Mastodon

Monolog

Kişisel görüşler, düşünceler ve deneyimler. Her şeyin dönüştüğü bir çağda söyleyecek bir şeyim var.

Bilim-FelsefeKültür

Bir Düşünce Deneyi: Herkes Telepati Kursaydı Dünya Nasıl Olurdu?

“Doğanın kanunlarıyla tutarlıysa, hiçbir şey gerçek olamayacak kadar mükemmel değildir.” -Michael Faraday

Telepati, zihinsel bir faaliyettir. Bir bireyin zihnindeki düşünce, duygu veya imajın, başka bir bireyin zihnine doğrudan, fiziksel bir ortam gerektirmeden aktarılmasıdır.

Bu sürecin nasıl gerçekleştiği hala büyük bir gizem ancak doğa cansızlıktan yaşam üretebiliyorsa düşüncelerle iletişim kurmanın da doğada karşılığı olmalı. Bunu daha açık ifade etmek gerekirse; her şey bir enerji meselesiyse ve beynimiz enerji üretebiliyorsa telepati mümkün olabilir. Üstelik evrende her şeyin alanlarla birbirine bağlı olduğunu düşündüğümüzde buna inanmak için güçlü sebeplerimiz var.

Kuantum fiziği, evrendeki her şeyin temelde enerji ve bilgiden meydana geldiğini söylüyor. Konuya böyle yaklaştığımızda zihinlerimizin evrensel bir bilgi alanının parçası olduğunu söyleyebiliriz. Evrenin bir ucundaki elektronun diğer ucundakine eş zamanlı bilgi aktarabilmesi, aynı parçacıklardan oluşan bizlerin de bilgiyi temassız olarak karşımızdakine aktarabileceğimizi gösteriyor. Eğer doğanın fenomenlerinin benzerliği ilkesi çalışıyorsa aynı anda evrenin başka bir yerinde benim bir kopyamın da dikkatini karşısındakine verdiğini düşünmemde hiç bir gariplik olmaz.

Telepati, algıladığımız gerçeğe aykırı görünür ama bugün kabul ettiğimiz kuantum mekaniğinin doğası çok mu akılcıdır? Doğanın işletim sistemi, sağduyumuza tamamen aykırıdır ve algıladığımız dünya, göremediğimiz kuantum dünyanın bütüncül bir yansımasıdır. Bu sebeple kuantum dolanıklık gibi ilginç fenomenler, zihinler arasında anlık bir bağlantının kurulmasının mümkün olduğunu düşündürüyor. Belki de telepati, henüz tam olarak anlayamadığımız bir kuantum mekanizması sayesinde gerçekleşen bir iletişim şeklidir.

İnsanların birbirlerini hissetmesi, empati kurması ve bazen de geleceği sezmesi gibi deneyimler, bu düşünceyi destekler nitelikte. Mesela yakınımdaki insana durup baktığımda onun da dikkatini bana çevirmesine nasıl bir anlam yüklemeliyim? İnsanların yüz ifadelerinden duygu ve düşüncelerini anlayabilmemiz, telepatinin zayıf bir formunu gösteriyor olamaz mı?

Telepati Mümkün mü?

Zihin kontrolünün bir asırdan fazladır yapıldığını, psikiyatristlerin hipnotizma ile insan zihnine girebilmesinden biliyoruz. Ancak düşüncelerle iletişim kurmanın farklı bir boyutu var.

Beyin enerji üretse de bu bir düşünceyi gönderecek güçte değil. Yaklaşık 1 nano amperlik elektrik akımıyla tüm zihinsel ve bedensel faaliyetlerimizi beyin yönetse de düşünce aktarımı için çok daha fazla enerjiye ihtiyacı var.

