Kadın Oyuncular Neden Daha Az Kazanıyor?
Cinsiyet ayrımcılığı, geçmişte oluşan yapının çok katı olmasından ileri geliyor. Sinema dahil hayatımıza etki eden tüm kurumlar erkek egemen bir dünyanın yansıması. Bu da bütün kurumların ve yasaların erkek bakış açısıyla düzenlenmesine, hemen her konuda farkın erkekler lehine olmasına yol açıyor.
Teknoloji ile bilginin hızla birikip serbest kalması artık bu yapıyı yavaş yavaş çözüyor ama bu süreç yine de biraz sancılı oluyor. Kadınların sesi artık daha çok çıkıyor. Onlar konuştukça sosyal ve ekonomik hayattan daha fazla pay alıyor ama yine de gidecek daha uzun bir yol var. Mesela erkeklerle aynı işi yapan kadınlar hâlâ aynı ücreti alamıyor.
Kadın ve erkek arasındaki ücret eşitsizliği her zaman vardı ama ben bu durumun belli sektörlerle sınırlı olduğunu düşünürdüm. Mesela sinema sektöründe böyle bir ayrımın olacağı hiç aklıma gelmezdi. Kadınların erkekler kadar pazarlık edemedikleri söylense de bu işi profesyonel menajerler vasıtasıyla yürüttükleri için bunun böyle olamayacağını tahmin ediyordum. Ancak severek takip ettiğim ve verilerle konuşan Stat Significant‘dan Daniel Parris’in yazısından sonra durumun genelden çok da farklı olmadığını anladım. Bu sebeple ben de bu hafta bu konuya değinmek istedim.
Kadınların neden daha az ücret aldığını biraz araştırınca sektörün erkek egemen yapısı karşımıza çıkıyor. Herhalde tüm eşitsizlik de buradan kaynaklanıyor.
Sektörü sürükleyen Hollywood olduğu için konuyu onun üzerinden tartışalım. Böyle yapalım çünkü sinema endüstrisinde Hollywood’un belirleyici etkisi bize küresel bir perspektif sunabilir. Böylece, diğer sinema endüstrilerinin de karşılaştığı benzer zorlukları daha iyi anlayabiliriz.
Ücret eşitsizliğinde muhtelif sebepler
Hollywood’daki ücret dengesizliği bugünün sorunu değil. Rollerin dağılımından oyuncu seçimi kararlarına kadar cinsiyet ayrımcılığı zihinlere gizlice yerleşmiş durumda. Öyle ki, Meryl Streep ve Natalie Portman gibi yıldızlar onlarca yıl bu konuda mücadele verdi. Ancak yine de başarılı olamadılar çünkü değişime karşı kuvvetli bir direnç var.
Buna sebep olan birçok faktör sıralayabiliriz. Bunlardan biri, aksiyon filmleri ve hasılat rekorları kıran filmlerin gişeye hakim olması. Bu filmlerin baş kahramanları da erkekler olunca ücretlerde aslan payını onlar alıyor.
Bunun sonucunda stüdyolar, erkekleri daha yatırım yapılabilir ve risksiz görüyorlar. Ancak erkekler daha pazarlanabilir olsa da aradaki farkı bu sebepler yine de açıklayamıyor.
Sinema endüstrisi, kurulduğu günden beri erkek egemen yapıya sahip. Bu durum, kadınların sektördeki konumlarını ve kazançlarını doğrudan etkiliyor. Yapımcılar, kadınların belirli rollerde ve konularda daha başarılı olacağı yönünde bir beklentiye sahip olabilir.
Erkeklere yönelik filmlerin daha geniş kitlelere ulaşması için büyük bütçeler ayrılarak yoğun tanıtım kampanyaları yapılıyor. Bu da kadınların başrolde olduğu filmlerin gişe başarısını olumsuz etkiliyor.
Sinema endüstrisinde güçlü bir ağa sahip olmak, başarıya ulaşmak için çok önemli. Beklentilerin bu yönde olması, erkeklere nazaran kadınların bu ağlara erişimini sınırlıyor. Bunlar, kadınların daha az rol almasına ve az kazanmasına neden olan güçlü sebepler.
Beklentiler kadınları zorluyor
Hatırladığım çoğu filmde kurgu genelde erkeğin çevresinde tasarlanmıştır. Bir western filmi ya da bir aşk filmi de olsa kadınların baskın olduğu filmler azdır. Erkekler kadar kadın izleyicilerin de erkek karakterden beklentileri daha yüksektir.
Erkek aktörlerin izleyiciyi sinemaya çekme potansiyeli kadına göre daha fazladır. Kült filmleri dahi daha çok erkek karakterle hatırlarız. Bugün bile “Rüzgar Gibi Geçti” filminde aklımıza Clark Gable’ın şimşek hızında gelmesi ama Vivien Leigh için biraz düşünmemiz, erkek karakterlerin kitlenin hafızasında daha iyi kaldığını gösterir. Zaten o dönemde, belki de hâlâ, yapımcı ve yönetmenlerin akıllarında erkek aktörün belli ama kadın aktrisin bulanık kaldığını söyleyebiliriz.
Benim aklımda kalan bir başka örnek de1978 yılında çekilen “Grease” müzikalidir. Yapımcıların kafasında John Travolta garantiyken onun yanındaki kadın oyuncunun uzun süre belli olmadığını eleştirilerde okumuştum. Sonuçta yapımcılar, kariyerinin başında ve henüz tanınmayan Olivia NewtonJohn’u, Travolta’nın yanında kadın oyuncu olarak seçti. Ancak ben yine de John Travolta için filmi izlemeye gittim.
Oysa Hollywood’un altın yıllarından önce sektöre baktığımızda durumun başlangıçta hiç de bugünkü gibi olmadığını görüyoruz. O dönem sektör, kadın katılımcıların yüksek olduğu bağımsız sinemacılardan oluşuyordu. Mesela 1910 ve 1920 yılları arasında kadın aktrisler rollerin %40’ını oluşturuyordu. Filmlerin %20’sini kadınlar yazarken %12’sini yine kadınlar üretiyordu. Ne zaman ki stüdyo sistemi egemen oldu, bu rakamlar rol paylaşımında yarıya, diğerlerinde ise neredeyse 0’a düştü. 1915-20 arasında sektör, bağımsız film yapımcılarından erkeklerin yönettiği Warner Bros, Paramount, MGM, Fox ve RKO’nun her şeyi kontrol ettiği kurumsal yapıya geçti.
Sayılarla Konuşan Eşitsizlik
Sektörde bugün yaşanan ayrımcılığı daha da somutlaştırmak için biraz rakamlardan bahsetmemiz lazım. Yapılan bir araştırmada 2002’den beri en çok hasılat yapan 100 film incelendiğinde durumun özetini görebiliyoruz. Mesela konuşan rollerdeki kadınların yüzdesi, 2022’de %37’den 2023’te %35’e düşmüş. Ancak rollerdeki kadın karakterlerin sayısının %38 ile aynı kaldığını görüyoruz. Baş kahramanların kadın olduğu filmlerde ise 2022’de %33 olan oran 2023’te %28’lere inmiş. Konuşan rollerin %77’sini erkekler oluşturmuş.
Araştırmada ilginç bir detay da kadınların erkeklere göre daha genç olması. Mesela kadınların %33’ü 30’lu yaşlarındayken sadece %15’i 40 ve üzeri yaşta olmuş. Oysa erkekler %28 olan 40’lı yaşlarını 50’li yaşlarına kadar düşürmemişler. Bunun doğruluğunu bir örnekle açıklayabiliriz. Mesela “Mission Impossible 8” filminde 62 yaşında olan Tom Cruise, Ethan Hunt karakterini hâlâ canlandırmaya devam ederken çevresinde 30’lu yaşlarda farklı kadın oyuncuları görüyoruz.
Bir başka örnek olarak “James Bond” serisini gösterebiliriz. Bu seriyi takip edenler sabit kalan iki şeyi çok iyi hatırlar. Birincisi, değişmeyen aynı olgun erkek aktör, ikincisi de değişmeyen herhangi bir genç kadın oyuncu. Bugüne kadar çekilen filmlerde 6 aktör “007 James Bond” rolünü üstlendi. Sean Connery, George Lazenby, Roger Moore, Timothy Dalton, Pierce Brosnan ve bugün emaneti devralıp “James Bond” karakterini yaşatmaya devam eden Daniel Craig. Belki de seri, bir erkek kahramanın serüveni olduğu için bir istisna olarak görülüyordur ama kadın karakterlerin devamlı genç kaldığını belirtmemiz lazım.
Erkekler genç kadın görmek istiyor
Yaşlanan kadın aktrislerin neden iş yapamadığ hakkında farklı sebepler olabilir. Mesela, her iki cinsin aşk ve cinselliğe farklı baktıklarını söyleyebiliriz. Kadınlar olgun ve yaşlı bir erkeği çekici bulsa da erkekler karşılarında her zaman genç kadın görmek istiyor. Hollywood’un iç dinamikleri de bunda etkili olabilir. Erkek bakış açısının hakim olması, yaşlı kadınlara uygun yapımların az olmasına sebep olabilir. 60 yaş üstü kadınların, tüm kadın karakterlerin sadece %7’sini oluşturduğunu göz önününe alırsak bunda haklılık payı var diyebiliriz.
Ne var ki kadın yönetmen ve yazarların olduğu filmlerde başrol ve konuşan karakterlerde daha fazla kadının yer alması, konunun aslında bir algılamadan başka bir şey olmadığını gösteriyor.
Kadın yönetmen sayısı düşse de her şey çok güzel olacak
ABD’de 2023 yılında kadın yönetmen sayısı aynı kalsa da son 4 yılın en düşük seviyesinde kaldı.
Ancak bu durum güzel şeylerin gerçekleşmesinin önünde bir engel oluşturmadı . Örneğin kadın yönetmenlerin azaldığını gösteren bu çalışmanın ardından 100 yıllık Oscar tarihinde En İyi Film adaylığının 3 kadın yönetmene gitmesi oldukça anlamlıdır. Üstelik senaryoda ödül, aralarında Christopher Nolan’ın yönettiği “Oppenheimer” ve Martin Scorcese’nin araştırmacı draması “Killers of the Flower Moon” filmlerinin de yer aldığı 7 film arasından Triet’in sürükleyici hukuk gerilim filmi “Anatomy of a Fall”‘a gitti. Bu önemliydi çünkü bu kategoride aday gösterilen tek kadın yönetmendi.
Avrupa’da durum daha iyi
Her ne kadar kadınlar açısından sektöre katılım yetersiz kalsa da Avrupa’daki durumun Amerika’dan iyi olduğunu söyleyebiliriz. Kadınlar hala iş gücünde büyük ölçüde temsil edilemese de uzun metrajlı film yönetmenlerinin %26’sını oluşturuyorlar. Kadın senaristlerin ve yapımcıların oranı ise %29 ve %35 ile yine Amerika’nın önünde. Ancak yine de kadın profesyonellerin oranı Avrupa genelinde yavaş ilerlemeye devam ediyor. Özellikle cinsiyet farkının en belirgin olduğu görüntü yönetmenleri ve besteciler, profesyoneller arasında %10 ile oldukça düşük seyrediyor. Öyle de olsa kilit pozisyonlardaki kadınların, ekip halinde ve erkeklerle çalışma olasılıkları daha yüksek.
Tüm ekip rolleri dikkate alındığında, kadın profesyonellerin en fazla yer aldığı film türü belgesel oldu. Kadınların belgesellerde güçlü olduğu görülüyor. Anlatı konusunda kadınların üstünlüğü burada öne çıkıyor. Ayrıca bir kadın yardımcı yönetmenin olduğu bir filmde çalışan kadın oranı da yükseliyor.
Avrupa’da bu alanda cinsiyet eşitsizliği sorununu çözen ülkeler olarak İsveç, Norveç ve İsviçre öne çıkıyor. Bu ülkeler hem kadın yönetmen yetiştirmekte hem de bunu kuşaklara taşıma kabiliyetini kazanmış durumda.
Ülkemiz, kadın film yönetmenlerinin genel oranları açısından Avrupa ortalamasının çok altında kalıyor. Böyle de olsa araştırma, genç kadın yönetmenlerin daha çok olduğuna işaret ediyor.
Ancak, bu durum devlet politikalarından daha çok genç film yapımcılarının ve yerel yönetimlerin katkılarıyla oluyor. Bu da kurumsallaşmada yetersiz kaldığımızı gösteriyor.
Bağımsız sinema, sinemada bakış açısını zenginleştiriyor
Bağımsız sinema, çeşitli sesleri sinemaya taşıması açısından çok önemli. Bildiğimiz ana akım sinemanın dışında dışlanmışların, sesini yeterince duyuramayanların temsil edilmesi sinemayı zenginleştirir. Herkesin bir hikayesi vardır ve sinema bu hikayeleri izleyebileceğimiz en iyi görsel sanattır. Sinema, farklı deneyim ve kültürleri de tanıyabileceğimiz bir hikaye anlatıcısıdır ve bunu da bağımsız filmlerle daha iyi yapar.
Bu bağlamda bağımsız sinemayla kadın bakış açısını da böylece yakalayabiliyoruz. Nitekim Amerika’da bağımsız sinemacılar adına yapılan bir araştırma, kadın yönetmenlerin sayısında artış olduğunu gösteriyor. Amerika’da 20 büyük festivalde gösterilen 754 uzun metrajlı filmde kadın yönetmenlerin oranı, bir önceki yıl 6’ya 10 iken bugün 7’ye 10 oldu. Kadınların belgesellerde çok başarılı olduğu konusunda neredeyse herkes hemfikir diyebiliriz. Böylelikle sektör, 2008’den bu yana ilk kez yönetmenlerde cinsiyet eşitliğine ulaşmış oluyor.
Kilit ekip pozisyonları olan yönetmenler, yazarlar, yapımcılar, yönetici yapımcılar, editörler ve görüntü yönetmenleri dahil kadınlar belgesellerde %44 ,anlatı filmlerinde de %35 paya ulaştı. Burada da kadınların yönettiği filmlerin sahne arkası rollerinde kadın sayısının yüksek olduğunu görüyoruz. Mesela kadınların yönettiği filmlerde görüntü yönetmenlerinin %30’u ve editörlerin %48’i kadınken, bu oran erkeklerde sırasıyla %12 ve %22 oldu.
Bağımsız filmlerde çalışan kadın sayısı çoğaldıkça hasılat yapan filmlerde çalışan kadınların sayısının da yükseldiğini söyleyebiliriz.
Sinema okullarıyla sektöre erkekler galip, kadınlar mağlup başlıyor
Bir eşitsizliği gidermek, arkadan gelenlerin beslemesiyle olur. Sinemaya ne kadar çok kadın ilgi duyarsa kamuoyunun konuya dikkati de o kadar yoğun olur. Bunu kadınlar sporda başardı mesela.
Eğer kadınları filmler değil de sektör geride bırakıyorsa bundan kadınların korkmaması lazım. Yapılan işler iyi olduğu müddetçe sorun yok çünkü baktığımızda durum öyle görünüyor. Sonuçta yetenek, statükoyu en sonunda yener. Tarihin seyrinde her dönüşüm böyle gerçekleşmiştir. Bir zamanlar yeni olan şimdiki egemen kurumlar da dönemin statükosuna karşı böyle bir mücadele vermiştir.
Alıştığımız düzen, akşam yatıp sabah kalktığımızda değişmez. Biraz zaman ve çaba gerekir. Eski, yeniye her zaman direnir ama en sonunda hakim pozisyonlar değişir. Bunu bir güç mücadelesi olsun diye söylemiyorum ama kadınların işine odaklanıp onu parlatarak bu gücü almasından bahsediyorum. Neticede işin doğası budur..
Lakin bunun o kadar kolay olmadığını da kadınların bilmesi lazım. Mesela sektörü besleyen sinema okullarında yoğun bir yıpratma savaşının olduğunu yayınlardan takip edebiliyoruz.
Erkek öğrenciler genellikle tatmin olmuş bir şekilde film okulundan ayrıldığını söylüyor. Buradan da sinema okullarında onların dünya görüşüne uygun bir eğitimin olduğunu anlıyoruz. Bu sebeple erkeklerin sinema okullarında daha hoş karşılandığı ve fikirlerini daha çok duyurdukları bir ortam olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla sektöre daha güvenli adım atıyorlar. Kısacası mücadeleye önde başlıyorlar.
Oysa kadınlar, bunun tam aksine film okulundan genelde moralsiz, ve kafası karışmış bir şekilde ayrılıyorlar. Okula başladıktan sonra sektörde başka işlerin de onlara uygun olduğu gibi telkinlerle karşılaşıyorlar. Tutunacakları bir rol model genelde olmuyor. Böylece umutla başladıkları okuldan ya ayrılıyor ya da çok az kısmı bu zorlukların üstesinden gelebiliyor. Sinemayı besleyen bu okullardan gelenlerin film eleştirileri de erkek zevk ve beğenisini yansıtıyor.
Erkek eleştirmenler izleyiciyi yönlendiriyor
Sinema bir platform. Demek istediğim ortaya çıkan işin kaliteli olması, birbirini etkileyen birçok faktörün uyumlu olmasına bağlı. Sonuçta sadece yönetmenlerin ya da oyuncuların kadın olması ayrımcılığı bitirmiyor. Bir filmin başarısı gişede belli oluyor ve izleyiciyi sinemaya yönlendiren birçok faktör var. Bunların arasında eleştirmenler de önemli bir yer tutuyor.
Başkalarının aklına, özellikle uzmanlarınkine güveniyor ve algılarından etkileniyoruz. Bir alışveriş yapmadan önce bile satın almak istediğimiz ürünün kaç yıldız aldığına, satıcı firmanın memnuniyet anketlerine bakarız. Kaldı ki bu sinemada daha fazladır. Filme gitmesek bile filmlerin eleştirisi televizyonda ya da yazılı medyada karşımıza bir şekilde çıkar. Üstelik film eleştirisinin, kendi yorumlarımızı katarak filmin yayılmasına katkı sunduğumuz bir yönü vardır. Sonuçta satın aldığımız bir üründen farklı olarak sinemanın bizi de ilgilendiren yaşamla ilgili bir tarafı vardır. Bu sebeple sinema, ilgi alanımız dışında olsa da bizi konuşturur.
Bu bağlamda önyargılarımızla hareket ettiğimiz bir gerçek. Otoriteyi severiz ve otoritenin önyargılarını da kolaylıkla benimseyebiliriz. Sinema eleştiri sektörünün egemenliği de yine erkeklerde olunca izlediğimiz filmlerde erkek bakış açısının hakim olması çok normal. Mesela 2018 yılında incelenen filmlerin eleştirisinin %71’ini erkeklerin yapması, kadın başrol oyuncuları ve yönetmenlerin filmlerinin başarısını mutlaka etkilemiştir.
Eleştirmen olmak da erkeklerin onayına bağlı
Korku, komedi, dram ya da animasyon, hangi türde olursa olsun üretim erkek bakış açısına göre olacak demektir bu. Buna bir de renk ayrımını eklersek eleştirilerin, üretimin kapsamını ne kadar daralttığını görebiliriz. Tüm eleştirilerin aynı tonda ve bakış açısıyla yapıldığını düşünün. Filmi izlemeye giderken neyle karşılacağınız hakkında sizde de bir önyargı oluşmaz mı? Öyle ki gitmeyi düşündüğünüz filme gitmeyebilirsiniz ya da düşünmediğiniz halde izlemek de isteyebilirsiniz.
Peki sinema eleştirisi bu kadar önemliyken kadın eleştirmenler neden az? Eleştirmen olmak zor, üstelik kadınsanız daha zor. Yön veren bir eleştirmen olmak için belli şartları yerine getirmek gerekiyor. Sinema dünyasının en etkili eleştiri yayını Rotten Tomatoes’da bir yer bulmanın kriterleri oldukça yüksek mesela. Bu da kadınların, zaten erkeklerin egemen olduğu bir alana katılma çabalarına daha da fazla sınırlama getiriyor. Ayrıca bu durum, mümkün olan en geniş kitleye ulaşan incelemelerin genellikle erkekler tarafından yazıldığı anlamına geliyor. Böylece işe alımlarda da bir eşitsizlik doğuyor. Bunun sonucunda en önemli Hollywood yıldızlarıyla önce kimin görüşeceği de belirlenmiş oluyor.
Kadınların çifte sıkıntısı: Ekran ve Oyun Konsolları
Ancak kadınlar açısından tüm bu zorluklara ilave edeceğimiz yeni bir sorun daha var. Teknoloji, kadınların öne çıkmasını sağlarken aynı zamanda mücadele etmeleri gereken yeni bir cephe de açıyor. Bugün oyun sektörünün, sinemada ayrımcılığı artıracak bir etken olduğunu söyleyebiliriz. Üstelik oyun geliştiricilerin %60’ının erkek olduğu ve oyunların erkek beğenisine göre tasarlandığı sektörün, sinemadaki cinsiyetçilik açısından çok bir farkı yok. Ancak sektörün sinemayı kapsamaya başlaması bence kadınlar için başlıbaşına bir sorun.
Daha fazlası için Statista
Sonuçta 80 milyar dolarlık bir yapıda %60’ın direnci başka, 280 milyar dolarlık yapının direnci başka.. Üstelik oyun sektörünün sinemaya göre doygunluk seviyesine ulaşmadığını söyleyebiliriz.
Sinema, hayaller üzerinden büyüyen bir sektör. Oyun sektörünün hızla büyümesi de genç neslin sinemaya ilgisini arttırıyor. Çocukların hayalleri, filmlerin içeriğini zenginleştirirken sinemaya yeni bir bakış açısı getiriyor. Ancak erkeklerin hayalleri ve bakış açısı endüstriyi sürüklüyor.
Bugün pazarı büyüten oyunlar şu anda dünyada yaşanan savaşlardan ilham alıyor mesela. Sektör o kadar hızlı büyüyor ki, yakın gelecekte sinema, oyun endüstrisinin bir kolu haline gelirse şaşırmamak lazım. Öyle ki oyun sektörünün 20 yılda geldiği konum, Hollywood ve dünya müzik sektörünün şu anda 4 katına ulaşmış durumda.
Bugün, birbirini çok etkileyen bir oyun ve sinema endüstrisi var. Mesela en başarılı film ve TV serilerinden bazılarını video oyunu olarak oynuyoruz. En büyük video oyunlarından bazıları ise film ve TV şovları olarak gösterime giriyor.
Bunun sinemaya yansımasını da görüyoruz. Oyun endüstrisinde birçok ünlü oyuncu ve müzisyen öne çıkıyor. Mesela 50 Cent, Gary Oldman ve Keanu Reeves gibi üst düzey oyuncu ve müzisyenleri animasyonlarda görebiliyoruz. Aynı şekilde, hiç adı bilinmeyen oyuncuların da sinema dünyasına geçiş yaptığını söyleyebiliriz. Kadınların dikkatini oyun sektörüne çevirmesi daha stratejik gibi geliyor bana..
Sonuç
Tüm bu anlattıklarımızdan şu sonuca varabiliriz. Sinemada cinsiyetler arası ücret eşitsizliğini açıklayan bu argümanların bir yere kadar doğru olduğunu görüyoruz. Ancak kadın ve erkek arasındaki farkları açıklayan sebepler bir yerden sonra sorunu açıklamaktan uzak kalıyor ve biz boşluğu yine ayrımcılıkla kapatıyoruz.
Zihinlerde aşılamayan, belki sözcüklerle ifade edilemeyen ama bize gerçeği anlatan bir önyargıyı herkes hissediyor olmalı. Aslında sinema sektörünü konuşuyor olsak da sorunun temeli diğer sektörlerdekiyle aynı. Biz, tüm ücret denegesizliğini sinema özelinde konuştuk. Sorunun kaynağıyla ilgili dünyada yaşanan iki önemli örneği anlatırsak çözümün de nerede olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Bu olaylar soruna bir çözüm getirdiği için büyük resmi daha iyi görmemizi sağlayabilir.
1994 yılında Ruanda’da yaşanan iç savaşta çoğu erkek 800 bin insan öldü. Bu, sosyal dokuyu kadınlar lehine değiştiren bir olaydı. Erkeklerin işlerini devralan kadınlar, yönetim dahil, ücretleri eşitledi.
Ücretlerin eşitlenmesiyle ilgili bir diğer örnek İzlanda’da yaşandı. Olayın başlangıcı 1975 yılına dayanır. O yıl, kadınların ücret eşitsiziliği için yaptıkları grev sonucu işyerleri açılmadı. Bu başkaldırı olumlu sonuç verdi ve kadınların siyasetten toplum hayatına kadar katılımı arttı.
Kadınların ev işleri ve çocuk bakımı gibi sorumlulukları üstlenmesi, kariyerlerine odaklanmalarını zorlaştırıyor. İzlanda, 1994 yılında garantili annelik hakkıyla 6 ay ücretli izin hakkı getirdi. Ancak aynı hakkı 2000 yılında erkeklere de vererek ücret eşitsizliğini neredeyse sıfırladı. Bugün İzlanda, cinsiyetler arası ücret eşitsizliğinde 96 centle dünya ortalamasının üzerinde.
Anlatmak istediğim, sorunun çözümü, güce ortak olabilmekte yatıyor. Bugün güç, kadınların elinde olsaydı belki de aynı argümanları konuşuyor olurduk ama sadece taraflar değişirdi.
Kadınlar sinemaya farklı bir bakış açısı getiriyor. Dünyanın ihtiyacı olan bu farklı bakış açısı sinemayla hayata yayılıyor.
İnsanlar, üretilen güzel şeyleri en sonunda farkeder. Kadınların mücadelesi bir Pamuk Prenses masalıdır. Bu sebeple kadınlar, işine odaklanarak daha güzelini üretmekten vazgeçmemeli.