Sürdürülebilirlik: Doğaya Daha Geniş Bir Bakış Açısıyla Bakmak
Not: 05 Mayıs 2024 tarihinde bu sitede İngilizce yayımlanan yazının Türkçe çevirisidir. Orijinal versiyona buradan ulaşabilirsiniz.
Sürdürülebilirlik kavramıyla aklımıza genelde iklim gelir. Oysa doğayı tahrip ettikçe, iklim krizini derinleştiren yeni sorunlar yaratıyoruz. Öyle ki, iklim sorununu çözmek, onun sebep olduğu diğer sorunların çözümüne bağlı kalıyor.
İklim sorununun yol açtığı diğer sorunları çözmek için enerjimizi harcadıkça ana sorundan uzaklaşıyoruz. Yarattığımız ikinci sorunu çözmeden iklim krizine geçemiyoruz. Örneğin, iklimin bozulduğu bir dünyada sürdürebileceğimiz bir ekonomi olmaz. Ekonomi yoksa sürdürebileceğimiz bir toplum da olmaz. Sonuçta kaynakların azaldığı bir dünyada sürdüremeyeceğimiz bir kaos olur. Yarattığımız kaosta da çevre sorunu, önem sırasında gerilere düşer.
Öncelikle, sürdürülebilir bir gelecek için sürdürmemiz gereken bir hayatımız olmalı. Bir evimiz, yaşamak için gıdamız, içecek suyumuz ve bunların olmasını sağlayan bir biyosfer. Bunu başarmak için herşeyin sürdürülebilir bir dengede gitmesi lazım. Birbirinden kopmayan, her şeyin birbirine bağlı olduğu tam bir döngü. Birinin bittiği yerde bir kanca gibi diğerine bağlanan bir zincir. Bunun gerçekleşmesi için de yeni bir bakış açısı ve ortak irade olmalı.
Şu anda bildiğimiz evrenin sadece bizim yaşadığımız köşesinde hayat var. Aklımızın almadığı büyük bir tasarımın içinde şu anda yalnızız. Çevremizde göremediğimiz birçok tehlikenin içinde yaşamaya devam ediyoruz. Yıldız patlamalarının olduğu, göktaşlarının birbiriyle çarpışıp etrafa serpildiği bir evrende belki de şansımız sayesinde hayattayız.
Ancak buna rağmen yaşadığımız bu küçük evimize en büyük zararı yine biz veriyoruz. Oysa şu anda dünyadan başka gidecek bir yerimiz yok. Bu nedenle doğanın bize verdiği bu biricik şansı iyi kullanmamız gerekiyor. Bu anlamda yaşadığımız düzenin sürdürülebilirliğini sağlamak, bizim için hayati öneme sahip.
Doğayı sadece insan gözüyle görmeyelim.
Bizi diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliklerden biri de bilincimiz. Sürdürülebilir olmaktan bahsederken sadece insan için değil, tüm eko sistem için dengeyi korumaktan bahsediyorum. Sürdürülebilir olmanın zaten bu anlama geldiğini, amacının tüm ekosistemi korumak olduğunu söyleyebilirsiniz. Oysa benim demek istediğim, bizim kadar tüm varlıklar için de aynı sorumluluğu hissetmemiz. Mesela bir hayvan bana zarar vermek istese de ona zarar verecek davranışlardan kaçınmam gerekir. Tersini yaparsam ondan bir farkım kalmaz. İnsan olmanın ayrıcalığı burada yatar.
Ne var ki biz, tüm doğanın bize ait olduğunu düşünüyoruz. Tüm bitki ve diğer canlı organizmaların hayat hakkını bencilce ellerinden alıyoruz. Mesela vahşi doğayı yağmalayıp hayvanları evinden kovuyoruz. Oysa bizim için sürdürülebilir bir geleceğin onlara bağlı olduğunu bilmemiz lazım. Sonuçta her şeyin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu bir yapı içinde yaşıyoruz.
Sürdürülebilirlik deyince sadece bizim değil, doğada ki tüm canlı ve cansız varlıkların düzeninden bahsediyoruz. Bu anlamda sürdürülebilir olmak, sadece bizim için yaşanabilir bir gezegen yaratmak anlamına gelmez çünkü bu, mümkün değildir.
Sürdürülebilirlik: Büyük misyonun temel stratejisi
Sürdürülebilirlik çok geniş bir kavram. Bugün konuyu tartışırken çevre uzayı atlayıp sadece yaşadığımız dünyayı konuşuyoruz. Ancak çevre uzay, şu anda her zamankinden daha çok ilgi alanımıza giriyor. Böyle düşünmemize sebep olan şey ise, bilgiyi geometrik olarak arttıracak teknolojiyi üretebilmemiz. Bu sebeple erken gibi görünse de sadece dünyamızın değil, onun çevresinin de sürdürülebilirliğini sağlamamız gerekiyor.
Ağır başladığımız her süreç, teknoloji geliştikçe hız kazanıyor. Öyle ki, yakın gelecekte kuantum bilgisayarlar devreye girdiğinde yıllar sürecek projeler günlere kadar inebilir. Üstelik kuantum bilgisayarların yapay zekayla birleştiğini düşündüğümüzde, bugün hayal görünen bir çok şey gerçeğe dönüşebilir.
Bir iklim krizi yaşamasaydık dahi, yine de evreni keşfetme hayalimizden vazgeçmezdik. Bunun tersi doğamıza aykırı olurdu. Sonuçta ürettiğimiz teknoloji ile evreni keşfetme hayalimiz, yavaşça çevre uzaya uzanmamıza sebep oluyor. İşin doğrusu, her şeyi sürdürülebilir kılsak bile kontrolümüzde olmayan doğa olayları, bizi buna mecbur bırakıyor. Örneğin içinde bulunduğumuz Samanyolu Galaksisi ile Andromeda bir tarihte çarpışacak. Ondan kurtulsak dahi bize hayat veren Güneş, bir gün yakıtını tükettiğinde burada olmamamız lazım. Bu anlamda zamanın bizi ileriye iten doğası, sürekli bir arayış içinde olmamıza sebep oluyor.
Bu dünya artık beklentilerimizi karşılamıyor. İşin gerçeği, iklim krizi geri döndürülemeyecek düzeyde. Biz sadece bunun şiddetini azaltmaya çalışıyoruz. Bir yıl içinde tüketebileceğimiz dünya kaynaklarının limiti her geçen gün geriye geliyor. Dünya kendini yenilemekte zorlanıyor ve biz, gelecek nesillerin hakkından yiyoruz.
Daha fazlası için StatistaAy, Mars ve ilgi alanımıza giren diğer gezegenler, başka galaksilere yolculuklarımızda bize gerekli madenleri sağlayacak kaynaklar. Ancak uzayı kolonileştirecek bir hayal kurmak istiyorsak, şu anki evimizin sürdürülebilirliğini sağlamalıyız. Odağımız bu dünyayken, beynimizin yarısı geleceğimizi düşünmek zorunda. Uzayın kolonileşmesini görmeyecek olmamız, bizi bu sorumluluktan kurtarmaz. Sonuçta sürdürülebilirlik, sadece bugünü değil, gelecek nesilleri de kapsayan bir bilinç. Bu da uzay ve ötesinin sürdürülebilirliğini düşünmek için yeterli bir sebep.
Teknoloji, sürdürülebilir yeni kavramlar üretiyor.
Teknoloji ürettikçe, hayatımızda sürdürülmesi gereken yeni kavramlar yaratıyoruz. Mesela yapay zeka ve nesnelerin interneti geliştikçe, siber tehditler çoğalıyor. Bu anlamda siber sürdürülebilirlik kavramı da hayatımıza giriyor. Bunun yanında kripto teknolojisi ve yapay zeka, dünyadaki enerji sorununu derinleştiriyor. Buna ilave olarak, elektrikli arabaları da eklediğimizde enerjide sürdürülebilirlik bir başlık olarak karşımıza çıkıyor.
Bugün teknoloji, her zaman olduğundan çok daha etkili bir dönüştürücü güç. Ancak teknolojiye ulaşma konusunda herkes aynı şansa sahip değil. Teknolojinin gelişmesine uyum sorunu yaşayan büyük bir kesim var. Öyle ki henüz internetin olmadığı bölgeler, teknolojiden uzak bir hayat yaşıyor. Herkesin yakınlaştığı bir çağda çoğu insan yerel sınırlarını aşamıyor. Bu da yoksulluk dahil eğitim ve sağlık gibi sorunları bölgesel olarak derinleştiriyor.
Daha fazlası için Statista
Teknoloji geliştikçe sürdürülebilirliğin boyutları bu şekilde çoğalıyor. Önceleri 3 olan boyuta uzmanlar artık 4. boyut olan insanı da ekliyor. Şu anda 4 boyut, teknoloji de dahil tüm kriterleri kapsıyor diyebiliriz.
Sürdürülebilirliğin 4 boyutu
Bugün genel olarak sürdürülebilirliğin 4 boyutu olduğu üzerinde ortak görüş oluşmuş durumda. Bunlar çevresel, sosyal, ekonomik ve insanidir. Dört koşul da birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
İlk boyut, çevresel sürdürülebilirliktir. Küresel ısınma, sera gazı emisyonları ve biyoçeşitliliğin korunması, çevresel boyutun kapsamındadır. İklim değişikliğine sebep olan bu sorunların etkisinin hafiflemesi, insanların bilincinin yükselmesine bağlıdır. Mesela fosil yakıt kullanmak yerine yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmak, sorunun çözümüne büyük fayda sağlar. Üstelik bunu diğer insanlardan talep etmek, farkındalığı arttırır.
Ortak refahı yaratmak, doğal sermaye kabul ettiğimiz toprak, su ve havanın korunmasına bağlıdır. Oysa insanların ortak refah ve mutluluğu, gelecek nesilleri de kapsayan ortak bir vizyonla gerçekleşir.
İkinci boyut olarak sosyal sürdürülebilirlik gelir. Başlarken söylediğim gibi sürdürülebilirlik, en küçük birimden en karmaşık yapıya kadar kendi içinde bir sürekliliği gerektirir. Bir toplumda ırkçılık, gelir adaletsizliği ve cinsiyet ayrımcılığı yaygınsa o toplum sürdürülebilir bir yapıda değildir. İnsan hak ve hürriyetlerini temel alan bir hukuk düzeni yoksa, sürdürülebilirlik adına bir vizyon geliştiremezsiniz. İnsanlar sağlık, barınma ve diğer sosyal kalkınma araçlarına kolayca erişebilmelidir.
Siyasetçiler, halkından korktuğu zaman sansür uygulamaları ile gerçekleri örtmeye çalışır. Oysa teknolojinin herkesi birbirine bağladığı bir dünyada böyle bir anlayış sürdürülebilir değildir. Görülmesini istemediğiniz olay, insanların yorumlarıyla daha da büyür ve yönetemeyeceğiniz bir boyuta ulaşır. Sonuçta insanlar kamplaşır ve herkes birbirine şüpheyle bakar. Sosyal sürdürülebilirlik, toplumun hayat hakkını garanti altına alır.
Eğer yaşam standardı yükselmezse insanın iklim krizindeki rolü artar.
Üçünçü boyut olan ekonomik sürdürülebilirliği işletmelerin kârlılığı olarak görebiliriz. Ne var ki bu, tek başına yeterli bir açıklama olmaz. Sürdürülebilirliğin ekonomik boyutu, yaşam standardını iyileştirmeyi amaçlar. Bir toplumda hayat standartları yüksek olduğunda sermayenin verimi de artar. Dünyanın geri kalmış bölgelerinde de ekonomik büyümeler olur. Ancak nitelik düşükse büyümeler istenen refahı getirmez. Bir refah artışı sağlasa da kalıcı olmaz. Önemli olan, her ikisini bir arada başarmaktır.
Ekonomik büyüme, çevreye zarar vermek anlamına gelmez. Daha önce belirttiğim gibi ekonomik kalkınma, bugünkü bakış açımızla kalıcı olmaz. Kendimizi doğanın efendisi değil, onu da koruyan bir bakış açısı geliştirirsek arzuladığımız ekonomik büyümeyi yakalarız. Bugün teknoloji bunu mümkün kılıyor.
Doğa, en büyük ekonomik girdidir ama aynı zamanda bizimde parçası olduğumuz canlı bir organizmadır. Bu anlamda sadece maddi zenginliğimiz değil, hayatımızın devamı için gerekli kaynakları sunan en temel tedarikçimizdir.
Son olarak insani boyutu sayabiliriz. İnsani ve sosyal sürdürülebilirlik birbirine daha yakındır. Sosyal sürdürülebilirlik, insanın sosyal bir varlık olarak toplumla kaynaşmasıyken, insani sürdürülebilirlik, birey olarak gelişmesini hedefler.
Eğitim ve girişimde fırsat eşitliği, ifade özgürlüğü ve seyahat özgürlüğü, teknolojiye kolay erişim, bireyin topluma kendini bağlamasını ve değer üretmesini sağlar. Nitelikli bireylerden oluşan bir toplumun beklentileri de yüksek olur. İnsanlar, daha iyi bir çevre, refah ve daha iyi çalışma koşulları ister. Bunlar sağlanırsa geleceğe umut ve güvenle bakabilir. Ancak bu boyutları sağlıklı bir şekilde sürdürmek de sağlam bir demokrasiye bağlıdır.
Sürdürülebilirlikte demokrasinin gücü
İklim ve diğer küresel sorunların çözümünü genelde siyaset kurumundan bekleriz. Ancak hayatımıza etki edene kadar hükümetlerin çok da çaba sarf etmediğine her zaman şahit oluruz. Halkta bir beklenti olana kadar siyasiler çok inisiyatif almaz. İnsanlar talep etse dahi, eğer siyasi bir avantaj yaratmıyorsa politikacı harekete geçmez. Üstelik sözkonusu insanlığın geleceği de olsa eğer halktan tepki gelmiyorsa konu, zihninin arkasında kalır.
Aynı şey iş hayatı için de geçerlidir. Tüketiciler talep ettiği müddetçe sera gazı yaratan ürün satılmaya devam eder. Bu, yaşadığımız düzende ahlaken de kabul edilen ” talep varsa üretim de var” kuralının sonucudur. Bugünlerde devletler ve şirketler sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştiriyorlarsa bu, halkın bilincinin yükselmesi sayesindedir. Mesela birçok kuruluşun net sıfır emisyon hedefi, insancıl olmalarından değil, toplum nezdinde imajlarının zedelenmemesi içindir.
Yukarıdaki görselde 2004 yılından sonra kömür tüketiminin arttığını görebilirsiniz. Kömür, hem sanayi hemde günlük hayatta ucuz olan bir katı yakıttır. Kullanımının artmasının başlıca sebeplerinden birisi, evlerde ucuz yakıt olarak kullanılmasıdır. Yaşam standardının yükselmemesi, insanları çaresiz bırakır. Görselden çıkaracağımız başka bir sonuç da maliyeti ucuz olan kömür üretiminin artarak devam etmesidir. Bu da devletler ve şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk sözlerinin çok samimi olmadığını gösterir.
Oyunu kurallarına göre oynamak
Ne var ki tüketiciler artık çevreci olmayan bir ürünü satın almak istemiyor. Bunda ısrar eden şirketleri de hoş karşılamıyor. Aynı şey siyaset kurumu için de geçerli. Eğer hükümetlerin ve şirketlerin beklentisi olmasa, yapılan kurumsal sosyal sorumluluk projeleri de olmazdı. Bu sebeple bu, siyasilerin ya da CEO'ların değil, demokrasinin erdemidir.
Madem siyaset kurumu ve şirketler, insanların tavırlarına göre pozisyon alıyor, o zaman bizde oyunu kurallarına göre oynamalıyız. Sürdürülebilirlik, siyasetin inisiyatifine bırakılmayacak kadar önemlidir. En başta da söylediğim gibi evrende yalnız olan türümüzün geleceği buna bağlıdır. Dünyanın yakıcı sorunlarının hepsi insan kaynaklıdır ve bunu yine bizim düzeltmemiz gerekir.
Hükümetlerden ve iş hayatından beklentilerimizin en başına sürdürülebilirliği koyarsak, siyaset ve iş dünyası ona göre tavır alır. İşin doğasında yöneten onlar değil biziz. Bunu, farkındalığımızı kaybetmeden, bizi yönetenlerin üzerinde gücümüzü hissettirerek başarabiliriz.
İklim ve diğer küresel sorunlarda demokrasi, kullanacağımız ortak dil olmalıdır.
Eğer biz, kendi gücümüzün farkına varırsak, çözülmeyecek bir sorun olmadığını görürüz. Reklamların ve pazarlamanın etkisiyle algılarımızın değişmesine izin vermezsek, sistem bizim ne dediğimize kulak verir. Kendimizi otomatiğe bağlayarak tüketmek, daha azına razı olmamıza neden olur. Kendimizin farkına vardığımızda aslında hak ettiğimiz koşulların çok da uzak olmadığını görürüz.
Bunun sonuçlarını da yavaş yavaş aldığımızı söyleyebiliriz. Mesela tüketiciler, çevreye karşı sorumlu markaların ürünlerini daha yüksek bedelle satın alıyor. Tüketicilerin %80'i, sürdürülebilirliğin kendileri için önemli olduğunu belirtiyor. Hükümetlerden çalışanlara, yatırımcılardan müşterilere kadar geniş bir kitle, sürdürülebilirlik konusunda daha hesap verilebilir bir yapı olmasını istiyor. Bu ortak bilinç, dünyanın önde gelen şirketlerinin sürdürülebilirlik konusunda şeffaf olmalarını sağlıyor. Ayrıca bu, dünyanın tümü için olumlu bir rol model oluyor.
Sürdürülebilirlik konusunda şeffaf davranan şirket sayısı her yıl artıyor. Daha fazlası için Statista
İnsanlar, çalıştığı kurum ve mensubu olduğu toplumlarda yöneticilerin koyduğu kurallara uymak zorundadır. Ancak bunun karşılığında tek bir şey ister, o da iyi yönetilmektir.
İnsanlar bağlı oldukları kurumlardan değer görmek ister. Çalışanlar da aynı toplumda yaşar ve onun beklentilerini yönlendirir. Bu çerçevede çalışanlar, çevreyi daha fazla önemseyen ve bunu iş hedeflerinde açıkça belirten işverenlerle çalışmak istiyor. Yapılan bir araştırmaya göre çalışanların ve iş arayanların %71'i, çevresel açıdan sürdürülebilirliği sağlayan şirketleri tercih ediyor.
Sürdürülebilirlik, yeni değerler üretir.
Yaşadığımız tehlikelerden uzak durmak yerine, hiç tehlikenin olmadığı ütopik bir dünya ne güzel olurdu. Birbirine saygılı, empati yapabilen, özgür düşünceli, adil ve öğrenmeyi içselleştirmiş insanların yaşadığı bir toplumda tehlike de olmazdı. Bugünkü sahte sosyal sorumluluklar gibi değil, gerçekten erdemine inandığı için doğayı kayıran insanların oluşturduğu ütopik bir toplum tabi ki mümkün değil.
İnsanların ölçülü yaşadığı, doğaya saygı gösterdiği bir dünya yakın gibi dursa da maalesef ona ulaşamıyoruz. Doğamız gereği, içinde insan olan her oluşumda risk vardır.
Böyle olsa da insanın doğasında iyiyi aramak da vardır. Bütün erdemlere sahip olmasak da bugün yarattığımız uygarlığa baktığımızda başaramayacağımız şey yok gibi duruyor.
Kendimize tehdit gördüğümüz olaylara karşı bakış açımızı değiştirdiğimiz zamanlar tarihte çok fazladır. Mesela nükleer silahlar arttıkça tehlikelerini daha iyi anlıyoruz. Irkçılık yükseldikçe insan haklarının ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Kadınlar, üretim ve toplum hayatına katıldıkça erkeğin üstün cins olmadığı ortaya çıkıyor.
Böyle olduğunda gelecek nesillerin de sürdürülebilirliğini güvence altına alıyoruz. Öyle ki, kalkınma dediğimiz şeyin rakamlardan ibaret olmadığını anlıyoruz. Doğaya saygılı insanın, sürdürülebilirliği sağladığını görüyoruz. Bugün demokrasinin nasıl bir değer olduğunu, totaliter rejimlerin ve sömürgeciliğin sonuçlarına bakarak anlıyoruz. Bu değerlerin hepsi, insanın çelişkili doğasından çıktı. İyiyi bulmamız maalesef kötüyü deneyimlememize bağlı olsa da umutlu olmamız için çok sebebimiz var.
Sonuç
Sürdürülebilirliği sağlamak her geçen gün zorlaşıyor. Sürdürülebilir bir gelecek için her gün daha çok çaba sarf etmemiz gerekiyor. Oysa biz hâlâ konuyu kendi sınırlı bakış açımızla değerlendirmeye devam ediyoruz.
Evrende zerre kadar kütlemiz olmasa da hayallerimiz evrenden de büyük. Uzayda sonsuz görünen kaynaklar, hayallerimizle karşılaştırdığımızda sınırlı kalıyor. Dünya ve çevresi gibi bir alanda sürdürülebilirliği sağlamak, en küçük birim insanla başlar. İyiliğin de kötülüğün de sebebi biziz. Bu anlamda her şeyin iyiliği, bizim sürdürülebilir bir dengede olmamıza bağlı.