Mastodon

Monolog

Kişisel görüşler, düşünceler ve deneyimler. Her şeyin dönüştüğü bir çağda söyleyecek bir şeyim var.

Bilim-FelsefeYaşam

Rüyalarımız Bize Bir Şeyler Anlatmak İstiyor

Rüyaları, içimizde farkında olmadığımız bir yerden bize ulaşan bir haberci gibi düşünmüşümdür hep. Antik çağda Tanrılar arasında mesajları ileten Hermes’in günümüzdeki haline benzetirim. Belki de rüyalar, köklerimizden kopmamamız için doğanın içimize koyduğu bir iletişim yöntemidir. Her zaman merak ettiğimiz hayatın anlamını bize şifrelerle anlatıyor olabilir. Belki de yaşadığımız hayat, kimin olduğunu bilmediğimiz bir başkasının rüyasıdır.

Gördüğümüz kabuslardan ” Çok şükür rüyaymış” diyerek uyanmak bizi rahatlatıyor. Peki önemsemediğimiz bu görüntüler nereden geliyor? Uyurken seyrettiğimiz bu gece sinemaları bize ne anlatmak istiyorlar?

Rüyaların bir anlamı var. Bu fragmanlar zihnimizde canlanıyorsa derinlerde, hiç farkında olmadığımız bir yerde yapılan bir çalışmanın sonucu olmalı. Zihnimizde oynayan bu bilim kurgu filmlerine “Sadece bir rüyaymış” diyemeyiz. Onun rüya olmasını bir teselli gibi görebiliriz ama bu, rüyaların doğasını bilmediğimiz içindir.

Rüyalara meraklı olmamızın magazinsel bir tarafı da var. Rüyalarımızla bir anlamda kendi dedikodumuzu yaparız. Gördüğümüz düşleri unuttuğumuzda hafızamızda kalanlara eklemeler yaparak onu zenginleştirdiğimiz çok olur. Gerçek olmasa da rüyaların bize gelecekten bir şeyler söylediğine inanırız. Düş yorumcuları, falcılar, astrologlar, rüya tabiri kitaplarını yazanlar, toplumda düş dünyasının karşılığının ne kadar çok olduğunu gösteriyor. Ancak şu uyarıyı yapmalıyım; düşleri önemsizmiş gibi görme eğilimimiz olsa da önemli bir ruh çözümleyici olduğunu bilmeliyiz. Düşlerin bu özelliği, kapalı olan anılarımıza ulaşmasından ileri geliyor.

Rüyaların Dilini Çözmek

Rüyaları genelde kehanetler olarak görsek de aslında bizimle ilgili çok önemli ipuçları verir. Eğer birisine “Dün gece çok saçma bir rüya gördüm” diyerek söze başlarsanız, gizli kalması gereken bir sırrınıza giden labirentin giriş kapısını göstermiş olursunuz. Bu sebeple rüyalarımızı kime anlatacağımızı çok iyi bilmemiz gerekiyor. Aksi takdirde rüya tabirlerine ilgili birisi, sır olarak kalmasını istediğimiz anılarımızı çözümleyebilir. Üstelik düş analizinin psişe üzerindeki etkileri hakkında çok fikri yoksa ruhumuzda yıkıcı etki de yapabilir. Bu sebeple, rüyalarımızın ne anlama geldiğini merak ediyorsak bir psikanaliste başvurmak daha doğru geliyor bana. Sonuçta düşlerimizi anlatırken bize özel şeylerden, belki de en önemli sırlarımızdan bahsediyor olabiliriz.

Bu bağlamda uyurken gördüğümüz düşler kendimizi tanıyabileceğimiz çok fazla veri sunar . Rüyalar, uyku halinin kendi koşullarında gelişen kendine has bir düşünme biçimidir. Düş, bir bütün olarak kişinin eski ilişkilerine dönmesidir. Kısacası çocuklukta sahip olduğumuz ifade biçimlerine, o dönemki hakim dürtülere dönüştür diyebiliriz.

Rüyalar Benzer Olsa da Herkesin Rüyası Farklıdır

Tolstoy, Anne Karenina romanına, herkesin benzer mutlulukları olduğunu ama bu mutlulukların her ailede farklılık gösterdiğini yazarak başlar. Ben bu benzetmeyi hemen her alanda kullanmayı seviyorum. Mesela bütün insanlar birbirine benzer ama hepimizin parmak izleri benzersizdir. Aynı şekilde yürüyüşümüz, ses tonumuz, konuşmamız, düşünme şeklimiz birilerine benzese de aslında eşsizdir.

