Benim Dilim, Benim Kimliğim.
Bir ülkede nitelikli bir toplumdan bahsetmek için insanlarının iletişimine bakmak gerekir. İyi bir ekonomi ve kaliteli bir hayat, insanların dil yeteneklerini ne kadar geliştirdiğine bağlıdır. İnsanlar birbirini anladıkça gereksiz tekrarlar olmaz ve kaynaklar israf olmaz. İşlerin hızlı bir şekilde yürümesi için kurumlar ve insanlar arasındaki mesajlar anlaşılır olmalıdır.
Zengin ve özgün bir dil ile daha çok düşünce üretiriz. Kelime hazinemizin çok olması, zihnimizde daha fazla kavram üretmemizi sağlar. Sonuçta üretken bir zihin, yaşadığımız hayata farklı boyutlar kazandırır. Özgür bir dilimiz olduğu sürece yeni bakış açıları yakalar ve hayattan daha çok zevk alırız.
Dilimiz Gerçekten Özgür mü?
İçinizde bir gerginlik yaşadığınızda bunu birisiyle paylaşmak istersiniz. Eğer paylaşmak istediğinizi doğru ifade edemezseniz, istediğiniz rahatlığı hissetmezsiniz. İnsan kendini doğru ifade edebildiği sürece özgürlüğü hisseder.
Dilin tanımına baktığımızda karşımıza 3 önemli nokta çıkar.
- Dil insanlar arası anlaşma sağlar.
- Temeli, tarihin bilinmeyen dönemlerinde atılmış gizli bir anlaşmadır.
- Toplumsal bir kurumdur.
Birinci ve üçüncü maddeler insanın toplumsal bir varlık olmasıyla ilgilidir. Bir toplum içinde beraber yaşamak zorundayız. Eğer birbirimizi anlayacak bir dilimiz olmasaydı, beraber yaşamak diye bir şey de olmazdı.
Aile ilişkilerimizde, manevi dünyamızda, işimizde, medeniyette, sanat ve edebiyatta dilin önemini yakından hissederiz. Kısacası toplam kalite, dilin zenginliğinde ve onu sahiplenmede gizlidir.
Sokaklarda Çok Fazla Yabancı Kelime Var.
Yaşadığım çevrede sokağa çıktığım zaman çok fazla yabancı kelime ile karşılaşırım. Fırsat bulduğum zamanlarda gittiğim başka şehirlerde de yabancı isme çok rastlarım.
Küçük işletmeler, kendilerine yabancı bir isim seçtiklerinde insanların algısının daha yüksek olduğuna inanıyor. Franchise (İmtiyazlı) olan firmaların, temsil ettiği marka ismini kullanmasını anlıyorum. Ancak küçük işletmelerin, kendilerini tanıtacak isimleri İngilizce seçmeleri, kendilerinde bir algı sorunu olduğunu gösterir. Madem konuya buradan girdik, o zaman kullandığınız dilin işinizi nasıl büyüttüğünü anlamaya çalışarak başlayalım.
Pazarlamada Hedef Net Olmalı.
Bir işletme kurduğunuzda bir hedefiniz vardır. Koyduğunuz hedeflere müşterilerinizi de ortak etmek istersiniz. Sonuçta onlarla bağ kurabileceğiniz yol, onların sizi bu gürültü içinde görüp dikkatlerini çekebilmenizde yatar. Vereceğiniz mesaj, insanların kendilerini size yakın hissetmelerini sağlamalıdır. İşletmenize verdiğiniz isim, müşterinizle yaptığınız ilk sohbettir. İnsanlar, işletmenize verdiğiniz isimle sizin hakkınızdaki ilk kanaatini oluşturur.
Yabancı filmlerde kamera caddeleri gösterirken, mağaza isimlerinin işi en kısa anlatan sözcüklerden oluştuğunu görürsünüz. ” The Bar” ya da ” The Grocery” yazılı tabelalar, insanların içeriye girdiklerinde neyle karşılaşacağını anlatır. Karşınızdakinin zihninde istediğiniz düşünceyi uyandırmak istiyorsanız, vereceğiniz mesajın önünde engel olmaması gerekir. Eğer dil açıksa hedef net görünür ve gelişim o oranda hızlı olur.