Beyindeki yaklaşık 100 milyar nöron işlevsel olsa dahi bir led lambanın tüketebileceği elektriği üretir. Bu kadar az enerji için tüm enerjimizin %20’sini harcar. Bu sebeple beynin çok masraflı bir organ olduğunu düşünebiliriz. Oysa günlük hayatımızı şöyle gözümüzün önünden geçirirsek, beynin tükettiği enerji, gün içinde harcadığımızın çok küçük bir bölümüdür. Koşmamız, konuşmamız, nefes almamız ve düşünmemiz gibi enerji gerektiren bu faaliyetleri beyin kıt kaynakları en verimli şekilde kullanarak yapar. Yaşam savaşında hayatta kalmamızı bugünkü modelin akılcı yapısına borçlu olduğumuzu bilmeliyiz.

Bugün beyni keşfettikçe, kendinden beklenmeyecek işleri yapabilmesinin yollarını buluyoruz. Kendimizi ve doğayı daha yakından tanıdıkça beynimizin bir elektrik şebekesinden farklı olmadığını anladık. Elektriğin olduğu yerde manyetizma, manyetizmanın olduğu yerde de elektrik olduğunu keşfettiğimizden beri bu bilgiyi, doğanın 4 temel kuvvetinden olan elektromanyetizma ile ilişkilendirdik. Böylece beynimizin ürettiği küçük voltaj atımlarını, daha fazla enerji isteyen teknolojileri kullanmak için kaldıraç olarak kullandık ve düşüncelerimizi binlerce kilometre öteye eş zamanlı göndermeyi başardık.

Biz biyolojik olarak sınırlı bir varlığız ama sınırsız hayaller kurabilen bir zihne sahibiz. Bu, bize tanrısallık katan bir özellik. Mesela bir oku düşmana kendi gücümüzle ulaştıramadığımız zamanlarda yayın germe kuvvetini oka yükleyip hedefle buluşturduk. Bir top mermisini 2000 metre uzağa fırlatamayız ama topun fırlatma kuvvetini ona ekleyerek o bombayı istediğimiz noktaya taşıyabiliyoruz. İnsanın en büyük hayallerinden birisi göklerde olmaktır mesela. Bizim uçma yeteneğimiz olmasa da bir kanadın kaldırma kuvvetini bir motorun itme kuvvetiyle birleştirerek havada ilerleyebiliyoruz.

Beyni Keşfettikçe Telepati Kolaylaşıyor

Zihnimizde ürettiğimiz düşünceyi de aynı mantıkla binlerce kilometre öteye teknolojiyle taşıyabiliriz. Biz teknolojik bir varlığız. Yaşamı tasarlayan, bir mühendislik harikası yaratmış. Onun bir harika olması, her çevreye uyum sağlama kabiliyetinden ileri geliyor. Yani bir bakteri de olabiliyor, bizim gibi kompleks bir varlık da. Doğaya tamamlanmamış bir beyinle geliyoruz ve onun çevresinde her şey yeniden uyarlanabiliyor. Sanki bizi yaratan güç, sonsuz evrende bizden sağladığı verilerle ilerliyor.

İşin doğrusu beyin süper bir öğrencidir. İş bitiricidir, tutumludur ve öğrenmeyi sever ama en önemlisi esnektir. Bu özelliği onu işbirliğine yatkın yapar. Duyu organlarından gelen algılara uygun sinyalleri üretir ve eyleme geçmesi için ilgili organa sinirler aracılığıyla gönderir. Düşüncelerimiz, duygularımız ve algılarımız, beyindeki nöronlar arasındaki elektriksel ve kimyasal sinyallerin sonucudur.

Beyin, elindeki malzemeyi en iyi şekilde kullanır. Mesela kullanılmayan bölgeleri aktif alanlara bırakarak atıl bölgelerden maksimum fayda sağlar. Kör bir insanın duyma yeteneğinin daha gelişmiş olmasının sebebi budur. Görme alanını kapsayan işitme nöronlarının çoğalması, bu duyu organını daha işlevsel yapar.

Bir duyu organının biyolojik olup olmaması beyin için önemli değildir. Beyin, göndermek istediği sinyali uygun teknoloji bulduğu müddetçe gönderir. Neticede zihinsel faaliyetler, beynimizdeki nöronların elektrobiyokimyasal süreçlerinin bir sonucudur. O halde aynı şeyi düşünceleri göndermek için neden yapmayalım? Burada sorun, enerjiyi yansıtacak doğru teknolojiyi bulmaktadır.

