Mastodon

Monolog

Kişisel görüşler, düşünceler ve deneyimler. Her şeyin dönüştüğü bir çağda söyleyecek bir şeyim var.

Tarih

Hiroşima’nın Küçük Çocuk Kabusu

Tarihte insan olmanın unutulduğu günler çoktur. Bunların başında da insanlığın iyiliği için yapıldığı söylenen icatların, onu yok etmek için kullanıldığı anlar vardır. Sebep olduğumuz vahşet, üzerinden on yıllar geçtikten sonra bize insan olduğumuzu hatırlatan bir anıya dönüşür.

Hiroşima’ya atılan atom bombasının sonuçlarının ne olacağı belliydi. On binlerce insanın öleceği, doğanın tahrip olacağı ve radyasyonun uzun yıllar sürecek etkisi biliniyordu. Ne var ki bilmek başka, onu canlı deneyimlemek başkaydı.

Amerika’nın 2. Dünya Savaşı’na dahil oluş biçimi, ona atom bombasının sonuçlarını haklı gösterecek argümanlar sunmuştur. ABD, hala Hiroşima için Japonlardan özür dilememiştir. Bu, güzel bir yüzü olmayan politikanın en çirkin yüzüdür.

Hiroşima: İnsan Üzerinde İlk Atom Bombası Denemesi

ABD, dünyada ilk atom bombasını, 06 Ağustos 1945 sabah saat 08:15’te Hiroşima’da denedi. ABD, atom bombasını, daha fazla kayıp vermemek adına ve siyasi kaygılar yüzünden kullandı. Japonlar, Amerikalılar ana karaya yaklaştıkça savunmalarını sertleştiriyordu fakat yenileceği de kesindi. Karşısında tüm müttefikleri teslim olmuş bir Japonya’nın olduğu, kendi topraklarını tehdit eden bir tehlikenin bulunmadığı durumda ABD yine de atom bombasını kullandı. Üstelik bunu zaferi kazanmışken 2 defa yaptı. Little Boy (Küçük Çocuk) ve Fat Man (Şişman Adam) atom bombalarını sırasıyla Hiroşima ve Nagazaki’ye atarak büyük bir yıkım ve sivil kaybına neden oldu. Bu anlamda ABD, adil savaş kurallarına uygun davranmadı.

Savaşın koşulsuz bitmesi için ABD, İngiltere ve Çin’in yayımladığı Potsdam Deklarasyonu, Japonlara teslim olma çağrısında bulunan bir ültimatomdu. Koşulsuz teslimiyette Japonya’ya imparatorluğun devamı için bir güvence verilmemiştir. Üstelik şartlar, Japonya’ya diplomatik yollardan da bildirilmemiştir.

Bu şartlarda Japonya’nın teslim çağrılarına olumsuz yanıt vereceği belliydi. Potsdam bildirgesinde eğer imparatorluk bir kaç ada içine sıkıştırılmasaydı belki de Japonya şartları kabul edecekti.

Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılması ne kadar askeri bir eylem gibi gözükse de olay siyasidir. Her savaşın öncelikli olarak siyasi bir hedefi vardır. Bu bağlamda askeri sanatta da ulaşmak istenen siyasi hedef belli olmalıdır. ABD, Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombasını atarak, resmi rakamlara göre 220.000 kişinin ölümüne sebep olmuştur. Ne var ki gayri resmi rakamlar ölen insan sayısının 350.000’nin üzerinde olduğunu söylemektedir. Neticede ABD, yüzbinlerce kişinin ölmesine neden olan bu olayla Soğuk Savaş’a giden yolu açmıştır. Dünya, atom bombası ile bir dönemi geride bırakırken başka bir döneme girmiştir.

Atom Bombasına Giden Süreç

2. Dünya Savaşı bir paylaşım savaşıydı ve bunu Almanların kazanması çok zordu. Almanlar çok güçlü olsa da o dönemde sağduyudan yoksundu. Hitler ve ekibi, Büyük Alman İdeali gibi gerçeklerden kopuk, romantik bir hedefin peşindeydi. Bu yüzden kazanmaları çok düşük bir ihtimaldi.

İki büyük güç, aynı kampta yer alarak savaş boyu müttefik kalmışlardır. Ancak savaş sonrası dünyanın oluşumu hakkındaki görüş ayrılıkları, birbirlerini gizli rakip görmelerine neden oldu. Aynı kampta mücadele etmeleri, birbirleri hakkında daha çok fikir sahibi olmalarında etkili olmuştur.

Savaş sonrası ortaya çıkacak dünya hakkında her iki tarafın planları vardır. Belki ileride, atom enerjisini bir silah olarak kullanmak da düşünceleri arasındadır. Nitekim Niels Bohr’un memorandumundan bunun bilim dünyasında konuşulduğunu anlıyoruz. Tüm planları değiştiren ve belki de bu konuya farklı yaklaşmalarını zorlayan şey, Nazilerin atom bombası sahibi olma konusundaki ihtiraslarıdır. Nitekim Amerikalıların 1941 yılına kadar böyle bir düşüncesi olmamıştır.

Bilim Dünyası İkircikli Tavır Sergilemiştir.

Einstein, Nazilerin uranyum atomunu parçaladığını öğrenince, Başkan Roosevelt’e atom bombasının bir gereklilik olduğunu anlatan iki tavsiye mektubu yazdı.

Niels Bohr, 1944 yılında bundan farklı olarak, bu çalışmaların dünyada tehdit yaratabileceğini, nükleer gücü elinde bulunduran ülkelerin bunu yaparken yapıcı bir işbirliği içinde olmaları gerektiğini vurgulayan bir memorandum yayımladı. Memorandumda ana tema, bu konuda işbirliği yapmanın sorumlu devlet adamlığının bir gereği olduğudur. Dayanışma sadece devlet adamları nezdinde değil, gelecek kuşakların güvenliği açısından da bilim insanları arasında karşılıklı işbirliği, bilgi paylaşımı ve yardımlaşmayı gerektirir.

Einstein ve bazı bilim insanları, atom bombasını Naziler yerine demokratik bir toplumun bulmasını ehven-i şer olarak görmüş olmalı. Nazilerin atom bombasına sahip olduğunda kullanmak için tereddüt etmeyeceğini muhtemelen herkes tahmin etmişti. Amerika’nın silahı kullanmasını engelleyecek girişimlerde bulunmuşlardır ama yine de bomba kullanılmıştır.

İnsan böyle bir gücü elinde tuttuğunda kullanmak için Nazi olmasına gerek yoktur. İnsan, keşfini kötü de olsa kullanmak ister ve ortam müsait olduğunda içindeki kötülüğü bir bahane bulup serbest bırakır. Bir demokratik toplumun amacı, toplum baskısı ve beraber yaşama ihtiyacı yaratarak insanın bilincini yükseltmektir. Belki de bilim insanlarının bu iyi niyeti, böyle düşünmelerine sebep olmuştur.

Manhattan Projesi, Sovyetler’i Hareketlendirdi.

Sovyetlerin başlarda bir nükleer çalışma düşüncesi yoktu. Nazi Almanyası’nın bu alandaki çalışmaları, ABD’nin Manhattan Projesiyle öne çıkması ve İngilizlerin ABD desteğinde çalışmalara başlaması, Sovyetlerin de bu alana yönelmesine neden oldu.

Manhattan Projesi kapsamında ilk nükleer deneme olan “Trinity”, 16/07/1945 yılında New Mexico eyaletinde, Alamogordo bölgesinde yapıldı. Bu deneme, Sovyetleri daha da hareketlendirmiştir.

Sovyetler, 1943’te dağınık bölgelerde devam eden çalışmalarını 1946 yılında Moskova yakınlarında Sarov bölgesinde topladı. İlk denemesini 29 Ağustos 1949’da başarıyla gerçekleştirerek bu konuda ABD tekelini yıkmayı başardı.

Plutonyum ve Uranyum bombaları Los Alamos’taki bilim insanları tarafından tasarlanan 2 farklı tiptir. Uranyum bombasının basit bir yapısı olması, bilim insanlarının bombanın hemen çalışacağına inanmasını sağlamıştır. Plutonyum Bombasında ise zincirleme reaksiyon sağlanması için kritik bir kütleye gelinceye kadar plutonyumun sıkıştırılması gerekir. Bu yüzden plutonyum bombasının denenmesi gerekmiştir. Trinity, plutonyum patlamasının denemesidir.

Amerika, tarihte akışı değiştirecek projelerde ekibini oluştururken, uygun profilleri her zaman bulmuştur. Belki de bu durum Amerikalıların pragmatik olmalarıyla ve birazda talihin kendileriyle yürümesinden kaynaklıdır.

Sonuç odaklı olmaları, başarıya giden yolda hangi unsurları daha çok dikkate alıp hangilerini almayacağının analizini çok iyi yapmaları ve kendi şanslarını yaratacak cesarete sahip olmaları, Amerika’yı süper devlet yapan özelliklerdir. Manhattan Projesinde, gerçek bombaların tasarlandığı Los Alamos’taki laboratuvarın başına getirilmesi düşünülen bilim insanları arasında son isim Robert Oppenheimer’dı. Hakkında muhalif kişiliğinden kaynaklı şüpheler vardı ama bu görevi onun dışında kabul eden olmaması, belki de Amerika için daha faydalı olmuştur.

Romantik Bir Kişilik: Oppenheimer

Oppenheimer, zihinsel yönden çok parlak, hırslı ama insan olarak çok çelişkiliydi. Düşünceleri komünist görüşlere paraleldi. Yaptığı işin büyüklüğünün ve tehlikesinin farkındaydı. Ortaya çıkacak sonuçlardan kendini sorumlu tutmak istemiyordu.

İnsana soylu gelen düşüncelerin, aldığı kararlarda etkisi olabilir. Belki de erdeme inanmak isteyen bir romantikti. Aslen Yahudi olması ve atom bombasını faşistlerin yapmasını istememesi, belki de kendisini tarih önünde sorumlu hissetmesine neden olmuştur. Muhtemelen şanın peşindeydi ve içindeki çelişkiyi kendisini edebi eserlerdeki kahramanlarla özdeşleştirerek çözmeye çalışmıştır. Marcel Proust’un “Kayıp Zamanın İzinde” romanında, Hint Kutsal Kitabı “Bhagavad Gita” da anlatılanlardan kendini haklı çıkaracak düşünceler bulmuştur.

Atom bombasının sonuçları yine de kendisini rahatsız etmiş olmalı. Destan kahramanları yaptıklarının sorumluluğunu eser içinde kaldırabilir ama bunu gerçek hayata yansıttığınızda gerçek çıplaktır. Kendinizi edebi bir eserde kahramanla özdeşleştirebilirsiniz ta ki gerçek vuku bulana kadar.

06 ve 08 Ağustos 1945’te iki atom bombası patlamış ve 350.000 insan ölmüştür. Openheimer, hayatının geri kalanında bazı günler çalışmanın teknik başarısını övmüş bazı zamanlarda etkilerinden dolayı vicdan azabı çekmiştir. Ölmeden iki yıl önce kazandığı tecrübeler ve hayatı boyunca yaptığı iç yolculuğu sonucu şu kesin sonuca varmıştı. “Bilim, aynı hatayı bir daha yapmama işidir”

Hibakuşaların Sesi

Şu ana kadar anlattıklarımızdan, yapılanlarda haklılık payı olduğu anlamı çıkabilir ama bu bir yere kadar doğrudur. Sonuçta insan, bir diğer insanı kobay gibi kullanmıştır. Eğer soylu bir duruş aranacaksa bu ne Einstein’ın dehası, ne dünya yüksek siyasetini yapanlar, ne de Oppenheimer’in gel gitli ruh halidir. Bomba patladığında orada olanlar gerçeği çıplak görmüştür ve tarih onların ağzından da dinlenmelidir. Tarihin yargısını doğru anlamak sadece yaşayanların değil, ölülerin dünyasını da anlamamızı gerektirir.

Bomba, güneşli bir günde ve insanların işlerinde olduğu bir saatte patlatılmıştır. İnsanların sokakta olduğu bir saatin tercih edilmesinin sebebi, Amerika’nın bombanın gücünü net görmek istemesidir. Bombanın atılmasından sonra hayatta kalan insanlara Hibakuşa adı verilir. Bomba patladığında sıfır noktasına çok yakın iki Hibakuşa, o gün yaşadıklarını kendi ağızlarından şöyle anlatmıştır.

06 Ağustos 1945 08:15

Akihiro Takahashi bomba atıldığında 14 yaşındaydı. Okuldaki diğer arkadaşlarıyla aynı sıradaydı. Merkezden 1,4 km uzaktaydı.

Akihiro Takahashi:

“Okulun bize bakan cephesine sırayla dizilirken, bir B-29’un yaklaştığını ve üzerimizden geçtiğini gördük. Hepimiz aramızda konuşup uçağı birbirimize gösterirken öğretmenlerin dışarı çıktığını ve sınıf başkanlarının yere yatmamızı söylediklerini duyduk. Yüzümüzü gökyüzünden platforma çevirmemizle patlama oldu. Daha sonra büyük bir gürültünün ardından karanlık geldi. Yaklaşık 10 metre ileri savrulmuştum. Karanlık dağılıp kendime geldiğimde herşeyin çöktüğünü gördüm. Üzerimdeki giysiler, sıcak yüzünden paçavraya dönmüştü. Hiroşimanın bir anda yok olduğunu hissettim. Her şey biraz daha berraklaşınca derimin döküldüğünü gördüm. Aileme ulaşmak için kuzey tarafına nehre doğru yöneldiğimde bir kadın ve bebeğinin, derileri tümüyle soyulmuş halde yolda yattığını farkettim. Bunun gibi birçok kurban vardı.”

Toshiko Saeki, bombanın atıldığı gün 26 yaşındaydı. O gün çocuğuyla beraber bir akrabalarında kalmıştı. Ailesini çok aramasına rağmen bulamadı. Toshiko Saeki atom bombasıyla ailesinin 13 ferdini kaybetti.

Toshiko Saeki:
“Arkamdaki dağların üzerinden bir B-29 belirdi. Uçaksavar atışları arasında gözden kayboldu. Daha sonra aynı yerden ikinci bir uçak daha belirdi. Ardından tam tanımlayamadığım ani bir ışık patlaması oldu. Daha sonra sıcak bir maskenin üzerime hücum ettiğini hissettim. Çok sıcaktı. Sıcaktan kurtulmak için yere yattım.

Bir anlığına kızımı unutmuştum. Daha sonra havada kapıları, pencereleri ve duvarları sürükleyen büyük bir gürültü duydum. Aileme ulaşmak için Hiroşima’ya doğru yola koyuldum. Ana yola çıktığımda çok kötü durumda 5 ya da 6 kişi gördüm. Bunlar Hiroşima tarafından geliyordu. Hiroşima’nın hangi bölümünün bombalandığını sorduğumda kentin çok kötü bombalandığından başka bir şey söylemediler.

Ana yolda yürümeye devam ettim ve karşı taraftan başının üzerine demir bir cisimle yüzünü korumaya çalışan, tamamen çıplak, feci durumda olan birisi yaklaştı. Yanımdan geçtikten sonra dönüp ona ulaşarak aynı soruyu ona sordum. “Toshiko sen misin?” diye sordu. Beni tanımıştı ama ben onu tanıyamamıştım. Yüzü çok kötü kabarmıştı; hatta gözlerinin açık olup olmadığını bile anlayamıyordum. Biraz konuştuktan sonra ikinci büyük abim olduğunu anladım.”

Daha birçok Hibakuşa’nın o gün orada yaşadıklarını buradan okuyabilirsiniz.

O dönem tıp, bazı sonuçlara ulaşmakta yetersiz kalmış. Patlamadan bir ay sonra radyasyona bağlı deride kabarmaları doktorlar bazı deri hastalıklarına bağlamışlar. Yine radyasyon nedenli aşırı zayıflığı, soğuk algınlığına yormuşlar. Bunun sonucunda insanlara yanlış ilaçlar verilmiş.

Bütün Tehlikesine Rağmen Nükleere Muhtacız!

Tarihte nükleer kaynaklı felaketler yaşasak da nükleer enerjiden vazgeçemeyiz. İnsanın sorumsuzca davranışları nükleer enerjiyi kötü göstermemeli. Eğer tehlikeli bir varlık sözkonusuysa bu nükleer değil insanın kendisidir.

Çoğu insan nükleer enerjiyi riskli bulabilir. Nükleer enerjinin katı yakıta göre daha riskli olduğu doğrudur ama katı yakıtta dahil insan kaynaklı bir çok sorunu nükleer ile çözebiliriz.

1 ton kömürden alacağımız enerjiyi, 1 plutonyum atomundan elde edebiliriz. Nükleere karşı çıkma lüksümüz yok. Bugün aynı endişeleri yapay zeka için de yaşıyoruz. İnsanın bakış açısı hep diğerine hükmetmek olunca, insanlık için iyi olan maalesef kötü görünüyor. Yaşanabilir bir dünya yaratmak, temiz hava ve refah için nükleer enerjiyi mutlaka kullanmamız lazım. En azından bir gün bu dünyadan gitmek için nükleer şart.

Bir uranyum peletinden 1 ton kömüre denk enerji üretilir.
1 uranyum peletinde 1 ton kömüre denk enerji bulunur.

Sonuç

Batı, kendisine ait olmayan zenginlikleri paylaşmak için kendi içinde 2 defa kavgaya tutuştu. Bu sorunları çözmek için bütün dünya buna dahil oldu ve insanlık iki defa kaos yaşadı.

Aslında kendisine ait olmayan zenginlikleri kendininmiş gibi görmek Batı’nın bir özelliğidir. Paylaşmayı bilmemek ve başka halklara ait olana bir an önce ulaşma açgözlülüğü, Batı’nın genlerindeki şiddet eğilimini besler.

Bomba kullanıldıktan sonra vicdanın kabul etmeyeceği bir manzara ortaya çıkmıştır. ABD bugün hala özür dilememiş olsa da dünya vicdanı hükmünü vermiştir.

İnsanlığın tüm sorunlarını çözebilecek bir enerji türünü kendi türünü yok etmek için kullanmak, sonra da bundan pişman olmamak ve aynı hataları silahlanma yarışıyla devam ettirmek..

..Bu bilinçsizlik.

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.