Dünyanın farklı yerlerinde farklı psikolojiler altında algıladıklarımız bizi birbirimizden farklı yapıyor. Her şeyden öte benim gördüğüm kırmızıyı başkası aynı şekilde görmeyebilir. Böyle düşündüğümde benim öznel bilincim, beni bu dünyada eşsiz yapar. Her bilinç de, kendi bilinçaltından beslenir ve rüyalar bilinçaltına girişin kapısıdır.

Bu bağlamda rüyalarımız da benzerdir ama hepimizin rüyasının farklı olduğu bir yer vardır. Çocuğun ve yetişkinin rüyaları farklıdır mesela. Cahil ve eğitimli birinin de rüyaları farklılık gösterir. Sonuçta herkesin mizacı aynı olamaz ve mevcut zihinsel durumumuz kişisel tarihimize bağlıdır. Geçmişimizde biriktirdiğimiz farklı anılar bize ait değer yargıları oluşturur. Bir nesne, birimizde güçlü çağrışımlar yaparken diğerimizin duygu ve düşüncelerini etkilemez mesela.

Hepimizin dünyayı farklı algılaması, başkasının ne düşündüğünü merak etmemize neden oluyor galiba. Sonuçta farklı olana ilgi duyuyoruz. Orhan Pamuk’un dediği gibi belki de başka insanların hayatının bize çekici gelmesi, hepimizden bir tane olmasıyla ilgilidir. Başkalarının rüyalarını da bu sebeple merak ediyor olabiliriz.

Rüyalar ve Freud

Rüyalar çoğumuza anlamsız çağrışımlar karmaşası ya da uykudayken bedensel duyumların karşılığı gelebilir. Oysa rüyalar psişik etkinliğin anlamlı birer ürünüdürler ve bilinçaltımıza ulaşabileceğimiz verileri bize sunarlar.

Sigmund Freud, 20. yüzyılın başında geliştirdiği rüya teorisinde düşleri, alt bilincimizde bastırılmış arzularımızı gerçekleştirmek için gördüğümüzü söyler. Bu sebeple nevrozları olan hastaların arka planda saklı kalan duygularını ortaya çıkaracak bir yöntem geliştirmek için düşleri inceler. Mesela çocukların kendi cinselliklerini ilk tespit etmeye başladığı dönemlerde bastırılan duygulara düşler yoluyla ulaşılacağını söyler. Yetişkinlerin psikolojisini incelemenin, çocuk psikolojisini anlamaya bağlı olduğunu öne sürer. Belki bugün tüm savları doğru değildir ama temelde bilinçaltına giden yolu ilk tespit eden Freud’dur.

Kendini ifade etmek isteyen ama engellenen birçok duygu ve düşünce bilinçaltında yatar. Freud, kendi rüyaları üzerinde yaptığı gözlemlerle buna çok güçlü kanıtlar geliştirir. Aslında bu metod, özünde doğrudur. Neticede çevremizde algıladığımız her şey, beynimize gönderdiğimiz her sinyal bizi başka biri yapar. Eğer bugün olduğumuz halimizi neye borçlu olduğumuzu merak ediyorsak etkileşimde bulunduğumuz nesneleri sırasıyla geriye doğru sarmamız gerekmez mi? Başlangıç noktamız olan çocukluğumuza kadar inmemiz gerekir bu durumda.

Freud’a göre rüyalar insanın gerçek özünü ele verir ve bir arzuyu gerçekleştirerek ruhu dengeye sokar. Bunu, ruhumuzun ağırlıklarından kurtulması olarak da anlayabiliriz. Bu yüzden ruhun tedavisinde düşlerin önemli bir yeri vardır. Yöneticimize duyduğumuz öfkeyi, onun yöneticisi olarak rüyamızda giderdiğimizi ve intikamımızı alarak hissettiğimiz hafiflemeyi düşünelim mesela.