Tak-çıkart teknolojilerle beyin arasında bağlantıyı kurduğumuzda aklımıza aykırı gelen şeyleri yapabiliyoruz. Derimize yerleştirilen sensörlerle dokunma hissini görme sinyallerine çevirebiliyoruz mesela. Konuşma yeteneği olmayanlar, düşüncelerini sözcüklere dökebiliyorlar. Beynin belirli kesimlerine elektroşok uygulayarak bilincimizin belli bölümlerini böylelikle açıp kapatabiliyoruz.

Beyi sinyallarini ilgili alana yönlendirerek istediğimiz duyu organını kullanabiliyoruz.

Bunun örneklerini daha da çoğaltabiliriz. Örneğin oyuncular kafa derilerine taktıkları bir sensör sayesinde rakipleriyle düşüncelerinde rekabet edebiliyor. Beyin sinyalleriyle bağlantı kurmak artık düşünce eşiğimizi geçebiliyor. Bu bağlamda beyin sinyallerini diğer insanlara ulaştırmanın bir yolunu bulduğumuzda sınırlı biyolojimiz gerisini halledebiliyor.

Gelecekte Telepatik Bir Zihnimiz Olabilir mi?

Arthur C. Clark.” Yeterince gelişmiş bir teknoloji sihirden ayırt edilemez” dediğinde konuyu bundan daha güzel özetleyemezdi. Biz teknolojiyi, şimdilik sınırlı olan biyolojimizle birleştiriyoruz. Ancak evrimin tarihi, gelecekte bize farklı bir yapıda olabileceğimizi de söylüyor.

Bugün zihnimiz de teknolojiyle beraber dönüşüyor. Yüzyılın başındaki insan değiliz. Daha çok veriyi işleyip hafızamız genişledikçe daha çok bilgi üretebiliyoruz. Hayal gücümüz buna bağlı olarak daha da gelişiyor. Beynimizin bugün ilkel kısmı nasıl yavaş yavaş dönüşüyorsa algılamaların böyle çeşitlenmesi de bizi daha fazla enerji üreten bir beyne götürebilir.

Evrimin tarihinde böyle düşünmem için yeterli malzeme var. Teknolojinin, evrimin hammaddesi olduğunu düşündüğümüzde, bugün kullandığımız teknolojiler aracılığıyla kurduğumuz telepatiyi yarın onlarsız da yapabileceğimizi düşünmekten daha doğal bir şey yok. Modern zamanların olmadığı hiç bir dönem yok ki kendisi kısa zaman sonra yerini daha modern bir zamana bırakıp ilkel kalmasın.

Ateşin bulunduğu ilkel zamanları düşünelim. Yemekleri pişirerek yememiz, midemizle beraber birçok organımızın bugünkü şeklini almasını sağlamış olmalı. İçten yanmalı motorların yapıldığı zamanları düşünelim örneğin. At arabaları, yerini otomobillere bıraktıkça karşıdan karşıya geçerken sağa sola bakmamız bizde bir içgüdü oluşturmadı mı? Bugün boş yolda dahi karşıya geçen birisi, yolun sağını ve solunu kontrol etmeden hareket etmez. Hızlıca bugünlere gelelim ve internet devrimiyle hayatımızın nasıl boyut kazandığını düşünelim. Sadece birkaç kişinin önünde kendini ifade edecek şekilde evrimleşen psikolojimiz bugün tüm dünyanın önüne cıkacak şekilde evrilmiyor mu?

Yaşadığımız çevre, beslenme alışkanlıklarımız ve maruz kaldığımız uyarımlar, beynimizin yapısını ve işlevini belki de etkileyecektir. Bu nedenle gelecekteki nesillerde, beyin yapısında telepatiye olanak tanıyan genetik mutasyonlar ortaya çıkabilir. Bu mutasyonlar, zihinler arasında daha güçlü bağlantı kurulmasını sağlayabilir.