Sokakta yürürken rastladığımız irili ufaklı birçok mağazanın kendisine yabancı bir isim seçtiğini görürüz. Bu işletmeler daha farklı görünmek adına bazen İngilizceyi bile abartabiliyor. Mesela coşku Türkçe’dir, bir duyguyu anlatır. İşletmenin bu ismi seçmesinde bir amaç olmalıdır. Mesela mağazaya uğradığınızda buna uygun bir duygu hissedeceğinizi düşünebilirsiniz. Neticede herkes mesajını markasıyla verir ve mesaj net olmalıdır. Peki choshque nedir? Bunu İngilizce bile anlatamazsınız, o bile zorlanır.
Yeni faaliyete girecek bir işletme, vitrinine astığı brandaya “coming soon” yazmamalıdır. Tam aksine “Yakında burada hizmetinizdeyiz” demek, sizi farklı yapar. Ayrıca insanlar mesajınızı daha kolay anlamış olur.
“Ahmet’s Barber Shop” yerine, “Ahmet’in Berber Dükkanı” sizi o kadar özgün ve mesajınızı o denli basit yapar.
Beauty Center, Wine and Woman, Bun the Bun gibi aslında firmayı franchise olmadığı halde hiç bir yere götürmeyecek, aksine daha da sıradanlaştıran isimler, geleceği çalmaktan başka bir şey değildir. Kendini yabancıyla özdeşleştirmeye çalışmak bir değer ifade etmez. Bu kelimeler bizim için değil o dilin sahibi insanlar için güzeldir. Bu sebeple kendinizi anlatmanız istendiğinde sizi ifade edecek dilinizi özenle korumalısınız.
En İyi Algıyı Ana Dilinizde Yaratırsınız.
Türkçe o kadar zengin ki, pazarlamada mesaj ne kadar netse dönüşün o kadar hızlı olacağını düşündüğünüzde dilinizin çok büyük sermaye olduğunu anlarsınız. Bu anlamda kendinizi en iyi ana dilinizle ifade edersiniz. İletişim basitleştikçe, algıların niteliği artar.
Bütün alışverişler duygusal nedenlere dayanır. Yaptığınız her alışverişi sonuçta bir duygunuzu gidermek için yaparsınız. Ancak duygularınızı en doğru haliyle kendi dilinizde ifade edersiniz.
Bugün yaşadığımız dünyada İngilizce bilmek şart ama tek yabancı dil bilmek artık yeterli değil. Bilgi çağında dünyanın diğer ucundaki insana bağlanmak, bir tuşa basmak kadar kolay. Her iki taraf için de iletişim kurmak, kendi dillerini ne kadar iyi kullandıklarına bağlı. Eğer yabancı bir dil öğrenmek istiyorsanız, kendi dilinize hakim olmanız gerekir. Öyle ki, ana dilinize hakim değilseniz, yabancı dilde öğreneceğiniz kelimeyi kafanızda kavramlaştıramazsınız.
Marka Yolculuğunda Yabancı İsim Doğru mu?
Bu durumu ulusal firmalara da yansıttığımızda eleştirebileceğimiz bazı noktalar vardır. Yönetimler, firmalarına yabancı dilde bir isim koyduğunda marka bilinirliğinin arttığını, daha çok göründüğünü söyler ama bu yaklaşım doğru mudur?
Kuruluş hedefleri arasında yurt dışı pazarlarda faaliyet göstermek olan bir firma, akılda kalabilecek yabancı bir ismi kullanmak isteyebilir. Peki bu düşünce kendi markalarımızı mı yaratır yoksa bizi taklitçi mi yapar? Bu anlamda kullanacağı isim, hedeflerine uygun görünse de bu bakış açısının tersi de mümkündür. Neticede yabancı pazarlarda güçlü olmak, iç piyasa da pazarınızın güçlü olmasına bağlıdır.
İç pazarda daha güçlü algılanmak için ana dilinizde bir isim kullanmanız daha doğru olmaz mı?
Gerçek hedef, kendi dilinde dünya çapında marka olabilmek değil midir?
Eğer kanalın adı “Nergis Televizyon” ise ve bunu baş harflerini kısaltarak insanlara En-Ti-Vi olarak öğrettiyseniz, uluslararası marka mı oluyorsunuz? Gerçek hedef, markanızı dünyaya Ne-Te-Ve olarak okutmak olsa yanlış mı düşünmüş olurum?
Benimkisi belki biraz ideale kaçıyor ama dünyada markalar yaratılırken biraz da ideal düşünülmüyor mu?
“Mavi”, marka yolculuğuna başladığında biraz da imkansızı istememiş midir?
Bu firmaların kurumsal bir dil yaratırken Türkçe’yi çok dikkatli kullandıklarını biliyorum. Oysa en önemli mesajın İngilizce verilmeye çalışılması çelişkili bir durum yaratıyor.
Dil Kimdeyse Egemenlik Ondadır.
Düşünceler zengin bir dilin çevresinde filizlenir. Bu sebeple zengin bir dili olanın hakimiyet alanı, olmayana göre daha fazladır.
Kutsal kitaplar, başlangıçta söze atıf yaparlar. Kutsal Kitap “Önce söz vardı” diye başlar. Kur’an “Oku” diye konuya girer. Kutsal kitaplar dinin yayılabilmesi için dilin açık ve sade olmasına özen gösterir. Neticede söz, insanda algı yaratan, sezgileri oluşturan ve beyne eylem komutunu verdiren en önemli nesnedir. Tanrı, dininin yayılması için seçeceği peygamberin dilini önemser. Bu sebeple Tanrı, Musa kekeme olduğu için Harun’u yanına yardımcı olarak atamıştır.
Bu durum sömürgeci içinde geçerlidir. Sömürge imparatorlukları önce dillerini yerleştirmiş, yerel halkların dillerini kullanmalarını zorlaştırmıştır. Misyonerler düşüncelerini yerleştirmek, aynı inanç dünyasını paylaşmak için kendi dillerinde okuma yazma öğretmiştir. Bugün sömürmek için orduları göndermek yerine dilini kabul ettirmek yeterlidir.
İçindeki duyguyu aktarmak için kendi dilini hakim kılan sömürgeci, kendini efendi yapar. Emri kendi diliyle verir, karşısındaki o dille anlamak zorundadır. Şimdi her iki taraftan bu durumun gelecek kuşaklara aktarıldığını ve kalıtsal olduğunu düşünelim. Egemen dili kullanan milletin gelecek kuşakları, sömürgeye her zaman farklı bakar. Ana dilini kullanamayan, sömürgeciden nefret ediyor görünse de karşısındakine hayrandır. Sonuçta insanın içindeki hükmetme arzusunu kendisi değil o gerçekleştirmiştir ve ona benzemek ister. Onun dilini kullanır, hükmü altında edilgendir ve onun anlamlandırdığı hayatı yaşar.
Her Canlı Birşeyler Anlatmak İster.
Her canlının kendini anlatma ihtiyacı vardır. Hayatına bir yön çizmek için bir şeyleri anlatmalı ve karşılığında bir şey elde etmelidir. Algıladıklarınıza uygun hareketlerde bulunursunuz. Eğer yanlış algılarsanız eyleminiz amacına uygun olmaz. Yanlış anlamak geleceğinizi belirler ve devamlı yanlış anlaşılmak aptallıktır. Sonuçta arzu ettiğiniz geleceği, bugünü doğru anlayarak kurabilirsiniz.
İnsanlar birbirini anlamazsa yaşadığı coğrafyaya hakim olamaz, fikirlerini gelecek kuşaklara aktaramaz, onlardan bir şey bekleyemez. Yaşadığınız tecrübeleri gelecek kuşaklara iletmek, insanlık tarihinin en önemli icadı yazı sayesinde olur. Eğer diliniz yetkinse geçmişinizi bugüne taşır ve harmanlayarak geleceğe ortak bir hafıza aktarabilirsiniz.
