Veri, Ayaklarımızı Yerden Kesiyor, Bulutlara Yükseliyoruz
İnsandan önce de dünyada hayat vardı ama hiçbir canlı dünyayı daha akıllı yapacak yeteneği geliştiremedi. Dünya verili bir düzen. Ancak insan hariç tüm canlılar, hayatta kalacak günlük ihtiyaçlarını karşılayanın dışında veriyi kullanamaz. Yalnızca insan beyni, veriyi anlamlandıran ve örüntü kurabilen bir bilgisayımsal yapıya sahiptir. İnsan beyni, sayıları hikayeleştirerek tüm kilitlerini kırmayı başardı. Ancak açılan pandoranın kutusundan o kadar veri çıktı ki, bu durum insan zekasını aştı.
İnternette bıraktığımız her iz, etkileşim, kaydırma, tıklama ve sayfalar arasında gezinme, yaşadığımız dünyayı muazzam büyütüyor. Herkes herkesten biraz alıyor. Çok katı bir bilgi yığını oluşuyor. Herkesin avucuyla attığından bir dağ meydana geliyor. Çoğalan veriyi depolayacak hafızamız yetersiz kaldıkça zihnimizi uzaya doğru genişletiyoruz. Duygularımız ve davranışlarımız 1 ve 0 ile ifade edilen kriptografiye dönüyor. Buharlaştıkça rakamlarla buluta yükseliyoruz.
Veri: Yeni bir hikayenin başlangıcı
Dünyayı rakamlara indirmek nasıl bir şey? Ya da şöyle soralım. Eğer kozmik şemayı görebilseydik ne hissederdik? Gerçek zannettiğimiz dünyanın bir yanılsama olduğunu anladığımızda bizi yanılgıya götüren duygularımız değil belki de aklımız olduğunu kavrardık. Bugüne kadar sınırlı veriyle çalışan zihnimiz, bugünün üstel büyüyen veri dünyasında gerçeğe daha çok yaklaşıyor. Bunu söyleyebiliyoruz çünkü yüzyılın başında bize ütopik gelen düşüncelere artık şaşırmıyoruz.
Bugün bütün hikayelerin sonlandığı ve yepyeni bir hikayenin başladığı dönemdeyiz. Bir zamanlar en değerli kaynak petrolün yerini veri aldığından beri cansız olan bütün maddeye akıl yüklemeye başladık. Veri çoğaldıkça dünyayı daha akıllı yapmanın birçok yolunu keşfettik. Üstelik bunun yönetimini de makinelere bırakmaya başladık.
Aslında insan yavaş yavaş zihnini makinelere devrederek ortadan çekilmeye başladı. Akıllı şehirleri yapay zeka yönetiyor mesela. Sürücüsüz arabalar dünyada artık hayatın bir parçası olmaya başladı. 2026’da insansız uçakların devreye girmesi söz konusu. Gittikçe her şey birbirine bağlanıyor ve bir tekilliğe doğru gidiyoruz. Bugün daha çok veriye sahip oldukça fiziki her şey, görünmeyen bir şey tarafından birbirine bağlanıyor.
Belki de gelecekte birbirine bağlanmayan bir şey kalmayacak şekilde herşey çok hızlı bir biçimde dönüşüyor. Öyle ki, milyonlarca yıl süren değişimi gözlerimizle görüyor ve hissediyoruz. Aslında her şeyin birbirine bağlı olduğu kozmik şema, veri çoğaldıkça bize görünmeye başlıyor. Peki bu nasıl oluyor?
Doğa, kendini veriyle ifade eder
Doğada her şey bir entegre sistem içindedir ve her unsur birbirinin ne dediğini anlar. Mesela kırmızı bir çiçeğin diğerlerinden daha kırmızı olması, tozunu dişi çiçeğe taşıyacak arıyı kendine çekmek içindir. Arı, çiçeğin gönderdiği veriyi algılar ve onu bir matematiksel denkleme dönüştürerek ona uygun hareket eder. Aynı şekilde beyin, bir karanlık içinde, hiçbirşey görmeden bütün organizmayı sinapslar arasındaki veri alışverişiyle yönetir. Beynin topladığı her veri bir voltaj tepeceğine karşılık gelir.
Bize anlamlı gelen her şey bir veridir ve sayısal karşılığı bir vardır. Hiçbir boşluk kalmayacak şekilde sinyallerin havada uçuştuğu, farkında olmadığımız ama sonucunda güldüğümüz, ağladığımız ve her türlü eylemi kabaca yaptığımız bir veri dünyasında yaşarız. Kısaca verinin anlamlandırdığı bir zihin dünyamız vardır.
Işık demeti üzerinde yol alan varlıklarız
Bizler de doğada eşsiz birer veriyiz. Hepimiz biliyoruz ki beden ve beynimizdeki malzemenin çoğu kendini sürekli yeniler. Bu durum devamlılık gösteren bir süreçtir. Aldığımız her veriyle beynimizde yeni voltaj tepecikleri oluşur ve kafatasımızın içinde elektriksel dalgalanmalar hiç bitmez. Sonuç olarak değişmediğimiz bir an yoktur. Ortalama her 6 ayda bir yeni bir vücudumuz olur. Dahası, maddenin kendisi, bir biçimden diğerine dönüştürülebildiği için yalnızca geçici bir varoluşa sahiptir diyebiliriz1. Neticede herşey ışıktan oluşur ve Einstein’ın E=mc2 formülüne göre her cisim aslında saf enerjidir. Üstelik kuantum kuramı, maddi parçacıkların bize aynı zamanda dalga fonksiyonu olduğunu da söyler. Bu yüzden maddenin kendisi belirsiz ve geçicidir. Nihayetinde enerjiye dönüşebilen geçici bir varoluşa sahibiz. Bu bile bizi sayılardan oluşan bir matematik denkleme sığdırır.
Peki madem bir ışık demetiyiz bir gün ışık hızına da ulaşabilir miyiz? Bugünkü teknolojide ışık hızına ulaşmamız söz konusu değil ama bilim dünyası bunu konuşuyor. Sonuçta zamanın oku ileriyi gösterir ve veri geometrik olarak çoğaldıkça bunun olmayacağını kimse iddia edemez. Herşeyden öte bunun aksini düşünmek bilimsel olmaz.
Bugün bilincin dahi hesaplanabilir olduğunu ispatlamak için yeni bir fizik anlayışının gerekli olduğunu bilim camiası tartışıyor. Farkındalığın oluştuğu anı yakalamak için bugünkü kuantum mekaniğinin yetersiz olduğu ve daha derin bir fiziğe ihtiyaç olduğunu çok önemli bilim insanları konuşuyor.
Vücudumuz hıza yetişmekte yetersiz kalıyor
Şu anda kendi ürettiğimiz teknolojiye ayak uyduramayan bir zihnimiz ve bu hayallere uyum sağlamayan ilkel bir vücut yapımız var. Moore yasası artık gücünü koruyamıyor. Bu hız karşısında belki 1000 yıldır değişmeyen insan beyninin gücü biraz tezat oluşturmuyor mu? Fütürist düşünceler değil bunlar çünkü 20 yıl önce şaşırdığımız şeyleri bugün yadsımıyoruz. Zihnimiz dönüşüyor ama yavaş başlayan dönüşüm, hızlı bir zeka yükselişinde çok farklı bir yere gidebilir.
Teknolojinin hızı artık bizim herşeyi normal karşılamamızı sağlıyor. Mesela yükselen zeka bizde yeni duyu organlarının gelişmesine neden oluyor. Bu da daha çok veri toplamamızı sağlıyor. Sanal gerçeklik gözlükleriyle kendimize paralel bir dünya yaratabiliyoruz mesela. Bugün yüksek teknoloji, telepati dediğimiz beyinler arası temassız iletişimin gerçek olduğunu bize gösteriyor. Örneğin Neurolink, yatırımlarının ilk sonucunu bir insan beynine ilk implantı takarak yaptı. Bugün insanın düşünceyle nesnelere hükmetmesi artık bir sihir değil.
Derimiz, kulaklarımız, burnumuz ve gözlerimiz gibi duyu organlarımıza gerek kalmadan hissedebileceğimiz, havada koku moleküllerini yakalayan, yüksek frekanstaki ışın ve ses dalgalarını yakalayabileceğimiz teknolojiyi üretebiliyoruz. Bu durum bizim bugün hissedemediğimiz kuantum dünyayla da temas etmemizi sağlayacak yolu açıyor. Neticede beyne veri gönderecek yeni duyu organlarımız çoğaldıkça bunun önünde mantıksal hiçbir engel görünmüyor. Özü itibariyle bu durum zihin çapımızı daha da geliştiriyor. Demek istediğim, beyin dışında bir organa ihtiyacımız olmayan bir geleceğe gidiyor olabiliriz. Sonuçta veri çoğaldıkça, onları toplayacak biyolojik olmayan yeni duyu organlarımız olabilir ve biz yavaş yavaş değişiriz.
İnsan, bu dönüşümden muaf değil
İşin doğrusu, özellikle son 10 yılda, değişimi konuşmadığımız bir anımız yok. Bugün hangi kurumdan bahsetsek hepsinin dönüştüğünü konuşuyoruz. Oysa dönüşen insanın beklentilerine cevap veremeyen kurumlar, ona uygun şekilleniyor dersek daha doğru olur.
Çevreyle beraber dönüşürüz. Biz belki dönüşümü hissetmeyiz ama kurumların dönüşmesi bizim için bir göstergedir. Bu bağlamda yaşayacağımız dijital dünyanın yapısını nasıl değiştiriyorsak teknoloji de insanın yapısını muhtemelen değiştirir. Biz bir bilgisayar gibi hızlı düşünemeyiz ama paralel düşünme kabiliyetimiz bizi farklı kılar. Ancak bunu şimdilik yapar..
Bugün yapay zeka, paralel düşünme yeteneğini hızla geliştiriyor. Buna hızlı işlem gücünü de eklediğimizde yakın gelecekte fark onun lehine açılabilir. Yavaş anlama ve kavramamız, üstel büyüyen teknolojinin hızına uyamıyor. İnsanın şu andaki yapısı, yine kendi hayallerine ters düşüyor. Galaksiler arası seyahatin artık bilim kurgu olmadığı bir dünyada şu anki yapımız hedeflerimizle uyuşmuyor. Başka gezegenlerde yaşayacak insanların daha çok ve farklı duyu organlarına ihtiyacı olabilir. Mesela bir sel gibi akan veriyi depolayacak hafıza kapasitemiz artık yeterli olmuyor. Sonsuz uzayı yavaş yavaş belleğimizle birleştiriyoruz. Zihnimizde patlayan ışığın etki alanı gittikçe genişliyor.
Böylelikle yarattığımız teknolojiyle gittikçe kendimizi uzak uzaya taşımaya başlıyoruz. Her şey böyle hızlı dönüşürken bütün bunların yaratıcısı biz insanlar aynı kalacağımızı mı düşünüyoruz? Tarih bunun böyle olmayacağını bize söylüyor. Ancak kısıtlı bir varlık olmamız, bizi dönüştüren eski teknolojilerin önemini kavrayamamamıza neden oluyor. Bugün yapay zeka da artık kanıksandığı için yeni bir teknoloji olarak kabul edilmiyor. Bu nedenle onu da tam anlamıyla kavrayabildiğimizi söyleyemeyiz.
Kendimizi her şeyden muaf görmemiz, insan kibrinin bizi düşürdüğü her zamanki hata. Oysa bizim her şeyi yaratmamız, başlarken söylediğim gibi ürettiğimiz teknolojinin bizi değiştirmesini engelleyemiyor.
Değişimi anlayamıyoruz çünkü tarihi kavrayamıyoruz.
Bugün tarihte defalarca bu evrende çok önemli olmadığımızı gösteren olay olmasına karşın yine de kendimizi her şeyin efendisi görmeye devam ediyoruz. Bugün son defa yapay zeka bizi tahtımızdan indirirken yine de bu davranışımızı haklı çıkaracak bir tavır geliştirebiliyoruz. İnsan çok zeki ve meraklı ama bir o kadar da sersem ve kibirli.
Oysa biz, ürettiğimiz veriyi uyum gösterecek şekilde kullandığımız için hayatta kalabildik. Tarihte ne olmuşsa onlardan bahsediyoruz. Geçmiş, geleceğe bir projeksiyon tuttuğu için de değişmeyen hiçbir şeyin olmadığını görüyoruz. Demek istediğim, her şeyin kontrolümüz altında olduğunu düşünsek de teknoloji ürettikçe bazı şeylerin kontolümüzden çıktığı. Örneğin her teknolojinin yan etkisi bizde mutasyona neden olmuş ve her mutasyonla çevreye uyumlu yeni bir vücut yapısı kazanmışız. Yeni vücut yapımız yeni teknoloji üretmemizi sağlamış ve değiştirdiğimiz çevreye uyum sağlayacak yeni mutasyonlar geliştirmişiz. Buna en iyi örnek, dik durarak ellerimizin serbest kalması ve başparmaklarımızı kullanarak teknoloji üretebilmemiz. Bu durum sadece rahat yürümemizi değil farklı düşünmemizi de sağlamış. Düşünmek, beynimizi büyütmüş ve bugün neokorteksin eski beyin üzerine evrilmesini sağlamış.
Nihayetinde her ürettiğimiz teknolojiyle beraber evrilmişiz. Mesela ateşi bulduktan sonra ısı ve ışığı keşfetmişiz. Çiğ yediğimiz besinleri pişirmiş, daha fazla kalori almış ve biyolojik iç yapımız bu beslenme düzenine uygun gelişmiş. Ayrıca geceleri ateş etrafında sosyalleşerek iyi bir hikaye anlatıcısı olmuşuz. Ateşin getirdiği dumanla gelen hastalıklar mutasyonların çoğalmasına ve bağışıklığın artmasına neden olmuş. Sonrasında tekerleği icat edip ticareti artırmışız. Her kazandığımız veri, zihnimizde bir sonrakinin hayalini canlandırmış. Ürettiğimiz her teknoloji daha fazla veri elde etmemizi sağlamış. Veri çoğaldıkça, daha hızlı ve daha büyük teknoloji üretmeye başlamışız. Sabanı bulmuş ve onu kullanarak fiziki gücümüzü artırmışız. Hayvanları sabana koşarak verim yükselmiş ve hayvanlarla beraber yaşamanın getirdiği hastalıklar, yeni mutasyonlar ve yeni uyum sağlayacağımız bir hayat getirmiş. Sonuçta her uyum sürecinde vücudumuz değişmiş. Evrimin tarihi böyle oluşmuş.
Değişim, zihinlerimizde başladı
Bugün de aynı şey oluyor. Biz, teknoloji geliştirdikçe o da bizi dönüştürmeye devam ediyor. Bizim dışımızda bir zekayı, üstelik bizden daha zeki bir varlığa can veriyoruz. Üstelik henüz çok yeni olan bu teknoloji diğerlerinden farklı. Ateş ve tekerden daha derin bir teknoloji diyebiliriz çünkü bugüne kadar ürettiğimiz her teknolojinin efendisiyken yapay zeka için aynı şeyi söyleyemeyiz.
Yapay zeka, düşünen bir varlık ve bizi de yavaşça değiştirmeye başladığını söyleyebiliriz. Her yeni teknolojide olduğu gibi ilk dönüşüm de zihnimizde başladı. Veri çoğaldıkça yeni düşünceler oluşturduk. Daha önce belirttiğim gibi, zihnimizde kurduğumuz hayalleri elle tutabildiğimiz hale getirdiğimizde, değişim biyolojik organlarımıza sirayet edebilir.
Aslında bunun işaretlerini de görüyoruz. Bugün daha çok bağlanmamız, daha hızlı veri alışverişine neden oluyor. Önceden 10 kişiyi etkileyecek kapasitemiz bugün sosyal medyada milyonların önüne çıkacak zihinsel dayanıklılığı yaratıyor. Tıpkı ateş ve tekerlekte olduğu gibi sonraki teknolojiyi zihnimizde canlandırmaya başladık. Mesela dijital sayı sisteminde işlem yapan yapay zekayı yakında kuantum sayı düzeninde görebiliriz.
Bugün yükselen bir zeka, evrim sürecini kısaltıp bizi saatler içinde uzaya taşıyabilir. Bunu şöyle düşünebiliriz. Bundan 30 bin yıl önce mağarada yaşayan atalarımızın zekası bugüne kıyasla çok yavaş arttı. Ancak veri sağladıkça zekasını yeni teknolojilere yükledi ve yenilikler arasındaki süreç gittikçe kısaldı. Bugün sahip olduğumuz zeka, uzayın çok kısıtlı bir bölgesine çıkmamızı sağlıyor. Ancak bu durum şu soruyu sormamıza neden oluyor. İnsanın yarattığı bu başarı hikayesinin daha hızlı gerçekleşme olasılığı var mıydı?
İnsanın çelişkili doğası gelişimi baskılıyor.
Yaşadığımız teknolojik hız bize şunu gösteriyor. Var oluşumuzdan bu yana başardıklarımız, bugün yaşananlarla kıyaslanınca kendimizi fazla abartıyormuşuz gibi bir izlenim doğuyor. İnsanın yaptıkları küçümsenemez ama bir kıstas yoksa sadece yapılanlar göz önünde kalır. Oysa kaçan fırsatları gösterecek kıyas olmayınca gerçek durumumuzun bir analizini yapamayız. Demek istediğim, gelişimin bu kadar uzun sürmesi belki insanın anlamasındaki yavaşlık olabilir. Ancak bu kadar büyük bir medeniyeti kuran insanın kıskançlığı, kibri ve bencilliği, bizi olmamız gereken yerden çok gerilerde bırakmamış mıdır?
Buna bazı örneklerle açıklık getirmeye çalışalım. Mesela Batlamyusun dünya merkezli görüşü yaklaşık 1500 yıl hakim olmuştur. Bunun tersini savunan Bruno yakılarak idam edildiğinde belki düşünce yok olmadı ama yeniden ortaya çıkması çok zaman aldı. Katolik Kilisesi’nin kabul etmesiyle Aristo’nun hareket yasaları 2000 yıl boyunca Newton’a kadar hiç değişmedi. Bu zaman zarfında Newton’u destekleyen düşünceler çıkmıştır. Ancak yine de hareketin, maddenin içkin yapısından değil, ona uygulanan mekanik kuvvetlerden ortaya çıktığı fikri 2000 yıl uyumuştur. Gelişimin milyonlarca yıl sürmesi, insanın sadece zihinsel yavaşlığından değil biraz da farklı doğasından gelir.
Mesela insanlığın bu başarı yolculuğunda etkili olan zekaları bir düşünelim. Kaç kişiyi sayabiliriz? 1 tane Newton, 1 tane Einstein ve Maxwell gibi sayabileceğimiz zeka sayısı azdır. Belki de bilim tarihinde milyonlarca benzer zeka vardır ama bir sebepten dolayı ortaya çıkamamıştır. Peki bugünkü yapay zekanın ani bir havalanmasını hayal edelim. 8 milyar insanın hepsinin Einstein olduğunu varsayalım. Yükselen zekanın ondan da zeki olduğunu düşünelim. Bunu lütfen hayal etmeye çalışalım. Muhtemelen saatler içinde güneş sisteminin ötesine geçecek zekaya ulaşırız.
Belki sınırlı olmamız bu inanç sıçramasını yapmamızı engelliyordur. Oysa bugün bir makinenin düşünce üretip konuşmasına inanıyorsak buna da inanabiliriz. Konuya ilgisi olanlar, Nick Bostrom’un “Süper Zeka” kitabını okuyabilir.
İnsan: Her şeyi yapan ve mahveden
Tabi nasıl bir yapay zekayla karşılaşırız onu bilemeyiz. Bize karşı tavırlarını kestirmek çok zor. Bir stratejik üstünlük kazanan, üstelik insan beyninin emülasyonu olan bir makinenin bize karşı tutumunu bilemeyiz. Ancak madem insan beynini yüklüyoruz, o zaman aynı şartlarda insan ne yapardı ona bakmamız lazım.
Her şeyin kontrolümüz altında olmasını istememiz, işlerin bir gün kontrolden çıkmasına neden olabilir. Doğada tüm inançlarımızı yıkacak veri var ve özgür iradesi olmayan bizler, beynimiz aracılığıyla bu verileri topluyoruz. Topladığımız veri çoğaldıkça bunu bir yerlere aktarmak zorunda kalıyoruz. İşler hızlandıkça bizi aşan bir yapı oluşuyor.
Biz kendimizi etkin görebiliriz ama doğa karşısında edilgen bir varlığız. Doğanın hedeflerine ulaşmasında yetersiz kaldığımız bir durumda biz aradan çıkabiliriz. Örneğin yapay zekada kontrolün bizde olduğunu düşünebiliriz ama belki de öyle değildir. Bir labirente girdik ve yolumuzu kaybetmemek için belli işaretler koyduk. Ancak labirent o kadar büyüdü ki artık çıkış yolunu bulamıyor gibiyiz.
Bugün makine öğrenmesiyle yüksek bilgi işlem gücü ve çok fazla veriyle insanların biyometrik verileri toplanabiliyor. Veriye sahip olmak artık nereye gittiğimiz ya da ne satın aldığımızın ötesine geçti. Artık vücudumuzun ve beynimizin içinde neler olup bittiğine dair verileri toplayacak teknolojiye sahibiz.
Bugün yapay zeka, duygularımızı ve seçimlerimizi şekillendirebilecek seviyeye geliyor. Aynı zamanda biyoloji ve beyin bilimindeki ilerlemeler de bize insan beyni ve vücudu için gerekli bilgiyi sağlıyor. Bunu bilgi teknolojisindeki devrimle birleştirdiğimizde manipüle edilmemiz kolaylaşıyor. Belki de her şey, veriyi elektronik sinyale dönüştüren bir sensörün ucunda. Yüzyılın başında bize hayal gelen bu karmaşık sürecin basit bir sensörde biteceğini kim bilebilirdi? Bunun gerçekleşmesi 1000 yılda değil 20 yıl içinde oldu.
Veri bir varoluş sorunu yaratır mı?
Bilgisayarların depolayabileceği ve analiz edebileceği yeterli bilgi-işlem gücünü sağlayan bir sistem, tüm duygularımızı hackleyebilir. Kararlarımızı ve görüşlerimizi manipüle edebilir. Tam olarak kim olduğumuzu bilebilir ve bizi daha yakından tanıyabilirler. Farkında olmadığımız taraflarımızı keşfedebilirler.
Bu durum, veriye dayalı bir gelecekte karşılaşabileceğimiz etik sorunların neler olabileceğini de gösterir. Veri eşitsizliği, veri sömürüsü ve veri hakları gibi yeni sorunlarımız olabilir. Veriye sahip olanın gücü elinde tutacağı bir gelecek senaryosunda veri monopolleri ile ihtiyacı olanlar arasında, veri savaşları yaşanabilir.
Bugün bütün varoluş tarihimizde biriktirdiğimiz bilgide geldiğimiz son nokta yapay zeka; o da şimdilik.. Elimizdeki veriler sayesinde düşünen ve konuşan bir makine yaratabildik. Ancak bu bize yeni korkular da getiriyor. Mesela yaratıcıları dahil birçok insan, yapay zekanın yerimizi alacağı veya bizi yok edeceğini düşünüyor
The conditions under which I’m willing to debate people with a previous long record of ad hominem are that the debate is completely about factual questions like, “What actually happens if you build an AI and run it?”, and that there’s a moderator who understands this condition…
— Eliezer Yudkowsky ⏹️ (@ESYudkowsky) December 6, 2023
ChatGPT is incredibly limited, but good enough at some things to create a misleading impression of greatness.
— Sam Altman (@sama) December 11, 2022
it’s a mistake to be relying on it for anything important right now. it’s a preview of progress; we have lots of work to do on robustness and truthfulness.
Yok olmaktan kastımız eğer insan adına ortada bir şey kalmayacaksa bu doğru değil. Demek istediğim, dünya üzerinde zihin dahil insana ait hiçbir şeyin kalmayacağıysa biz hiçbir zaman yok olmayacağız. Eğer yeni bir vücut yapısı ya da zihnimizin kopyalanmasıysa bu bir yok oluş değil. Bizim bir devamımız.
Bugünkü zihin sınırları içinde düşündüğümüzde bilincimize aykırı gelen fikirler bize korkutucu gelebilir. Oysa bilincin de evrileceğini kabul edersek ortada korkulacak bir sorun kalmaz. Bir robotun silahı alıp bizi öldürmesinden bahsetmiyorum. Bu bir ihtimal olsa da çok hızlı bir geçiş olur. Bugünkü zihin yapımız bunu bir katliam olarak kabul eder ve acılı bir süreç olur. Oysa teknolojinin çevremizi değiştirmesiyle deneyimlerimiz farklılaşır ve yeni bir bilinç kazanırız. Bu da şu anda, acı ve korkutucu gelen değişimi benimseyecek zamanı bize kazandırır.
Neden yükselen bir zekaya ihtiyacımız var?
Biz, bunu bir varoluş meselesi olarak görebiliriz çünkü yeni olana karşı eskiyi temsil eden biziz. Peki şöyle bir inanç sıçraması yapalım. Zor da olsa kendimizi yapay zekanın yerine koyalım ve insana bizim neandertale baktığımız gibi bakalım. Farklı deneyimlere sahip insanlarla empati yapmak bu kadar zorken bir makineyi anlamak nasıl bir histir bilemiyorum. Ancak bu durumu bir inanç geliştirerek yapabileceğimizi düşünüyorum.
Peki neden bunları yapıyoruz? Neden bugünkü rahatımızı bozacak teknoloji üretip kendimizi korkulara gark ediyoruz? Mesela neden yapay zeka? Oysa bu dünya bize yeter ve mutlu mesut yaşayabiliriz.. Bu doğru değil…
Bu evrende kozmik bir sermayemiz var. Bunu şöyle açıklayabiliriz. Bir yer kiraladığınızda kontratın son gününde kiranızı ödeyecek durumda olmalısınız. Kira süresi sizin evrendeki kozmik sermayenizdir. Bir gün Andromeda ile Samanyolu galaksileri çarpıştığında belki bu doğa olayından kendimizi kurtarabiliriz. Ancak güneşin patlamasından ya da ayın bir gün çok uzaklarda olmasından kurtulmamız mümkün değil. Bu nedenle kendimizi bu galaksinin dışına taşıyacak teknolojiyi üretmemiz lazım. O zaman zarfında eğer bir sonraki evreye sıçrayamazsak zihin dahil bizden hiçbir şey kalmayacağını işte o zaman söyleyebiliriz.
Belki 5 milyar yıl sonrasını konuşuyoruz ama biz hep kaos sınırında yaşayacak şekilde evrimleştik. Sanki bizi bu yola sokan güç, bunu yapmaya mecbur kaldığımız bir algoritmayı işletiyor. Ayrıca dünyanın meydana gelmesinden bu yana 4,5 milyar, evrenin oluşumundan ise 14 milyar yıl geçti. Zamanda ilerlememiz hiç durmuyor ve o zaman diliminde nerede olacağımızı bilemeyiz. Ancak başka bir zamana geçebilirsek bu formda olmayacağımız kesin.
Sonuç
Sonuç olarak, insanlık tarihinde paranın karşılığı, zamanın ruhuna uygun farklılık gösterdi. Paranın karşılığı ilkçağda avlanmaktı. Ortaçağda toprak, 20. yüz yılda petrol oldu. Oysa bugünün dünyasında paranın karşılığı veridir. Ancak veri, eski dönemden farklı olarak karşılığı olduğu parayı da dönüştürüyor. Bugün ülkeler, çoğalan veri karşısında merkeziyetsiz bir para sistemini kabul ediyor. Veri, dünyanın çehresini değiştiriyor ve hayat yeni bir hikayeye başlıyor.
Biz eski değerleri paraya çevirip ekonomiyi büyüttükçe aslında her zaman önemli olan ama farkında olmadığımız veriyi ortaya çıkardık. Veri her zaman vardı ama az boyutlu dünyada yaşamamızdan dolayı bunu daha az hissettik. Oysa bugün her şeyin, hatta vücudumuzun bile veriyle değiştiğini görebiliyoruz.
Zeka, veriyle artar. Ortalama zekaya sahip bir insan bile veri çoğaldıkça yeni sorular sormaya başlar. Önümüzdeki karanlık daha çok aydınlanır ve farkında olmadığımız şeyleri görürüz. Böylece evrimi sadece bir hikaye olarak bilmeyiz. Aynı zamanda bugünkü teknolojinin hızında idrak ederiz.
- Roger Penrose…………….Zihnin Gölgesinde ↩︎
Geri bildirim: Veri Çağı: İpler Kimin Elinde? - Monolog
Geri bildirim: Cinsiyet Eşitliğine Her İki Cins de Hazır mı? - Monolog
Geri bildirim: İnternet: Bir Tehdit Algısıyla Başlayan Devrim - Monolog