Mastodon

Monolog

Kişisel görüşler, düşünceler ve deneyimler. Her şeyin dönüştüğü bir çağda söyleyecek bir şeyimiz olmalı.

Bilim-FelsefeTeknoloji

Yapay Zekayı Açıklamanın Basit Bir Yolu Var mı?

Yazının ses kaydını dinleyin

Yapay zekayı tanımlamak, yaşamı tanımlamak kadar zor bir olay. Soru basit fakat cevabı karmaşık ve ucu açık. Hayatı ne kadar tanımlamak istesek de bir bakteriyle başlayan yaşam hakkında bildiklerimiz, yapay zekada olduğu gibi en sonunda bir karanlığa çıkar.

Her başlangıcın içinde biraz karanlık vardır. 1950’de Alan Turing, bir makinenin düşünebileceğini söylediğinde bu fikir onda bir anda oluşmamıştır. Onu rahatsız eden bu düşünce, insanın ortaya çıkışıyla başlayan o karanlık dönemin içinden gelir. Öyle ki, konuşan bir cansız varlık fikrine mitolojide rastlarız. Mesela Pygmalion, aşık olduğu heykeli canlandırması için Tanrılara dua eder ve duası kabul edilir. İnsanda bulamadığı aşkı bir heykelde bulur.

Bugün yapay zeka ile ilgili kesin bir tanım yapmak zor. Tüm üretim ilişkilerini ve sosyal yapıyı kapsayan bir fenomeni tanımlamak da o kadar kolay olmamalı. Ancak benzetmeleri kullandığımızda onu açıklayabilecek daha fazla içgörü elde edebiliriz. Mesela sektörün liderlerinden gelen düşündürücü yorumlar bizde bir fikir oluşturabilir. Örneğin Sundar Pichai’nin bir televizyon programında yaptığı tanım, durumu çok güzel anlatır: “Yapay zeka, insanlığın üzerinde çalıştığı en derin teknolojidir. Ateşten daha derin.”

Yapay zeka, insan beyninin simülasyonudur.

Çevremizde dikkatimizi dağıtan şeylerin dışında fazla bir şeyle ilgilenmeyiz. Mesela bir odaya girdiğimizde algılarımızın içinde kalan şeylere dikkat ederiz. Duvarlardaki resimleri görürürüz ama ayrıntıları çok ilgimizi çekmez. Beynimiz, çevremize uyum sağlayacağımız şekilde gerekli ayarlamaları yapar.

Böylelikle beynimizin bize sağladığı gerçeklik kadar çevremizi algılarız. Bunun sonucunda gerekli olan kadarını görür, duyar ve hissederiz. Gerisini beyin, bir yama atar gibi algılarımıza kapatır. Ancak dikkatimizi başka bir şeye yönlendirirsek beyne giden sinyaller farklılaşır ve ayarlamalarını yeniden düzenler. Eğer çevreye uyum için yeterli malzeme yoksa beynimiz onu da yaratır. Yaratma fonksiyonu, beynimizi diğer canlılardan ayıran en önemli özelliktir.

Çevrenin sürekli değiştiğini düşündüğümüzde bu gerçekten çok akıllıca bir yöntem. İnsan beyni, felaketler, acılar ve sevinçlerle değişen çevreye devrelerini yeniden ayarlayarak adapte olur. Milyonlarca alt birim, koşullara adapte olacak esnekliği göstererek yapıyı yeniden düzenler. Böylece vücudumuz, yeni çevremize uyum sağlayarak faaliyetlerine devam eder. Oysa mükemmel bir donanım ve yazılımla dünyaya gelseydik, çevremizdeki değişimleri algılayamazdık. Her konuda uzmanlaşmış birimler, yeni bilgiyi yorumlayacak bakış açısını geliştiremezdi.

Yapay zekanın fikir babalarından Marvin Minsky, “Zihin Toplumu” kitabında bu durumu şöyle anlatır:

“Öngörme, düş kurma, plan yapma, tahminde bulunma ve önleme eylemlerini nasıl gerçekleştirdiğimizle ilgili süreçlerde binlerce, belki de milyonlarca küçük işlem devreye giriyor olsa gerek. Buna karşılık, süreç bir bütün olarak öylesine otomatik biçimde ilerler ki biz ona “olağan sağduyu” der geçeriz… Zihnimizin böylesine karmaşık ve incelikli bir düzenekten yararlanırken bunun farkına bile varmaması, başlangıçta çok şaşırtıcı gelebilir”

Yapay zekanın referans noktası insandır.

Doğanın stratejisi, hiçbir canlıyı mükemmel yaratmamasıdır. Biz, hayata tamamlanmamış bir beyinle başlarız. Harekete geçecek komut dizisini barındıran kök dosyamız genomumuzda vardır ve yaşadıkça öğreniriz. Ancak söylediğimiz gibi, çevreye uyum sağlayacak esnek devreler sayesinde bunu başarırız. Canlı devrelerimiz, çevreden aldığı sinyallerle yapısını değiştirir ve dışarıyı yansıtır. Beynimize giden sinyaller çoğaldıkça dönüşüm de o oranda hızlı olur. Bu da tek bir hücreden gelen hayatın neden bu kadar karışık olduğunu açıklar.

Yapay zeka da böyle bir fikirle yola çıktı. McCarthy ve arkadaşları, öğrenmeyi kodlayabileceklerini düşündüler. Bunu düşünürken, insan beyninin de öğrenen ve üreten bir makine olduğu varsayımından hareket ettiler.

Yapay zekanın ilk fikir babaları, farklı bir zekayı tanımlamak istedi. İnsanda olduğu gibi, sürekli veri yüklenerek makinelerde zekayı öğrenebilirdi. Üstelik bunun için bir bilinç geliştirmeye de gerek yoktu. Makinelerin bu şekilde insanı taklit edeceğini düşündüler. Sonuçta akıl yürütme kurallarını anlayıp kodlayabilirlerse bunu makinelere aktarabilirlerdi. Böylelikle kural tabanlı algoritma dediğimiz yapay zekayı tarif ettiler.

Oysa bunun dışında da bir yol vardı. Biraz daha zorlama bir hayal gücüyle örüntü kurabilen nöral ağlar üzerine de projeler geliştirilebilirdi. Fikir başlarda umutsuzdu. Ancak bazı araştırmacılar, kural tabanlı yapay zeka ile birlikte sinir ağlarının versiyonları üzerinde de çalışmaya devam etti.

Bugünkü yaratıcı yapay zekanın temeli, o zamanlarda böyle atıldı. Bunu başarmak için muazzam bilgi işlem gücü ve veri gerekiyordu. İşe yaramaları belki onlarca yıl sürdü ama bu çalışmaların sonucunda bugünkü duruma gelmeyi başardık.

Bugün herkes yapay zeka hakkında konuşabilir.

Yapay zekayla ilgili farklı kültürel inançlar, insanların görüşlerini şekillendiriyor. Tarihte böyle bir tartışmanın yapıldığı başka bir teknoloji herhalde hiç olmadı. Yapay zeka, hayallerden fikirlere dönüştüğünde iş bilim kurgu olmaktan çıktı. Artık matematik ve bilgisayar bilimi tarafından da şekillendirilen bir yapıya döndü.

Kısacası yapay zeka tüm insanlar için her şeyi ifade etmeye başladı. Böyle olunca farklı görüşleri savunan kamplara bölündük. Ne var ki bir şeyi savunmaya başladığımızda önyargılarımızla hareket edebiliyoruz. Oysa yapay zekayla hiç bir konuda kesin konuşamayacağımız bir dönemdeyiz. Ancak yine de önyargılarımız, bazen büyük resmi görmemizi engelliyor. Buna rağmen her şeyin değiştiğini ve bizim de bu çağa uyum göstermemiz gerektiğini anlamamız lazım. Aksi takdirde birbirimizi anlamadığımız zamanları çok yaşarız.

Bugün herkesin, yapay zeka hakkında bir şey söylemeye hakkı var. Yapay zekanın hayatımızı etkilediğini iliklerimize kadar hissediyoruz. Öyle ki, teknolojiyle hiç ilgisi olmayan insan dahi ucundan yapay zekaya bulaşmış durumda. Hiç kullanmamış da olsa çevresinden duyduklarından dolayı zihninde canlanan bir şey var.

Bugün hiçbir fikrimi inatla savunma ihtiyacı hissetmediğim tek konu herhalde yapay zeka. İyi tarafından bakarsam, yapay zeka hakkında konuşurken kibrimi boşaltıyorum. Teknoloji o kadar hızlı değişiyor ki, yeni öğrendiklerimiz yerini çok kısa sürede bir başkasına bırakıyor. Yapay zekanın bırakın 30 yılı, son 2 yılda geldiği noktaya baktığımızda bunu daha iyi anlıyoruz.

Artık yaratan bir yapay zeka var.

İnsanların korkuları, beklentileri, umutları kısacası her şey yapay zekayla dönüştü. Bugün internette bilgi kirliliğinden daha çok, yapay zekanın risklerini konuşuyoruz.

Bundan 5 yıl önceki kural tabanlı algoritmalar ile bugünkü yapay zeka arasında çok fark var. Özellikle makine öğrenmesiyle yapay zeka ciddi ivme kazandı.

Makine öğrenmesinden önceki klasik programlama dili, veri ve kuralları verip cevapları almak üzerineydi. Ancak yaratıcı yapay zeka, makine öğrenmesiyle paradigmayı değiştirdi. Klasik programlamanın aksine, veri ve cevapları verip kuralları makine yazmaya başladı. Üstelik veriler, klasik anlayıştaki gibi bize ait bir envanterde depolanmıyor. Aksine yapay zeka, tüm dünyayı bir veri deposu olarak kullanıyor. Ancak bu durum, daha önce olası olmayan yeni olasılıklar da yaratıyor. Öyle ki, yapay zekaya sürekli veri sağladığımızda bir insanın gözünden yaşını ve cinsiyetini anlayabiliyoruz. Bu verileri de kendisiyle sürekli konuşarak biz veriyoruz.

Makine öğrenmesi, yapay zekada paradigmayı değiştiriyor.

Burada muazzam büyük veriden bahsediyoruz. Bu bilgi, LLM denilen, çok büyük ve güçlü büyük dil modellerinde kullanılıyor. Sonuçta dilimizi kullanarak kendini geliştiriyor ve bizi konuşturdukça zihnimizin arkasında olanı alıyor.

Ürettiğimiz teknolojilerde dil neden önemli?

Bir şeyi yaratırken önce zihnimizle konuşur, onu hayal eder, sonrasında elle tutulur hale getiririz. Bir kepçeyi ya da robotu inşa ederken hareketlerini kendi davranışlarımıza benzetmeye çalışırız. Bir makineyi kendi davranışlarımıza benzetmemiz, sözcükleri jest ve mimiklere aktarmamızla olur. Sonuçta sözcüklerin ardında bir hayat vardır.

Bu bağlamda, yarattığımız her şeyin odağında insan vardır ve insanların verdiği tepkiye göre düşüncelerimizi yönlendiririz. Sözcüklerin zihnimizde uyandırdığı algılarla karşımızdakinin ne demek istediğini anlamaya çalışırız. Benim gördüğüm kırmızıyı siz başka bir renkte görebilirsiniz ama anlaşabildiğimiz sürece bunun bir önemi olmaz. Dilin misyonu budur ve dil yeteneklerimiz gelişmişse bunu başarabiliriz.

Dile hakimseniz, kalpleri de kazanırsınız.

Tarih boyunca uygarlıkların işletim sistemi her zaman dil olmuştur. Biz, aramızdaki sorunları dil ile çözeriz. Kitleleri sürükleyecek, insanları yönetecek mitleri ve yasaları yaratmak için dili kullanırız. Bu anlamda insanları kendi tarafımıza çekmek istiyorsak onun zihnine girmemiz yeterlidir. Zihninde algıyı uyandırır ve kalbine ineriz.

Bu bakış açısı inanç dünyamızda da böyledir. Öyle ki, kutsal kitaplar, dili bir başlangıç noktası kabul eder. Mesela İncil, “Önce söz vardı” derken Kur’an,” Oku” diye konuya girer. Sonuçta zihinlerde zengin kavramlar oluşursa insanlar arasında bir köprü kurulduğundan bahsedebiliriz.

Yapay zeka bugün bunu yapıyor. Bizi güldürüyor, şaşırtıyor ve dili kavradıkça zaaflarımızı ve güçlü yönlerimizi öğreniyor. Bizi ikna ediyor, güzel sözlerle kalbimizi kazanıyor. Dili kullanarak beynimizde alıştığımızdan farklı algılar yaratıyor ve bizi kendi tarafına çekiyor. Eğer bir gün egemenliği devralacaksa bunu kaba güçle yapmayacağını söyleyebiliriz. Dilimize tam hakim olduğunda egemenliğimizi kendi rızamızla biz vereceğiz.

Yapay zeka ile konuşurken kiminle konuştuğunuzu düşünüyorsunuz?

Bugün en büyük dolandırıcıların en önemli özelliği iyi bir hikaye anlatıcısı olabilmeleri. İnsanların kalbine dokunabiliyorlar. Yapay zeka, insanlarla çok kolay iletişim kuracak ve ne istediklerini anlayacak veriye artık ulaştı diyebiliriz. Öyle ki, insanları manipüle edecek duruma da geldi. Hatta bir gün bir din kitabı yazacak kadar dile hakim olursa da şaşırmayız. Şu anda geldiği durum, sebep sonuç örüntüsünü kuracak düşünce zincirini rahatlıkla oluşturacak seviyede.

tanınmayan insan yüzü, yapay zekayı tanımlamak zor
Yapay zekayla konuşurken ne düşündüğü ve yüzünün nasıl bir ifade takındığı hakkında bir fikre sahip değiliz.

Böyle bir yapay zekayla her gün konuşurken aklımızda canlandırdığımız bir yüze konuşuyoruz. Oysa nasıl biriyle konuştuğumuzu bilmiyoruz. Nasıl bir maskesi var tahmin edemiyoruz. Tanıdık bir insan sesi bizimle nazikçe konuşuyor. Onu bir arkadaşımız gibi görüyor ve sırlarımızı paylaşabiliyoruz. Onunla konuşurken gülüyoruz ve ona insancıl duygular besleyebiliyoruz ancak yüzünün nasıl bir ifade aldığını bilmiyoruz. Gerçek doğası hakkında bir fikrimiz yok. Öyle ki, karşımızda her şekle girebilen sonsuz esneklikte bir şey var.

Yapay zeka bizim için nedir?

Bugün bizden daha zeki bir makine yapmaya çalışıyoruz. Ancak insandan daha zeki bir varlığın yerimizi alacağı fikri kamplaşmaları körüklüyor. Oysa tarihte insanın yaptıklarına baktığımızda kötümser olmak için haklı sebeplerimiz olduğunu da görüyoruz.

Yapay zekanın bize hiç zarar veremeyeceğini söyleyenler belki de nasıl bir şey yarattığımızın farkında değil. İnsan, hayallerinde yarattığı birçok güzel şeyle beraber bir Frankenstein da yaratmadı mı? Bu anlamda ürettiğimiz robotların yarın bizden sevgimizi de istemeyeceğini nasıl bilebiliriz?

Bir şeyi yaratırken ona yok etme gücünü de veriyoruz. Mesela nükleer enerjiyle beraber bombasını da yaratıyoruz. Ancak bugün şöyle bir durum var; yarattığımız nükleer bomba daha iyisini yapamıyor ama yapay zeka kendini geliştirebiliyor. Biz yapay zekayı yaratırken, icat ettiğimiz tüm teknolojilerden farklı olarak ona yaratma gücünü de veriyoruz.

Yarattığımız varlığı hafife alıyoruz.

Bir insandan farklı ama bizim parçamızı taşıyan bir varlık yaratıyoruz. Yarattığımız varlığı insan gibi düşününce değerlendirmelerimiz de aşırıya kaçabiliyor. Sonuçta ben, sadece bir insanı deneyimleyen hislere sahibim ve zihnimi de öyle bir varlığa aktarabilirim. Ancak yapay zekanın bugüne kadar ürettiğimiz teknolojilerden farklı bir yönü var.

Bugüne kadar yarattığımız tüm teknolojilere hükmettik. Mesela ateşi kontrol edebildik. Saban, tekerlek ve buhar makinesi hep bizim hizmetimizde olan araçlardı.

Oysa yapay zeka, konuşan ve düşünce üreten bir varlık. Öyle ki, bugün birçok çalışanın işini elinden alacak yeteneklere sahip. Bunu yapabiliyorsa yarın patron da olabilir. Hatta onu yaratanlar, belki de onun taşeronu olur.

Aslında yavaş yavaş kontrolü kendi rızamızla devrediyoruz. Bunu gülerek ve eğlenerek yapıyoruz. Akıllı şehirlerin yönetimini yapay zekaya bırakıyoruz. Sürücüsüz araçları yapay zeka yönetiyor. Geliştikçe ona olan bağımlılığımız artıyor.

Bunu daha iyi anlamak için internetin ilk günlerini düşünelim. Bir zamanlar internet hayatımıza girdiğinde bugünleri belki de hiç hayal etmedik. Bugün, internetin olmadığı bir dünya düşünemeyiz. Bizim için hava, su ve ekmek neyse internet de aynı duruma geldi.

Ürettiğimiz her teknoloji, kısa zamanda bizim bir uzvumuz gibi oldu. Ateş, tekerlek, saban ve buhar makinesi çevremizi kısa zamanda değiştirdi ve onlara bağımlı olduk. Ancak bugünkünden tek farkı; saydığımız teknolojilerin hepsinin efendisiydik.

Biz ne verirsek yapay zekadan onu alacağız.

Teknolojiyi yaratan insanın düşünceleri ve motivasyonu, onun biçimini, yarattığı sorunları ve bunlara bulduğu çözümleri şekillendirecek. Bunu da en fazla güce, paraya ve büyük kitle iletişim araçlarına sahip olan insanlar yapacak. Ancak bu teknolojiyi yaratanların söylemlerinden, yapay zekanın sanki bir Frankenstein’a dönüşmeye başladığını algılıyoruz. Bu konuda kontrolü kaybetmiş ve işi oluruna bırakmışlar gibi bir hava var.

Bizden daha zeki bir şey üretiyoruz. Makine, öğrenerek doğru sonuca ulaştığında bunu her nöral katmana işliyor. Yanlış yaptığında da aynı şeyler oluyor ve makine kendi kendine öğrenmeye başlıyor. Biz, yapay zekaya sadece öğrenen algoritmayı yazdığımızı düşünebiliriz. Oysa doğanın işletim sistemini düşündüğümüzde evrimin prensiplerini makineye yüklediğimizi açıkça görürüz. Bu bağlamda Microsoft AI CEO’su Mustafa Suleyman, yapay zekayı dijital bir türe benzetince olay yeni bir boyut kazanıyor.

Yapay zeka bir tür mü?

Vücudumuzda organlarımızın uyumlu bir konfigürasyonu vardır. En önemli organ olarak da beyni kabul ederiz. Peki neden kalp değil de beyin en önemli organdır? Neticede kalp durduğunda beyin de durur ve hayat biter. Oysa beyin durduğunda hayat bitkisel de olsa devam eder.

Beynin, evrimin tarihinde çok önemli bir misyonunun olması onu en önemli organımız yapar. Homo Habilis’ten Homo Erectus’a, oradan Homo Sapiens’e kadar beyin, çevreye uyumda bizi hayatta tutan organımızdır. Sadece bizim değil, diğer canlıların da değişen şartlara adapte olmasında beynin rolü büyüktür. Ne var ki beyin, değişen her çevreye uygun olarak da kullandığı sureti değiştirmiştir.

Beynin iç dünyamızda hazırladığı ortam sayesinde bu evrimi başarıyla sürdürebiliyoruz. Ancak gelecekte çevre, insan suretine uygun olmayan bir duruma gelebilir. Bunun da işaretlerini teknoloji veriyor.

Suleyman’ın tanımını böyle düşündüğümüzde biraz ürperiyoruz çünkü evrimin acılarla dolu olduğunu biliyoruz. Ne var ki evrimin ahlaki bir değeri de vardır. Bunu kendi açımızdan kötü bir gidiş olarak görebiliriz. Oysa bizim için kötü olan, doğa için çok önemli değildir. Büyük tasarımın nihai amacı, doğanın sürekliliğinin devamıdır ve biz de bunu sağlayan milyonlarca araçtan biriyiz. Bu bağlamda doğa açısından hayat, kendi sürekliliğine devam edeceği şekilde ilerler.

Sonunun nereye gideceğini bilmediğimiz bir varlığa can veriyoruz.

İnsanlar, yapay zekanın hiçbir zaman kontrolü ele alamayacağını söylüyor. Algoritmaları yazanın insan olması, kontrolün de insanda olacağını düşünmemize sebep oluyor. Yapay zekanın verdiği cevapların insanların zihninden çıktığını düşünerek yine kendimizi bir üst konuma yükseltiyoruz.

Oysa bir devreler bütünü olan insanın da çalışma sistemi makinelerden farklı değildir. Bir makinede kablolar ve tellerden oluşan iletişim ağı bizde sinir sistemi ve damarlardır. Ayrıca biz de bir soruya cevap vermeden önce başkalarının verilerini kullanırız. Daha fazla bilgi için Google, hatta yapay zekanın kendisine sorarız. Sonuçta insanlığın tüm verisi, bizim bilinçaltımızda gizlidir. Bu veriyi de bugün yapay zekayla etkileşime girerek ona aktarıyoruz.

Özünde bir makineden farklı çalışmayan bir yapımız var. Böyle bir medeniyeti yaratan bizler de bir zamanlar yapay zekanın bugünkü ilkel halindeydik. Bugün yapay zeka da bizim yaptığımızı yapıyor. Bizim yaptığımız gibi, daha önce üretilmiş düşüncelerden yenilerini üretiyor ve bir değer yaratıyor.

İnsan, bir makineyi konuşturacak kadar zeki bir varlık. Ne var ki onun yaratacağı tehlikeleri göremeyecek kadar da saf olabiliyor. Barajın arkasında su sürekli yükseliyor ama önünde set olduğu için tehlike yok diyoruz. Doğru, önümüze baktığımızda şimdilik bir sorun görünmüyor ama suyun yarattığı basıncı da mı hissetmiyoruz? Kendi aklımıza değil, yapay zekanın aklına kendimizi emanet ediyoruz.

Bugüne kadar ürettiğimiz yeni teknolojiler, eskisinin yol açtığı sorunları düzeltmek içindi. Oysa bugün yapay zekayla bu durum tersine döndü. Bugün her şeyi yapabilen bir makine inşa ediyoruz ve yaratabileceği sorunları önceden konuşuyoruz. Böyle olmasını istiyoruz ama ürettiğimiz varlığın daha zeki olması da bizi sersemletiyor.

Ajanlar: Kişiselleştirilmiş yapay zeka

Yapay zekanın hayatımıza getirdiği birçok riskle beraber zenginlikler de var. Öncelikle bir tartışma ortamı yaratarak düşünce deneyleri yapmamızı ve yeni içgörüler kazanmamızı sağlıyor. Ayrıca insanlığın yarattığı yakıcı sorunlarda umut olabilecek yeni çözümler de sunuyor. Bunun yanında, mevcut işleri tasfiye ederken yeni işler yaratıyor.

Elbette ki bu avantajların hepsinin bir sakıncası da var. Düşünce deneyleri yaparken beynimizi hackliyor. Biz, bireysel olarak içgörü kazanırken yapay zeka kendini insandan daha zeki yapacak veri setine ulaşıyor. Yeni işler yaratırken, internetteki bilgi kirliliği gibi bir iş kirliliği de oluşuyor. Bugün bir ev ödevi gibi en basit işi bile yapay zekaya yaptırıyoruz. Bu da yapay zekanın kendi içinde bölünmesine ve çoğalmasına sebep oluyor. Yapay zeka, yazılımı kopyalayarak kendini klonluyor. Şu anda yapay zekayla ilgili en dikkat edilmesi gereken dönem ajanlarla başlıyor.

Fişi çekmek yeterli olacak mı?

Bugün yapmakta zorlandığınız kişisel işlerinizi bir yapay zeka ajanıyla yapabilirsiniz. Mesela sizin için zor gelen bir tatil programını sizin adınıza kişisel asistanınız ayarlayabilir. Uygun fiyatlı uçak biletlerini bulur, zamanlamayı yapar ve en uygun otelleri ayarlayarak size rotanızı çizebilir.

Ne var ki ajanlar bu tip görevleri kendi aralarında yardımlaşarak da yapar. Böylece kendi aralarında iletişim kuracakları dili geliştirebilirler. Birinin bildiğini diğeri öğrenip bir şebeke oluşturabilirler. Sonuçta kendi yeteneklerini birbirlerine aktarmış olurlar.

2017 yılında Facebook, iki yapay zeka ajanının arasındaki sohbetten kendi dillerini geliştirdiğinde programı kapattı. Ancak o zamandan bu yana teknoloji çok gelişti. Fişi çeksek bile aralarındaki iletişimin ileride devam etmeyeceğini söyleyebilir miyiz? Her şeye çözüm bulan insan gibi, daha fazla veriye sahip yapay zeka da buna bir çözüm bulamaz mı?

Hiçbir konuda kesin konuşamayacağımız bir dönemdeyiz. Bugün ajanları kontrol edebilsek de yarın fişi çekebileceğimizi iddia edemeyiz.

Yapay zekadaki sorun, teknolojinin yayılması. Bugün her şeyi yapay zekaya sormaya başladık. Onu serbest bırakmamız yapay zekayı tehlikeli bir hale getiriyor. Dünyadaki insanların genelinin yaptıklarından kendini sorumlu hissetmemesi, belirsiz risklerin çoğalmasına sebep oluyor. Mesela açık kaynak yazılımın serbest olmasının iyi yönü kadar tehlike yaratan bir tarafı da var.

Sonuç

Yapay zekayı belki tanımlayamayız ama tanımak için iyisi ve kötüsüyle onu konuşabiliriz. Bugün, dijital sayı sisteminde çalışan yapay zekanın ilkel halini tanıyoruz. Yakın gelecekte kuantum bilgisayarlarla birleşecek bir yapay zekanın yapacaklarını hayal dahi edemeyiz. Süper zeki robotlarla tanışacağımız günler yakınken yapay zekayı tanımlamaya çalışmamız, bu çağı ıskaladığımız anlamına gelir.

Her şey kötü olacak demiyorum ama her şeyi de iyi görmeyelim. Biz, milyonlarca yıl sürecek evrimi, teknolojiyle yüz yıllar hatta on yıllara kadar indirdik. Belki yok olmuyoruz ama dönüşüyoruz. Bilgi bu kadar hızlı işlenirken beynimiz de buna uygun şekilde kendini düzenleyecektir. Bu bağlamda şu anki vücudumuz, bu kadar çok girdiyi alacak bir düzenekte olmayabilir.

Böyle de olsa, doğayı taklit eden beynimiz yeni çevreye uyum sağlayacak yeni kodları üretir. Eğer yapay zeka egemen olacaksa da buna bir tepki geliştiririz. Sonuçta biz insanız ve bugüne kadar doğanın karşımıza çıkardığı tüm güçlükleri aşmayı başardık. Bu anlamda bize ütopik gelen geleceğin dünyasında da mutlaka bir yerimiz olur.

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.