Birşey anlatmak sadece insana özgü bir eylem değildir. Her canlının kendini ifade etme ihtiyacı vardır. Bu bir memeli ya da bitki olabilir. Mesela kırmızı bir çiçek, ihtiyacı olduğu tozu taşıyan arıyı kendine çekmek için daha kırmızıdır. Biz, kokusuna hayran olduğumuz bir bitkinin bizde yarattığı hoş duyguları yaşarken o, doğanın kendine verdiği anlatma yeteneğini kullanarak mesajını en iyi şekilde bir yere aktarır. Ormanda binlerce ağaç, boynunu güneşe daha çok uzatarak gelen ışığı kendine çeker. Derdini güneşe böyle anlatır. İlk insanlar mağaralarda resim çizerek, jest ve mimiklerle birbirine bir şey anlatmaya çalışmıştır.
Dil, Varolma Meselesidir.
Fikrini iyi anlatan hayatta kalır. Münazaralarda birçok yanlış düşünce, dilini iyi kullanmak ve iyi bir kurgu yapmak neticesinde başarılı olur. Mahkemelerde avukat, haklı olsa dahi tezini mahkemeye iyi anlatamazsa davasını kazanamaz.
Google, bugün insanlarla daha iyi iletişim kurmak, onların hassasiyetini anlamak için çok modlu yapay zekayı geliştiriyor. Sırf ne düşündüğünü anlamak için 100 dili çevirebilen, üstelik vurgu ve nüansları anlayabilen bir yapı oluşturuyor. Yetmiyor, bu yapay zeka sizden bir şey daha öğrenebilmek için sizi dinliyor ve kendi dilini geliştirmek adına sohbeti uzatmaya çalışıyor.
Sözcükler yetersiz kaldığında, bu boşluğu kapatacak başka ifade türü bulursunuz. Diliniz kıtsa, jest ve mimik hareketiniz çok olur ve anlatmak istediğinizi karşı tarafa iyi aktaramazsınız. Toplam sözcük sayısı 2000’i geçmeyen ilkel kabilelerin de kendi içinde anlamlı bir hayatı vardır ama medeniyeti yoktur.
Zengin bir dil için ritüele gerek yoktur. Sözcükler anlatmak istediğiniz için yeterlidir. Ancak şunu söyleyebiliriz ki dil, yetkin de olsa ifade ettiğinden çok daha fazlasını ima eder. Leonardo Da Vinci, bir düşüncesini açıklarken “Anadilimde o kadar çok sözcük var ki yanlış anlaşılmaktan korkuyorum” demiştir.
Bir yere varmak için yaptığınız iç yolculukta bir muhakeme yapmanız, kendinize anlatacağınız bir şeylerin olması, yeni hayaller kurmanız dilinizin zenginliğine bağlıdır. Binlerce anınız, zihninizin geniş bir düzleminde istif edilmiştir. Anılarınız, algınızı kullanarak size kendini hatırlatır ve algıladığınız nesne yoluyla zekanız binlerce anı arasından onu çeker çıkarır.
Peki diliniz yetersizse bu yeni sezgiyi nasıl imgeleştireceksiniz?
Hatırladığınız anınıza daha fazlasını katacak değeri nasıl yaratacaksınız?
Eğer diliniz özgürse, düşüncelerinizin sonuna kadar gidebilirsiniz. Kişisel gelişim sizin iç yolculuğunuzdur ve kendinizle yapacağınız sohbeti zengin bir dille, yani canlı bir zihin dünyasıyla başarabilirsiniz.
Sonuç
Yabancı isim kullanma zorunluluğu bilim ve üretim eksikliğinden ileri gelir. Eğer interneti biz bulsaydık onun ismi internet olmazdı. Televizyonu, telefonu ya da telgrafı biz icat etseydik bunların isimleri başka olurdu.
Bilimde ileri olsaydık, kuantum fiziğini başka şekilde isimlendirirdik. Sanatın beslediği bir bilim dünyamız olsaydı keşfedilen gezegenlerin ya da kuyruklu yıldızların isimleri kendi dilimizde olurdu.
Şimdi böyle olduğunu düşünelim ve yaşadığımız hayatla kıyaslayalım. Hangisi daha iyi olurdu?