İnternet: Bir Tehdit Algısıyla Başlayan Devrim
İnternet gibi bir teknolojiyi yaratmamıza sebep olan nedir? Bugün hayatımızı şekillendiren, sonradan devrime dönüşen teknolojileri üretmemize hangi saikler sebep oluyor? Bunu daha iyi anlamak için konuya biraz insandan konuşarak başlayalım. Onu motive eden hayallerden, tutkulardan ve korkulardan kısaca bahsedelim.
İnternet soğuk savaşta bir tehdit algısıyla başlayan bir düşünce devrimidir aslında. Bizim için bir tehdit aynı zamanda yeni bir teknolojidir. Eğer yakınımızda bir tehlike varsa yeni bir teknolojinin arefesindeyiz demektir. Bu, internet gibi daha sonra büyük bir devrime de dönüşebilir.
İnsan bir tehdit algıladığında onu bertaraf edecek teknolojiyi üretmeye çalışır. Dik durabilmemiz ve başparmaklarımız bir aleti kavrayabilecek şekilde evrimleşmemiz, yaşam savaşında bizde böyle bir savunma mekanizması oluşturmuştur. Ancak bizdeki tehdit algısı diğer türlerden farklıdır. Hükmedemediğimiz canlı, bizim için düşmandır.
Oysa yaşam savaşında birbirini öldürüp yiyenler bunu düşman oldukları için yapmazlar. Doğadaki her olayı insan gibi düşünmemiz yanlış sonuçlar çıkarmamıza neden oluyor. Örneğin atalarımız, mamutu düşmanı olduğu için değil gerçekten hayatta kalmak için öldürürdü. Ayrıca bunu sadece bir vahşi hayvanın saldırısından korunmak olarak da düşünmeyelim. Hiçbir vahşi hayvan temel dürtüsü yok olma sinyali vermedikçe öldürmez. Mesela açlık bir varoluş meselesidir. Eğer besin bulamazsa hayatı güvende değildir. Sadece av olma korkusu değil, yaşamak için ihtiyacı olan besini bulamamak da bir tehdittir.
Ne var ki atalarımız teknoloji geliştirdikçe tehdit algımız değişti. Yerleşik hayatla beraber mamut değil insan tehdit oldu. Kendi türümüze egemen olmak için daha büyük teknolojiler geliştirdik. Bu mânâda her zaman kendimize bir tehdit oluşturmuşuzdur. İnternette böyle bir güvenlik ihtiyacından doğmuştur.
İyiyle beraber kötüyü de üreterek gelişmeye devam ederiz
Bir keşif, icat ya da yenilikte insanın tutkuları kadar idealist taraflarını da görürüz. Ancak bir avuç idealistin yarattığı faydanın daha sonra dünyayı dar bir elitin kontrolünde tutacak araca dönüştüğüne bugün de şahit oluyoruz.
İşin içinde insanın olması, iyi başlayan her şeyin sonradan kötüye evrilmesine neden oluyor. Örneğin her iyi teknolojinin kötü versiyonunu da geliştirdik. Mesela insanlık için çok faydalı olan atom enerjisiyle beraber bombasını da yaptık. Biribirimize olan güvensizlik bizi hep daha iyisini yapmaya yönlendirdi. İşin tuhafı, daha güçlü atom bombasına sahip oldukça kendimizi daha da güvende hissettik.
Öyle de olsa belli bir kesime avantaj yaratan teknoloji, sonrasında insanlığın faydalandığı bir teknolojiye dönüşür. Bu tipik bir süreçtir. Ürettiğimiz her yeni teknoloji bizi yeni yolculuklara çıkarmaya devam eder. Tehdit olarak gördümüz bir sorunu çözmek için yeni bir teknoloji üretiriz. Yeni teknolojinin yarattığı tehdit için de başka bir teknoloji üretiriz. Tam kontrol altına aldığımızı düşündüğümüz sorun farklı bir boyut kazanır ve bu böyle devam eder.
Ürettiğimiz her bilgi bizde yeni belirsizlikler yaratır. Bu, okyanusta karayı bulup, o kara parçasını bir üs yaparak yeniden enginlere açılmaya benzer. Bu anlamda hep yeni bir düzen arayışı içindeyizdir. Sürekli kaos sınırında yaşamamız, bizim böyle evrimleşmemize neden olmuştur. Belki de kendimize sürekli bir düşman yaratmayı doğanın güzel bir numarası olarak görmeliyiz. Biz kendimizi koruduğumuzu düşünsek de tabiatın düzenine katkı sunarız.
Bu rekabet duygusunun, hepimizi büyük bir refaha ve yeteneğe kavuşturduğunu da inkar edemeyiz. Bir zamanlar anlamakta zorlandığımız kavramların çok ötesini hayal edebilen bir zihne ulaştık mesela. 20. yüzyılın sonunda sadece çevremizde az sayıda insanla temasımız varken bugün tüm dünyayla bir ağ içinde yaşayabiliyor ve iletişim kurabiliyoruz. Tanrının, insanları yeryüzüne dağıtmak için yıktığı Babil Kulesini internetle yeniden kuruyoruz.
İnternet: Soğuk savaşın dünyaya armağanı
İnternet, soğuk savaşın dünyaya bir armağınıdır ve bir mucidi yoktur. Tüm insanları, bilgiyi taşıyan protokollerle birbirine bağlayan bir ağdır.
Bunu tasarlayan insanlar bir aleti değil bir yapıyı tasarladılar. İnterneti kuranlar, işe bir güvenlik endişesiyle başlasa da yarattıkları hikayenin sonucunun buraya varacağını herhalde düşünmemişlerdir. İnsanın kendisiyle evrilen paralel bir dünyaya adım attıklarının belki de farkında değillerdi. Bir kağıda mesajı yazıp okyanusa fırlattılar. Sonuçta internet zamanla evrimleşti ve bugün yepyeni bir öykünün arefesine kadar geldi.
Soğuk Savaşın başlarında, bir top büyüklüğünde olan Sputnik’i Sovyetler Birliği 1957’de uzaya gönderdiğinde, kimse insanlığı farklı bir yere götürecek bir devrimin başladığını bilemezdi. İnsanlık, sanal bir dünyanın temelini, o dönem bir fenomen olan uzayla ilk teması sayesinde atmış oldu. Yüce bir amaç, çok daha büyük ve farklı bir vizyona taşıdı insanlığı.
Soğuk Savaş: Yağmasan da gürle..
Soğuk Savaş, kimsenin savaşmak istemediği ama savaşı da ağzından düşürmediği bir dönemdi. Korkular üzerinden yürütülen psikolojik ve yıpratıcı bir propaganda savaşıydı.
Sputnik aslında son derece etkisiz kalmıştır. Ancak psikolojik olarak Amerika üzerinde muazzam etkisi olan bir hamledir. Aslında psikolojinin, aklın işlevselliğini nasıl etkilediğine çok güzel bir örnektir. Çünkü o dönemde uzaydan etkin gözetleme yapacak ve tehdit yaratacak bir teknoloji yoktu. Oysa Soğuk savaşın niteliği buydu. Yağmasan da gürle…
Sonuçta Sputnik amacına ulaştı ve Amerika bir akıl tutulması yaşadı. Bu, Amerika’da öyle bir gerginlik yarattı ki, Soğuk Savaşı kaybettiklerini düşündüler. Oysa o dönem, ABD ekonomisi patlamış ve tüm teknolojilerde ilerleme sağlıyordu. Ancak Sovyetlerin hayat tarzından ziyade bilime önem vermesi, uzay yarışında onu öne geçirmiştir.
Sputnik’in fırlatılmasından sonra birçok Amerikalı, bilim ve teknoloji hakkında daha ciddi düşünmeye başladı. Sovyetler’in Sputnik uydusunu fırlatması, ABD Savunma Bakanlığı’nın nükleer bir saldırıdan sonra bilginin nasıl yayılacağını düşünmesine yol açtı. Sonuçta iletişimin kesilmesi bütün modern yapının çökmesine neden olurdu.
Arpanet: İlk mesaj Login
Bu sebeple ABD hükümeti okullarda temel bilimler olan matematik, kimya ve fizik derslerine ağırlık verdi. Üniversiteler ve şirketler aldıkları hibeleri bilimsel araştırma ve geliştirmeye yatırdı. Sonuçta federal hükümet, konvansiyonel silahlar ve bilgisayarlarla beraber uzay çağı teknolojilerini geliştirecek ilk adımları attı. İlk olarak Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’ni yani NASA’yı kurdu. Ayrıca Savunma Bakanlığı’nın İleri Araştırma Projeleri Ajansı olan ARPA gibi yeni ajanslar da faaliyete geçti.
Modern internetin kökleri 1960’larda program yöneticisi Joseph Carl Robnett Licklider ile başladı. O zamanlar ARPA (Advanced Research Project Agency) olarak bilinen ajans daha sonra bir networke dönüşerek ARPANET adını aldı. 1969 yılında, UCLA ve Stanford Araştırma Enstitüsü arasında dört bilgisayar düğümünün oluşturduğu ilk ağ kuruldu. Böylece ilk sinyal alışverişi yapılmış oldu. Burada daha kolay anlaşılması için düğümü, veri yapıları oluşturan soyut birim olarak adlandırıyoruz. Bir miktar veriyi sağlayan mantıksal bir alan olarak düşünebiliriz. Bu düğümler arasındaki ilk mesaj Login’di ama G harfi tuşlanırken sistem çöktü. İlk iki adımı atan bebek 3. adımda belki düştü fakat çok büyük hayaller artık zihinlerde oluşmaya başlamıştı.
Bilgi iletiminde ilk sorunlar aşılıyor
İhtiyaç duyulan şey, hedefine giden bir mesajın tek bir düğüme bağlı kalmadan bunu yapabilmesiydi. Ancak bu durum, bilginin kaybolmadan hedefine nasıl ulaşacağı sorununu yarattı. Oysa hedefe doğru bir ağ içinde ilerleyen veri paketleri, yolda bir veya daha fazla düğüm kaybolsa da veriyi kaybetmeden yolda yeniden biraraya gelebilirdi. Bu sorun, bugün paket anahtarlama olarak bilinen, büyük miktarda veriyi küçük paketlere sıkıştırma yoluyla çözüldü.
Ancak başka bir sorun daha vardı. Her bilgisayar diğerleriyle uyumlu olmayabiliyordu. Bunun için de bilgisayarlar arasında ortak bir iletişim protokolü gerekiyordu. Böylece farklı bilgisayarların aralarında bir iletişim kurması ve ağ içinde bağlanması için bir protokol oluşturma çalışması başladı.
1974’te Stanford Üniversitesinde çalışan ve aynı zamanda Darpa ile sözleşmesi olan Vinton Cerf böyle bir protokolün ve sistem mimarisinin oluşmasında öncülük yaptı. Böylece dünyanın dört bir yanında, ağlardaki farklı bilgisayarların veri paketlerini yönlendirmesini ve birleştirmesini sağlayan iletim protokolü TCP (Transmission Control Protocol) gelişti. 1980’lerin başında IP dediğimiz internet protokolü de eklenerek bugün TCP/IP protokolü hizmete girmiş oldu.
İlk e-mail ile ağ oluşmaya başladı
Tarihin bahsettiğimiz döneminde bilgisayarları sadece akademik ve askeri personel kendi amaçları için kullanıyordu. Bilgisayarlar bir oda büyüklüğündeydi ve sadece aynı bilgisayarı kullananların mesajlaşabildiği bir zamandı. O dönem ABD Savunma Bakanlığı, bilgisayarları komuta ve kontrol için kullanmak istiyordu. Oysa askerler tankları, uçakları, gemileri ve diğer birimleri birbirine bağlayan mobil bir ağ kurulmasını istedi.
Böylece internet, 1960’ların sonlarında Soğuk Savaş’ta askeri bir savunma sistemi olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde başladı. Yıllarca bilim insanları ve araştırmacılar, birbirleriyle iletişim kurmak ve veri paylaşmak için interneti kullandılar. Ancak veri paylaşımı kısıtlıydı. Az insanın haberleşmesi, az bilginin yayılmasına neden oluyordu. Bu da güvenlik amacıyla kurulan sistemin amacına ters bir durum yaratıyordu.
1960’ta kurulan ARPANET, ilk büyük ağ oluşturma yeteneğini 1970’lerin başlarında gösterdi. 1971 yılında Ray Tomlinson, ARPANET için çalışırken ilk ağ postasını göndermeyi başardı. Tomlinson’un en büyük katkısı maildeki “@” işaretini kullanmasıdır. Böylece kullanıcının sistem adresini belirten bu sembolle, bilinen adres söz dizimi tanıtılmış oldu.
İnternet: Merkeziyetsiz toplumun başlangıcı
Burada bu sistemi inşa edenlerin dünya görüşlerinin, geleceği nasıl etkilediğinden bahsetmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu sebeple internetin tarihi gelişimine bir ara verelim. Bu insanlar, belki de tarihin yönünü değiştirdiği için bunu yapmamız lazım.
Pentagon, Rusların bir saldırıyla iletişim altyapısını yok edemeyecekleri ve kendilerinin kontrol edeceği bir sistem kurmak istedi. Ancak bu sistemi kuranların başka bir motivasyonu vardı.
Proje, insan ve bilgisayarın birbirine faydalı olabileceği, simbiyotik bir ilişki geliştirmeyi amaçlıyordu. Licklider, bilgi işlem tarihinde önemli bir yeri olan makalesinde, insan zihninin bilgisayarla birleştiğinde daha iyi kararlar alabileceğini yazdı. Bu düşünce o dönem için radikal bir inancı temsil ediyordu. Bu, yeni bir inanç sıçraması yarattı. İnsanlarla bilgisayarların bir araya gelerek daha iyi bir dünya yaratacağı inancını geliştirdi. O zaman ütopya olan bu düşünce, 50 yılda hızla evrimleşti ve bugünkü yapay zekaya ulaştı.
İnterneti tasarlayanlar, dünya görüşlerinin bugün dünyayı nereye taşıdığını görselerdi herhalde kendileri de buna inanmazdı. Bu insanlar asi ve otorite karşıtı insanlardı ve bilginin tek bir elde toplanmasını istemiyorlardı. Bu gücü halka da paylaştırmak istediler ve sonuçta sistemi dağıtarak merkeziyetsiz bir internet mimarisi kurdular. Buna da “Halka Bilgi İşlem Gücü” adını verdiler.
Böylece İnternet’teki her düğümün bilgiyi depolama, iletme ve oluşturma yeteneğine sahip bir sistem yarattılar. Bu sistem belki hükümetin ve şirketlerin interneti kontrol etmesini engelledi. Ancak Sovyetler’in de onu havaya uçurmasını zorlaştırdı. Belki de çok öngörülü insanlardı ya da hayalperesttiler. Bence ikincisinin olma ihtimali daha yüksek çünkü idealist olduğunuzda hayalleriniz hep canlı kalır ve bu hayallere inanarak yaşarsınız. Bu da kurulu düzene her zaman mesafeli olmanıza neden olur.
İnternet, doğanın algoritmasını kullanır
George Orwel, böyle bir sistemin gelecekte insana ne vereceğini anlatan “1984” eserini, hükümetin bilgisayar geliştirme sürecine müdahil olmak istediği dönem olan 1950’lerin başında yazmıştır. Kitap, Büyük Biraderin bir bilgisayar ağı aracılığıyla bizi gözetleyebileceği fikrinden ilham alır. Neyse ki merkeziyetsiz olması, sistemi öyle olmaktan kurtardı. Bu hareket, birinin etkisini bugün derinden yaşadığımız ama diğerinin de yavaşça kendini hissettirdiği 2. devrimi tetikledi aslında. Bugün yapay zeka ile bir zeka yükselmesini yaşıyoruz. Diğeri de merkeziyetsiz bir dünyaya giden yoldur.
Yine de interneti Pentagon ya da büyük bir şirket tasarlayabilirdi. Ancak bunu kimsenin yapmak istememesi belki de bir şans eseri bu yöntemi öne çıkardı. Tıpkı doğanın algoritması gibi, yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya öğrenen, herkesin bir katkı sunduğu bir yapı gelişti. Bu öğrenen ve demokratik yapı bugün dünyayı bu seviyeye taşıdı diyebiliriz. Aksi takdirde politikacıların kontolü altında olan bu sistemin işlevi çok kısıtlı olurdu.
Aslında her keşif ya da icat doğanın bir taklididir. İnternette doğanın algoritmasını kullanır. Beyin gibi o da öğrenen bir algoritmayla ilerledi. Eğer bir elitin elinde olsaydı herhalde bugün olan şeye internet demezdik.
Neticede internet’in kontrolü istikrarlı bir şekilde hükümet yönetiminden özel sektöre ve özel gözetime devredildi. Günümüzde, İnternet Mühendisliği Görev Gücü olarak bilinen, birkaç bin ilgili kişiden oluşan, gevşek bir şekilde yapılandırılmış bir grup, bu gözetim işine devam ediyor. Bu grup, internet standartları için tabandan bir geliştirme sürecine katılıyor.
Internet, www ile dünya çapında bir ağ oldu
İnternetin tarihine kaldığımız yerden devam edersek;1983 yılında Arpanet sivil ve askeri versiyon olarak ikiye ayrıldı. İnternet, basit bir tanım olarak her iki ağı da kapsayan bir iletişimi ifade etti. Bir iletişim protokolü olan NCP’nin 1 gün boyunca kapatılması Arpanetin sonunu getirdi. 1983 yılında NCP tamamen kapatıldığında artık TCP/IP yeni iletişim dili oldu ve hızla yükseldi.
Bu arada devamlı protokollerden bahsettiğim için sizden özür dilerim. Kimseyi sıkmak istemem ama internetin bir protokoller tarihi olması bundan bahsetmemizi gerektiriyor. İki insan arasında da bir iletişim protokolü vardır. Birisiyle konuşurken birimiz alıcı diğeri vericidir. Arada bir iletim vardır ve bu iletimin gerçekleşmesi bir dil protokolü ile mümkündür. Aynı şey makineler arasında da geçerlidir.
Sonuçta ARPANET’in önemi gittikçe azaldı ve 1989 yılında tamamen devre dışı kaldı. İnternet, kitle iletişimini kuran, dünyadaki mesafeleri kısaltan bir sistem mimarisi kurdu.
1993 yılında Tim Berneres Lee, Avrupa Nükleer Araştırma Örgütü yani CERN’e yeni bir internet uygulaması olan World Wide Web’i sundu. Uygulama, o dönem bir dizi protokol ve görüntüleme standardını kapsayan ilk arayüz olan Mosaic’i kapsıyordu. Sonrasında Microsoft, kendi arayüzü olan İnternet Explorer’ı geliştirerek uygulamayı kişisel bilgisayarlara yaymayı başardı. Bu durum internetin hızla kitlelere yayılmasını sağladı. Artık herkes http protokolü ile bir web sitesi kurup internette serbestçe gezinmeye başladı. Sonuçta Web1.0 olarak bildiğimiz internet ekonomisinin roket hızıyla yükselişini hepimiz hatırlarız.
Dot.com balonu: Her yenilik bir yerde patlar
Aslında internet zihinleri birbirine yakınlaştıran, herkesi bir odaya sokan ve aradaki iletişim engellerini kaldıran bir devrimdir. Ticaret kürelleşti, bilgi akışı yepyeni bir dünya kurmamızı sağladı. Bugün makinelerin de ağa bağlanmasıyla iş farklı bir boyuta ulaştı. Bugün nesnelerin dahi bir interneti var.
1995-2000 yılları arasında internet, her kârlı işte olduğu gibi bir balon yarattı. İnsanlar, gerçeklikten uzak birçok işi internet üzerinden yapmaya çalıştı. Çok büyük paralar battı. 2001 krizi ile beraber bu balon patladı ve bugün içinde olduğumuz Web2.0 dönemi başladı. Web2.0, ikinci nesil internet hizmetlerini anlatan bir terimdir. İnternet kullanıcılarının ortaklaşa ve paylaşarak yarattığı sistemi tanımlar. Mesela Facebook, twitter ve instagram gibi sosyal ağlar, insanların içeriklerini başkalarıyla paylaşmasını sağlayan platformlardır.
Sosyal medyanın dahil olmasıyla paylaşım zamanla globalleşti. Tüm dünyanın birbiriyle resim ve yazı paylaştığı bir dünya yarattı. Sonuçta öyle bir ekonomik model doğdu ki, kullanıcıların hem üretici hem de tüketici olduğu, kapitalist düzene tamamen aykırı, 0 kârla çalışan bir ekonomik model ortaya çıktı. Sadece tüketim değil üretim de globalleşti. Sosyal medyadan yeni iş bağlantıları ve yeni iş modelleri çıktı. Üretim, fabrikalardan evlere kadar indi. Teknoloji ucuzladı ve bir 3D yazıcıyla evde üretilen bir ürün internetten satıldı. Yepyeni pazarlar oluştu. Özellikle mobil devrimle yayılan internet, bugün sinema sektöründen daha büyük bir oyun sektörü yarattı mesela. Bugün yaşlı insanların bile elinde bir akıllı telefon sayesinde oyunun yayılımı geniş bir yaş aralığına oturmuş durumda.
Paylaşım o kadar muazzam bilgi üretti ki, bunun organizasyonu insan zekasını aştı ve bu işin yönetimini yapay zekaya devrettik.
İnternetin yapay zekayla entegrasyonu
Yapay zekanın son yıllarda hayatımıza etki ettiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Aksine yapay zeka hep vardı ama biz onu anlayabileceğimiz zaman gelene kadar beklemek zorunda kadık. Yaygın olmasa da fabrikada kullanılan robotlar vardı mesela. Bugüne kadar arama motorlarına yazdığımız istemlerde yapay zekayı yıllarca kullandık. Yapay zeka bu şekilde geliştikçe kitlenin genel kullanımına hazır hale geldi.
Bir ürünün piyasaya girmesi için pazarın olgunlaşması gerekir. Yapay zekada da aynı şey oldu. Yıllarca geliştirilen ürün makul bir fiyat/kazanç oranına gelince yeni bir teknolojiymiş gibi onu tanımış olduk.
Yapay zeka ve internetin entegre olmadığı bir dönem yokmuş gibi görünse de, bu entegrasyonun derinliği ve kapsamı zaman içinde sürekli değişiyor. Bir zamanlar, merak ettiğimiz konu ile ilgili anahtar kelimeyi arama çubuğuna yazar ve arama motoru algoritmaları, bir URL denizinde sorgumuzla kelimenin geçtiği her içeriği önümüze getirmeye çalışırdı. Bu, bizler için o dönem kolaylık görünse de arama motorlarının bugünkü durumuyla karşılaştırdığımızda bir iş yükünden başka bir şey olmadığını anlarız.
Bugün yapay zeka anahtar kelime aramaktan çok semantik anlamayla ne aradığımızı kavrıyor ve en alakalı içeriği önümüze getirebiliyor. Bunun yanında kişiselleştirilmiş sonuçlar, resimli arama ve grafik gibi zengin sonuçları da sunabiliyor. Örneğin kameramızla çekim yaparken soru sorabilir ve ihtiyaç duyduğumuz bağlantılar dışında farklı bilgileri de yüzeysel inceleyebiliriz. Bu yalnızca kullanıcıları çevrimiçi tutmakla kalmıyor, aynı zamanda internet bireysel tercihlere daha uyumlu hale geldikçe bir bağımlılık da yaratıyor. Hatta daha ötesi, arama motoruna yazmadan doğrudan yapay zekanın kendisiyle konuşabiliyoruz. Yeni fikirler ediniyor ve sohbet edebiliyoruz.
Gelecekte kararları yapay zeka verebilir
Yapay zeka artık bilgi kaynağı değil onu yöneten duruma geldi. Bunu da NLP olarak bilinen doğal dil işleme yeteneğiyle yapıyor. Sonuç olarak sorguların ardındaki bağlamı anlayacak şekilde yapay zeka evrimleşti. Ham bilginin bu şekilde işlenip çok kısa bir sürede kullanıma sunulması ve hızla yayılması, henüz evrimin başında olduğumuzu gösteriyor. Düşünebiliyormusunuz sanki karşımızda bir şey topraktan çıkıyor ama henüz oluşmadığı için biz onun neye benzediğini tam olarak göremiyoruz.
Bu gidişin iletişim ve bilgi platformundan daha ötesine geçeceğini artık çok net görebiliyoruz. Mesela dijital asistanları artık kullanabiliyoruz. İşin gerçeği, karar verme sürecinde artık biz aradan çıkıyor ve bunu yapay zekaya devrediyoruz. Yakın gelecekte ne satın alacağımıza, nereye gideceğimize ve ne yapacağımıza yapay zeka karar verebilir. Bu, aynı zamanda kişisel asistanların birbiriyle konuşup kendi eko sistemlerini yaratmalarına da sebep olabilir. Kendi kendine öğrenen bir sistem, işletmelerin aksayan yönlerini tespit edip insana gerek kalmadan hatayı onarabilir. Mesela şirketin web sitesini güncelleyebilir ya da ihtiyaca göre veri akışını yeniden düzenleyebilir.
Bunun yanında akıllı şehirlerin yönetimini yapay zekaya bırakıyoruz. Sürücüsüz arabaları yapay zeka yönetiyor mesela. Ancak yapay zekanın internetle entegrasyonu derinleştikçe sanal alemde bıraktığımız izler de çoğalıyor. Gerçekte bizim çok adapte olamadığımız bir hızda genişleyen webde daha da savunmasız hale geliyoruz. İnsanın yavaş anlama ve kavraması, çok hızlı büyüyen internetin yasal altyapısını oluşturmada yetersiz kalıyor.
Oluşan boşluğu teknoloji şirketleri hemen dolduruyor. Ancak yasal altyapı yeterli olmayınca bıraktığımız verilerden bizi istedikleri gibi yönlendirebiliyorlar. Bu da dünyayı tatsız bir duruma sürüklüyor. Başlarda söylediğim gibi her yenilik eski sorunu çözerken yenilerini de beraberinde getiriyor. Her sorun daha çok veri yaratıyor ve zihin çapımız daha da genişliyor.
Biz insan olarak kontrolün hep elimizde olmasını isteriz. Ancak bizim kudretimizin de bir sonu var. Yarattığımız bu teknolojiler öyle hissetmemize neden olsa da gerçek öyle değil. Kendi evladımız olan yapay zeka bizi dönüştürebilir.
Bu konuda daha fazlasını, daha önce yayınladığım veri ve yapay zeka ile alakalı pod yayınlarımda ve monologdaki blog yazılarımda detaylarıyla bulabilirsiniz.
Sonuç
Sonuç olarak internetin insanları birbirine bağladığı ve kitleselleştiği Web1.0 dönemi geride kaldı. Ardından sosyal medya platformlarının içeriklerini kullanıcıyla paylaştığı dönem geldi. İnsanlar, internete paylaşımlarıyla dahil olarak dünyayı daha da küçülttü. Web2.0 dediğimiz bu dönemde belki de yüzyılın başından itibaren insanlık tarihinde yaratılandan daha fazla bilgi oluştu. Ancak bu dönemin de sonuna gelmiş bulunuyoruz.
Bugün ürettiğimiz teknoloji, merkeziyetsiz başlayan interneti yeniden belli merkezlerin kontrolüne bıraktı. Bir anlamda kontrol bizden çıktı. Ancak biz bu gücü kontrol edemesek de onu yönlendirecek bir yol bulma şansımız var.
Yapay zeka ve internetin bu derin entegrasyonu, gelecekte daha akıllı, kişiselleştirilmiş ve birbirine bağlı bir dünya vadediyor. Ancak bu gelişmelerin beraberinde getirdiği etik sorunlar ve gizlilik endişeleri de göz ardı edilmemeli.
Bu durum başta söylediğimiz gibi bizi 2. büyük devrime götürüyor. Web2.0 artık miyadını dolduruyor ve biz, bu hıza uyum gösterebileceğimiz Web3.0’a yani ortak zekaya doğru yol alıyoruz.
İnternetin daha da tabana yayılması gerekiyor. İnternetin demokratikleşmesi, yeni teknolojilerin gelişmesine neden oluyor. Yaşadığımız dünyada parlemento ile insanların yönetime katılması, sanal dünyada açık kaynak yazılım ile gerçekleşiyor. İnternetin tarihinde çok önemli bir yeri olan açık kaynak yazılımın onun geleceğinde de önemini kaybetmeyeceğini söyleyebiliriz.
Aslında her küçük bir başlangıç, evrimin minyatür bir mizansenidir. Küçük bir adımla o günkü ihtiyacımız olan şeyi karşılamak, bizi hiç tahmin etmediğimiz bir kapının önüne getirir. Evrende her şeyin aslında birbirine bağlı olduğu bir örneği yaşarız.
Geri bildirim: Web3.0: Merkeziyetsiz İnternet Mümkün mü? - Monolog