Mastodon

Monolog

Kişisel görüşler, düşünceler ve deneyimler. Her şeyin dönüştüğü bir çağda söyleyecek bir şeyimiz olmalı.

İş HayatıYaşam

Veri Çağı: İpler Kimin Elinde?

Çok uzun geçmişte değil, 2000’li yılların başlarında az boyutlu bir dünyada yaşardık. Temas ettiğimiz nesne sayısı azdı. Az insan, az makine daha doğrusu, bugünle kıyasladığımızda daha az bilgiyle etkileşim içindeydik.

Bir iş yapmak istediğimizde çok az seçeneğimiz olurdu ve az veriyle uğraşırdık. Sokağa çıktığımızda yanımızdan geçen insanlar dışında etki alanımızda çok kimse olmazdı. Etkilendiğimiz en uzak mesafe, karşı kaldırımda ya da yolun sonunda birisi olabilirdi. Bizi etkileyen bölge, fiziken temas ettiğimiz yaşam alanımız kadardı.

Oysa bugün dikkat etmemiz gereken büyük bir ağın içinde yaşıyoruz. Hayatta hiç karşılaşmadığımız, onları tanımadığımız çok sayıda arkadaşımız var. Sosyal ağlar üzerinden birbirimize bağlı olduğumuz sanal bir dünya yaratmış durumdayız. Bu durum bize büyük iş olanakları ve içgörü sağlıyor. Ancak yaşadığımız boyutun çoğalması, bizi belirsiz risklere karşı da savunmasız bırakıyor.

Belki çok fazla fırsat yakalıyoruz ve bunu da çok güvenli bir şekilde yaptığımızı düşünüyoruz. Oysa çok tekinsiz bir dünyada çok rahat dolaşıyoruz. Sonuçta herkesin iyilikten anladığı, bizim anladığımızdan farklı olabiliyor. Demek istediğim, herkesin hedefleri farklı ve o hedeflere ulaşmak için kullandığımız meşru araçlar başkası için faydalı olurken bize zarar verebiliyor.

Bugün dünyanın herhangi bir yerinden birisiyle bağlantı kurabilir hatta iş bile yapabiliriz. Üstelik bunu engelsiz ve kolaylıkla yapabiliriz. Oysa kontrolümüz dışında birçok faktörün etkisine açık, savunmasız bir durumdayız. Bu ortam, bize çok fırsat kadar risk de vadediyor. Tehlikenin boyutunun değiştiğinin farkına da daha yeni varıyoruz diyebiliriz.

Biz, tehlikeyi hep görünür kabul ettiğimiz için fiziksel temasımız olmadan bir risk almadığımızı düşünebiliriz. Bu sebeple bir şeylere imza atmadığımızda ya da biriyle konuşup bir yükümlülük altına girmediğimizde kendimizi güvende hissedebiliriz. Ancak durum sandığımızdan farklı bir boyutta artık.

İnternette yaptığımız her etkileşim, hakkımızda çok veri sağlayacak yeni kapılar açar. Bunu daha iyi anlamak için bugün verinin ne anlama geldiğini bilmemiz lazım.

Bıraktığınız veriden kim olduğunuzu anlamak çok kolay.

Birisi hakkında bir kanaate varmak için onunla biraz sohbet etmek isteriz. Eğer sohbet etme şansımız yoksa biraz gözlemler ve tavrımızı ona göre şekillendiririz. Bir insanın psikolojisini onun davranışlarından anlayabiliriz ama doğru karar vermek için daha çok veriye ihtiyacımız vardır.

Ancak yine de insan kendini gizlemeyi başarabilir. Herkes gibi biz de başka biriyle konuşurken zayıf taraflarımızı gösterecek tavırlardan sakınırız. Bu anlamda kendimizi gizlemek zorunda kalmadığımız zamanlar kimsenin bizi görmediği anlardır. Yalnız kaldığımızda en doğal halimizi takınırız.

Bu durum yüzyılın başına kadar böyleydi. Oysa durum artık çok farklı bir boyuta ulaştı. Bir cep telefonu, bir bilgisayar bizim için cansız görünebilir ama teknoloji şirketleri için onlar artık canlı birer varlık. Her yaptığımızı bir yere aktaran akıl, artık bu cihazlarda var. Artık teknoloji, yalnız kaldığımızı düşündüğümüz anlarda bile bizi 24 saat izleyip verilerimizden bir davranış modeli geliştirebiliyor. İçe mi yoksa dışa mı dönüğüz? Endişeli mi yoksa pozitif bir yapımız mı var? O an konuştuğumuz kişilerden, kullandığımız kelimelerden, tıklamalarımızdan bize bir sonraki teklifi çok sağlam içgörülerle hazırlıyorlar.

Hepimiz eşsiz birer veriyiz

Verinin gizemi biraz da tabiatın doğasından geliyor. Örneğin dünyada benden bir tane daha yok. Doğanın algoritmasında herkes gibi beni de temsil eden bir numaram var. Mesela beynim, aldığı verilerle kendini ayarlar ve stratejisini çizer. Her deneyim, bende öznel veriler yaratır. Yani benim bilincim başkasınınkiyle aynı olmaz. Bu anlamda, hepimiz bu evrende benzersiz birer veriyiz.

Bu sistem kendini her yerde taklit eder. Herkesin bir vatandaşlık numarası vardır mesela. İnternette bir sitenin URL si, bir IP numarasının karşılığıdır. Numaraları ezberleyemeyeceğimiz için bunu isimlendiririz. Mesela zihinkarmaşası.com ya da monologblg.com dersem aslında bu isimlerin arkasındaki gizli ve benzersiz bir sayıyı ifade ederim.

Bugün böylesine eşsiz ve kendini üretebilen bir değeri bedava dağıtıyoruz. Sahip olduğumuz bu veri bize sınırsız olasılıkların ve yapay zeka dünyasının kapısını açıyor. Kaynakların sınırsız olduğu tek şey herhalde veri ve bu değerli kaynak, insanlar birbirine bağlandıkça geometrik olarak artıyor. Bugün insanların sınırsız etkileşiminden ortaya çıkan muazzam verinin yönetimi insan zekasını aştı. Bilginin ve verinin organizasyonunu yapay zekaya devrediyoruz.

Verinin dijital değişime çok büyük katkıları var. Veri çoğaldıkça ticaret küreselleşiyor. Uzaktan çalışma modelleri gelişiyor. Kaynaklara erişim artıyor ve işler hızlanıyor. Dolayısıyla her şey büyüyor.

Ancak bunun karanlık bir tarafı da var. Şirketler bu eşsiz değere sahip olmak için her türlü teknolojiyi deniyorlar. Mesela teknoloji şirketlerinde neredeyse bütün ürünleri bedava kullanabiliyoruz. Bir sosyal medya platformuna ücretsiz üye olabilir, blog yazabilir ya da mail atabiliriz. Bunun yanında takipçilerimizin davranışlarından anlam çıkarabileceğimiz analitik araçları bedel ödemeden kullanabiliriz. Bizi çevrimiçi tutacak o kadar çok ürün var ki. Peki neden herşeyi ücretsiz kullanabiliyoruz? Ya da biz bütün bunları ücretsiz mi sanıyoruz? Teknoloji şirketleri parayı nereden kazanıyor?

Nasıl bir iş modeli?

Bu soruyu cevaplamak için kendimize şunu soralım. Bir iş kurmak istersek ilk önce hangi unsuru elemek isteriz? Elbetteki riski elemek isteriz çünkü geleceği ne kadar doğru öngörebilirsek alacağımız risk azalır. Belirsizlik ortadan kalkınca kazancımızı da net olarak görebiliriz. Ancak belirsizliği ortadan kaldırmak için çok fazla nitelikli veriye ihtiyacımız vardır. Veri aktıkça bir sonraki adımın ne olacağını görmek ve kazancını çok az bir hata payıyla öngörmek. Bir şirket için bundan daha büyük konfor olamaz.

Bunu insana dair vadeli işlemler piyasası olarak tanımlayabiliriz. Bu model sayesinde Google ve Facebook gibi şirketler milyarlarca dolarlık reklam geliri elde ediyor. Amazon ve Alibaba, kullanıcıların alışveriş geçmişlerini analiz ederek kişiselleştirilmiş öneriler sunuyor ve satışlarını artırıyor. Bugün sağlık şirketlerinin, genetik verileri kullanarak kişiye özel tedavi yöntemleri geliştirmesiyle önemli bir pazar oluşmuş durumda. Kısacası bu iş modeli bugün trilyon dolarlar üretiyor diyebiliriz. Teknoloji şirketleri eğer tarihin gördüğü en değerli şirketler olduysa bunu veriye dayalı iş modeline borçlular.

Algıları kim iyi yönetiyorsa veriyi o topluyor

2000’li yılların başlarına kadar teknoloji sektörü yazılım ve donanım sattı. Bugüne göre nispeten daha kolay ve basit bir iş modeliydi. Ancak bugün satılan ürün bir donanım ya da yazılım değil, kullanıcıların kendisi. Kısaca veri.. Biz, birçok şeye bedava sahip olduğumuzu düşünüyoruz. G mail, blog, You tube hepsi bedava. Bunlara para ödemiyoruz çünkü ürün biziz.

Yazdığım her yazı, paylaştığım resim ya da emoji büyük veri sağlar. Her paylaşımımda kendimle ilgili bir ipucu vermiş olurum. Sosyal medya platformları bu verileri analiz ederek kategorize eder ve benzer paylaşımları yapmam için beni uygun kişi ya da gruplara yönlendirir. Bu sebeple yaşadığımız çağda değer kağıtta değil veridedir.

İnsan sınırsız bir veri kaynağıdır

Her gün aklımızda saklı kalan bir bilgiyi ortaya çıkaracak bir paylaşım yapıyoruz. Whatsapp’te sohbet ediyor, mesajlaşıyor ya da mail atıyoruz. Bunu her gün 5 milyarla çarpın. Her etkileşimden yeni bir fikir ve görüş çıktığını düşünelim. Bu, trilyonlarca bağlantı ve içgörü demek. Böyle bir servetin olduğu pastada başlarda iyi olan niyetlerin rekabetten dolayı kötüye dönmesi gayet doğal.

Statistic: Number of internet and social media users worldwide as of July 2024 (in billions) | Statista
Temmuz 2024 itibariyle dünyanın %67’si internet kullanıyor. 5,17 milyar insan sosyal medyayı aktif olarak kullanıyor. Daha fazlası için Statista

Şimdi soruyu yeniden sorabiliriz. İşini yönlendirmek isteyen şirket bundan daha fazlasını ister mi? Elinde neredeyse sıfır maliyetle işini kurup büyütebileceği ve yıllarca bunu planlayabileceği veri seti var. Üstelik internetin bugün ekmek ve su gibi vazgeçilmez bir yaşam kaynağı olduğunu düşünürsek işin niteliği bir tekelden farklı olmaz. Buna bir de hergün artan kullanıcı sayısını eklediğimizde işin mantıksal çerçevesini çok sağlam bir şekilde çizmiş oluyoruz.

Facebook’un ya da Google’ın nasıl ortaya çıktığını hatırlayalım. Bildiğimiz klasik iş modeliyle bu kadar kısa zamanda milyar dolarlık bir değer yaratabilir miydi? Bir yurt odası ya da garajda başlayan yolculuklar bu aşamaya para değil veri ile geldi. Bugün siber korsanlar para değil verileri çalıyor. Dünyanın bütün kaynaklarına ulaşacak veri varken yüz milyon dolarların ne önemi var. 

Peki bu verilerle neler yapılıyor? Hareketlerimizi öngören modeller oluşturuyorlar. Bir nevi bizim avatarımızı yapıyorlar. Teknoloji bazen sihre dönüşebiliyor ve yeni ekonomi türleri yaratabiliyor. Mesela sosyal medya sayesinde bilginin çoğalmasıyla dikkat ekonomisi büyüyor. Bu şirketler, kullanıcıyı çevrimiçi tutacak yeni ikna teknolojileri kullanıyor.

Sosyal Medya, bizi bağımlı mı yapıyor?

Bugün sosyal medyanın iyi taraflarını görmezden gelemeyiz. Mesela hayata anlam katacak bir şey yapmak istersek herhalde sosyal medyadan daha iyi bir yer bulamayız. Bir yardım kampanyasını ilk sosyal medyadan duyururuz mesela. Bu sebeple bu şirketlerin kötü bir şey yaptıklarına inanmak zor gelebilir. Peki o halde sorun nerede?

Sorun, veriyi nasıl kullandıklarında. Bugün hepimiz çevrimiçiyiz. Bir tarikat gibi bir ağın içinde yaşıyoruz. Bize birileri böyle düşüneceksin diyor ve biz öyle düşünüyoruz. Teknoloji şirketlerinin ikna araçları o kadar güçlü ki aksini düşünmek çok zor. 

Bu şirketlerinin yaptığı yatırımlar belki devasa görünüyordur ama getirisini düşündüğümüzde rakamlar küçük kalır. Bizi sıfır maliyete yakın bir bedelle alıp bağımlı yapıyorlar. Bir uyuşturucu bağımlısı gibi kullanıcı olarak biliniyoruz. Dikkatimizi çekmek için yarışan iş modelleri bunlar. Sosyal medyada ne kadar çok bağlanırsak, ne kadar çok takipçimiz olursa o kadar çok veri kolay ve masrafsız elde ediliyor.

Hangi resme daha çok baktığımızdan hangi butonu kullandığımıza kadar her etkileşim takip ediliyor. Yalnızmıyız, depresyondamıyız, nasıl zaman geçiriyoruz hepsi veriye dönüşüyor. Bugün uyanık kaldığımız zamanın ortalama 2,5 saatini sosyal medyada geçiriyoruz.

İnternet ve sosyal medyada günlük harcanan zaman
Günümüzün yarısını sanal alemde geçiriyoruz. Teknoloji şirketleri bizi çevrimiçi tutmakta çok başarılılar. Kaynak: Oberlo

Aslında zamanımızı, yani paramızı hibe ediyoruz. Üstelik verilerimizin nasıl kullanılacağını bilmeden bunu yapıyoruz. Teknoloji, geliştikçe sihirli bir doğaya bürünüyor ve bizi manipüle edebiliyor.

Teknolojide sihir

Sihirin kökü insanın dürtülerinden gelir. Anlamak yavaş işleyen bir süreçtir. Bir sihirbaz elindeki parayı el çabukluğuyla yok ettiğinde biz ona sihirbaz deriz çünkü anlayışımız ve kavrayışımız o kadar hızlı değildir. Oysa sihirbaz el çabukluğuyla bizi manipüle eder.

Şirketler de tüketici davranışlarını, onların eğilimlerini tespit ederek hazırladığı kampanyalarla zihinlerinin arkasındaki atıl duyguyu talebe dönüştürebiliyor. Bunu da kişiye özel reklam ve maillerle yapıyorlar. Böylece verinin, verimliliğin artmasında çok önemli bir etkisi olduğunu görüyoruz. Ancak en önemli etkisi, tüketiciyle kurulan doğrusal bağ. Hiç bir insanın kendisine ismiyle hitap edilmesinden daha fazla haz duyacağı bir şey yoktur. Özellikle tanımadığı kişiler tarafından. Bu onları şaşırtırken duygusal bağ ve sadakat yaratır.

Teknoloji şirketleri de bizi etiketleyerek dürtüyorlar. Nasıl olduğunu anlamadan kendimizi bir aksiyonun içinde buluyoruz. Mesela saadet zincirlerini düşünelim. Herkes kendisi gibi düşünen birini sisteme dahil etse piramid hızla büyür. Ancak aradaki fark, saadet zincirinde bir ürün olmaz. Oysa sosyal medyada birini etiketlediğinizde ürün kullanıcıdır ve veri ile katlamalı sınırsız bir zenginlik yaratır.

Şirketler hile yaptığını kabul ediyor

Şirketler bu durumu manipüle ettiğini inkar etmiyor. Bunu, kullandığı tekniğin adından da anlayabiliriz. Growth hacking (hileli büyüme), şirketlerin hızlı ve düşük maliyetle büyümesini sağlamak için kullandıkları yaratıcı pazarlama yöntemlerinin genel adıdır. Bu yöntemler genellikle veriye dayalıdır ve kullanıcıların davranışlarını analiz ederek, onlara özel deneyimler sunmayı hedefler. Mesela başlarken söylediğimiz gibi ücretsiz kullandığımız birçok ürün vardır. Ücretsiz deneme sürümü veya özel tekliflerle bizi çevrimiçi tutarlar. Bunu kullanıcıların e-posta adreslerini veya telefon numaralarını toplayarak yaparlar. Böylelikle şirketler, bu kişilere daha sonra kişiselleştirilmiş pazarlama mesajları gönderebilir.

Bunun yanında paylaşılması kolay, eğlenceli veya duygusal içerikler, sosyal medyada hızla yayılarak da veri toplanabilir. Buna ek olarak yeni müşteri getirene ödül verilebilir. Ayrıca algıları tespit etmek için buton rengi, başlık ve çağrıya dönüşüm metinleri gibi farklı unsurları deneyerek beğenilerimiz ve davranış kalıplarımız analiz edilebilir. Bütün bunlar, benzersiz birer veri seti olan bizleri tek tek analiz etmek ve daha sonra çok kolay kabul edebileceğimiz teklifleri hazırlamak içindir.

Peki tehlike nerede?

İyi de bunun ne sakıncası var? Sonuçta ekonomi büyüyor ve herkes kazanıyor. Ayrıca bu işi yapan insanlar bu düzenden muaf mı? Tabi ki değil. Ancak onlar için de cin şişeden çıkmış durumda.

İnternet ilk başladığında yüce bir amaçla başladı. Bu işi başlatanlar bilgi kirliliği olsun, insanları kandıralım diye başlamadı. Google ve Facebook gibi şirketler de insanları manipüle edelim diye kurulmadı. Ama insan doğası, her başlangıcı iyi niyetle yapsa da rekabet duygusu onu başlangıç hedeflerinden çok farklı bir yöne saptırıyor. İnsanlık için iyi olduğu düşünülen bu iş modeli bir Frankenstein yaratmış durumda.

Bugünkü teknolojik hız, evrimin hızını artırdı. Biz, çevremizdeki insanların ilgisini çekmek için evrimleştik. Onbinlerce kişinin dikkatini kaldırabilecek bünyeye sahip değiliz. Birbirimizi hiç tanımadığımız bir arkadaş grubumuz var. Aldığımız like ya da içeriğimize ne kadar yorum yapıldığı değerimizi belirliyor. Günü çok beğenmeyle kapatmak ya da yeni takipçiler kazanmak bizi bu jungleda yukarı taşıyor. Bu nedenle çok kısa süreler içinde mükemmel olmaya çalışıyoruz. Bir bağımlı gibi yaşıyoruz. Bu, sınırlı yapımızın üzerinde başka bir psikoloji.

Herkese hak veren bir algoritma

Ne var ki şirketler, algoritmalarını bizi sürekli çevrimiçi tutacak şekilde ayarlıyor. Algoritmalar tarafsız olmaz. Bir hedefe ulaşmak amacıyla yazılırlar. Bugün teknoloji şirketleri herkesin aramasına uygun bir cevap veriyor ve önerilerde bulunuyor. Bilginin doğru olmasının önemi yok çünkü çevrimiçi tuttukça bizi bir reklamverene gösterim başına en yüksek fiyata satıyor.

Kişiselleştirilmiş haberler herkes için farklı olabiliyor. Biz neyi duymak istiyorsak sosyal medya şirketleri önümüze onu koyuyor. Ancak bu durum herkesin haklı olduğu bir durum yaratıyor. Çevremize bir bakalım. Hepimizin fikrini destekleyecek birini bulabiliriz. O da başka birini bulabilir ve bir topluluk olabiliriz. İnternette zararlı da olsa bizim fikrimize yakın kişileri gördükçe yalnız olmadığımızı hisseder ve sesimizi daha güçlü çıkarabiliriz. Herkesin haklı olduğu bir düzen. Bu demokrasi değil. Aksine onu ortadan kaldıran bir anarşi.

Dünyada huzursuzlukların yaşandığı birçok bölgede karışıklıkların kaynağında sosyal medya vardır. Teknolojinin beşiği Amerika’nın tarihinde ilk defa bir yabancı ülke, sosyal medya üzerinden seçimleri yönlendirmeyi başardı. Rusya bunu yaparken yasa dışı hiçbir şey yapmadı. Aksine meşru araçları kullanarak seçimleri etkiledi.

Teknoloji kötü değil ama onu kullananlar toplumun kötü tarafını ortaya çıkarıyor. Toplum kendini iyileştiremeyince hep kaos sınırında sanki bilerek tutuluyoruz.

Hepimiz çok daha büyük bir yapının amacına hizmet eden bir birim gibiyiz aslında. Bu durum birilerine kazandırıyor ama karmaşayı da artırıyor. Dünyanın farklı bölgelerinde fikir ayrılıkları derinleşiyor. Sonuçta kendimizle ilgili verdiğimiz her veri dönüp bizi vurabiliyor. Bu da bizi hiç iyi bir yere götürmüyor.

Ne yapmalıyız?

Öncelikli olarak bizi rahatsız eden şey, kişisel bilgilerimizin nasıl kullanıldığını bilmemek. Bu sebeple şeffaflık yasalarının düzenlenmesine öncelik verilebilir. Burada verilere herkesin erişebilmesinden bahsetmiyorum . Demek istediğim meşru çıkarı olan herkesin verilere kolayca erişebilmesi ama bunu hesap verebilir bir şeffaflıkla yapmasıdır. Mesela bilgilerin nasıl kullanılacağı, bildirimlerle kullanıcıya bildirilebilir. Ayrıca kişisel veriler çalındığında tüketici hemen bilgilendirilmelidir. Böylece daha erken önlem alma şansı olur.

İnsanların kullanım şartlarını çok okumadan kabul etmesini anlıyorum çünkü ürüne ihtiyacı var ve sözleşmelerde kendi lehine çok fazla bir şey olmadığını biliyor. Ancak bilişim çoğaldıkça bu tip mülkiyet hakkı devir anlaşmaları daha pratik olacaktır. Mesela insanların rıza göstermeleri şirketleri de kişisel verileri korumaktan alıkoymamalı.

Bunun yanında veri toplama vergisi getirilebilir. Verinin nereden gelirse gelsin parasal bir karşılığı olması, şirketlerin işine yaramasa da daha sonra kullanmak amacıyla toplamasına neden oluyor. Oysa herkese verisi kadar vergi konursa onlarda her veriyi toplamaz.

Bunun yanında dijital gizlilik yasaları yaygınlaşmalıdır. Ancak yasaların olması tek başına yeterli olmaz. Denetlenmesi ve uygunsuzluklarda ağır yaptırımlar uygulanmalıdır.

Son olarak veri gizliliği ile ilgili uluslararası bir standart oluşturulabilir. Farklı ülkelerde farklı uygulamalar, karmaşık bir yasal ortam yaratıyor ve veri koruma çabaları zorlaşıyor.

Veride gizlilik

Bütün bunları yapmak çok önemli fakat sahip olduğumuz değerin farkında olmak daha da önemli. Çoğumuz verilerimizin önemini bilmeden onu korumak istiyoruz. Bu da onu çok iyi kavrayamamıza neden oluyor çünkü bilirkişilerin böyle konuşması bize önemli olduğunu anlatıyor ama neden önemli olduğu hakkında bir fikrimiz yok. Birisi çaldığında panik oluyoruz ama korkma sebebimiz işin doğasına tamamen aykırı oluyor. Gerçek değerini tam olarak anladığımızdan emin değilim. Biz hep ticari olarak işletmelere ne kadar faydalı olduğunu düşünüyoruz ama ürünü yani kendimizi konuşmuyoruz.

Bizim ismimiz sadece çevremizin bizi anlamlandıracağı bir sembol değil. Aynı zamanda bizim bir mülkümüz. İsmimizle oy kullanır, vergi verir, yurtdışı dahil iş bağlantıları kurar ve bankalarda hesap açarız. Bu bağlamda veri koruma kanunları, gizliliği korumaktan çok, kullanıcıların kendi verilerini koruyacak mantıklı sebepleri olduğunu gösterir. Böylece riskler azaldıkça bilgi ekonomisi sağlıklı büyür.

Oysa anlattığımız gibi kişisel verilerimizin tüm insanlığı ilgilendiren bir tarafı da vardır. Duygularımızla hareket eden canlılarız. Bu sebeple davranış yapımızı çözecek veriye sahip bir sistem, dünyayı istediği gibi yönlendirebilir. Bu anlamda veri gizliliği hayati önemdedir. Hatta varoluşsal bir sorun dersek yanılmayız.

Sonuç

Yaşam ile yok olma arasında her zaman yaşam lehine çok küçük bir fark vardır. Gelişim de bu küçük fark sayesinde olur. Bu sebeple kaos sınırlarında yaşamamız evrimin bir gerekliliğidir diyebiliriz.

Böyle düşündüğümüzde karşılaştığımız her sorunun çözümü mutlu bir sonla bitse de yeni ve daha çetin bir soruna adım atarız. Ürettiğimiz yeni bilgi eski sorunu çözerken geleceğe dair de bir belirsizlik yaratır. Bu bağlamda her başlangıç biraz yarım başlar ama zamanla toz duman indikten sonra neyin doğru neyin yanlış olduğunu görebiliriz.

Bugün böyle bir durumu yaşıyoruz. Paylaşım ekonomisi, tarihte bugüne kadar yaşadığımız ekonomik dönüşümlerden ölçek olarak muazzam derecede farklı büyüdü. Sindirmemiz gereken bilgi çok fazla ve şu anda bizi aşan bir tarafı var. Böyle bir hızla büyüyen bir iş modelinin yasal alt yapısının oluşması biraz zaman alacak gibi görünüyor.

Neyin gerçek olduğu konusunda anlaşmamız lazım. Bugün teknolojinin egemen olmadığı bir sektör düşünemeyiz. Artık sosyal medyanın olmadığı bir dünyayı tasavvur edemeyiz. Eğer böyleyse en azından herkesin üzerinde anlaştığı gerçekler üzerinden bir değer üretelim. Mesela başkasına aklımıza her geleni söylemenin demokrasi olmadığını kabul edelim. Madem teknoloji çağı bizi tek bir ekonomiye götürüyor, o zaman her şirketin kendi çıkarını düşünmesinden ziyade hepsinin ortak bir çıkarının olduğu evrensel bir ekonomi modelini düşünelim. Sonuçta bu sorunu toplu irade ve liderlikle çözebiliriz.

Dijitalleşen bilgi bugün en değerli kaynaktır. Bu değerin paylaşılarak çoğalması verinin elde edilmesini ucuzlatsa da değerinden bir şey kaybettirmedi. Herkesin düşüncesini paylaşmasıyla son çeyrek yüzyılda tüm insanlık tarihinde oluşandan daha büyük bilgi birikimi oluştu. Bu değerin bir eşi yok.

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir