Mastodon

Monolog

Kişisel görüşler, düşünceler ve deneyimler. Her şeyin dönüştüğü bir çağda söyleyecek bir şeyim var.

Yaşam

Hukuk: İhtiyacımız olan tek şey.

İnsanın olduğu her yerde farklılıklar vardır. Objektif olamadığımızdan dolayı olayları kendi bakış açımızdan değerlendiririz. Eğer herkes kendi algılarından çıkardığı sonuçlara göre davransaydı düzensiz ve tehlikeli bir ortamda yaşardık. Bu anlamda hukuk, farklı bakış açılarını bir potada eriterek kaosu engeller.

İlk hukuk kuralları, ortak yaşamın sonucu olan ortak hafızadan doğdu. Küçük toplumları gelenek ve göreneklere göre yönetmek daha kolaydır. Ortak iyiye ulaşmak için bu yeterlidir. Ancak topluluk büyüdükçe işler karmaşıklaşır ve insanlar birbirini tanımamaya başlar. Bu durumda kuralların yazılı olarak bildirilmesi gerekir.

Bir ülkede yasak olan bir kuralın başka bir ülkede geçerli olduğu örneklere rastlarız. Yasalar bu anlamda farklılık gösterse de hukuk, ortak bir düzen yaratması bakımından evrenseldir.

Hukukun evrenselliği doğadan gelir.

Toplumda birlikte yaşamak amacıyla düzenlenen kurallara hukuk denir ama bu hukukun kaba bir tanımı olur. Hukuk, çok boyutlu bir kavramdır ve sadece insanı kapsamaz.

Doğada her şey bir karmaşa içinde görünse de müesses bir nizamın kurallarına tabiyiz. Her varlığın farklı bir doğası vardır. Ancak hepimiz, doğanın bizi bir arada yaşamaya mecbur bıraktığı bir dünyada yaşarız. Bu anlamda, doğada her şeyin bir düzen içinde olmasını sağlayan doğal bir hukuk vardır.

Hukuk, diğer bilim ve disiplinlerle ilişki içindedir. Psikoloji, sosyoloji, iktisat ve teknolojiyle yakından ilgilidir. Hukuktan bahsederken bu bilimleri anmasak da onların alanlarına ister istemez gireriz. Ancak hukukun esas kaynağı, her şeyi kapsayan ve her şeyin üzerinde olan doğal hukuktur.

Biz, bir toplum içinde yaşamak için yazılı kurallar koyarken doğanın da yazılı olmayan hukukuna tabiyiz. Örneğin vücudumuzda dengenin bozulması, hastalanmamıza yol açar. Aynı şekilde doğada oluşan dengesizlik doğal afetlere sebep olur. Doğanın bir kanunu olarak her bozulmanın sonucunda da yeni bir düzen oluşur. Hukuk, doğa dahil her düzenin iskeletini kaplayan dokudur. Toplum gibi doğanın da bir düzen içinde hareket etmesini sağlayan gerekli kurallar bütünüdür.

İnsanın hayatına devam edebilmesi için asgari temel kaygıları güvence altında olmalıdır. Mesela can ve mal güvenliği, adalet ve eğitimde fırsat eşitliği gibi kaygıların giderilmesi, evrensel anlamda her bireyin talep ettiği şeylerdir. İnsan, kendini güvende hissettiği yerde ekonomik ve sosyal faaliyetlerine devam eder. Teknoloji geliştikçe belli sınırlar içinde olan ilişkiler, uluslararası boyut niteliğini kazanır. Bu nedenle her ülkede farklılık gösteren yasalar birbirine yakınlaşır.

Hukuk, neden farklılık gösterir?

Her toplumun kendine özgü değer yargıları vardır. Oluşan ekonomik ilişkiler, insanın dünyayı algılama biçimini değiştirir. Mesela kapitalizmin hukukuyla sosyalizminki farklıdır. Demokrasi ile yönetilen bir ülkenin olduğu gibi şeriat ile yönetilen toplumların da hukuku vardır.

Yasalar, temsil ettiği toplumun içinden çıkar ve onun ruhuna uygundur. Toplumun deneyimleri, dini, ahlakı, gelenek ve görenekleri o toplumun hukuk yapısında etkilidir.

Kanunları insanlar yapar ve doğasında insanların aldatılmışlığı, hataları ve zaafları vardır. İnsanlar ölür ama yasalarda izi kalır ve yaşayanlar yeni kanunlar yaparak toplumu şekillendirmeye devam eder. Toplumun coğrafyası dahi yasa oluştururken göz önüne alınır.

Hukuk, kelimelerden oluşmuş bir form değil toplumun tarihi ve değerlerinin bir yansımasıdır. Nasıl davranacağımızı, hangi şartlar altında siyaset yapacağımızı hatta kiminle evleneceğimizi toplum bize hukuk aracılığıyla söyler. Yasalar canlıdır ve onun üzerinden bütünle konuşuruz. Mesela Hindistan’da kastlar arası geçiş yoktur. Dolayısıyla bir Hintli, istediğiyle evlenemez ve iş yapamaz.

 Hindistan'da kast sistemi
Hindistan’da kast sistemi. Toplum bu düzene göre hayatını şekillendirir. Wikimedia Commons

Bu, yüzlerce yıldır Hindistan’ı birleştiren din ve ahlaki değerlerin sonucudur. Bunun yanında İngiltere’nin yazılı bir anayasası yoktur ama dünyanın en önemli hukuk devletidir. İngiltere’de kanunlar gücünü geleneklerden alır. Aynı şekilde bir kabilenin de kendine özgü hukuku vardır. Ne var ki hukuku bir çıkar amacıyla ve bir zümrenin yararına kullanmak, onun evrensel amacına uymaz.

Hukukun nihai amacı: Ortak fayda

Roma hukukunun 12 levhasının son sözü, en temel yasanın toplumun esenliği olduğunu belirtir. Önemli olan, adaletli ve huzurlu bir çevre yaratmaktır. Bu da yasa doğru kullanılırsa amacına ulaşır.

Sahip olduklarımızı korumak için kendimizi topluma bağladığımızda daha az güç harcayarak kendimizi ve elimizdekileri korumuş oluruz. Ortak yaşama katılarak güvenliğimizi sağlarız. Malımızı, canımızı ve ailemizi koruyan bir topluma katılarak bazı haklarımızdan vazgeçeriz. Mesela devlet bir savaşa girdiğinde buna katılmıyorum diyemeyiz. Bunu diğer insanlarda yaptığı için ortak fayda tam olarak sağlanır.

Hukuk üzerinden bütünün bir parçası haline geliriz. Hakkımızı arayacak gücü hukuktan alırız. Bu dünyada birey olarak özgürlüğümüz ve hayat güvencemizin kaynağı hukuktan gelir.

Hukukun kurumsallaştığı toplumlarda mutluluk kadar yaşanan sorun da herkese aittir. Ortak tasa ve ortak mutlulukla bir oluruz. Hukuk, ulus olmanın yazılı kuralı ve insanların insan için olmasıdır.

Hukuk, barış ve özgürlüğün teminatıdır.

Herkes hayata şanslı doğmaz. Dünyaya gelirken yaşayacağımız toplumu ve ekonomik düzeni seçemeyiz. Dünyaya geldiğimiz andan itibaren doğduğumuz ortamın kurallarına tabi oluruz. Eşit olmayan bir dünyaya doğarız ama dünya daha adil olabilir. Hukuk, doğal eşitsizlikleri giderecek fırsat eşitliğini sağlar. Sadece güçlü olanın veya dünyaya şanslı gelenin egemen olduğu bir toplum yaşayamaz.

Hukuk, bir toplumda kurumsal hale geldiğinde mizaçlar arası fark ortadan kalkar. Yasalar adil uygulandığında zayıf olanın korkmasına gerek kalmaz. Hukuk, zayıfın da hakkını koruyarak toplumda herkesin adil bir şekilde payını almasını sağlar. Toplumsal barış, herkesin kanunlar önünde eşit olmasıyla sağlanır.

Hukukun işlemediği yerde ise herkes kendi doğrusunu dayatır. Hukuk ortadan kalktığında bir zamanlar iyi komşu olanlar düşman olur. Hukukun olmadığı yerde güçsüz olan, kendini güçlü karşısında koruyamaz. Güçlü olanın da kaybedeceği hukuksuz bir düzende kazanan hiç kimse olamaz. Sonuçta güç, diyalektik bir kavramdır. Bugün sizde olan, yarın başkasında olabilir. Eğer hukuk varsa iktidar sağlıklı bir şekilde devredilebilir.

Hukukun olmadığı yerde kaba güç vardır. Bir toplum hakkında kanaate varmak için hukukun nasıl uygulandığına bakmak yeterlidir.

İnsanlar kendine “Ben bu ülkeyi neden sevmeliyim?” diye sorduğunda verdiği ceveptan tatmin olmalıdır. Örneğin başka ülkelerde fırsat yakaladığında ülkesinden ayrılmayı düşünmemelidir. Hiçbir ırk, bir ülkeyi dolduracak kadar fazla olamaz ama farklı etnisiteden oluşan insanlar bir toplum yaratır. Sonuçta bu insanlar, hukukun olduğu yerde birbirine bağlanır.

Hürriyetlerin sınırlı olduğu bir toplumda, herkes özgürlüğünü ölçülü bir şekilde yaşar. Hürriyetlerin sınırlı olması, başkasının hakkına saygı duymamızı sağlar. Toplumu ileri götüren fikirler, böyle bir özgürlük ortamında oluşur. Saygı, nezaket ve empati gibi insani özelliklerin yazılı kuralları hukukla belirtilir.

Yargıçlar: Toplumsal vicdanın sesi.

Başlarken bahsettiğimiz gibi doğanın yazılı olmayan kuralıyla iyi ve kötüyü ayırt ederiz. Vicdanımız, doğru ya da yanlış yaptığımıza karar veren en güçlü hakemdir. Ancak bir hukuk toplumunda vicdanımıza fazla iş düşmez. Sıradan insan olarak bizler, adaleti dağıtan yargıçlara güvenmek zorundayız.

Yargıçlar adil olmak zorundadır. Bir hakimin kararını vicdanı dışında etkileyecek bir güç yoktur. Tabi ki bir insan olarak bazı kararlarda taraflı olabilir. Ancak bu, adaleti bulandırmaya çalışan avukat ya da güçlü kişilerin davranışlarını engelleyecek şekilde olmalıdır. Hakim, güçlünün bozduğu eşitliği bu şekilde dengelemiş olur.

Yargıçlar vicdanının sesini dinlemeli.
Yargıçlar vicdanının sesini dinlemelidir. Aksi takdirde adalet yara alır.

Adalet, sadece iki tarafı değil toplumu da yakından ilgilendiren bir kavramdır. Hakimlerin verdikleri karar çok ağır olsa da toplum vicdanında kabul görmelidir. Bazen birisi aleyhine verilen ağır bir karar, başkasının mağduriyetini ancak giderir. Sonuçta adalet uzlaşma anlamına gelir. Herkesin gönlünün razı olduğu durumda adalet sağlanmış olur. Bunun yanında hakimlerin adaleti makul bir sürede dağıtması gerekir. Sonuçta geç gelen adalet, adalet olmaktan çıkar.

Teknoloji geliştikçe yasalar da günün şartlarına göre değişir. Bu sebeple yasaların dinamik bir yapısı vardır. Devletlerin yapısı ise bunun tam tersi, hantaldır ve bazen yasaları yenilemekte geç kalır. Mesela geçmiş zamanın ruhuna uygun hazırlanmış medeni kanunlar vardır. Toplum, yasalardan bağımsız, hayat tarzını çağa uygun olarak değiştirir. Bu sebeple yargıçlar, kanunların katı yorumlarından sakınıp aşırı keyfi kararlar vermemelidir. Keyfi ve yanlı tutumları engellemek için demokratik ülkeler, güçler ayrılığı prensibini benimser.

Güçler ayrılığı: Demokratik hukuk devletinin temeli

Siyaset ve yargının birbirine baskı yapmadan fikir alışverişinde bulunması normaldir. Ne var ki kimse kendini hukukun üstünde görmemelidir. İnsanın olduğu her yerde suistimal vardır. İnsan doğası tutkuludur ve aklını kandırmaya müsaittir. Her ne kadar bilinçli davrandığını düşünse de tutkulu olduğu zaman akıl dışı kararlar verir. Bu sebeple tüm yetkinin bir yerde toplanmaması gerekir.

Yabancı devletler, hukukun olmadığı ülkelerde tek adamla iş yapmayı tercih eder. Bu, onlar için kolay ve kârlıdır. Böyle bir ülke bağımsız görünse de bu sadece görüntüde kalır.

Demokratik ülkeler, bu tehlikeleri güçler ayrılığı ile engeller. Bir taraf yasa yaparken diğer taraf oluşan yasaları uygular. Bunları denetleyen bir yargı ve yargıyı kontrol eden bir yasama, sistemin sağlıklı çalışmasını sağlar ama yine de yeterli değildir. Sonuçta hukuku benimsemek, ona uygun bir hayat tarzını içselleştirmek, zaman isteyen bir süreçtir.

Kaybedilen çağdaş hukuku yeniden kurmak çok zordur.

Dünyada bazı ülkelerin hukuk standartları kabul edilenin çok altında kalıyor. Genelde bu durum onların tercihlerine bağlanır ama bu doğru değildir. Mesela bir zamanlar Afganistan, şu anki durumundan çok farklı bir görüntüye sahipti.

Bunun dışında zengin kaynakları olup da baskıcı rejimlerin yönettiği Ortadoğu halkları da vardır. Kötü yönetimler altında yaşamaları, o halkların tercihinin bu olduğu anlamına gelmez. Toplumlar da manipüle edilebilir ve bir gün bu durum değişebilir. Değişim talebi de en çok ezilen kesimlerden gelir. Örneğin Afganistan gibi toplumlarda bu kadınlar olabilir. Kadınlar bugün toplumsal hayata daha çok katılarak dünyanın çehresini değiştirmektedir. Bundan ayrı olarak Irak’ta olduğu gibi halk da bu durumu değiştirebilir. Bunu hayatımız boyunca belki biz göremeyiz ama devletler kendi hayatlarında görebilir.

Hukuk, güçlü olanı da korur.

Yöneticiler en büyük hataları işlerin en iyi olduğu zamanlarda yapar. Yöneticilerin hissetmediği ama düzenin başka bir yöne kaydığı çok hassas anlar vardır. Mesela ekonominin yavaşladığı ve halkın yavaş yavaş tepki gösterdiği zamanlarda en zayıf halka oluşur. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü içselleştirilmemişse yönetimler kanunlara aykırı kararlar alır. Halkına yalan söyleyebilir ve işleri düzelteceği inancıyla belki de farkında olmadan demokrasiden vazgeçebilir.

Böyle zamanlarda hukuk, egemen bir sınıfın ortaya çıkmasına engel olur. Eğer hukuk olmazsa gücü eline geçiren toplumu soyar. Toplumun zenginliğini sömürür çünkü bunu kendisine hak görür. Ayrıca iktidarı elinde tutacak yetkinliği de kendisinde bulur. Mesela iktidarı kaybetmemek için kanunları değiştirir.

Zenginlik, heves edilen bir şeydir ve insanın tutkularını ateşler. Zenginliğe ulaşmak için toplumda kötü değer yargıları geçerli hale geldiğinde insanlar yalan söylemeyi ve hırsızlığı başarıya giden yolda sempatik ve geçerli görür. Herkes baştaki kişiyi örnek alır ve toplum çürümeye başlar.

İnsanların uzun zaman tepki göstermemesi ya da aralıklarla tepkisini gösterip sonra yatışması, yöneticileri genelde bir körlüğe sürükler. İnsanlar elindekileri kaybedeceklerini anladığında duydukları korku istenmeyen şeylere sebep olur. Toplum, sonucunu bildiği zorluklara göğüs gerse de belirsiz bir korku duyduğunda tepkisini daha erken gösterir. Bunun sonucunda yönetenlerin de hukuka muhtaç oldukları bir ortam oluşur.

Eğer bir toplumda hukukun üstünlüğü yoksa bunların hepsinin olma ihtimali vardır.

Hukuk ve demokrasi birbirinden ayrılmaz.

Eğer ülkenizde demokrasi olduğunu iddia ediyorsanız bunun gereklerini de yerine getirmek zorundasınız. Demokrasi en iyi yönetim biçimi olsa da uygulanması en zor ve maliyetli olanıdır. Eğer bunun gereklerini yerine getiremiyorsanız bu, despotluk gibi bir sisteme kayar. Tarihte bunun en iyi örneği, Nazi Almanya’sıdır.

Demokrasi özgürlük demektir. Herkes inandığı düşünceyi özgürce savunabilir ve bunu kitlelere aktaracak kanallar açıktır. Ne var ki içinde insan olan her düzende iyiden daha çok kötü vardır. Amacına ulaşmak isteyen kişi, insanların zor durumundan faydalanabilir. Onların özlemlerini sömürebilir. Adolf Hitlerin yaptığı gibi tutkularını çok iyi ölçüp kendi çıkarına yönlendirebilir.

Herkesin kendini özgür hissettiği bir düzende hukuku işletmek beceri ister. Bu sebeple dünyanın hiçbir yerinde tam uygulandığını söyleyemeyiz. Mesela tam bağımsız ve özgür bir basın nerede vardır? İnsanlara olayların tarafsız bir şekilde yansıtıldığını söyleyebilir miyiz? Tarafsız olduğunu düşündüğümüz internet dahi bugün bir bilgi çöplüğü durumundadır. Bu anlamda açık bir basın ve kendini sürekli güncelleyen bir kamuoyu yaratmak çok zordur.

Her ülkede olduğu gibi demokratik ülkelerde de güçlü ve yetenekli olanın iş yapma tarzı vardır. Ne var ki hukukun içinde kalmaya özen gösterir. Demokratik bir toplumda insanlar, hukukun çarkları dönmeye başladığı zaman bir daha durdurulamayacağını bilir. Bu yüzden bir hukuk devletinde kamuoyu vicdanı dengededir.

Bunun yanında demokrasilerde halkın olayları anlayıp yorumlayabilmesi, eğitim seviyesinin yüksek olmasına bağlıdır. Nitelikli bir toplumun siyasetten beklentisi de yüksek olur. Ayrıca özerk bir merkez bankası, halkın finansal açıdan manipüle edilmemesi için önemlidir. Aksi takdirde gücü elinde tutanlar, iktidarda kalmak için yoksul halkı daha da borçlandırır. Sonuçta kanunlar alacaklıyı koruduğu müddetçe sermaye cesurca borç vermeye devam eder.

Herkesin iktidara gelebilme ihtimali, fırsat eşitliği korunabildiği sürece mümkündür. Bir gün kendisinin de iktidara gelebileceğini düşünmesi, insanda bağlılığı arttırır. Hukukun olmadığı bir ülkede demokrasi değil, zorbalık vardır.

Hukuk varsa zenginlik var.

İnsan, ekonomik bir varlıktır. Hukuk da bireyler arasındaki ilişkileri düzenlediği için ekonomik yapıya göre şekillenir. Ancak bazı yönetimlerde şöyle yanlış bir inanç var. Yapılan bir eserin ve kurulan bir fabrikanın artık o ülkenin malı olduğu yanılgısına kapılıyorlar. Üretilen değerler ülke toprakları dışına çıkmayacağı için zenginliğin ülke içinde kalacağını düşünüyorlar. Bu sebeple zenginlik için hukukun göz ardı edilebileceği fikri hakim oluyor.

Böyle düşünen yönetici, iyi niyetli olsa da akıllı değildir. Hukuk işlemediği için çevresi onu rahat bırakmaz. Kendisini de hukukun üstünde görünce hesap verme korkusu duymaz. Sonuçta yolsuzluk ve kayırma artar. Böylece bir yandan üretirken diğer yandan ürettiğini sorumsuzca harcar. Bu durum halkta adalet duygusunu zedeler ve yoksullaşma hızlanır. Neticede ülke dışına çıkmayan tesisi en sonunda başkasına yok pahasına satmak zorunda kalır.

Hukuk ve zenginlik
Hukukun işlediği toplumda zenginlik adil dağılır.

Eğer bir ülkede hukuk yoksa yabancı yatırımcı gelmez çünkü bir anlaşmazlık durumunda hakkını arayabileceği bir ortam yoktur. Ayrıca çalışıp kazanacağınıza inancınız da kalmaz. Yaratıcı bir fikri olan bunu hayata geçirmez çünkü fikrinin çalınacağından korkar.

Barış olmayan yerde değer üretilemez. Siz üretirsiniz ama başkası buna bedava sahip olur. Mesela gençlerinize yıllarca eğitim verirsiniz ama ülkesine inancını yitirdiği için yabancı ülkelere yerleşir. En değerli sermayeniz olan insan kaynağınıza başka bir ülke bedel ödemeden sahip olur. Kazandığınızı zannedersiniz ama geleceğinizi kaybedersiniz.

Sonuç

Bugün yeni bir dijital düzen kurarken demokrasi ve hukuka her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Eğer eski düzen iyi işlerse onun üzerine kurulacak yeni düzenin temelleri de sağlam olur. Hukukun neden gerekli olduğu konusunda yazabileceğimiz birçok şey var. Ancak en önemlisi, onu benimsemektir. Başkasının hakkına saygı göstermenin zor gelmediği gün, dünya daha yaşanabilir olur.

Ek Kaynak:

J.J Rousseau………………..Toplum Sözleşmesi

Platon…………………………Devlet

Francis Bacon……………..Yargıcın Yükümlülüğü Üzerine

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.