Teknoloji değiştikçe çevre değişir ve çevrenin değişmesi yeni duygu ve düşünce üretmemizi sağlar. Yarattığımız bu fazla enerjiyi de bir şekilde dışarıya yansıtırız. Belki de gelecekteki çevresel koşullar, telepati gibi yeteneklerin gelişmesini tetikleyecektir.

Psişik Evrim: Telepatinin Dönüştürdüğü Bir Dünya

Eğer herkes telepati yeteneğine sahip olsaydı, toplum yapımız, kültürümüz ve ilişkilerimiz nasıl değişirdi? Bu soru bana Isaac Asimov’un “Vakıf” serisini hatırlatıyor. Eğer böyle bir zihin gücümüz olsaydı herhalde galaktik bir uygarlığımız olurdu. Ulus devletlerden galaktik vatanadaşlığa geçmiş olurduk galiba. Kurduğumuz imparatorluklar, dönemin zihinsel şartlarına göre büyüktür. Daha büyüğü için hafızamızda veri yoksa en büyük imparatorluk Roma olur mesela. Telepatik bir zihin de ona uygun bir imparatorluğu çağrıştırır.

Roman, kilit karakter Hari Seldon’ın Psikotarih disiplinini geliştirerek psikolojiyi matematiksel bir denkleme oturtmasıyla başlar. Bir nevi gelecekle telepati kurarak 30 bin yıl sonrasını simüle eder ve bu sürede gerçekleşmesi muhtemel olayları 1000 yıla sığdırır. O anki durumu bir başlangıç noktası kabul ederek muhtemel gelişmeler ile insan psikolojisinin birbirini nasıl etkileyeceğini analiz eden istatistiksel bir model geliştirir.

Hari Seldon’ın modeli tutar ancak ölümünden üç asır sonra öngörülemeyen bir olasılık gerçekleşir. Psişesi mutasyona uğrayan Katır isminde gizemli birisi, Vakıf’ın gezegenlerini ele geçirmeye başlar. Katır, duygu ve düşünceleri yönlendirerek insanlar üzerinde hakimiyet kuran bir mutanttır.

Serinin bu bölümünde psişik güçleri olan Channis, Katır’a direnmeye çalışsa da Katır’ın psişik gücü ondan daha güçlü olduğu için bunu başaramaz. En sonunda Katır’la olan bu mücadeleye 2. Vakıf’ın en güçlü psişiklerinden “Birinci Sözcü” dahil olur. Katır’ın bir anlık boşluğundan yararlanarak zihnine girer ve 2. Vakıf ile ilgili anılarını silmeyi başarır.

Telepati Yeteneği Herkeste Aynı Şekilde Gelişmez

Romanda telepati gücünün herkeste aynı seviyede olamayacağını görüyoruz. Tıpkı müzik aletini çalmak veya bir spor dalıyla uğraşmak gibi, telepati de bir beceridir ve bu beceri herkeste farklı seviyelerde gelişebilir. Belki de bazı insanlar, telepati yeteneğini daha güçlü kılan belirli genlere sahip olacaktır. Ayrıca her insanın beyni farklıdır. Beynin belirli bölgelerinin gelişmişliği, telepati yeteneğini de etkiler. Bunun yanında çocuklukta yaşanan deneyimler, eğitim, sosyal çevre gibi faktörlerin de telepati yeteneğinin gelişiminde etkili olması mümkündür. Ayrıca açıklık, merak, empati gibi kişilik özellikleri, insanların daha duyarlı olmasını sağlar.

Bazı insanlar düşüncelerini daha net ve uzak mesafelere iletebilirken, bazıları sadece yakın çevresindeki kişilerle iletişim kurabilir. Herkesin düşünce aktarımı farklı şekillerde olduğu için tek bir iletişim biçimi yoktur. Bazıları resimler veya sembollerle iletişim kurarken, bazıları hepsini kullanır mesela.

Bugün Neurolink’in ürettiği beyin-bilgisayar arayüzleri gibi teknolojiler, zihinlerimizi doğrudan dijital ortama bağlamaya başladı. Stephan Hawking, konuşma kabiliyetini yitirmişken seri bir şekilde ürettiği düşüncelerini açıklayabilmesi, beyin-arayüz teknolojilerinin birleşiminin gücünün göstergesi değil midir?