Rüyaların telafi edici özelliği

Bunun yanında rüyaların telafi edici özelliği de ruhsal yapımızı dengede tutar. Neyi fazla yapıyorsak bilinçaltı onun tam karşıtını rüyalarda gösterir. Bunu vücudumuza aldığımız bir darbeye ya da hastalığın sonucu bir enfeksiyona bedenimizin verdiği tepki gibi düşünebiliriz. Ruhumuz da kendini rahatsız eden bir uyarıma aynı şekilde bir savunma mekanizması geliştirir. Eğer bilincimizin dengesi bozulursa rüyalar psişenin bozulan dengesini düzeltmek için ortaya çıkar. Mesela kendimizi aşırı önemsediğimiz zaman rüyalarımız bizi değersiz gösteren imgelerle bize görünebilir. Bugün yaşadığımız ortama baktığımızda neredeyse herkesin kendini değersiz hissettiği rüyalar görüyor olması lazım. Bilinçli anlarımızda başkalarına gösterdiğimiz tahammülsüzlük, kibir ve empati eksikliğinin ruhumuzda yarattığı aşırılığı, rüyalarımız bizi çok da zannettiğimiz kadar önemli biri olmadığımızı göstererek törpüler.

Jung, düşlerin telafi etme özelliğine dayanarak pratik bir yöntem geliştirir. Rüya analizinin ne kadar zor ve riskli olduğunu bilen Jung, insanın bilinçli halini çok iyi tanıyarak bilinçdışının neyi telafi edeceğini anlayabileceğimizi söyler.

Eğer uyanmakta bilinç bir fayda sağlıyorsa rüyalar bir çalar saat işlevi de görür. Örneğin bir göle yüksek bir yerden atlayacağımız sırada korkuyla uyanabiliriz. Büyük olasılıkla tuvalet ihtiyacımız gibi bir bedensel uyarı, rüyamızın kendini sona erdirmesini ve bizi uyandırmasını sağlamıştır. Ancak temelde bütün rüyalar, eğer ortada bir yarar yoksa, kendini devam ettirmek için çalışır diyebiliriz. Mesela okula gitmesi gereken bir çocuk kendini okulda görüp uykuya devam edebilir. Okula neden geç kaldığını soranlara “Uyumuşum” bahanesiyle yetinmesinin temelinde belki de rüyasında kendini okulda gördüğünü söylemesinin alayla karşılanacağı korkusudur.

Neden Rüya Görürüz?

Eğer rüya görebiliyorsak bu anılarımızın olmasından kaynaklı. Anılardan bahsederken çok uzak geçmişe gitmemize gerek yok. Bir gün önce ya da çok yakın tarihte yaşadıklarımız da yakın anılardır ve kendilerini bize rüyalar aracılığıyla gösterir. Ancak bir önceki günün olayı, bilincimizin çok derinlerinde unuttuğumuz bir anımıza giden kapıları çağrışımlar yoluyla birer birer açar.

Bilincimiz, çok derin bir okyanus olan bilinçaltının çok küçük bir bölümüdür. Aldığımız veriler hiçbir zaman kaybolmaz ve bilinçaltında saklanır. Gün içinde yaptığımız faaliyetleri bir düşünelim. Bütün gün farkında olarak yaptığımız 4 ya da 5 hareketi hatırlarız. Bilincimizin, alt bilincin çok küçük bir parçası olması gibi, günlük hayatımızda yaptığımız bilinçli hareketler de farkında olmadıklarımıza nazaran çok sınırlıdır. Yolda yürürken aldığımız bir koku, kafamızı çevirirken saniyenin milyonda biri sürede gözümüzün önünden geçen bir cisim, yürürken farkında olmadan yaptığımız iç monologlar, daldığımızda boş baktığımız bir koltuk; kısacası hiç dikkatimizi çekmeyen ama gördüğü, dokunduğu ve kokladığı milyonlarca veriyi bilinçaltımıza akıtan bir sistemde biz sadece bilincimizde kalan 3-5 hareketi anımsarız. Zihnimiz aralıksız kayıt yapar ve önemli saydıklarını bilince, önemsiz olanlarıysa bilinçaltına sonra kullanmak üzere gönderir. Geceleri hafızamızın derinlerinde depoladığı ve görmemizi istediği bazı fotoğrafları birleştirerek bir sıra gözetmeksizin bize kısa bir film gibi gösterir.

Bir gün öncesinin önemsiz görünen bir olayı, bizi çocukluğumuzda yaşadığımız, aslında bütün hayatımızı etkileyen ama bastırılarak bilinçdışında gezen ve bilincin sansürü yüzünden yüzeye çıkamayan bir duyguya götürebilir. Böylece günün karmaşasında algılarımızdan kaçan birçok nesne ya da düşünce gece uyku anında bize görünür. Bilinçaltında depolanan bu anılar, geceleri uykumuzda rüyalarla kendini bize böylece hatırlatırlar.

Sonuçta rüyaların malzemeleri gerçek dünyadandır. Gün içinde görmüşüzdür ya da aklımızdan geçirmişizdir. Aradaki fark ise yaşananların rüyalarda hatırlanıp yeniden üretilmesidir. Kısacası, uyanıkken sahip olmadığımız anılara rüyalarda rastlarız. Bir depremde yığıntıların altından insanları nasıl kurtarırsak üst üste yığılan anılarımızdan hatırlayamadıklarımızı da rüyalarla kurtarırız.

Rüya Görmek İçin Çok Sebebimiz Var

Gün içinde ne kadar bilinçli kalabilirsek bilinçaltımızda o kadar az şey kalır ve biz daha az rüya görürüz. Ancak bahsettiğimiz gibi bu çok zor çünkü yaptığımız her hareketin farkında olarak güne devam edemeyiz. Biriyle konuşurken ya da bir odaya girdiğimizde dikkatimizi sayılı nesne üzerinde yoğunlaştırabiliriz ama çoğu dikkatimizin dışında kalır. Dikkatimizi ne kadar çok yoğunlaştırırsak yoğunlaştıralım algılaladıklarımız, çok rüya görene göre yine de fazla olmaz.

Bu bağlamda çoğumuz deliksiz bir uyku çektiğimizi söylesek de genelde hepimiz düzenli rüya gören insanlarız. Yatağa girdikten sonraki uyku seyrimiz, uyanmaya en yakın andan en derin katmana kadar bütün gece bir iner bir çıkar. Rüyalarımızı da uyanmaya en yakın olan REM uykusu esnasında görürüz. Rüyalarımızı uyanmaya yakın anlarda görmemizin sebebi, gerçeğe en kısa sürede dönerek psişenin kendini dengede tutacak ayarlamayı yapmak istemesi olabilir.

Rüyalarımızda Neden Fantezi Üretiriz?

Rüyalarımızda gördüğümüz absürtlükler, saçma simgeler büyük ihtimalle bizi anlatan bir anıya, belki de kolektif bilince aittir. Rüyaları, bilinçaltının yapımcı olduğu ve bilincin de yönetmenliğini üstlendiği bir bilim kurgu filmine benzetebiliriz.

Bilinçdışında yaşayan bastırılmış duygular da tatmin peşinde koşabilir. Gerçek hayatta elde edemediğimiz hazzı fantezide gerçekleştirebiliriz mesela. Bilinçaltımızda gezen serbest düşünceler iradenin zayıfladığı uyku sırasında bilincimize rahatlıkla girer ve sağduyuya aykırı şekilde bize kendilerini gösterirler. Bunları engelleyen hiçbir şey olmadığı için ve rüyalar akla aykırı eğilimler gösterdiği için istedikleri şekle girerler. Üst tarafı insan alt tarafı başka bir varlık olabilir mesela.

Bir gecede 1-1,5 saat rüya görüp neredeyse çoğunu unutmamızın sebeplerinden biri de budur. Rüyalarda gördüğümüz sahneler bir fragman gibidir yani tekrara düşmez. Her mantıklı bağlam mantıksız olanla yer değiştirebildiği ve bu fragmanlar arasında bir mantık aranmadığı için unutulması kolay olur. Eğer rüyalarımızı unutmak istemiyorsak uyanıp hemen not almaktan başka çaremiz yok.

Bu kurguda akıl, bir görsel efekt uzmanı gibi çalışır. Akıla büyük bir dönüştürücü gözüyle bakabiliriz. Gündüz algıladığımız sinyalleri aklımız nasıl mantıklı bir yapıya dönüştürüyorsa, geceleri de içeriden gelen uyarımları bir mantık aramaksızın dönüştürür.

Bilinçaltında olan uyarımların geceleri bilince girmesini masallarda geceleri ortaya çıkan cücelere ve cinlere benzetebiliriz. Düzeni bozma gücü olmayan bu yaratıklar istedikleri gibi cirit atarlar çünkü uyku hali tüm yapımızı güvence altına alır.

Sansür: Rüya Yorumunda En Büyük Engel

Rüyaları yorumlarken genelde en bariz görünen simgeler üzerinden çabucak bir analiz yaparız ama bu çok doğru değil. En önemsiz görünen nesne, muhtemelen bilincimiz tarafından bastırılan ve hatırlanmasını istemediğimiz anılardır. Öyle ki bu düşünceler bilincin sansüründen geçmeden belirmez. Bu sebeple bilincin görünmesini istemediği düşünceleri rüyalarda kılık değiştirmiş halde, önemsiz öğeler olarak görebiliriz. Mesela evde konuşmanın yasak olduğu bir kişi ya da nesneyi rüyalar onu bize hatırlatan bir simge olarak gösterebilir. Belki de bütün hayatımız boyunca yasak olan kelimeyi bilinçaltımızda bastırdığımız için bilincimiz düşlerimizde de görünmesini istemez. Rüya, onu tanıyamayacağımız bir kılığa sokup sansürün arkasından dolaşarak bize gösterir. Mesela küçüklüğümüzde ailemizde yaşanan dargınlıklardan dolayı evde sözü edilmesi yasak olan sevdiğimiz amcamızı rüyamızda babamız ya da sevdiğimiz bir arkadaşımız olarak görebiliriz.

Bu sebeple rüyayı analiz eden kişi, özellikle önemsiz görünen öğelerde dahil olmak üzere tüm imge ve sembolleri tek tek geriye sararak incelemelidir. Rüyayı göreni çok iyi tanımanın önemi burada ortaya çıkıyor. Doğru sorularla rüya görenin tarihini iyi irdelemek, analizi de o oranda başarılı yapıyor.

Düşler: Evrensel Mirasımızın Kısa Özeti

Düşlerde görünen semboller bizim bilincimizin ötesinde daha büyük bir kolektif bilince ait olabilir. Gördüğümüz düşler, bilgiyi kadim zamanlardan taşıyor olabilirler. Freud ile Jung’un farklı düşündükleri bir noktadır bu alan.

Freud rüyaları bir istek giderme, genellikle bastırılmış cinsel arzuların yerine getirilmesi olarak görür ve kişinin çocukluğuna kadar inilmesi gerektiğini savunur. Ancak bir yerde bu analizin daha derinlerde evrimsel bir çocukluğa ulaşabileceğini söyler. Jung ise rüyaların amacını anlamak için çocukluğa inilmesini kabul eder ama her şeyi cinselliğe bağlamaz. Bilinçaltında daha derin bir iz olduğunu iddia eder ve Freud’un evrimsel çocuk imgesini evrensel insan olarak tanımlar. Özellikle bir dizi halinde, birbirine bağlı ve bir plan dahilinde rüya gören birinin bilinçaltıyla daha da bütünleşerek bireyleştiğini söyler. Bunu anlatmak biraz zor ama becerebildiğim kadarıyla şöyle açılayabilirim:

Rüyalar zamandan bağımsızdır. Bizim birey olarak bir başlangıç noktamız olsa da ortak bir mirasın devamıyız. Bu yüzden kolektif bilincin en uç noktasını oluştururuz. Dünyaya, bireysel bilincimiz boş bir halde geliriz ama bilinçaltımızda tüm insanlığın kolektif bilincini olduğu gibi bu dünyaya taşırız. Mesela doğduğumuzda ağlayarak ciğerlerimize hava girer ve nefes almaya başlarız. Bir bebeğin ağzı annenin memesini arar, onu bulduğunda hemen ağzını kapar ve beslenmeye başlar. Doğanın içimize koyduğu bu içgüdüleri kullanarak algılarımızı geliştirir ve bu yapının üzerine kendi bireysel bilincimizi oluştururuz. Bilinçaltımız ile bilincimiz ne kadar temas ederse biz o oranda bireyleşir, evrensel mirasa katkımız fazlalaşır ve bunu bir sonraki nesile aktarırırız.

Rüyalar: Bütünlüğe Giden Yol

Böyle büyük bir okyanus olan bilinçaltımızı, bu okyanusun üzerinde minik bir ada olan bilincimizle anlayamayız. Alt bilinç ile bilinç birbirinden kopmadan, bilinçaltı bilinci böylece besleyerek anılarımızı birbirine bağlar ve biz bu şekilde bireyleşiriz.

Yazgımızdaki bu evrensel yasalarla bilincimiz temas ettikçe, fikirlerimiz ve beklentilerimiz değişir ve biz bütünle daha çok kaynaşarak bireyleşiriz. Farkında olduğumuz hayatımızda evrensel yasalardan ne kadar uzaklaşırsak kolektif bilinç rüyalarla bunu telafi eder. Jung, bunu bilinçle bilinçdışının bütünleşmesi ya da egonun daha geniş bir kişilikte erimesi olarak tanımlar.

Kolektif Bilinçaltının Aynası: Düşler

Her iki psişe arasında bir köprü görevi gören rüyalar bizi bireyleştiren, öz farkındalığımızı arttıran bir olgudur diyebiliriz. Rüyalar, bilinçaltımızdaki ortak simgeleri, Jung’a göre arketipleri, kullanarak bugünkü biz ile evrensel insan arasında bir köprü kurar. Kurduğu iletişim ile sadece bireysel psikanalizi değil, insanlığın diğer sırlarının da gizemi hakkında ipuçları sağlar. Bunları anlamak çok zor çünkü bu analizi yapacak birinin sadece psikolojiyi ve psikanalizi bilmesi yetmez. İnsanlık tarihindeki ortak simgelerin ne anlama geldiğini de bilmesi gerekir. Simya ve inanç dünyasını çok iyi analiz etmelidir ki, rüyalardaki sermbollerin ne anlatmak istediğini çözümleyebilsin.

Rüyasında uçan kadın
Uçmak, insanın hayalidir. Uçma sembolü, mitolojilerde ve dinlerde sıklıkla karşımıza çıkması nedeniyle çok eski kökenlere sahiptir.

Antikçağda insanların rüyalara çok önem vermesi buna iyi bir örnek olabilir. Apollo’nun tapınağında çeşitli törenlere katılan insanlar, rüyaların kehanet ve iyileştirici gücüne inanırmış. Hasta olan insanların belli ritüelleri yerine getirdikten sonra rahipler tarafından kutsandığını tarih ve mitolojiden biliyoruz. Kurban edilen bir koçun postuna sarılarak uyuyan bu hastalar, kendilerini tedavi edecek ilaçları rüyalarında din adamlarının yorumlayacağı semboller ve imgeler üzerinden görürlermiş.

Düşler: Kadim Zamanların Habercileri

Bu duyguların ve düşüncelerin oluştuğu ilk zamanlardaki neden sonuç ilişkilerini çözmek daha kolaydır. Takip eden olaylar arasına yeni nedensellikler ekleyecek olaylar henüz girmediğinden neden ve sonuçları anlamak için fazla iz takip etmek zorunda kalmayız. Ancak araya milyarlarca insanın girmesi ve teknolojiyle evrimin hızlanması sonucu değişen bu duygu ve düşüncelerin nedenlerini anlamak çok daha zahmetli ve anlaması zordur. Mesela babalarını geçmek isteyen erkek çocuklarının bu düşüncelerinin altındaki temel dürtü nedir? Bu, insanlığın hangi döneminde ve neden başlamıştır bilmiyorum ama bu hemen her erkek çocuğunda vardır. Ayrıca ilk insanın düşünce yapısını çözmek ara formlar çoğaldıkça daha da kolaylaşır.

İnsan yüzeysel ifade edilemeyecek kadar karmaşık bir varlık. Köklerimiz, kelimelerle ifade edemeyeceğimiz kadar eskilere uzanır. Her insanın bir anlamda tüm insanlığı ve insanlık tarihini temsil ettiğini bilmeliyiz. İnsanlık tarihinde deneyimlediğimiz büyük olayların minyatürünü bireysel olarak da yaşayabiliyoruz. Mesela Sun Tzu’nun yüz yıllar önce yazdığı Savaş Sanatı, bugün iş insanlarının okudukları bir rehber kitap, aynı zamanda bir kişisel gelişim kitabıdır. Savaş sadece iki ülke arasındaki ölümcül mücadeleyi temsil etmez. Aynı zamanda insanın en derin içsel çatışmalarına da ışık tutar. Sonuç olarak insanlığın ihtiyaç duyduğu şeylere bireyler de ihtiyaç duyar.

Sonuç

Düşler, sadece bir hayal değil, bilmediğimiz gizli yanımızı bize hatırlatan psişik bir süreçtir. Kendimizi keşfetmek için en güçlü araçlardan biridir. Bilinçaltımızın gizli köşelerini aydınlatarak, kendimiz hakkında daha derin bir anlayış kazanmamızı sağlar ve kişisel gelişimimize katkı sunar.

Düşleri kimileri sadece zihinsel bir faaliyet olarak görüyordur ama ben çok daha derin anlam taşıyan bir olgu olduğuna artık inanıyorum. Rüyaları inceledikçe benim için gizemi daha da artıyor. Geçmiş deneyimlerimin, arzularımın ve korkularımın birbirine girerek karmaşıklaştırdığı hayatımı çözümleyecek ipuçlarını düşlerimin bana kare kare verdiğini artık biliyorum. Bu bağlamda düşlerimizi gözlemleyerek ve analiz ederek kendi dünyamızın anahtarını bulabileceğimizi düşünüyorum.

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir