Batının Zenginliği: Sömürü ve Kölecilik
Batı’nın düşünce yapısı doğuya göre daha rasyoneldir. Doğu, hayata kalp gözüyle bakarken batıda bu bakış tarzı akılcı değildir. Batı’nın ölçüyü akılcılık lehine biraz fazla kaçırması, her olayı haklı gösterecek bir argüman bulmasını sağlar. Bunlardan biri de köleciliktir. Bu sebeple kendini en üste koyarak insanları sınıflara ayırır. Bu sınıflamada da deri rengi önemli bir kriterdir.
Bu yazı da sömürgeciliğin sonucunda köleciliğin nasıl ortaya çıktığını ve köleciliğin siyah insanların bilinç altına nasıl yerleştiğini anlatmaya çalıştım.
Batı, Afrika’ya Çok Şey Borçlu!
1500 ve 1750 arası Atlantik ve Hint Okyanusu çevresinde olanlar, dünyanın geri kalan bölgesini şekillendirdi.
Avrupalılar, Amerika’yı keşfettiğinde kendilerinden daha az gelişmiş bir toplumla karşılaştı. İlerleyen zamanlarda tek taraflı, sadece kendilerine yarar sağlayan toplumsal ve ekonomik bir düzen kurdular. Sömürgecilik ve kölecilik, yeni kıtanın keşfiyle beraber en katı şekilde uygulandı.
Hint Okyanusu çevresinde ise bunun tam tersi bir durumla karşılaştılar. Doğu’da en az kendileri kadar, hatta daha da ileri, gelişmiş bir yapıyı karşılarında buldular. Bu durum, Avrupalıların Avrasya üzerindeki etkisini sınırlı kıldı.
Kölecilik Nasıl Başladı?
Kolomb’un Amerika’dan döndükten sonra verdiği keşif raporları, kıtada nasıl bir düzen kurulması gerektiği konusında bir yol haritası çizdi. Avrupa’da kurulan düzen, inananlar ve inanmayanlar çelişkisi üzerine dayanıyordu. Avrupa’nın tarihinde derin bir hoşgörüsüzlük, yayılma ve cezalandırma geleneği vardı. Yerli halkın ne düşündüğü önemli değildi ama eğer itaat etmezlerse köleleştirme meşru görüldü. Bu, yeni bir reconquistaydı.
Tüm bunlar, oradaki zenginliğin hangi şartlar altında olursa olsun Avrupa’ya taşınması amacıyla yapıldı. Bunu başarmak için gerektiğinde en katı tedbiri aldığında sarsılmayacak kadar vahşi ruhlu haydutlara ihtiyaç vardı. İşte sömürünün sembol isimlerinden Hernando Cortes gibi haydutların önü böyle açılmıştır.
Ağır çalışma şartları ve hastalıklar nüfusu o kadar hızlı eritmiştir ki sahilde insan kalmayınca iç bölgelerden zorla insanlar getirilmiştir. Buna rağmen sömürü çok hızlı ölümlere neden olmuş ve insan yetmemiştir. Rakam vermek gerekirse, 1494’te Hispaniola adasında 4 milyon insan yaşarken, bu rakam 15 yıl içinde 100 bine düşmüştür.
İspanyollar ilk başlarda kişisel sömürüyü devam ettirmek için toprakları paylaştırmış, direnen yerliler köle olarak satılmıştır. Kalanı encomiendalara dağıtılmış fakat sömürünün yoğun olması yerli halkı hemen öldürmüş, encomienda sistemi yürümemiştir. Bu anlamda plantasyonlarda çalışacak insan lazımdı ve üretimin sürekliliği tehlikedeydi.
Zorunlu Başlayan Kölecilik Çok Karlı Bir Sektör Haline Geldi.
Avrupalılar, Amerika’daki ekonomik sömürüye devam edebilmek için artık Afrika ile büyük bir köle ticareti yapmalıydı. Köle ticareti, Avrupa’daki her denizci ulusun, ateşli silah ve demir üreticilerinin, Hintli dokuma imalatçılarının, Afrikalı tüccarların, bankacıların, gemi ve plantasyon sahiplerinin yer aldığı global ölçekli bir yapıydı. Çok karmaşık ama bir o kadar başarılı bir şebekeydi. İnsani olarak vahşi ve duygusuz ama ticari olarak çok kârlıydı. Dünyada artık dokuma, gemicilik, madencilik gibi bir kölecilik sektörü vardı. Kölecilik, Batı Avrupa’nın refahını arttıran en dinamik sektördü. Sektör o kadar karlıydı ki 18.yy sonunda Afrika’dan 15 sterline alınan bir köle, Amerika’da 50 sterline satılırdı.
En büyük masraf kalemi, ticaret için gerekli olan ürünlerin tedariğiydi. Köle ticareti, sahile kadar Afrikalı tüccarların elindeydi. Afrikalılar istediği kalitede malı alamazsa ticaret gerçekleşmezdi . Bu mallar arasında demir, ateşli silahlar, kumaş, kağıt ve Amerika’daki plantasyonlardan getirilen rom ve tütün vardı. Afrikalılar kesinlikle kalitesiz mal kabul etmezdi. Bu yüzden dokuma ürünleri çok önemliydi ve bu ürünler Avrupa’dan daha kaliteli üretim yapan Hindistan’dan gelirdi. Bu anlamda Afrikalıların küçük şeyler karşılığında ticaret yaptığı bir yalandır.
İkinci büyük masraf ise kölelerin Amerika’ya nakliydi. İsyan tehlikesi, kölelerin Afrika’dan ayrıldıklarını yolculuğun başlarında anlamasıyla başlardı. Bu yüzden mürettebat sayısının olması gerekenden 2 kat fazla olması, masrafları çok arttırırdı.
Tüccarların kâr etme tutkusu, yolculuğun çok kötü şartlar altında geçmesine neden olurdu. Yerleşim planı, kölelerin her birinin başı diğerinin ayağına gelecek şekildeydi. Zenciler yolculuklarına, Avrupa’dan götürülen beyaz mahkumlara nazaran 4 katı daha kalabalık başlardı. Ancak yolculuk şartlarından dolayı kölelerin 1/3’ü yolda ölürdü. İstenen kârı elde etmek, belli sayıda kölenin Amerika’ya sağ ulaşmasına bağlıydı.
Mahkum Bir Beyaz, Hür Bir Zenciden Üstündü.
Avrupa’da en dipteki insanların dahi (sahtekarlar, vasıfsızlar ve hükümlüler) çok ağır şartlarda çalışmalarına rağmen beyaz olmaları, onlara bir ayrıcalık sağlardı. Çalışma şartları yerli halka ve köleye göre daha esnekti. Beyaz derili olmaları, çalıştırılmalarına bir sınır getirirdi. Buna rağmen onlar dahi plantasyonlarda çalışmak istemezdi.
Zencilerin Amreika’ya intikali sırasında da ırk ayrımı yapıldığını görüyoruz. Afrikalıların gemileri, söylediğimiz gibi beyazlara oranla 4 kat daha kalabalıktır. Sıhhi ve diğer güvenlik şartları son derece kötüdür.
Afrikalıların olduğu gemilerde bir miktar kargo boşaltma payı vardı. Öyle ki gemi yeterli rüzgar alamadığında veya gıda ve su sıkıntısı çekildiğinde insanlar denize atılırdı. Ne kadar zor şartlarda taşınsalar da beyazların durumu Afrikalılar kadar zor değildi.
Amerika’ya geldikten sonra sözleşmesi sona eren beyazların, gerekli şartları sağladığında toprak talep etme hakkı vardı. Bu yüzden zamanla bu insanlar denetmen olarak çalışmaya başlamış ve plantasyonlardaki zencilerin başına getirilmiştir. Ne de olsa siyah insanın bir talebi olamaz ve beyaz insanla uğraşmak zordur. Bu da Avrupalıların siyah insana karşı ne kadar acımasız olabileceğinin bir kanıtıdır.
Beyazlar, yaptıklarını dine dayandırır. Örneğin siyah derili insanın, Nuhun lanetli oğlu Ham’dan geldiğine inanır. Bu sebeple Hıristiyanlık, dini açıdan köleliği hep onaylamıştır.
1520-1820 arasında Amerika’ya getirilen köle sayısı, göç eden Avrupalılardan 3 kat fazlaydı. Rakam vermek gerekirse, 300 yıl içinde her iki kıtadan gelen insan sayısına baktığımızda, Avrupa’dan 2,4 milyon insan göç ederken, Afrika’dan 8,4 milyon köle getirilmiştir.1820 de Amerika nüfusunun yarısı siyah, yarısı da beyazdı. Bu, plantasyonlarda ne kadar insan öldüğünün göstergesidir.
Hint Okyanusu Çevresi Sömürgecilik Portekizlilerle Başladı.
Doğu, Avrupa’da anlatılan masal ülkeleri gibiydi. O zamanlarda Doğu ve Avrupa arasında doğunun lehine tek taraflı bir ticaret vardı. Avrupa’ya gelen kaliteli doğu ürünleri oraya karşı hep bir merak uyandırmıştır. Bu sebeple Avrupa’da, Hindistan bölgesi ile her zaman şiddetli bir ticaret yapma hevesi olmuştur. Hint Okyanus çevresi sömürüsünün ruhu, Atlantik çevresinden farklıdır.
Doğuya seferler Portekizle başlar. Bu bölgede ticaret, 1000 yıllık bir geleneğe sahipti ve ticaret gemileri silah taşımazdı. O dönemde korsanlardan korunmak için ticaret gemileri beraber gezerdi. Pazar o kadar büyüktü ki, herkes gibi Portekizliler de kazanabilirdi. Ancak yine Avrupalının eğilimi olan şiddeti ve daha sonra Avrupa’da genel bir uygulama haline gelecek olan yurtdışında tekel gibi davranacak şirket kurmayı benimsediler. Her ülkenin kurduğu şirketlerin ortak amaçları arasında bölgede faaliyet gösteren rakip güçleri kovmak vardı.
Portekiz, uyguladığı şiddetle Hint Deniz Ticaret Yolunu tekelleştirdi. İlk seferinden 9 yıl sonra bölgede hiçbir güç, Portekiz’den izin almadan ticaret yapamaz duruma geldi.
Çin, Japonya gibi ülkeler Batı’nın ticaret yapma anlayışını beğenmiyordu çünkü Avrupanın ticaret yapacak yeterli miktarda kaliteli ürünü yoktu. O bölgede yaklaşık 1000 yıldır devam eden kozmopolit bir yapı oluşmuştu. O dönemde Avrasya, Avrupa’nın görmediği teknolojiyi kullanır ve Avrupa ülkelerinde üretilenlerden daha kaliteli ürün üretebilirdi. Aynı hassasiyeti ödeme anında Avrupalılardan bekler fakat verdiği mallara karşılık aynı kalitede ürün alamazdı. Bu yüzden Asyalılar, ödemelerde nakit para olmazsa ticaret yapmaz ve ödemeleri gümüş olarak isterdi.
İşte Amerika’da bulunan zengin madenlerden çıkarılan gümüşün Avrupaya transferi, Avrupa ülkelerini muazzam nakit bolluğuna kavuşturmuştur. Avrupa, bu sayede Doğu Hint Ticareti’ne dahil olabilmiştir. Coğrafi Keşiflerin Dünya kaderi üzerinde rolü büyüktür.
Hollanda ve Hint Okyanusu
Portekiz’e ilk rakip Hollanda oldu. O dönem Hollanda, İspanya ile savaştaydı ve Portekiz, İspanya’nın egemenliğindeydi. Hollanda, doğu ticaretinden pay kapmak ve tüccarlar arası kavgaları önlemek için Hollanda Doğu Hindistan Kumpanyasını (VOC) kurdu.
Hollandalılar, Japonlar ile ticaret yapmayı çok istiyordu. Japonlar, Portekizlilerle yaptıkları ticarette Hollandalıları bir denge unsuru olarak gördü. Hollandalılar her türlü aşağılanmaya katlanarak Japonlarla ticaret yapmaya başladı. Portekizliler kovulduktan sonra Nagazaki körfezinde, sahilin hemen önündeki 82 adıma 236 adım boyutlarındaki Deşima adasına çekildiler. Hollandalılar çok kötü şartlar altına burada 200 yıl kalmıştır.
Hollanda Doğu Hindistan Kumpanyası, Deşima adasındakileri direnmeleri için çok telkin etmiştir. Doğudan ürün getirip Avrupa’da satmak yerine o bölge ticaretinin bir parçası olmak çok karlıydı. Hollanda, ticaret yollarını tekelleştirmek yerine üretim alanlarını sömürecek bir strateji izlemiştir. Bunun sebebi, kaliteli ürün isteyen ülkelere istediklerini temin ederek nakit döngüsünü sağlamaktı.
Hollanda, Atlantik ötesi sömürüde çok başarı sağlayamamıştır. Bu yüzden değerli maden biriktirmede İspanya ve Portekiz kadar başarılı olamamıştır. Ancak bu strateji, VOC’un Çin, Japonya, Endonezya ve Hindistan arasında sağlam bir ticari yapı oluşturmasını sağlamıştır.
Büyük Britanya ve Hint Okyanusu
İngilizler o dönemde nispeten hala fakirdi. Kaliteli Çin kumaşına alışık Japonlar, İngilizlerin kalitesiz tekstilini kabul etmiyordu. 1600 yılında kurulan İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası, başlarda Portekiz ve Hollanda ile baş edemedi.
İlk fırsat, Osmanlıların 16. yy sonunda İngilizlere, Yunan adaları ve Halep’te ticaret yapma izni vermesiyle doğdu. Bu hat, İngilizlerin doğu ticaretine açılan kapısı oldu. O dönemde Japonlarla ticaret yapmaktan vazgeçen Britanya, İran’la ittifak kurarak Hürmüz’ü Portekiz’den aldı. Zamanla hakimiyet alanını genişleterek bölgedeki en büyük Avrupalı güç oldu.
18. yüzyıla gelindiğinde İngilizlerin Hindistan’daki egemenliği artık rakipsizdi. Britanya, Hindistan’ın zengin üretimini kendi ülkesine taşımış, kendi ülkelerindeki kalitesiz ürünleri zorla istediği fiyatlara Hint halkına satmıştır. Bu duruma itiraz eden halkın isyanları bir işe yaramamış, her yenilginin sonucunda İngilizler yeni imtiyazlar elde etmiştir. Böylelikle kendileri giderek zenginleşirken Hindistan daha da fakirleşmiştir.
İngilizlerin hedefi, Hintlilerle İngilizler arasında köprü görevi görecek, düşüncelerini ve duygularını anlatmada tercüman olacak bir kesim yaratmaktı. Dışı Hintli, içi İngiliz olan sosyal bir kesim yaratarak sömürünün duygusal kabulünü istediler. Büyük Britanya’nın sömürgeleştirmedeki bu stratejisi, İngilizcenin evrensel bir dil olmasında çok etkili olmuştur.
Sömürgeci, insanın rızasını almaya çalışır. Neticede bir direnişle karşılaşmak istemez. En az zayiatla bunu atlatmak ister. Duygulara hitap etmek için misyonerler inançlarını aktarır. Sonuçta her şey duygusal kabul olursa kolaylaşır. Duyguların aktarılabilmesi için önce dilin kabul ettirilmesi gerekir.
İngilizler bunu başarmış ve dünyanın en büyük sömürge imparatorluğunu kurmuştur.
Sömürge Toplumlarının Travması
Sömürgecilik dünyayı ikiye bölmüştür. Bu dünyayı yaratanlar için farklı iki tür vardır ve bilinçaltına yerleşmiştir.
Baskıcı olan egemen güç, baskı araçlarını kullanarak tüm karşı örgütlenme yollarını kapatır. İnsanlar örgütlü tepki gösteremeyince, sosyal ilişkileri vasıtasıyla zamanla bireysel tepkilerini geliştirir. Bireysel tepkilerin gelişmesi, gelecekte şiddet eğiliminin ağır basacağı politik yapıyı belirler.
Sömürgecilik, geçmişte kalan bir şey olarak görülse de etkileri sonraki kuşaklara da yansır. Bunun nedeni, toplumun canlı bir organizma olarak hayatını sürekli devam ettirmesidir. Sömürülen toplum, gelecekte sağlıklı bir yapı kuramayabilir. Egemen gücün oluşturduğu kurumlar, başta insanların isyanına sebep olsa da iktidara gelen açısından egemenliğini devam ettirecek araçlara dönüşür. Söylemlerde evrensel değerlerden söz edilse de (demokrasi, barış, refah artışı vb.) iktidara gelen kesim, mevcut durumu kendi lehine kullanmaya devam eder.
Yüzyıllarca bu kurumlar üzerinden beslenen bürokrasiyi bir anda yok etmek mümkün değildir. Her iktidar heveslisi, halkın özlemlerini amacına ulaşmak için sömürür. Ne var ki iktidara gelince, halkı öncekilerin sömürdüğü gibi sömürmeye devam eder.
Burada sadece ülke bürokrasisinin dışında, iktidar sahiplerinin diğer ülke yönetimleriyle kurdukları özel ilişkilerde önemlidir. Neticede onlarda karşılarında demokratik bir yönetim yerine daha kolay anlaşacağı bir yönetimi tercih eder.
Sonuç
Coğrafi keşifler dünya tarihini derinden etkiledi. Avrupa’ya zenginlik getirirken geri kalan dünyayı fakirleştirdi. 1300 yıllık ipek yolu önemini kaybetmiş, dünyadaki siyasi dengeler değişmiştir.
Batı’nın şiddet eğilimi, Hıristiyanlık’ın bir yorumundan ve kendini Roma’nın devamı olarak görmesinden ileri gelir. Başka dinlerde ve inançlarda da kölelik vardır. Ancak bu durum, sahip oldukları ekonomik düzenin gereğidir. Savaşı kazananların ganimet olarak elde ettiği köleyi kullanması söz konusudur.
Başka ulusların zenginliğini daha çok sömürmek için hür bir insanı ticari olarak köleleştirmek bizim anlayacağımız bir şey değildir. Sömürüyü dine bağlamak ve haklı sebepler bulmak, Batı’nın dünyaya sunduğu bir argümandır.
Kaynakça:
Clive Ponting…………Dünya Tarihi
Jules Verne…………….Yeryüzü Tarihi
Daron Acemoğlu…….Ulusların Düşüşü