Yeni Dünya Düzeni, Bir Soğuk Savaşa Daha İzin Vermiyor.
Bugün dünyadaki siyasi ortam hiç olmadığı kadar gergin. Üstelik yaşadığımız bu gerginlik, soğuk savaş zamanında yaşadığımızdan daha tehlikeli. Bunun sebebi, nükleer silaha sahip olan ülkelerin çoğalması. Üstelik eldeki nükleer başlıklar eskisinden çok daha güçlü. Nükleer silahların dağılımını denetleyen BM’nin etkisini kaybetmesi de bir nükleer savaş tehlikesini masada tutuyor.
Soğuk savaşın bitmesiyle BM, nükleer silahlanmayı engelleyecek katı kısıtlamalar getirdi. Hatta süper güçlerin elindeki savaş başlıklarını azaltma anlaşmaları sonuç da verdi. Neticede bugün, soğuk savaş döneminden çok daha az nükleer silah var dünyada. Ne var ki bugünkü manzarada nükleer güç kullanma tehditlerini, en önemli devlet başkanlarının ağzından duyabiliyoruz. Böyle bir nükleer savaş senaryosunda bırakın on binler ve milyonları, milyarlarlarca insanın ölme ihtimalinden bahsediyoruz.
Bugün dünyada nükleer başlığa sahip olan ülke sayısı çoğalıyor. Ancak bu sayı ne kadar artarsa, nükleer silah kullanma riski de o oranda çoğalıyor. Atom bombası tecrübesini yaşayan tek ülke Japonya bile, Amerika’dan onay aldığı an nükleer bomba geliştireceğini açıkladı. Üstelik bunu 1 ay gibi kısa sürede yapacak kapasite ve yeteneğe de sahip.
Bu duruma nasıl geldik?
Soğuk Savaş, 1. Dünya Savaşı gibi yarım kalan bir hesaplaşmadır. İşin doğrusu bu savaş, her iki tarafın beklediği şekilde bitmedi. Özellikle Batı, işin bu kadar kolay biteceğini düşünmedi. Ruslar da kendini böyle bir dağınıklığın içinde bulacağını hesaplamadı.
Vladimir Putin, soğuk savaşta dağılan eski Sovyet Cumhuriyetlerini, Rusya’nın bir parçası olarak görüyor. Soğuk savaş biterken bunun adil ve doğru bir şekilde bittiğine inanmıyor. Rusya, tahmin ettiğinden daha fazla toprak kaybettiğine inanıyor.
Bunun yanında Çin, tarihten gelen ve Batı tarafından engellenen hakkını istemektedir. Bugün her iki güç, dünyanın tek kutuplu bir düzeni kaldıramadığını ve bunu da kabul etmediklerini belirtiyorlar.
Bu sorunun diplomasiyle çözülmesi, daha adil bir dünyada yaşıyor olsaydık belki mümkündü. Ne var ki soğuk savaştan sonra Batı’nın haksız uygulamaları işleri zorlaştırıyor.
Soğuk Savaş: Atom bombasıyla başlayan nükleer yarış.
2. Dünya Savaşı sonunda galip ülkeler, Potsdam’da bir araya geldiğinde henüz Japonya teslim olmamıştı. Ancak ana karaya yaklaştıkça Japonların daha sert savunma yapması, Amerikalıların kayıp konusundaki endişelerini arttırıyordu. Savaşın tam anlamıyla bitmesi için Japonların da kayıtsız şartsız teslim olması gerekiyordu.
Rusların emperyalist hayallerini Truman Potsdam’da anladı. Bu sebeple, Sovyetler Mançurya’ya girmeden bu iş bitmeliydi. Aksi takdirde Japonlar da bölünecek ve soğuk savaşta Almanya gibi bir cephe daha açılacaktı. Bu anlamda bir sembol devlet daha olmaması için Amerika acele etmeliydi.
Truman, Potsdam Konferansı’na, ilk atom bombası denemesinin başarılı olduğu haberiyle başladı. Sovyetler, Amerikanın elinde böyle bir yıkıcı güç olduğunu henüz bilmiyordu.
Bombanın kullanılması, diplomatik ve siyasi bir karardır. ABD, ilk atom bombasını Hiroşima’ya atarak soğuk savaşı resmen başlatmıştır.
Nükleer silahlar, bir korku imparatorluğu yarattı ama dünyayı da savaştan korudu.
Soğuk Savaş, herkesin savaş çığırtkanlığı yaptığı ama savaştan uzak durduğu bir dönemdi. Kötü bir olayın yaşanması, ancak bir tesadüf eseri olabilirdi. Bizi savaştan koruyan şey, kimsenin gururu kırılmadan sorunu çözecek diplomasi yollarının açık olması ve insan aklının yitirilmemesidir.
