Evrende Yeni Bir Hayat Kurabilir miyiz?
Bir gün herşeyin öleceği varsayımıyla hareket edersek dünyamız dışında yeni bir yaşam alanı aramamız çok normal. Bize en yakın yıldızın enerjisi bir gün bitecek. Güneş yakıtını tükettiğinde kendi sistemini de yutmuş olacak. Bu sebeple Mars’ta kurulacak koloni, evrenin daha uzak noktalarına yapılacak yolculuklar için bir ara istasyon olarak kabul edilmeli
Dünya dışında başka yaşamların olduğuna inanıyoruz. Bu kadar çok yıldızın olduğu bir evrende yalnız olamayız. En azından yalnız olmadığımıza inanmak istiyoruz. Böyle olması, bize uygun başka yaşam alanlarının varlığına olan inancımızı da arttırıyor.
Dünya’da Kalıcı Değiliz.
Küçüklüğümde benim için evren yaşadığım dünyanın ötesindeydi. Başımı kaldırıp yukarı baktığım zaman uzayın hep gökyüzünden sonra başladığını düşünürdüm. İçinde oturduğum evin, yürüdüğüm yolun uzay olduğu, insanların bir uzaylı türü olduğu zamanla bilincime yerleşti.
Bugün genel eğilim, uzayın atmosferden sonra başladığını kabul etse de ben farklı düşünmekte sakınca görmüyorum. Bu düşüncelerimin devamının uzayda olduğunu düşündükçe evrene olan ilgim daha da artıyor.
Evrende Başka Yaşam Alanları Varmı dır?
Uzayı atalarımın geldiği yer olarak görürüm. İnsanın en merak ettiği konuların başında soyu gelir. İnsan geçmişini merak eder ve öğrenmek için cesareti vardır.
Bizim olmamıza ne sebep olmuştur?
Bu dünyadan önce bir evimiz olmuş mudur?
Dünya bizim bugünkü evimiz ve evren içinde yaşayabileceğimiz daha birçok yer muhtemelen vardır. Belki milyonlarca evrenin arasında, içinde bulunduğumuz evrenin bir mahallesinde de yaşıyor olabiliriz.
Evrendeki her cisim, gök adaların birbiriyle çarpışması, bir asteroidin bir gezegene çarpması ya da bir yıldızın patlaması sonucu uzaya savrulan toz ve gaz bulutu içindeki atomlardan oluşur. Ayrıca bu atomların bir araya gelmesi, hayatı oluşturacak altyapıyı da rastlantı eseri meydana getirir.
Uzayda birçok yıldız şu anda patlamaya devam ediyor. Bunun sonucunda yeni hayat formları olacak gazlar ve atomlar da uzaya saçılıyor. Yeni hayat formlarının oluşabileceği birçok gezegenin ilk tohumları bu şekilde uzaya atılıyor.
Yaşayabileceğimiz en uygun gezegen Dünya’mız da böyle bir patlamanın ardından meydana geldi. Bir yaşam formunun oluşabileceği en iyi noktada dünyamız oluştu. Ancak Dünyamızın hayat için en uygun yer olması onu biricik yapmaz. Evrenin başka noktalarında da bizden farklı canlıların yaşadığı yaşam alanlarının olma ihtimali vardır. Örneğin bu ihtimale en yakın ötegezegen bizden 4,2 ışık yılı (40 Trilyon km) uzaktaki Proxima Centauri b dir.
Bir gezegende hayatın var olabilmesi için gerekli elementlerin ve oranının bize göre bir kıyasını yaparız. Mesela havada %21 oksijen, %2 karbondioksit, %77 azot olması gerekir. Buna ek olarak güneşle aramızdaki mesafenin de makul olması, dünyada hayatın oluşması için yeterlidir. Hayattan anladığımız eğer insan hayatı ise bu doğrudur.
Oysa evrende yaşayan başka bir canlının yaşam ayarı farklı olabilir. Böyle düşünmemiz, kendimizi evrenin merkezinde görmemiz yüzündendir. Birazdan bahsedeceğimiz gibi, milyonlarca yıllık seyahatin sonunda ulaşacağımız yeni evimizde bünyemiz muhtemelen yeni yaşam koşullarına adapte olmuş bir forma dönüşecektir.
Evren’de Hayallerin Sınırı Yok!
Evrenin bugün tahminen %4’ünü biliyoruz. Bu, bana uzayın bilinmeyen tarafına düşüncelerimi gönderip istediğim gibi hayal kurma fırsatı veriyor. Evrenin gizemi, bildiğim sınır tanımayan hayallerin de ötesinde düş kurmama sebep oluyor.
Evren bende hep farklı duygular yaşatır. İçinde bulunduğum evreni de kapsayan ve onu da kapsayanı kapsayan sayısız evren olma ihtimali, bana çok da önemli olmadığımı düşündürür. Üstelik bilimin bunu konuşuyor olması, bu dünyada ne kadar ucuz bir hayat yaşadığımı hissettirir. Böyle sonsuz bir evrende bilmediğim bir çok şeyin benimle bir şekilde bağlantısının olması, belki de benden bir tane daha uzayın bir yerlerinde olma ihtimali, bende daha zengin olma arzusunu hiçe indirir.
Evrende Türümüze Uygun Bir Canlı Var mıdır?
Bilmediğimiz bir güç, belki bizi çeşitli deneylerde kullanıyordur. Belki dünyaya çok kez gelmiş simulasyonlarız ve her gelmemizde en uygun eşleşme aranıyordur. Farklı dönemlerde verdiğimiz farklı tepkiler bir yere işleniyor ve bizim için elverişli ortam tespit ediliyordur. Belki de İklim değişikliği, nükleer risk ve yapay zekaya verdiğimiz tepkiler kaydedilip sınırlarımız belirleniyordur.
Belki de tüm bunlar başka bir simulasyonda başka sonuçlar elde etmek için kullanılıyordur. Ben bir şeye baktığımda gördüklerim, dokunduğumda hissettiklerim bir yere yazılıyordur. Gönderdiğimiz veriler başka bir formun tepkileriyle karşılaştırılıyor ve en uygun form eşleşmesi aranıyordur.
Sürekli genişleyen ve bir gün çökme ihtimali olan bir evrende yaşıyoruz. Eğer evren bir gün çökecekse 13,8 milyar yıl önce başka bir evren de çökmüş diyebiliriz. Genişleyen bir evrende yaşayan ama başka bir formda olan atalarımız, belki büyük patlamayla uzaya saçılmıştır.
Bu evrende muhtemelen yalnız değiliz. Eğer böyleyse, büyük patlamadan sonra evrenin başka bir bölgesinde yaşayan akrabalarımız vardır. Bizimle beraber aynı evrende yaşayanlar bizden daha zeki formlar olabilir. Bunun tersi de mümkündür. Bu evrende yaşayan en zeki canlı insan da olabilir. Belki kafalarımızı hep yukarı çevirmiş olmamız yanımızdaki basit gerçeği görmemizi engelliyordur. Belki de evreni kolonileştirecek olan uzaylılar bizleriz. Asimov bundan 60 yıl önce yazdığı bilim kurgu romanı “Vakıf” serisinde uzayı nasıl kolonileştirdiğimizi anlatır. Yakın gezegenlere sıçrayarak giden ve geleceği öngören bir teoriyi gerçekleştiren bilim kurgu, bugün bir matematik ve fikirden başka bir şey değildir.
Dünya’dan Neden Ayrılmalıyız?
Termodinamiğin 2. yasasına göre gerçekleşen olaylar entropiyi arttırır. Bir şeylerin ortaya çıkması için gerekli olan enerji, yeni bir forma geçtikçe azalır. Her yeni oluşumda enerji eskisine göre azalarak devam eder. Kaybolduğunu sandığımız enerji, maddenin içinde saklı kalır. Buna en iyi örnek denizdeki dalgalardır. Denizde oluşan dalga, enerjisini bir sonrakine azalarak aktarır. Bu döngü, kalan enerji tükenininceye kadar devam eder ve son dalga sahile ulaştığında enerjisi tükenir.
Hayat kaynağımız Güneş’in de bir gün enerjisi bu şekilde sona erecek. Güneşin merkezine indikçe basınç artar ve sürekli patlamalara neden olur. Patlamaların ardından açığa çıkan enerjinin bir kısmı dışarıda kalır. Dışarıda kalan enerjinin uzaya kaçması, Güneş’in enerjisini sürekli azaltır. Nihayetinde bu döngü, Güneş gibi yıldızların bir gün enerjisini bitirip patlamasına sebep olur .
Beş milyar yıl sonra Güneş’in enerjisi de böyle bitecek. Güneş, enerjisini bitirirken genişleyecek ve çevresindeki tüm gezegenleri yutacak. Daha sonra patlayıp bir cüce yıldıza belki de bir kara deliğe dönüşecek. O gün içinde bulunduğumuz güneş sistemi buharlaştığında bizim burada olmamamız lazım.
Güneş patlamasından önce Andromeda ve içinde bulunduğumuz Samanyolu 4,5 milyar yıl sonra çarpışacak. Evrende her şeyin dönmesi belki bizi bu çarpışmadan kurtarır ama nihai son olan Güneş’in patlamasından kaçamayız.
En Yakın Tehlike İnsan Kaynaklı
Bunların dışında doğanın zorunlu sonucunu beklemeden biz zaten gerekli sebepleri oluşturmuş durumdayız. Mesela nükleer savaş ihtimali, Dünyamızın yok olması için geçerli bir neden. Yine insanın sorumlu olduğu küresel ısınma, Dünya’yı yaşanır olmaktan çıkarıyor. Buna ek olarak insanların açgözlülüğü ve ölümsüzlük hırsı genetikte oynamalara sebep oluyor. Üstün bir insan yaratma hevesi aslında insan olmayan bir yaratığın ortaya çıkmasına sebep olabilir. Burada bahsettiğimiz, bilim dünyasının konuştuğu ölümsüzlük değil bir Frankenstein yaratmaktır. Bahsettiğimiz ölümsüzlükle genetik oynamalardan elde edilen ölümsüzlüğü yaşayarak deneyimlemek farklı şeylerdir.
Bu saydıklarımızın yanında insandan daha hızlı evrimleşen bir yapay zeka ile evrende başıboş gezen milyarlarca asteroid ve kuyruklu yıldızın Dünya’ya çarpma olasılığını da dünyanın muhtemel sonları arasında sayabiliriz.
Dünya Misyonunu Tamamladı. Artık Gitmeliyiz.
Dünyamızın muhtemel sonları bizim ayrılış senaryolarımızı da etkiliyor. Eğer güneş patlaması kesin olmasaydı bir hayat kurabileceğimiz en yakın gezegene ulaşmamız yeterli olurdu. Sadece insan kaynaklı risklerden dolayı dünyadan ayrılmak zorunda kalsaydık daha az sorunla karşılaşırdık. Oysa bütün tehlikeleri atlatsak bile 5 milyar yıl sonra Güneş’in patlayacak olması, daha geniş bir vizyon çizmemizi gerektiriyor.
İnsan, kendisine yakın bir felaketi hissettiğinde, bundan kurtulması için gerekli teknolojiyi üretecek zamanla felaketin olacağı süreyi birbirine eşitler. Böyle düşündüğümüzde insan kaynaklı bir yok oluşu da kapsayan daha geniş vizyon insan zihninde oluşmuştur. Bu anlamda Dünya’dan ayrılma sürecimiz Mars’ta koloni kurmaya karar vererek başlamış oluyor. Burada tüm insanların başka bir koloniye gideceğinden bahsedemeyiz; zaten bu olanaksızdır. Konumuz geride kalanlar değil hayatın devamıdır bunu da Mars’ta kurulan koloni sağlayacaktır.
Güneş’in patlamasına kadar devam edebilsek de güneş sisteminin nihai bir sonu olduğunda hem fikiriz. Bu durumda Mars’a ilk yaşam alanımızı kurarak 5 milyar yıl sonra olacağımız noktaya yolculuğumuzu başlatmış oluyoruz. Bununla beraber bizi Samanyolu’ndan çok uzaklara götürecek bilgi birikimi ve teknolojiyi de biriktirmeye başlamış bulunuyoruz. Mars’a ilk yolculuğumuzun başlangıcı da uydumuz Ay’dan başlıyor. En uzak hedefimize en yakınımızdan başlayarak büyük resmi bu şekilde çizebiliriz.
Başka Gezegenlere Seyahat
Bu dünyayı terk etme fikri Robert Gaddard ile başladığında hayaller bir gün Ay’a gitmek üzerineydi. 1926 yılında ilk roket denendiğinde yerden 26 metre yükselmiş, havada 2,5 saniye kalmıştı. Bilginin üstel olarak büyümesi, yüzyıllar sürecek buluşların süresini kısalttı. Yaşadığımız çağda teknolojinin hızlı gelişmesi, hayalleri bir proje haline getiriyor.
Bugün Ay-Mars arasındaki yapıyı kurmak çok karışık ve zor bir proje. Öyle olsa da bilim tarihi bunu başarabileceğimizi söylüyor. Nasa, Mars’ta koloni kurmak için Ay üzerinde ilk uzay istasyonunu kurma çalışmalarına Artemis projesiyle başladı. ABD, 2024 yılında ilk kadın astronutu aya göndermeyi planlıyor. Bunun dışında başka ülkelerde ön almaya çalışıyor. Mesela Hindistan, ilk insansız uzay aracını Ay’ın güney kutbuna indirmeyi başardı.
Burada artık sadece Nasa değil özel sektöründe uzaya ilgisi bu konuda işbirliğinin gelişmesine sebep oluyor. Maliyetlerin düşmesi, uzay faaliyetlerinin kârlı olmasını ve geçmişte pahalı olduğu için uygulanamayan bir çok projenin hayata geçmesini sağlıyor. SpaceX ve Blue Origin, Ay’da bir uzay istasyonu yapımında Nasa ile beraber çalışıyor.
Evrenin Keşfinde Karşılaşacağımız Zorluklar
Evrenin uzak yerlerine yolculuk çok pahalı ve yüksek teknoloji isteyen bir süreç. Teknoloji şu anda ışık hızında bir seyahate izin vermiyor. Böyle bir şey mümkün olsa bile yıldızlar arası yolculukta düşünülmesi gereken çok boyut var. Bunlardan bir tanesi, çok uzun yıllar sürecek seyahatlerde astronotların yaşam süresini uzatmaktır.
Ölümsüzlük, yüzlerce yıl sürecek uzay yolculuklarında bilim dünyasının düşündüğü bir yöntemdir. Bu yönteme göre yıldızlar arası bir yolculuk gerçekleştiren astronotların, bu süre boyunca hayati fonksiyonları dondurulup gerektiğinde yeniden uyandırılması sağlanır. Ancak robotlar bir gün devreye alınsa bile herhangi bir arızada ilk müdahalenin insan tarafından yapılması gerekebilir. Bunu başarmak için insan hücrelerinin donduğunda parçalanmadan yaşayabilmesi gerekir. Bunun için de donma derecesinin düşürülmesi lazım.
Temel hayati fonksiyonların askıya alınması iyi bir yöntem olsa da bunun olabileceği henüz kanıtlanmadı. Ne var ki makinelerin bilinç kazanması, bugüne kadar insanın kısıtlarından dolayı çözmekte zorlandığı birçok engeli aşmasını sağlayabilir.
Başka bir sorun da yıldızlararası yolculuklar için dünyadaki kaynakların yetersiz olması. Bu sebeple yukarıda bahsettiğimiz gibi, bu seyahati en yakın gezegenlere ulaşarak gerçekleştirmemiz gerekiyor. Bunun mümkün olması için her gezegenin ya da uydunun enerjiye dönüşecek kaynaklarını kullanmamız lazım.
Aydan başlamamızın sebebi, en yakınımızda olması ve Ay’ın güney yarım küresinde büyük miktarda buz bulunmasıdır. Buzdaki hidrojen ve oksijen, roket yakıtının temel bileşenidir. Bu durum, Ay’ı kozmik bir istasyon durumuna getirmektedir.
Ayrıca bazı yıldız gemilerini inşa etmek dünya yüzeyinde mümkün değildir. O büyüklükte bir geminin parçaları da çok büyük olduğundan bunları birleştireceğimiz alanı ancak uzayda bulabiliriz. Özellikle füzyon yakıtlı bir yıldız gemisi inşa etmek çok büyük alan ve teknoloji gerektirir.
Füzyon roketi inşa etmenin diğer bir zorluğu da özgül itici gücü sağlayacak hidrojen bombasını kullanmaktır. Her ne kadar uluslararası anlaşmalar hidrojen bombası kullanımını kısıtlasa da çok sayıda hidrojen bombasının dünya üzerinde patlatılması teknik olarak zordur. Ne var ki tüm bu zorluklar, çözümlerini de beraberinde getiriyor. Daedalaus benzeri projelerin uygulanabilir olduğunun görülmesi, uzay asansörleri gibi teknolojilerin artık devreye alınmasını sağlıyor.
Sonuç
Şu anda ışık hızına ulaşan bir geminin nasıl yavaşlayacağı ve bu hızda giden yıldız gemisinin asteroid çarpmalarından nasıl korunacağı gibi sorunlar, bundan 100 yıl önce bir roketin yerden fırlatılıp yerden 26 metre yükselmesi için kafa yorulan sorunla aynı zorluktadır.
İnsanın bu dünyada bir geleceği yok. Aklımıza aykırı gelse de bu dünyadan ayrılmamızı sağlayacak teknolojiyi üretebileceğimizi kanıtladık. İnsan, kendi zihnini sınırlayacak hiç bir engele izin vermeyerek hayallerinin sınırını büyüttü.
Aslında bir gün her şeyin öleceği gerçeği insanda böyle bir savunma mekanizmasını gerekli kılıyor. Ölüme karşı oluşturduğu direnç, başka bir evrene gitmek dahil her şeyi merak etmesine ve amacına ulaşmak için eyleme geçecek cesareti göstermesine sebep oluyor.
Bu anlamda kendi soyu söz konusu olduğunda bir araya gelme bilincini taşıyan tek canlı insandır. Bu anlamda insan iradesi tercihini yaparak eyleme geçmiştir. Bugün imkansız olan bir gün mutlaka gerçekleşir.
Kaynak:
İnsanlığın Geleceği……Mıchıo Kaku
Evren Avucunda……….Christophe Galfard