Neurolink, bir kablo olmadan düşünceleri yönlendirmenin yöntemlerini geliştiriyor.

Bu teknolojilerle, düşüncelerimizi uzak mesafelere aktarıp diğer zihinlerle etkileşime geçebiliriz.

Telepati: Hiçbir düşüncenin kaybolmadığı daha hızlı bir iletisim dili

Bu saydıklarımızın hepsi telepatik bir dünyada olabilir. Ancak herkesin telepati kurabildiği bir dünyada düşüncelerin en saf haliyle akması belki de iletişimin daha açık olduğu, anlaşmazlıkların azaldığı bir toplum yaratmamızı sağlayacaktır.

Yanlış anlaşılmak günlük hayatımızda başımıza belalar açabiliyor. Bu sebeple insanlar düşüncelerini ifade edemedikleri için biraz olduklarından farklı görünebiliyorlar. Mesela gerçek düşüncelerimizin istediğimiz anlamda anlaşılacağından şüphe ettiğimiz için her şeyi söyleyemiyoruz. Önce karşımızdakinin ne düşündüğünü öğrenmek için biraz sohbet ediyoruz ve gidişata göre anlatmak istediğimizi ifade etmeye çalışıyoruz. Zihinlerde gezen gerçek niyetleri okumaya çalışıyoruz. Düşüncemizi aktarmak istediğimizde de onu tarif etmekte zorlanıyoruz.

Düşünceler soyuttur ve biz onu kelimelerle ifade ederiz. Sözcükler düşüncenin bir kısmının şifresini çözer. Zihin dünyamız çok gelişmiş olsa da onu ifade edecek dil yeteneğimiz yetersizse düşüncelerimizin hepsi kaybolur. İnsanlık da bu fikirlerden mahrum kalır.

Bunu tersinden düşündüğümüzde; dil yeteneklerimiz ne kadar gelişmiş olursa olsun yine de kaçan düşünceler vardır. Bir şeyi yazmaya başladığımızda düşünce zihnimizde berrak olarak durur ama yine de bir cümleyi kurmak bazen günlerimizi alabilir. Çok iyi bir yazar da olsak ifade etmek istediğimiz her şeyi arzu ettiğimiz şekilde açıklayamayız. Öyle ki yüzlerce sayfa, bir ana fikri açıklayabilmek için yazılır ama yine de yetersiz kalır.

Bizim için iyi ifade etmek, karşımızdakinin bizi en iyi şekilde anlamasıdır. Karşımızdakinin dünyayı algılayışı bizimkinden farklıdır ve anlattıklarımızı tamamlama işini biraz da onun anlayışına bırakırız. Bir de bunu binlerce kişiye aktarmaya çalıştığımızı düşünelim. Kendimizi eksik de ifade etsek karşımızda bunu tamamlayan bir kitle ya da kişi vardır. Bu bağlamda düşüncelerimiz kaybolmaz sadece başka bir yerde yeni bir fikir olarak ortaya çıkar. Doğa kendini böyle kurgulamıştır çünkü elindeki malzeme şimdilik bu kadardır. Biribirimizi tamamlayarak ve üzerine yenilerini ekleyerek düşünceler dallanıp budaklanır ve yaşam karmaşıklaşır.

Gizlilik Yok Mu? Telepati Dünyasında Yaşamın Zorlukları

Oysa telepatik bir toplumda düşünceler sözcüklerden bağımsız olduğu için dil sorunu olmaz. Amaçlar ve hedefler çok açıktır. Düşüncelerin sözcüklerle ifade mecburiyeti olmadığı için daha kolay akar. Bilgi muazzam bir hızda birikir ve şeffaflaşır. Bir telepatik toplumun sınırlarının bu dünya olamayacağını söylerken kastettiğim buydu.

Ancak telepati ile düşüncelerin saf ve hiç kaybolmadan çok hızlı bir şekilde dolaysız olarak ifade edilmesinin, yani arada hiçbir imge, sembol ve sözcük olmadan aktarılmasının bazı sakıncaları mutlaka olur. Başka insanların zihinlerine izinsiz girmek, düşüncelerini okumak gibi durumlar, ciddi ahlaki tartışmalara yol açabilir. Bilinçdışında serbest gezen duyguları düşünelim mesela. Bunların hiç törpülenmeden düşüncelerimizde apaçık göründüğünü hayal edelim? Bu kadar şeffaflığın sonunda kargaşa mutlaka artacaktır.

Bugünkü yapımız değişmeden telepati yeteneğine sahip olmak herhalde bizim için bir felaket olurdu. Bugünkü değer yargılarımızla hiçbir sırrımızın olmadığını, ruh ve bedenin kendini savunacağı mekanizmalardan mahrum kaldığını hayal edelim. Herhalde hiç iyi sonuçları olmazdı.

Ne var ki biz, an itibariyle psikolojimize hapsolmuş yaşarız. Bugünkü psikolojimizle telepatik ilişki varlığımıza bir tehdit olduğu için evrim şimdilik olduğumuz kadarına izin verir. Oysa telepatik bir dünyada psişe muhtemelen buna uygun bir yapı geliştirecektir. Nasıl ki bilinçdışımızdaki duyguların, ego ve süper egonun sansüründen dolayı olduğu şekliyle dışarı yansımasını göremiyorsak benzer bir yapıyı zihnin de, telepatik bir dünyada düşünceler için gerçekleştirmesi akla uygun geliyor.

Telepatiyle Yeni Bir İnsan, Yeni Bir Düzen

Zihin bu şekilde evrilmese de bireyleşerek bu duruma karşı bağışıklık kazanabiliriz. Mesela öz farkındalığımız arttıkça yeni bakış açıları geliştirebiliriz. Bireyselleşme tamamlandıkça çevremizde kötü bulduğumuz şeyleri aslında kendimizin taşıdığını anlayabiliriz. Karşımızdakinin dünyayı bizden farklı algıladığını, böylelikle farklı düşünebileceğini daha kolay kabul edebiliriz. Bizim de eleştirilecek taraflarımızın olduğunu bilmek ve kötü yanlarımızın olduğunu özümsemek bence her şeyi değiştirir. İnsan ilişkilerinin değişmesi bütün kuralların yeniden yazılması anlamına gelir. Yeni bir ahlak anlayışı, yasalar, ekonomi, kültür ve yeni bir tarih yazılır. Ancak tüm bunların sebebi de yeni bir insan olur. İlişkilerin niteliğinin değişmesiyle birlikte beklentilerin de değişmesi, her şeyi sil baştan yazmamıza sebep olmaz mı sizce de?

Belki insan var olduğu müddetçe bazı kavramlar değişmeyecek ama değişen şartlara uyum gösteren zihin çevresinde ona uyum gösteren kavramlar olacaktır. Yalan yine olacaktır mesela. Zihnimiz okunurken bile yalan söyleyebildiğimizi hayal edelim. Bence müthiş akıl oyunları olurdu. Kötülük de olacaktır ama bugün tanımlarını bilmediğimiz yeni kavramlarla olacaktır bu. Mesela Vakıf serisinde Katır’ın yaptığı gibi insanların zihnini kendini sevmeye yönlendirerek psişik güçleri kötüye kullanmak telepatik bir dünyanın doğasına uygun bir suç olur. Diğerlerinden daha güçlü telepatik güçlere sahip birisi, kriptografik engelleri başkalarının yeteneklerini kullanarak kolaylıkla aşabilir. Belki de bu şifreler insanın zihninde olacaktır.

Eğer bir gün telepati geliştirilirse doğada bunun bir algoritması var demektir. Bu durumda belki yapay zeka da, insan beynini temsil edebildiği için, telepati kurabilecektir. Doğada telepati mümkünse makine öğrenmesiyle yapay zekaya yüklenebilir.

Telepati 6. His mi?

Basit organizmalardan karmaşık beyinlere sahip varlıklara doğru ilerleyen bu süreçte, hayatta kalmak için gerekli olan birçok yetenek gelişti. Bu yeteneklerden biri de, diğer bireylerle etkileşim kurma ve onların davranışlarını tahmin etme yeteneğiydi. Telepatiyi çağrıştıran empati, içgörü ve sezgi gibi yetenekler, belki de bu temel ihtiyacı karşılamak için evrimleşmiş yeteneklerdir.

Telepatiyi insanın 6. duyu organı gibi görmek bu fenomeni daha bütüncül ele almamızı sağlayabilir. Teknoloji geliştikçe duyu organlarımız aslında çoğalıyor. Kafamıza taktığımız sanal gerçeklik gözlüğü ile paralel bir dünyayı hissedebiliyoruz mesela. Telepatiyi duyu organı gibi düşünmek, zihinsel süreçleri fiziksel dünyayla daha iyi ilişkilendirmemizi sağlayabilir. Kozmik bir zamanda telepatinin, tıpkı diğer duyu organlarımız gibi, evrimsel bir süreçte geliştiğini varsaymak, bu konuya daha geniş bir çerçeveden bakmamızı sağlar.

Kolektif Bilinç: Bizi Birbirimize Bağlayan Evrensel Bağ

Biz daha önceki nesillerin devamı olan evrensel insanız. Bilinçaltımızda atalarımıza uzanan hatıraların izleri var. Her birimiz, bu mirası hayatta kazandığımız deneyimlerle zenginleştirmeye devam ediyoruz. Biz, bireyleşerek evrensel mirası büyütüyoruz. Bu evrensel miras bize farklı yollardan kendini anımsatıyor. Jung ve Freud’un vurguladığı gibi rüyaları ele alalım mesela. Hepimiz için ortak bir simge olan at , ejderha ya da yılan görmenin kolektif bilinçte bir karşılığı vardır. Bu simgelere inanç dünyamızda da rastlarız. Bunun yanında dişlerin dökülmesi, su görmek ya da ölüm gibi olaylar da geçmişimizle iletişim kurmamızı sağlayan evrensel sembollerdir.

Kolektif bilinç, tüm insanlığın bir şekilde birbirine bağlı olduğu ve ortak bir bilinç alanını paylaştığı fikrine dayanıyor. Bu düşünceye göre, zihinlerimiz sadece bireysel değil, aynı zamanda kolektif bir bilinç okyanusunun bir parçası. O halde kolektif bilinci, tüm insanlığın deneyimlerini, düşüncelerini ve duygularını içeren bir bilgi alanı gibi düşünürsek, telepati için bir tür veri tabanı gibi de düşünebiliriz. Birçok insan benzer düşüncelere sahip olduğunda aynı olayları deneyimler. Belki de bu durum zihinler arası bir bağlantıya işaret ediyordur.

Bir deprem gibi doğal afette ya da tarihi bir dönüm noktasını yaşarken aynı duyguları hissedebiliriz. Sevinmek ya da üzülmek için orada olmamıza gerek yoktur. Bir afet yaşandığında orada bulunmasak da yardım etmek için çabalarız. Kolektif bilincin izlerine, ikizler arasındaki güçlü bağlarda da rastlarız. Öyle ki telepatiye benzer deneyimler yaşadıklarına şahit oluruz.

Sonuç

Telepati, hala gizemini koruyan ve bilimsel olarak kesin kanıtlanmamış bir olgu olsa da, zihinlerimizin sınırlarını zorlamaya devam ediyor. Günümüzde yapılan araştırmalar, zihin okuma, düşünce ile nesne kontrolü gibi yeteneklerin varlığına işaret ediyor. Bu gelişmeler, gelecekte iletişim ve teknoloji alanında köklü değişimlere yol açabileceği gibi, insanın kendi zihnini daha iyi anlamasına da katkı sağlayacaktır. Belki de telepatinin bilim kurgu filmlerinden çıkıp hayatımıza girmesi ve insanlık tarihinde bir çığır açması çok uzak bir gelecek değildir.

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir