimlik kartıdır. Bir film, onu izlemem için bana ne vâdeder? Beni sinemaya davet ederken hangi duyguları yaşatacağını taahhüt eder?

İzleyici, film hakkında ilk izlenimini, onun müziği ile edinir.

Müzik, filme can verir.

Sinema, algıları yöneten görsel bir sanattır ve odağında insan olduğu için duygulara hitap eder. Film müzikleri, bir filmin duygusal etkisini ve atmosferini oluşturmada hayati bir rol oynar. İzleyicileri hikayeye çekmek, karakterin duygularını yansıtmak ve sahnenin psikolojisini belirlemek için kullanılırlar. Filmlerde sahneleri vurgulayan müzikler, onun ruhu gibidir.

Film müziği yazmak karmaşık ve zorlayıcı bir süreçtir. Ne var ki iyi hazırlandığında tahminlerin de ötesinde ödüllendirici bir deneyim olur.

Seçilen müzik, duyguları aktaran en iyi araçtır ve yönetmenin seyirciyle sağlıklı bir bağ kurabildiğini gösterir. Bu anlamda filmin müziği, yönetmen hakkında da izleyiciye bir fikir verir. Sonuçta konusu insan olan bir sanat dalında yönetmenin görevi, insanı iyi tanımaktır.

Film müziği, içimizdeki ritmin yansımasıdır.

Müzik, sinemada diyalog olmadan bize sahneyi ve karakteri anlatır. Düşüncelerimi yönlendirirken, anlattığı kişiyi bir lider, bir cani ya da bir aptal olarak algılayabilirim. Hatta hepsinden farklı, bir aşık olarak da görebilirim. Sahne aynı kalsa da duygu ve düşüncelerimiz sürekli oynar. Biz, karakterin hareketini tahmin etmeye çalışırken, müziğin tonuna göre kamera yaklaşır ya da uzaklaşır. Bu anlamda müzik duyguyu taşır ve bize neyi satmak istiyorsa onu alırız. Savaşlarda karakterle beraber ölüme gider ya da karşımızdakine aşık oluruz.

Müzik, karakterlerin iç dünyasını, sözlerden daha iyi anlatır.

Müzik, tüm bu duyguları içimizde kimyasal reaksiyonlar yaratarak uyandırır. Örneğin filmi izlerken bünyemiz endorfin ve dopamin üretir. Bizler sevinç, üzüntü hatta öfke gibi duyguları bu kimyasallarla hissederiz. Mesela bizi sarsan bir gerçeği öğrendiğimizde ilgili hormonların etkileşimi beynimizi çınlatır. İçimizdeki patlamayı tarif etmek için bir doğa olayının sesini taklit ederiz. Bu reaksiyonlarla hikayeden kopmaz ve duygularımızı derinleştiririz. Karakterle daha derin bağ kurar, onunla şaşırır ve merak ederiz. Filmin müziği sayesinde hikayenin içine girer, kendimizden de karaktere bir şeyler ekleyerek rolü zenginleştiririz.

Algılarımız, içimizdeki ritmin nasıl çalacağını belirler. Yemyeşil bir doğa karşısında gözlerimizi dinlendirmek istediğimiz çok olmuştur. O an neye ihtiyacımız varsa içimizdeki orkestra da o tonda çalmaya başlar. Kalbimizin atışı, damarlarımızdaki kanın sıcaklığı ve hızı, algılarımızın bizde uyandırdığı kimyasal reaksiyonların müzikal ritmidir. Yüzümüzde oluşan çizgiler, simamızın yapısı, yıllarca yaşadığımız acı ve mutlulukların içimizde yarattığı ritmin sonucudur.

Ses yönetmenleri, bu sesi dışarı taşıyarak içimizde yaşadığımız olası duyguyu da yakalamış olur. Sahne ve diyalog arasındaki ilişkiyi müzikle örerek hikaye anlatımının kalbine dokunur. İnsanların içindeki ritim, yalnızca görsel deneyime bir katkı değildir. Bunun yanında izleyici ile hikaye arasındaki boşluğu dolduran, daha zengin, daha sürükleyici bir deneyimi yaratır. İnsanın içindeki iyi ya da kötüyü hareketlendiren o ritimdir.

Tekrarlanan melodiler, duygulara rehberlik eder.

Bir filmin ana teması, farklı duyguların çevresinde dolanan sahnelerin bütünüdür. Mesela arkadaşlığı veya ihaneti konu alan bir filmde romantik sahneleri de izleriz. Bunun yanında neşeli anları anlatan sahneler de olacaktır. Ancak insan, birçok zıt duyguyu yaşadıktan sonra kendine yakın olan duyguda karar verir. Demek istediğim, içimizde birçok ritimden sonra final müziği çalar. Filmin ana temasına vurgu yapan soundtrack farklı tonlarda tekrarlandıkça izleyici hikayeden kopmamış olur.

Görselin yanında müzikle de güçlü bir anlatım, duygulara rehberlik eder.

Bir mekanın ya da karakterin durumu hakkında müzik bizi bilgilendirir. Melodiler, bunu sözlerden daha iyi yapar. Mesela Jaws filminde köpekbalığını uzun bir süre görmeyiz. Aynı notaların farklı tonlarda çalması, tehlikenin yakında ya da uzakta olduğuna işaret eder.

Müzik, karakterin rolünü anlatır. Bu sebeple her karakter için farklı melodiler vardır. Ancak karakter, farklı duygular yaşayabilir ve melodiler bu duyguları izleyiciye aktarır. Böylece seyirci, karakterle kurduğu yakın ilişkiyi, ona duyduğu sempati ve duygusal bağı, tekrarlanan müziklerle kaybetmemiş olur. Müzik, hikayenin ruhuna uygun yoğunluk ve farklılık göstererek izleyicinin duygularını etkili bir şekilde yönlendirir. Böylece seyirci, hikayeyle daha derin bir bağ kurmuş olur.

Çevremizdeki bütün sesler müzikaldir.

Filmlerde müzikten bahsederken sadece orkestra olarak algılamak yanlış olur. Ayak sesleri, yaprak hışırtısı ya da trafiğin gürültüsü, karakteri etkileyen ortam hakkında bilgi verir. Bir orman, araba ya da deniz gibi ortamı oluşturan tüm nesneler filmin canlı unsurlarıdır. Bu unsurlar, kahramanı etkiler ve duygularını yönlendirir. Çevreyle etkileşimi aktaran ses efektleri, seyircinin hikayeyi daha iyi anlamasına ve deneyiminin zenginleşmesini sağlar.

Doğadaki sesler, sahneyi zenginleştirir.

Ses efektleri, sahnenin nereye akacağı hakkında bize bir fikir verir. Örneğin karakterin hızlı nefes alması, muhtemelen bir sonraki sahnenin daha hareketli olacağının habercisidir. Bu anlamda film müziği, izleyiciyi perdenin içine alan en iyi araçtır.

Ritim, uyum ve duygu gibi unsurların iç içe geçtiği müzik ve görsel sanatlar, dinamik bir ilişki içerisindedir. Bu etkileşim, yeni teknolojilerin doğmasına yol açar. Mesela bugün görüntüyü sesle anlatmak için efektler ve multimedya gibi teknolojiler kullanılıyor. Sanatçılar da sesi, görsel çalışmalara entegre etmek için bu teknolojilerden faydalanıyor. Sonuçta bu deneyimlerden yeni sanat formları ve teknolojiler üretiliyor.

Sanat ve tasarımın evriminde, işitsel ve görsel deneyimleri birleştiren sanatçıların etkisi büyük olmuştur. Bunlar, antik dönem sanatından Shakespeare’e, sessiz sinemadan günümüz animasyonlarına kadar bu şekilde devam eder.

Trajedi: Tanrıların müzikle yumuşaması

Kaynağını efsanelerden alan Yunan şiiri gibi trajediler de efsanelerden beslenmiştir. Trajedi, Dionysos mitine dayanır ve keçilerin türküsü anlamına gelir. Bunun sebebi, mitolojide yarı keçi yarı insan olan canlılarla Dionysos arasındaki ilişkidir.

Trajediler, başlarda tanrı ve tanrıçaları onurlandırmak için yapılan dini ritüellerdi. Daha sonra konu insana dönmeye başladı. Aristo, Poetika’da trajediyi , iyi talihi tersine dönen soylu bir kahramanın hikayesinin bir taklidi olarak tanımladı.

İnsanın bir yaratma gücü olmasından dolayı tanrısal bir tarafı vardır. Ancak insan, zaafları olan bir canlıdır. Bu anlamda dramalarda canlandırılan kahraman, tamamen kötü ya da iyi değil, ikisi arasında bir karakterdir. Saf bir kötülüğü veya iyiliği temsil etmediği için insan hakkında söylenecek çok şey vardır. Bunu da trajedilerde koro yapar.

Amfitiyatroda trajediler shnelenirdi
Trajediler amfitiyatrolarda sergilenirdi. Koro, duyguları, gelenekleri ve motivasyonu seyirciye aktarırdı.

Çevremizde dikkatimizi çeken birisini gözlemlerken, onu tanıyan birisinden onun hikayesini anlatmasını isteriz. Biz gözlerimizle onu izlerken işittiklerimiz, gördüğümüzden farklı bir kompozisyon çizer. Böylece onun neyi temsil ettiğini daha iyi anlarız çünkü onun geçmişiyle bugününü birbirine bağlayabiliriz.

Antik dönem trajedilerde de koro, sahnede yapılan eylemi seyirciye açıklardı. Olayların akışını etkileyen yasaları ve gelenekleri izleyici, koro sayesinde anlardı.

Koro, seyirci ve karakter arasında müzik aracılığıyla bir köprü kurar. Böylece zaafları olan insanın öyküsünü, izleyici müzikle dinler. Gerekirse tarihte benzer olaylar arasında bağlantı kurarak sanatçının geçmişle olan bağını notalarla izleyiciye aktarır. Sanatçı hikayesini oynarken koro, hikayeyi anlatır.

Hıristiyanlıkla beraber Shakespeare’in oyunlarında dini temalar öne çıkar. Mesela olaylar, Hamlet veya Othello gibi merkezi karakterlerin çevresinde gelişir. Sheakspeare’in dediği gibi, tiyatro sahnesi olan bu dünyada herkes rolünü oynar. Koro, rolünü oynayan insanların toplum tarafından nasıl göründüğünü anlatır.

Trajedyalarda koro, temsilin en önemli parçasıdır. Seyirci müziğin ritmine göre neye hazır olması gerektiğini anlar. İç dünyasını ona uygun düzenler.

Sessiz sinema, müzikle sesini duyurur.

1910’lara kadar çekilen filmlerde müziğe çok rastlanmıyor. Zaten “Sessiz Film” kavramı da filmlerin sesli çekilmeye başlamasından sonra ortaya çıkmış. O döneme kadar insanlar bu filmlere fotoğraf oyunu, film ya da sinema demişler.

Sinemanın o yıllarını, film müziğinin altın yılları olarak tanımlayabiliriz. Bunun sebebi, müziğin canlı olarak sunulması, diyalog veya ses efektleriyle rekabet etmek zorunda olmamasıdır. O günlerde sessiz film müziği, bir arka plan müziğinden daha çok bir ön plan müziğiydi.

Bugün olduğu gibi sessiz sinema döneminde de ses ve görüntü üretimi, birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Ancak o dönemde film müziği, aktör ve aktrisle beraber 3. başrol oyuncusu gibidir. Sessiz sinema zamanında müzik, ünlü birçok oyuncunun açığını kapatmıştır.

Ses ve görüntü birbirine o kadar bağlıdır ki izleyici o güne kadar seyrettiği aktörden ona uygun bir ses bekler. Yıllarca hayalinde büyüttüğü sanatçının sesi, o görüntüyü tamamlayan ruhu gibidir. Bugüne kadar eksik olanı kendi hayalinde tamamlamıştır ve onu duymak ister.

Konuşmaların başladığı zamanlarda kariyeri sönen film yıldızları vardır. Bunun tersi, sesleriyle harikalar yaratan sanatçılar da olmuştur. Sesli sinemaya geçiş birçok yeni yıldıza ve yönetmene fırsat sunarken, mevcut sanatçıların kaderini de etkilemiştir.

Bir sessiz filmde sizi güldüren nedir?

Sessiz filmleri müzik olmadan izleyemeyiz; ona sadece bakarız. Oysa bir sessiz filmde müzik bize komut verir. Hiç repliğin olmadığı bir filmde gülünmesi gereken yerde gülmemizi sağlar. Eğer hüzün ya da kızgınlığı anlatacaksa tonlama ona uygun olur. Örneğin aşağıdaki gibi Caharlie Chaplin, en zor anlatım olan komedide hikayeyi içeriğe uygun müziklerle aktarır.

Sessiz sinemada film müziği, arka plan yazılarla repliğin kendisiydi.

Sessiz filmlerin çoğunda günün haberleri, bir marş müziği veya ulusal temalarla anlatılırdı. Bunun yanında komedileri anlatmak için popüler şarkılar kullanılmıştır. Çoğu zaman, aşk romanlarına veya manzara resimlerine eşlik etmek için klasik müziğin kullanıldığı da olmuştur. Özellikle karakterin ruh halini anlatan bir “Ruh Hali Müziği” vardı diyebiliriz.

Soundtrack, diyalogun bir parçasıdır.

Bazı soundtrackler zamana öyle bir işlerki, hayatında o filmi hiç seyretmemiş biri olsa da müziğini hatırlar. Mesela, Bir Zamanlar Amerika (Once Upon a Time in America) bunlar arasında en önemlilerindendir. Ennio Morricone’nin filmi ölümsüz yapan müziğini mutlaka bir yerlerde duymuşsunuzdur.

Filmin Amerika ve Avrupa olmak üzere 2 versiyonu vardır. Amerika’da dağıtımcıların baskısıyla 139 dakikalık versiyonu bir fiyasko olarak kabul edilir. 229 dakikalık versiyonu ise Avrupa’da gösterime girdiğinde bir başyapıt kabul edilmiştir.

Filmin yönetmeni Sergio Leone, kompozitör Ennio Morricone’den müziğin, film çekimlerine başlamadan önce yapılmasını istemiş. Böylece onu çekim sırasında kullanabilmiş.

Leone için müzik, diyalogun bir parçası. Hatta kendi başına ifade biçimi olması, bazen onu diyalogun da önüne geçiriyor. Öyle ki oyuncuların role ısınması için sette müziği kullanmıştır.

Bir Zamanlar Amerika, dünya sinema tarihinde en güzel film müziklerinden biridir.

Soundtrack, film boyunca belirli hisler ve duygular açısından Leone’ye rehberlik etmiştir. Bu sayede baskın temayı seçmeden önce kendisine 15-20 tema yaratmasını sağlamıştır.

Film müzikleri ve anılar: Yaşadığımız zamanın genişlemesi

İyi hazırlanmış bir film müziği, bir sahneyi ya da filmi sıradanlıktan kurtarır. Hatta sinema tarihinin unutulmaz filmlerinden birine de dönüştürebilir.

Bizi çok etkileyen bir olay olmadıkça hafızamız geçmişten kalan anılarımızı saklayamaz. Oysa iyi bir film müziği, bize ömür boyu unutamayacağınız anılar yaratır. Yıllar sonra hatırımızda kalan müziğin melodisini mırıldanır ve filmle beraber diğer anılarımızı da anımsarız. Zihnimiz ve hafızamız daha geniş bir zamana yayılır.

1980’lerin unutulmaz filmi “Grease”, benim için böyle bir filmdir. O dönemin en iyi müzikal filmi olmasındaki sebep, sıradan bir konuyu müziklerle unutulmaz yapmasıdır. John Travolta’nın filme etkisi çok büyük olmasına rağmen filmin müzikleri bence onun da önüne geçmiştir. Bugün bile ritimlerini mırıldanarak o günlere dönebilmemi sağlayan parçalardır. 10’lu yaşlarımla bugün arasındaki bağ kurduğum bir iki anıdan biridir. Bende, filmi seyrettikten sonraki yıllarımda da hayatımı zenginleştiren anılar yaratmıştır. Olivia Newtonjohn gibi bir sanatçıyı da sinemaya kazandıran ve bizim de onu tanımamıza vesile olan müzikaldir.

Her ülkenin farklı bir hikaye anlatımı vardır.

Müzik evrenseldir ve bu evrensellik yerellikten beslenir. Her ülkenin edebiyatı, destanı ve müziği vardır. Kendi kültürünü bu araçlarla dünyaya armağan eder. Her kültür, hikayesini bu araçlarla anlatır. Bizim müziğimizde saz ve ney, bize başka kültürlerin kemanla anlattığından fazlasını anlatabilir. Bizim sazla hisettiğimiz duyguyu başka bir kültür gitarla veya piyano ile daha yoğun yaşayabilir.

Her toplumun sosyolojisi, farklı hikayeler yaratır. Bazı toplumlar yas için beyaz rengi tercih ederken bazısı siyahı kullanır. Bu durum aşkı ve sevgiyi anlatan sembollerde de farklılık gösterir. Bu durum aynı toplumun farklı kesimlerinde de değişiklik gösterebilir. Mesela köyde yaşayan birisiyle şehirde yaşayanın aşk tanımları farklı olabilir.

“Selvi Boylum Al Yazmalım” filmi, Cengiz Aytmatov’un “Kırmızı Eşarp” romanından uyarlanmıştır. Bugüne kadar çekilen en güzel Türk Filmlerinden biridir. Kırgız kültüründe yaşanan bir hikayeyi, kendi kültürümüze Cahit Berkay’ın müziğiyle daha iyi aktarabildik. Filmi hiç bilmeyen birisi dahi müziğini duyduğunda onu filmin adıyla hatırlar.

Cahit Berkay’ın bestesi, “Selvi Boylum Al Yazmalım” filminin ötesine geçmiştir.

Bu anlamda aynı duygu ve düşüncelere farklı hikayelerde farklı tepkiler veririz. Filmin sonunda sevgiyi tanımlarken dahi net bir sonuca ulaşamayız.

Köyde yaşanan aşk ile şehirde yaşanan farklıdır. Her iki insanın aşk tanımı aynı olmaz. Çevresini kendi inanç dünyasına göre algılar ve geleceğini de ona göre planlayabilir. Bu da İlyas’ın köy hayatına geçişini zorlaştırır ve aşkını kaybetmesine yol açar.

Sonuç

Müzik, hayatımızın her alanında etkili. Eğitimde, savaşta, eğlencede ve hatta bebekleri uyuturken bile müziğin etkisini hissederiz. Müzik, hayatımızı renklendiren, ona anlam veren bir yaşam sosudur.

Temsil sanatlarında da müzik her zaman belirleyici olmuştur. Hikaye anlatımının ayrılmaz bir parçası olan müzik, sahneyle olan etkileşimimizi ve karakterlerle olan ilişkilerimizi şekillendirir.

Biz, bir yolculuğa çıkmak için sinemaya gideriz. Çıkacağımız yolculukta nereye gideceğimizi bilmeden, kendimizi filmin akışına gönüllü olarak teslim ederiz. Filmin müziği, doğu masallarında altımıza serilen halı gibi, bizi zamanın içinde bilmediğimiz ve göremeyeceğimiz farklı zamanlara taşır.

Bir şeyi daha güzel göstermek için o nasıl süslenirse, müzikle de sinema güzelleşir. Müzik, dünyanın en gizemli varlığı olan insanın içindeki yaratıcı gücü uyandırır. Trajediden günümüz sinemasına kadar üretilen bütün başyapıtların temelinde müzik vardır. Öyle ki müzik, duyguları yönlendirir ve onu dışarı çıkarır.

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir