Mastodon

Monolog

Kişisel görüşler, düşünceler ve deneyimler. Her şeyin dönüştüğü bir çağda söyleyecek bir şeyim var.

Teknoloji

Web3.0: Merkeziyetsiz İnternet Mümkün mü?

Teknolojinin dünyaya yeni bir çehre kazandırdığından neredeyse her yazı ve yayınımda bahsediyorum. Bunu yapıyorum çünkü değişen algılarımız eskisinden daha farklı bir dünyaya bakmamıza sebep oluyor. Teknolojiyle çevremiz değiştikçe zihnimize yeni veriler akıyor. Kadın erkek eşitliğinden iş hayatına kadar tüm ön kabüllerimiz geçerliliğini yitiriyor ve hızla yenilerini kazanıyoruz.

Aksi düşünülse de etkimizin giderek azaldığı bir dönüşümü yaşıyoruz. İşin doğrusu, yapay zekaya kadar belki ürettiğimiz teknolojilerin üzerinde bir hakimiyetimiz vardı. Ancak yapay zekayla pandoranın kutusunu açtık. Bugüne kadar yönlendirdiğimiz teknolojinin bizi önüne katıp sürüklediği bir çağa girdik.

Veri çoğaldıkça, zihnimizin soyut düşünme kapasitesi artıyor. Mesela bir makinenin konuşması, bizde yeni değer yargıları oluşturuyor. Sanal dünya genişledikçe bugüne kadar alıştığımız merkezi yapı, yerini merkeziyetsiz bir yönetime bırakıyor. Genişleyen hafızamız yeni verilerle etkileşime girdikçe yeni fikirler üretiyoruz. Gittikçe başkalaşıyoruz. Evrendeki her galaksi ve sistemin kendi çevresinde dönerek yeni bir uzay zamana ilerlemesi gibi zihnimiz de birbirine bağlı bilgilerden yenilerini üreterek yeni bir boyut kazanıyor.

Bu bağlamda zihnimizin kolayca sindiremediği yeni bir dünyanın hızla kurulduğuna şahit oluyoruz. Yapay zeka, blockchain, Web3.0, NFT, metaverse ve buna benzer yeni dünyaya ait birçok kavram aklımızı karıştırıyor. Bu normal, çünkü bu teknolojiler emekleme aşamasında olsa da hayatımızı şimdiden şekillendiriyor. Düzen, bu kavramların üzerine kuruluyor. Üstelik bu teknolojiler o kadar hızlı gelişiyor ki, bir şeyi kavrayamadan yeni kavramlarla tanışıyoruz.

200 bin yıllık modern insanın tarihinde şişen bilgi balonu bir big bang gibi patladı. Bunun sonucunda oluşan kaosta hızlı bir evrimi hissederek yaşıyoruz. Çevremizde bunun örneklerini fazlasıyla görüyoruz. Mesela bunların başında yapay zeka geliyor. Ayrıca soğuk savaşın sebep olduğu bir tehditle başlayan internetin bugün 3. versiyonu olan Web3.0’a geçiyoruz.

Web1.0’dan Web3.0’a nasıl geldik?

İçinde insan olan her işin bir zaman sonra amacından sapma olasılığı vardır. Her yenilik iyi niyetlerle başlasa da sonradan bir düzeltme yaşayacağı an geliyor. Bir zamanlar merkeziyetsiz başlayan internette böyle bir evrim geçiriyor.

İnternet, ilk zamanlarında sadece okunabilir özellikteydi. İnsanlar belli haber ve web sitelerini gezer ama bir etkileşime giremezdi. Soğuk savaş döneminde Sovyetlerin bir saldırısında bilgi alışverişinin kesilmemesi amacıyla tasarlanan bir sistem mimarisiydi. Ancak bunu tasarlayanlar, gelecekte makinelerle insan zihninin birleşebileceğine inanan idealist insanlardı. Bu sebeple interneti sınırlı bir azınlığın kontrolünde değil, halka dayalı, merkeziyetsiz bir yapı olarak düşündüler.

Tabi ki Web1.0 dediğimiz bu dönemde insanların internette olması için belli bir yetenek gerekiyordu. Bir web sitesi yapmak, kodlama ve bilgi gerektiren şeylerdi mesela. Sonuçta merkeziyetsiz olarak düşünülen sistem, belli bir bilgi birikimine sahip insanların kontrolüne geçti.

Web1.0’da değişim böyle başladı. İnternetle insanlara ulaşmak kolaylaştıkça yeni pazarlar ve yeni iş modelleri oluştu. Bu öyle bir duruma geldi ki, herkes her işi internetten yapabileceğini düşündü.

Web2.0’da ürün, insandır

İnternetin Web1.0 dönemi, 2001 yılında dot.com balonunun patlamasıyla sona erdi. Ancak o dönem internetin kitleselleşmesi, her eve bir bilgisayarın girmesini sağladı. Dolayısıyla sadece bir kaç web sitesini gezmek, kitlelerin ihtiyacına cevap vermedi. Sonuçta herkesin bir fikri vardı ve erişimin kolaylaşması, insanların kendini ifade edebileceği bir ortam yarattı. Böyle bir durumda muazzam miktarda verinin ortaya çıkacağı da belliydi. Bu içgörü, bugün de devam eden Web2.0 dönemini başlattı ve veriye dayalı iş modeliyle yepyeni bir dünya yarattı.

2001 krizinden sonra teknoloji şirketleri, kodlamayı bilmeden de herkesin katılım sağlayacağı ortamı yarattılar. İnsanların daha çok paylaşım yapması ve onları daha uzun çevrimiçi tutmak için neredeyse bütün ürünleri bedava sundular. Gmail, You tube ve Facebook’u kullanmak için bir ücret gerekmez mesela. Ancak bu durum, bizi ürün haline getirdi. Çevrimiçi kaldıkça daha fazla veri verdik ve kişisel bilgilerimiz bu platformların sunucularında birikti. Sonuçta merkeziyetsiz başlayan internet, tipik bir sürecin sonunda belli şirketlerin kontrolüne girdi diyebiliriz.

Bugün geldiğimiz noktada bu durum bizi tatsız bir duruma sürüklüyor. Hızla yükselen teknoloji karşısında çaresiz kalıyoruz. Böyle genişleyen bir teknoloji, bizim sınırlı yapımızı zorluyor. Oysa biz bunu kaldıracak şekilde evrimleşmedik. Örneğin birdenbire kendimizi hiç tanımadığımız bir arkadaş topluluğunun arasında bulduk. Milyonlarca kişi, kullandığımız anahtar kelimeye göre, sosyal medya algoritmalarının esnekliğiyle mesajlarımızı görebiliyor. Kendi yargılarımıza göre oluşturduğumuz düşüncelerimizi, bizden farklı gerçekliğe sahip milyonlarca insanın önüne serebiliyoruz. Bu kişisel bilgilerimizin gizliliğinin dışında başka sorunlara da sebep oluyor. İnsanların psikolojisi evriliyor ve bu süreçte özellikle gençlerin kaygı seviyesi yükseliyor.

Web3.0’a ihtiyacımız var

İnsanın idealizmi, tutkuları karşısında sürekli yenik düşüyor. Merkezi olmayan bir yapı istiyoruz ama bir yerde yetersiz kalıyoruz. Bir sorunu çözmek için ürettiğimiz teknoloji, kendi ekosistemini hemen oluşturuyor. Dünyada her zaman bir iş kolunda yetenek açığı olduğunu görürüz. Geliştirdiğimiz teknolojiler, onu besleyecek yeni teknoloji ve yeteneğe ihtiyaç duyar. Mesela internetin gelişmesi, siber dünya kavramıyla tanışmamıza neden oldu. Bu dünyada ki tehditler de siber güvenlik gibi yeni alanlar yarattı. Bugün dünyada çok büyük siber güvenlik uzmanı açığı var mesela. Üstelik her teknoloji, bir üst versiyonunu geliştirdikçe açık daha da büyüyor. Sonuçta yeni teknoloji şeffaflığı arttırdıkça katılım artıyor ve üretilen bilgi geometrik artmaya başlıyor. Böylelikle sindiremeyeceğimiz bir bilgi birikimi oluşuyor.

Teknoloji yetenek açığı
Teknoloji geliştirdikçe yetenek açığı daha hızlı büyüyor. Her teknoloji, kendini geliştirecek yeni teknolojileri üretiyor ve bilgi üstel olarak artıyor. Bunu karşılayacak insan kapasitesi sınırlı kalıyor. Kaynak: Dünya Eknolomik Forumu

Buna yine en güzel örnek internetin kendisidir. Merkeziyetsiz bir idealle başlayan internet, yazılım teknolojisini geliştirdi. Web1.0, özünde merkeziyetsiz olsa da yavaş yavaş kodlama yapabilen insanların kontrolüne girdi. Sonrasında Web2.0 ile başlayan dönemde katılım o kadar arttı ki, paylaşım ekonomisi, yapay zeka teknolojisini getirdi. Çoğalan bilginin dağıtım ve organizasyonunu yapay zekaya devrettik. Katılımın çoğalması sistemi daha merkeziyetsiz bir yapıya götürmüş gibi görünebilir. Ancak sistem, yapay zeka gibi bu muazzam veriyi depolayacak yetenek ve imkana sahip şirketlerin elinde tekelleşti.

Bugün internette yine yeni bir düzeltmeye doğru gidiyoruz. İnternetin demokratikleşmesi için buna ihtiyacımız var. Henüz konuşmak için çok erken olsa da interneti esas felsefesine kavuşturacak Web3.0’a geçiş yapıyoruz.

Web3.0’ın Web2.0’dan farkı nedir?

Web3.0, verilerin merkeziyetsiz bir şekilde saklandığı ve akıllı sözleşmeler sayesinde otomatik olarak yürütülen işlemlerin olduğu yeni nesil internettir. Bu da insanların verileri üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmasını ve daha güvenli bir dijital deneyim yaşamasını sağlar. Böylece sistem, kullanıcıların hangi kişisel bilgilerini paylaşmak istediğini anlamış olur.

Ancak her iki versiyon arasındaki farkları sayarsak Web3.0’ın da tanımını daha iyi yapmış oluruz bence

Birinci fark Web3.0’ın merkeziyetsiz olmasıdır. Bugün Web2.0’da her uygulama için ayrı bir kimlik oluşturmak zorundayız. Facebook’a girmek için oluşturduğumuz kimlikle instagrama ya da google uygulamalarına giremeyiz mesela. Oysa Web3.0’da tek bir kimlikle her uygulamayı ziyaret edebiliriz. Web3.0’da kişisel bilgilerimiz, Google veya Amazon gibi tek bir şirketin kontrolündeki sunucularda değil, binlerce hatta milyonlarca bilgisayarın oluşturduğu bir ağ olan blockchain üzerinde veya bu ağa bağlı depolama sistemlerinde saklanır. Bu sayede verilerimizi daha güvenli ve şeffaf bir şekilde yönetmiş oluruz.

İkinci özellik ise güvenilirlik ve izinsizliktir. Herhangi biriyle arada 3. bir kişi olmadan her türlü değer transferini yapabiliriz. Mesela bir havale için bir bankaya gerek duymayız. Noter gibi bir kurumun aracılığına gerek yoktur. Bunun yanında aradığımız bilgiyi bulduğumuz internet sitesinin çerez politikasını kabul etmeyebiliriz.

Web3.0’ı farklı kılan üçüncü özellik yapay zeka ve makine öğrenmesidir. Bu fikrin arkasında, bir ağın verileri insan gibi algılayabileceği, makinelerin bilgiyi insan gibi anlamlandırdığı daha akıllı ve sezgisel bir sistem yatar. Sistem, bunu doğal dil işleme yeteneklerinin yardımıyla gerçekleştirir. Mesela Türkiye’yi seviyorum demekle bunu Türkiye ve seviyorum kelimeleri arasına bir kalp emojisi koyarak ifade etmek arasında sözdizimi dışında bir fark yoktur. Ancak bu bizim için böyleyken makine için öyle değildir. Web3.0’da makine öğrenmesi, bunu semantik anlamayla aynı ifade olduğunu anlar. Böylece aramalarda daha az zaman harcayarak daha zengin sonuçlar elde edebiliriz.

Dördüncü ve son özellik de bağlantılılık ve her yerde bulunma özelliğidir. Web3.0’da insanlar her zaman ve her yerde internete erişebilir. Nesnelerin interneti ile yeni teknolojiler devreye girdikçe piyasada daha akıllı cihazlar göreceğiz. İnternete sürekli bağlı bu cihazlar, bilgisayar ve akıllı telefonlarla sınırlı olmayacak.

Web3.0, blockchain sistemini temel alır

Web3.0, henüz gelişmekte olan bir teknoloji. Ancak olgunlaşırsa bizi sadece kişisel değil, toplumsal olarak da çok etkileyeceğini söyleyebiliriz. Öyle ki sadece teknoloji değil, aynı zamanda toplumun işleyişini kökten değiştirecek bir paradigma kayması yaratır. Örneğin akıllı sözleşmeler sayesinde, güvenilir ve şeffaf bir şekilde dijital anlaşmalar yapabiliriz. Bunun yanında kişisel verilerimiz üzerinde daha fazla kontrol sahibi olabiliriz. Ayrıca blockchain teknolojisi, verilerin merkezi bir otoriteye bağlı olmadan güvenli bir şekilde saklanmasını sağlar. Bu sayede, kişisel bilgilerimizin hangi amaçla kullanılacağına biz karar vermiş oluruz.

Bu anlamda Web3.0’ın gelişmesi, bağlı olduğu blockchain teknolojisinin gelişmesine bağlıdır diyebiliriz. Bu sebeple blockchaine kısaca değinmemiz lazım.

Blockchain: Merkeziyetsiz dünyaya açılan kapı

Bir toplumun ekonomik yapısının temelinde, mal ve hizmetlerin takas edilmesini sağlayan para yer alır. Ancak bir değişim aracı olan para sadece ekonomik yapıyı şekillendirmez. Toplumun sosyal ve yasal yapısının oluşumunu da etkiler. Örneğin, akıllı sözleşmeler, otomatik ve şeffaf anlaşmalarla hukuk sistemlerinde yeni bir paradigma yaratır. Oysa geleneksel finans sistemlerindeki merkezi otoriteler, paranın üretimi ve dolaşımı üzerindeki kontrolü elinde tutar.

Blockchain teknolojisi, bu merkezi otoritelere olan ihtiyacı azaltır. Daha şeffaf, güvenli ve herkese açık bir değişim ortamı sunar. Böylece blockchain, sadece yeni bir para birimi değil, aynı zamanda ekonomik sistemlerin temel yapısını yeniden şekillendiren, merkeziyetsiz bir finansal ekosistemin yani Web3.0’ın temel taşlarından biri haline gelir. Sonuçta blockchain, insanların Web2.0’la elinden alınan verileri üzerindeki kontrolünü yeniden kazanmasını sağlayan bir teknolojidir. İnternetin aslını niteleyen merkeziyetsiz ve açık yapıya yeniden dönmesi anlamına gelir bu.

Web3.0 ile blockchain arasında nasıl bir ilişki var?

Web 3.0 ile blockchain arasındaki ilişkiyi biraz daha somutlaştıralım.

Merkeziyetsiz web, blok zincirler, düğümler, kripto para ve kripto cüzdanlar gibi yeni teknolojilerle mümkün hale geldi. Bu teknolojiler yavaş yavaş web2.0’ın yerini alıyor. Blockchain, bir merkezi otoritenin dışında, ağ katılımcılarının fikir birliği oluşturabildiği yeni bir sistemdir. Yaşanabilir bir dünyanın para üzerine kurulduğu fikrinden yola çıkarak, eğer merkeziyetsiz bir finans oluyorsa bunun üzerine merkeziyetsiz bir dünya da kurulabileceği fikrinden gelir. Bu bağlamda Web3.0, uygulamaların, çevrimiçi hizmetlerin, hatta finansın artık merkezi bir otoriteye ihtiyaç duymadığı merkezi olmayan internet olarak ortaya çıkar. Böylece Web2.0’da olduğu gibi kullanıcı tek bir kullanıcıya bağlanmaz. Onun yerine blockchain ağları üzerindeki site ve uygulamalara bağlanır. Bugün Facebook ya da Google’da yaşadığımız erişim kısıtlaması, merkeziyetsiz yapıda mümkün değildir.

Merkeziyetsiz web ile blockchain arasındaki temel ilişkiyi Web3.0’a girerken de görürüz. Merkeziyetsiz internette yapacağımız etkileşimler için bir kripto cüzdana ihtiyacımız vardır mesela. Bunun nedenini şöyle açıklayabiliriz. Eğer bir blok zincirinde kripto para olmasaydı, onu zincir yapacak ağa katılımlar yani düğümler olmazdı. Kripto paraları bir nevi blok zincirinin ödülü yani finansal teşviği gibi düşünebiliriz. Bloktaki bu değeri saklamak için de en iyi yöntem bir cüzdan sahibi olmaktır. Bu sebeple Web3.0’da etkileşimde bulunmak için kripto cüzdanımızın yani değerimizi taşıyan bir varlığımız olmalı. Böylece Web3.0’da bir siteye girmek ve uygulamaları gezmek için ihtiyacımız olan pasaportu kripto cüzdan ile sağlarız. Ancak bu pasaport bir devletin bize verdiği ve üzerinde onun hükmü olan değerli bir evrak değildir. Aksine üzerinde bizim egemenliğimizin olduğu benzersiz bir kimliktir.

NFT: Fiziksel varlıkların dijital dünyadaki temsili

Blockchain teknolojisi, güvenli ve şeffaf bir şekilde dijital verilerin kaydedilmesini sağlar. Bu teknoloji sayesinde, kripto para birimleri gibi dijital varlıklar güvenle alınıp satılabilir. Peki, blockchain teknolojisinin bu benzersiz özelliklerini nasıl daha somut bir şekilde görebiliriz? İşte burada NFT’ler (Non-Fungible Token) devreye girer. Bunu Türkçeye “Değiştirilemez Dijital Varlıklar” olarak çevirebiliriz.

NFT’ler, dijital sanat eserleri, müzik parçaları, koleksiyonluk eşyalar gibi herhangi bir dijital içeriği benzersiz bir token haline getirerek, bu içeriklerin sahipliğini ve orijinalliğini kanıtlar. Bu sayede, sanatçılar eserlerinin telif haklarını koruyabilir ve dijital varlıklar için yeni bir pazar oluşabilir.

NFT ler benzersiz varlıkları temsil eder ve içeriği değiştirilemez. Sadece bize ait olan bu bilgiyi her zaman kanıtlayabiliriz. Mesela uçuş bilgilerimizde hangi koltuk ve sıranın bize ait olduğu net bir şekilde bellidir. Uçak biletini, onun dijital eşdeğeri olan NFT’yle oluştururuz.

NFT’yi daha iyi anlamak için bir kaç örnek daha verelim. Mesela internetten satın aldığım bir ayakkabıyı düşünelim. Satın aldığım firma, bir ayrım gözetmeksizin binlerce ayakkabı arasından bana bir tane gönderecektir. Binlerce ayakkabı benim için değiştirilebilirdir. Birini beğenmezsem başkasıyla değiştirebilirim. Ancak satın alıp giyindiğimde o artık bana aittir. Tüm dünyada ondan bir tane vardır ve o da benim mülkiyetimdedir. Artık değiştirilemez benzersiz bir varlıktır. Onunla aramda duygusal bir bağ vardır ve ona dokunan bana dokunmuş olur. Neticede değiştirilemez olan şeyler daha değerlidir.

Gayrimenkul gibi fiziksel bir varlığı da tokenlaştırabiliriz. Bu fiziksel değerin dijital temsilini bir sertifika ile göstermiş oluruz. Bunun yanında Web2.0’da .com olarak bildiğimiz domainler, Web3.0’da .crypto ya da .eth gibi NFT’ler olarak karşımıza çıkar. Kısaca her türlü dijital varlık bir NFT’dir diyebiliriz.

Bu bağlamda her şey tokenlaştırılabilir. Fiziksel ya da dijital her şey NFT ile bir değere dönüşebilir. Twitter’ın kurucusu Jack Dorsey’in ilk tweeti 3 milyon dolara satıldı mesela. NBA’de yaşanan küçük anlar yüzbinlerce dolara satılıyor. Varlıkların değerini belirleme şeklimizin teknolojiyle nasıl değiştiğinin çok güzel örnekleridir bunlar. Daha doğrusu, psikolojimizin nasıl evrildiğini gösteren kanıtlardır.

NFT geliri istatistiği
NFT’lerden elde edilen gelirin 2024 yılında 680 milyar doların üzerinde olması bekleniyor. Kaynak: Statista

Blockchain, dijital para birimlerinin güvenli bir şekilde dolaşımını sağlarken, NFT’ler dijital varlıkların benzersiz bir şekilde tanımlanmasını ve takas edilmesini sağlar. Bu durum bize çok daha büyük hayallerin gerçekleşebileceğini gösteren mantıklı bir çerçeve çizer aslında. Bahsettiklerimiz ışığında bugün evrende olan her şeyi tokenlaştırıp finansallaştırabileceğimiz anlamı çıkıyor. Bunun önünde mantıksal hiç bir engel yok.

Hayalleri konuşuyor gibi görünebiliriz ama bu sektöre milyarlarca dolar yatırım yapıldığını bilmeliyiz. Mesela NFT’lerin popülerleşmesiyle birlikte, dijital varlıkların sahipliği ve ticareti konusunda yeni bir dönem başladı. Sanal dünyalar daha da gelişerek Metaverse’e evrilmesine zemin hazırladı. NFT teknolojisinin bir adım ötesinde Metaverse, tamamen sanal ve etkileşimli bir evren olarak karşımıza çıkar.

Metaverse, geleceğimiz olabilir mi?

Tıpkı internetteki düğümlerin birbirine kablolar veya kablosuz bağlantılarla bağlanması gibi, metaverse’teki avatarlar da sanal bir ağ aracılığıyla birbirine bağlıdır. Bu bağlantılar, avatarların gerçek zamanlı olarak iletişim kurmasını, oyun oynamasını, ticaret yapmasını ve daha birçok aktivitede bulunmasını sağlar. İnternetteki düğümler arasında veri akışı olduğu gibi, metaverse’teki avatarlar da sürekli olarak veri alışverişi yapar. Bu veriler, avatarların görünümünü, hareketlerini, konuşmalarını ve diğer tüm etkileşimlerini içerir. İnternet gibi, metaverse de merkezi bir sunucuya bağlı değildir.

Avatarlar, dağıtık bir ağ üzerinde bulunur ve bu sayede daha güvenli ve dayanıklı bir sistem oluşur. İnternete bir bilgisayar veya akıllı bir cihazla dünyanın her yerinden erişebildiğimiz gibi, Metaverse’e de herhangi bir cihaz, mesela VR gözlüğü ya da akıllı bir telefon aracılığıyla erişebiliriz.

Matrix, ilk vizyona girdiği zamanlarda belki filmin ne demek istediğini o dönem anlayamadık. O zamanlarda zihnimiz bugüne göre sınırlıydı. Oysa teknoloji sanal dünyayı somutlaştırdıkça, başta da söylediğim gibi zihnimizin soyut düşünme yeteneği arttı.

Filmde Neo’nun bağlandığı dünya, bizlere metaverse kavramının gelecekte nasıl bir hâl alabileceğinin ilk sinyallerini vermişti. Bu sanal evrende yaşanan deneyimler, bugün gelişmekte olan metaverse projelerinin temelini oluşturuyor. Peki, Matrix’teki bu distopik dünyadan ilham alan metaverse, gerçekten de geleceğimiz mi? Zihnimizi bir metaverse’e aktararak farklı bir hayat deneyimi yaşayabilir miyiz?

Evet, insanlar sanal alemde Metaverse’le kendilerine bir avatar yaratarak sosyalleşebilir, eğlenebilir hatta alışveriş bile yapabilir. Kendilerine sürükleyici bir çevrimiçi dünya yaratabilirler. NFT’ler, dijital varlıkların sahipliğini belirlerken Metaverse, bu varlıkların kullanıldığı sanal bir topluluk deneyimi sunar.

“Matris, sana sahip”. Bu ikonik replik, sadece bir filmin değil, aynı zamanda metaverse kavramının da kapılarını aralamıştı. Matrix’teki sanal dünya, bizlere gerçeklik ve sanal gerçeklik arasındaki çizgilerin ne kadar ince olabileceğini göstermişti. Günümüzde bu çizgiler gittikçe bulanıklaşıyor ve metaverse, bu bulanıklık içinde bize yeni bir dünya vadediyor.

Filmin başında Neo’nun Matrix’e hapsolduğunu ve gerçekliğin aslında bir illüzyon olduğunu anlamaya başladığı ilk işaretlerden biri bu sahneyle veriliyor. Bu sahne bize, Matrix’in kontrolü altındaki bir dünyayı ve gerçeklik kavramını sorgulatıyor.

Metaverse bir illüzyon mu?

Kendi avatarımızı sanal dünyada yaratabileceğimiz bize hala illüzyon geliyorsa, bu dünyanın da bir simülasyon olmadığını söyleyebilir miyiz? Eğer metaverse bir illüzyonsa neden sanal coine sahip milyonlarca insan Metaverse’den arazi satın alıyor? Neden “Metaverse Gayrimenkul İstatistikleri” yayımlanıyor?

Bize gerçek görünen dünyayı yaşadığımız deneyimlerle yaratırız. Bilincimiz, algıladığımız verilerin zihnimizde işlenmesiyle oluşur. Bugün metaverse gibi teknolojilerle yeni veriler kazanıyor ve yeni bir bilinç oluşturuyoruz. Tıpkı internetin zamanla daha hızlı, güvenli ve kapsamlı hale gelmesi gibi, metaverse de sürekli gelişerek yeni özelliklere ve imkanlara kavuşacaktır. Bugün sanal olan dünyanın gelecekte hissettiğimiz gerçek dünya olmaması için önünde mantıksal hiçbir engel yok. Avatarlarımızın yapay zeka ile güçlendiği ve kendi kararlarını alabildiği bir Metaverse’ü neden hayal etmeyelim?

Web3.0, merkeziyetsizliği, blockchain teknolojisini ve kripto paraları ön plana çıkaran bir internet vizyonu sunuyor. Metaverse de bu vizyonla uyumlu bir şekilde gelişmesine devam ediyor.

Web3.0 mümkün mü?

Web3.0’ın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği tartışılan bir konu. Aslında buna her yeni teknolojinin başlangıç safhasında yaptığımız tartışmalar diyebiliriz. Sonuçta insan bunu konuşmaya başladıysa gerçekleşme ihtimali yüksektir.

İnternetin ilk başladığı ve yapay zekanın konuşulmaya başladığı dönemlerde de bu tartışmalar yapıldı. Hatta bir adım ötesi, bu konuşulmaya başladıysa yakında konuşacağımız yeni bir teknoloji var demektir. Daha açık anlatmak gerekirse konuştuğumuz şey, her yeni teknolojide olduğu gibi, onun getirdiği, ufuktaki yeni belirsizliktir.

Ancak Web3.0’ın önündeki zorlukları da görmezden gelmeyelim. Mesela yeterli bilgisayar gücü, bant genişliği ve depolama alanı olmadığı için merkeziyetsiz internetin soyut kalacağı yönünde düşünenler var. Bu durum bir enerji sorunu da yaratıyor. Öyle ki yapay zeka ve blockchain teknolojileri ayrı ayrı bir ülkenin harcadığı elektriği tüketiyor. Yapay zeka veri merkezleri en büyük enerjiyi eğitim sürecinde harcıyor. Sürekli çoğalan veriyi işlemek için ihtiyaç duyulan GPU gücü bir gölü kurutabiliyor mesela. Blockchain teknolojisinde gece gündüz küçük hesaplamalar yapan milyonlarca bilgisayar hiç durmadan çalışmak zorunda. Bunların ikisinin birleştiği bir teknolojide Web3.0’ın şimdilik soyut kalması gayet normal.

Twitter’ın kurucu ortağı Jack Dorsey, Web3.0’ı farklı bir etikete sahip merkezi bir varlık olarak adlandırdı. Bu işe gerçekten emek veren geliştiriciler Web 3.0’ın temel blok zincir yapılarının çok güvensiz, vaat edildiği gibi merkeziyetsiz olmadığını söylüyor. Aslında bunlar önceki teknolojiler kadar merkezileşmiş durumda.

Bazıları da Web 3.0’ı kritik bir yapı taşı olarak görüyor. Bugün merkeziyetsiz internete 100 milyar doların üzerinde yatırım yapılmış durumda ve bu artma eğilimi gösteriyor.

Sonuç

Bugün yapay zeka gibi Web3.0 ve diğer tüm teknolojieri bebek teknoloji olarak görebiliriz. Kendi çocuklarımızı nasıl yetiştirdiğimizi hatırlayalım. Bugünden geçmişe baktığımızda ne zorluklar yaşadığımızı anımsayalım. Peki büyümüş olmalarına rağmen kendimizi rahat hissediyor muyuz? Onlar ne kadar büyüse de bizim için her zaman çocuktur. Ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar eksik kalan bir tarafları bizim için her zaman olacak.

Bir teknolojinin mümkün olup olmadığını her zaman tartışacağız. Ancak bunu, zihnimiz ne kadar gelişirse gelişsin yine de hayallerimizin gerisinde kalan bir zihinle yapacağız.

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.