Soğuk Savaş, karşı halkın kalbine odaklanan bir düşünce savaşıydı. Öncelikle taraflar, kendi ülkelerinde safları sıkılaştırmalıydı. Bu anlamda düşmanın kötü olduğunu kendi ülkesinde korku yaratarak anlatmak geçerli bir yöntemdir. Buna en iyi örnek, ABD’de bir akıl tutulmasının yaşandığı McCarty dönemidir.
Joseph McCarty, iyi bir demogog olarak kurumsal bir delilik yarattı. Amerikalılar, atom bombasını sadece yok etmek için değil, hayatta kalacak bir araç olarak da gördü.
Her iki süper gücün liderleri, ellerinde nükleer silahlar varken savaşı istemeyecek kadar sağduyu sahibi insanlardı. Bunun yerine vekalet savaşlarıyla savaştılar. Yine de soğuk savaşın bir sıcak çatışmaya dönmemesi, nükleer silahların varlığına bağlıdır.
Soğuk savaşın en hararetlendiği Küba Krizi’nde dahi John F. Kennedy ve Nikita Kruşçev, erdem gösterip Küba krizini çözmeyi başardı. Özellikle Kruşçev’in gösterdiği erdem, onun siyasi kariyerine sebep oldu.
Kruşçev, Amerikalıların korktuğunu anladığında Küba’nın işgal edilmeyeceğine ek olarak, Türkiye’deki nükleer füzelerin de sökülmesini şart koştu. Kennedy, bunu açıklamaması koşuluyla kabul etti. Kruşçev de verdiği söz üzerine Türkiye’den sökülen füzeleri kamuoyuyla paylaşmadı fakat siyasi hayatı da bitti.
Soğuk Savaş döneminde insanların söylemi sert olsa da kimse savaş istemedi. Böyle olmasına rağmen işlerin kontrolden çıkmaya yakın olduğu anlar da yaşanmıştır. Bugüne kadar nükleer savaştan kurtulmamız, devlet adamlarının zekası ve yeteneklerinden değil, şansımız sayesindedir.
Soğuk savaşta, insanlığın yaşadığı çok kritik anlar!
Yaşanan çok kritik olaylar, pamuk ipliğine bağlı yaşadığımızı gösterir. Dünyada nükleer silahların olması, kılpayı kurtulma anları yaratan olaylara sebep olmuştur.
Carter döneminde, güvenlik danışmanı Brezinski’nin askeri asistanı Albay William Odom, gece yarısı 250 Sovyet füzesinin Amerika’ya fırlatıldığını haber verir. Brezinski, isitihbaratı teyit etmesi için ona biraz daha süre verir. 5 dakika sonra Odom yeniden arar ve yanlış istihbarat için özür diler. Odom, 250 değil 2200 nükleer başlığın fırlatıldığını belirtir. Brezinski’nin artık Başkan’ı uyandırmaktan başka seçeneği kalmaz. Telefonu eline aldığında Odom yeniden arar ve yanlış alarm verildiğini söyler. Bilgisayardaki 40 centlik çipin bozulması, bu hataya sebep olmuştur.
1983 yılında benzer bir olay daha yaşanır. Erken uyarı sistemini izlemekle görevli Yarbay Stanislav Petrov, radarda ABD’den fırlatılan 5 füze tespit eder. Buna rağmen bundan şüphe duyar ve bu bilgiyi üstlerinden gizler . Askeri ve devlet hiyerarşisi içinde tek bir subayın bunu sezmesi sayesinde bugün hayatta olduğumuzu bilmeliyiz.
Petrov, bir nükleer savaş doktrininde, yüzlerce füzenin eş zamanlı fırlatılacağını biliyordu. Bu yöntem, her iki ülkenin karşı saldırı araçlarını devre dışı bırakmak adına önemliydi. Bu sebeple radarda görünen 5 Amerikan füzesine inanmadı. Bunun bir bilgisayar hatası olabileceğini düşündü ve insiyatif alarak savaşı önledi.
Petrov tahmininde yanılmamıştı. Radar, bulutların yansımalarını bir saldırı olarak algılamıştı. Eğer bilgiyi gizlemeyip komuta kademesini haberdar etseydi, muhtemelen Sovyetler, daha füzeler topraklarına ulaşmadan karşılık verecekti. Bu olay şansımızla yaşadığımızın bir başka kanıtıdır.
Tesadüfen yaşıyoruz.
Eğer Brezinski yanlış alarm uyarısını almasaydı, durumu kesinlikle Carter’a haber verecekti. Hatta ondan önce, Odom’dan istihbaratı yeniden teyit etmesini istemeseydi, başkan haberi daha erken alacaktı. Bunun sonucunda ABD muhtemelen karşı saldırı başlatacaktı.
Bu yargıya varmamdaki sebep, ABD’nin o dönem devlet aklının daha yüksek olmasıdır. Amerikan devlet hiyerarşisinde her birim ve kişi, üzerine düşen görevi şeffaf bir şekilde yerine getirirdi. Böyle bir konuda Petrov’un yaptığı gibi bilginin saklanması ihtimal dışıydı. Bu anlamda Sovyetlere göre devlet mekanizması daha düzenli ve sağlam çalışıyordu.
ABD’nin aksine eğer Tanrı, o gün gökten inmeyip Petrov’un silüetine bürünmeseydi, Petrov insan üstü zihinsel dayanıklılığı gösteremezdi. Brezinski’nin şansı, Başkan’a iletmeden bu sorunun çözülmesiydi. Oysa Petrov, füzelerin fırlatıldığını radarda gördüğünde bunu üstlerine bildirecek zamanı vardı. Petrov o anda bütün dünyanın kaderinin ağırlığı altında bu vicdan savaşını verebilmiş ve insan üstü bir dayanıklılık göstermiştir.
Nükleer bomba, insanın akıl sağlığını zorlayan bir güç
Nükleer silah gibi bir güce sahip olmak, akıl sağlığını zorlayan bir şey. Böyle bir gücün devletleri bile bir histeriye götürme riski vardır. Elinde nükleer bomba olan ve olmayan her ülke, bu silahın kendisine karşı kullanılacağını düşünür. Caydırıcı olmak adına ona sahip olmak ister.
Ne var ki bombaya sahip olmadan önceki akıl ile sonrasındaki akıl, farklı bir hale bürünüyor. Biraz güce sahip olan insanların nasıl akıl dışı davrandıklarını görüyoruz. Nükleer cephaneliğin anahtarlarına sahip olmak ise bambaşka bir şey olmalı.
Soğuk savaş döneminde Sovyetler, Amerika’ya göre daha histerikti. Öyle ki paranoya içinde yaşayan Sovyet liderleri vardı. Bu durumun komuta zincirine kadar sirayet ettiğini gösteren bir olay, Kore yolcu uçağının düşürülmesidir.
Amerika, Pasifikte yaptığı tatbikatlarda Sovyetlerin kutsal kabul ettikleri bölgelerde uçuşlar gerçekleştirdi. Atom denizaltılarının bulunduğu bölgede uçuş yapılması, Sovyetler için bir savaş sebebiydi. 01 Eylül 1983’te Sovyetler, hava sahalarına giren bir Güney Kore yolcu uçağını bu nedenle düşürdü. Sovyetlerin aşırı histerisi, içinde Amerikalıların da olduğu 269 kişinin ölümüne sebep oldu.
Soğuk savaşın bitmesinde önemli anlar.
Bir savaşı düşüncelerde yapmak başka, sonuçlarını canlı görerek yapmak başkadır. Özellikle canlı bir savaşa girmeden bazı sonuçları görmek, henüz savaşın aşındırmadığı vicdanları ve aklı harekete geçirir. Sonuçta politikacı da olsa herkesin insani bir yönü vardır.
O dönem bir televizyon filmi, nükleer savaş anını ve sonrasını göstererek liderlerin düşünmesini sağladı. “The Day After”, liderlerin kalbine dokunarak, iç dünyalarında bir hesaplaşma yapmalarına sebep oldu. Film, bu yüksek başarısını, bir nükleer savaşta nelerin yaşanabileceğini tarafsız bir biçimde aktarabilmesine borçludur.
Özellikle filmin, bir aktör olan Ronald Reagan üzerinde etkisi daha yüksek olmuştur. Reagan, filmlerin gerçek hayatın bir yansıması olduğunu bildiğinden, filmi seyrettiği geceyi uykusuz geçirir. Öyle ki bilgisayar güvenliğine ilişkin ilk direktifini de yine bir filmi seyrettikten sonra verdiği söylenir.
Bunun yanında Çernobil Faciası, soğuk savaşta çok önemli bir dönüm noktasıdır. Sovyetler’de kurumların yaşadığı teknik sorunlar hakkında yönetime bilgi verilmemesi, dünyanın olay hakkında bilgi almasını engellemiştir.
Şeffaf olmayan komünist düzende bilgi akışının olmaması, belki de facianın büyümesine neden oldu. Öyle ki Gorbaçov, Çernobil’den sonra Glasnost (şeffaflık) politikasını başlatmıştır.
Ronald Reagan, komünizm kadar nükleer silah ve savaştan da nefret eden biriydi. Gorbaçov da komünizmin sonuçlarının kötü olduğunu görüyor ve nükleer silahlardan nefret ediyordu. Sorunların çözümü için savaş dışında başka bir yol olmalıydı. Soğuk savaş, nükleer silahların gölgesinde bir propaganda savaşıydı. Savaşın sonucu sahada değil, düşüncelerde sonuçlandı.
Bugün bizi savaştan koruyan hiçbir şey kalmadı.
Dünyada değişim dönemlerinde yaşanan güç kayması, eski ile yeniyi karşı karşıya getirir. Bugünün süper gücü ABD’de bir zamanlar yeniyi temsil ederken, aynı mücadeleyi Büyük Britanya’ya karşı vermiştir. Bu anlamda bunun karşısında durmak zordur çünkü eninde sonunda bu güçler karşı karşıya gelecektir.
Gücün el değiştirmesi, sahada olabileceği gibi yumuşak da olabilir. Ancak bugün ülkeler, kaynaklarını silah sanayisini geliştirmekte kullanıyor. Üstelik bu harcamaları konvansiyonel silahlara değil, nükleer silahlara yapıyor. Sorunun cevabı da burada veriliyor. Sanki dünya, bu güç değişiminin yumuşak bir geçişle değil de bir savaşla olacağını öngörüyor.
Ülkelerin nükleer silaha yaptığı harcamalar artıyor. Kaynak StatistaDiplomasi yolları açık olsa bile silaha yapılan yatırım ve istihdam çok fazla. Bu anlamda devletler genelde bunu bir yerde kullanmak ister. Kapitalizmin çelişkisi de burada başlar. Tıkandığı yerde bizim felaket dediğimiz şeyi, kendisi düzeltme olarak görür. Devlet adamları istemese de bu kararı vermek zorundadır. Bu kaynakları kullanacağımız bir savaşı, bölgesel savaşlar ya da küresel bir savaş, yapmak zorunda kalabiliriz.
Batı’nın yanlış politikası, dünyayı geri dönülmez noktaya götürüyor.
Sürekli yalan söyleyen bir insan, inandırıcılığını kaybedince gerçek yüzünü gösterir. Bugüne kadar yalanlarla dünya kamuoyunu yönlendiren Batı, artık kimsenin kendine inanmayacağını düşündüğünde de aynı tavrı gösteriyor. Gerçek yüzünü göstermekten başka çaresi kalmıyor. Hayal ettiği yeni dünya düzenini açıkça söyleyebiliyor.
Batı, tüm argümanları kendi çıkarına göre rasyonelleştirecek bir akıl yürütme yöntemi uygular. Hayalindeki yeni dünya düzeni, eğer sömürgeciliği gerekli görüyorsa bunu meşru gösterecek nedenleri bulur. Tarihte köleciliğe dahi mantıklı bir açıklama bulan Batı, Filistin’de yapılan soykırıma katliam bile diyemez.
Bugün 3. dünya savaşının eşiğine geldiysek bunun sebebi kesinlikle Batı’dır. Amerika, bir zamanlar Sovyetler’e Pasifik’te yaptığı gibi bugün de Tayvan’da Çin’i kışkırtacak tatbikatlar yapıyor.
Buna ek olarak, işine geldiği zaman yarattığı despotların yaptıklarını demokratik bulmuştur. Dönem değiştiğinde demokrasinin tanımı da değişmiş ve bir zamanlar dost oldukları diktatörleri devirmiştir. Demokrasi götürdükleri ülkelere özgürlük değil, acı ve felaket götürmüştür. Müdahale ettiği ülkelerle beraber çevresini de kaosa sürüklemiştir.
Bugün Ukrayna’ya saldıran Rusya’yı eleştiren Amerika ve Avrupa, bütün dünyanın gözünün içine bakarak söylediği yalanlarla Irak’a girdi. 2. Dünya savaşından sonra kurulan Birleşmiş Milletler, bugün Amerika’nın güdümünde etkisiz bir elemandır. İsrail’in Filistin’de yaptıklarına sessiz kalan ülkelerin Ukrayna’da Rusları eleştirmesine ben anlatacak kelime bulamıyorum.
Herkes elini açık oynayınca, Putin’de imparatorluk hayallerini göstermekten çekinmiyor. Artık barış ve özgürlükleri savunduğunu söyleyen Batı’nın değerlerine kimse inanmıyor. Onların verdikleri söze kimse güvenmiyor. Bugün aynı durumun başlarına gelmesini istemeyen ülkeler hızla silahlanıyor.
Nükleer silahlar kullanılır mı?
Nötron uranyuma girdiğinde, ayın dünyaya çarpma etkisi kadar bir etki yaratır. İnsan bunu bilince, bunun nasıl olacağını öğrenmesinin önündeki engeller de ortadan kalkar.
Uzay, enerji, tıp ve iklim çalışmalarında bu bilgi insanlığa ışık olmuştur. Ancak tehlikeli olan, bu bilginin kendine hakimiyet alanı yarattığını görmesidir. İnsan kendini kışkırtan bir bilgiye sahip olduğunda, üstelik kendisine bir avantaj yaratıyorsa, bundan vazgeçmez.
ABD’nin Hiroşima’ya ilk atom bombasını atmasından sonra geçen zamanda ne kadar ileri gidebileceğimizi gördük. Öyle ki, bugün Hiroşima’ya atılan bombadan 3000 kat güçlü bombalara sahibiz. Elde ettiğimiz bu muazzam sonuçlar, kudretimizin ne kadar büyük olduğunu da gösterdi.
Doğamız gereği, sahip olduğumuz kudreti de kendi türümüzü egemenliğimiz altına almak için kullanırız. Sorumuza dönersek, evet nükleer silahlar bu durumda bir gün kullanılır.
Yine de sorduğumuz soruya en doğru cevabı almak için bir kaç soru daha soralım. Mesela insan, hükmetme arzusunu dengeleyecek bir mütevazilik gösterebilir mi? Demek istediğim, bir devlet adamı, kendi türünü yok edecek bir emri verebilir mi? Bir savaş kararı alınırken bütün sağduyu biter mi?
Hiçbir lider, devraldığı yapıyı yıkan adam olarak tarihe geçmek istemez. Ancak tarihten gelen bir misyonu olan ülkelerin başına geçenler de kendilerini sorumlu görür. Eğer böyle bir karar alırsa bu, hayallerini gerçekleştireceğine inanmasındandır.
İlk atom bombası fikrini tetikleyen Hitler de Büyük Alman İdeali için yola çıkmıştır. Ari bir ırk hayali vardır ve başarısızlığı aklına getirmez. Kendi manevi dünyasında tutarlı bir düşünce yapısı oluşturur ve harekete geçer.
Birleşmiş Milletler, 2. Dünya Savaşından sonra yeni Hitlerlerin olmaması için kuruldu. Bir araya gelen ülkelerin ortak bir irade ve sağduyu geliştirmesi amaçlandı. Ancak bugün her ikisinin de olmaması, diplomasiyi engelliyor ve maalesef savaş ihtimalini arttırıyor. Putin gibi imparatorluk hayalleri yükselen liderler pervasızlaşabiliyor. Üstelik bunu engelleyecek tek ülke ABD’nin de savaşı istiyor gibi bir havası var.
Sonuç
Soğuk savaş, adına uygun olarak soğuk kaldı ve sıcak bir çatışmaya dönmeden bitti. Ancak bugünkü ortamda liderler devamlı el yükseltiyor.
Ronald Reagan, Sovyetleri şeytan imparatorluğu olarak tanımladığında, Sovyetler çok sarsıldı ama sağduyu hiç yok olmadı. Oysa Obama’nın bir konuşmasında Rusya’ya bölgesel güç demesi, Putin’i kışkırtmaya yetti. Tarihte ilk defa Amerika’nın başkanlık seçiminde, bir yabancı ülkenin müdahalesine şahit olduk.
Şu anda savaşı engelleyebilecek hiçbir kurum ve devlet yok gibi. Bugün diplomasinin işlemediği ve herkesin tarafını belli ettiğini görüyoruz. Ülkeler de savunma bütçelerini bu düşünceyle rekor seviyede arttırıyor.
Einstein, 3. dünya savaşı hangi silahla olur bilinmez ama 4.’sünün taş ve sopalarla olacağını söylerken, insanın hırsının nereye varacağını üzülerek ima eder. Atom bombası, soğuk savaş zamanında bir dış ilişkiler aracıydı. Ancak bugün geldiğimiz nokta kullanma safhasıdır.
Ne var ki insan, en umulmadık zamanlarda şapkadan tavşan çıkarmayı bilmiştir. Umutların tükendiği zamanlarda hiç dikkat edilmeyen en küçük ihtimaller, Stanislav Petrov’da olduğu gibi, insanlığı kurtarabilir. Sonuçta bizi kurtaracak olan devletler değil, yine insandır.
Kaynak: