Alzheimer: Geleceği Anımsamak
Unutmak, insan olmanın kaçınılmaz bir parçasıdır. Ancak bazı unutmalar, hayatı kökünden sarsar. Oysa bizi farklı yapan hafızamız ve hayallerimizdir. Geçmişte elde ettiğimiz verilerin kılavuzluğunda geleceği hayal edebiliriz. Ancak buna, hafızamıza veri girdikçe devam edebiliriz. Peki, hafızamızı kaybetmeye başladığımızda kim oluruz? Geçmişimiz olmadan geleceğimiz nasıl şekillenir? Eğer hafızamız yeni veri kazanamazsa, nasıl yeni hayaller kurabiliriz?
Alzheimer, sadece hafızayı değil, kimliği de yavaş yavaş yok eden sinsi bir hastalıktır. Bir zamanlar hayaller kurduğumuz, anılar biriktirdiğimiz beyin, hücrelerinin ölümüyle birlikte boş bir sayfaya dönüşür. Hücreler öldükçe algılar zayıflar ve bağlantı sayısı da bir bebeğin beynindeki sayıya hızla geriler. Hasta, gittikçe hayatının ilk yıllarına, sanki çevresini yeni tanımaya başladığı zamanlara bir dönüş yapar.
Bir Alzheimer hastası, her şeyden muaf, bütün günahlardan âzâde bir bebektir. Yeni yürümeye başlayan bir bebeğe nasıl kızamıyorsak ona da kızamayız.
Kaybolduğunda, bir şeyi kaybettiğinde hiçbir şeyin farkında değildir. Neden olduğu tehlikelerin farkında olmayan ve hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam eden, dünyadan ve çevresinden o kadar habersiz biridir. Hatta bu duruma herkes kadar şaşıran ve bir daha olmaması için çevresine nasihat verecek kadar olayları unutan bir çocuktur.
İnsan bedenen ve ruhen yaşlandıkça o, bedenen yaşlananan ama ruhen çocukluğuna doğru koşan biridir. Alzheimer hastasıyla yaşamak, bir Benjamin Button hikayesi yaşamaktır. O, geçmişe bir yolculuk yapıp geleceği anımsarken siz, hastalığın ileri safhalarını öngörmeye çalışırsınız. Fiziken yan yana ama farklı zamanlarda yaşarsınız. Geçmişte anımsadığı anılar daha eski tarihlere uzanırken, hatırlayamadıkları gittikçe şimdiye yaklaşır. İnsanı geçmişe doğru sürükleyen ama geleceğini çalan bir hastalıktır.
Alzheimer, yaşlı hastalığı değildir
Alzheimer, bugün toplumu çok rahatsız eden ama çoğumuzun farketmediği sinsi bir demans türüdür. Teknolojinin gelişmesiyle sağlık alanında yapılan yatırımlar insan ömrünü uzatıyor. Daha yaşlı bir toplum oldukça mutluluk kriterlerimiz de değişiyor. Lâkin toplum yaşlandıkça Alzheimer riski de artıyor.
Alzheimer, ileri yaşlarda ortaya çıktığı için yaşlı hastalığı olarak kabul edilir. Ancak bu ön kabül, teşhisin zor olmasından ileri gelir. Halbuki 50’li yaşlarda belirti gösteren ama teşhis konamayan o kadar çok hasta var ki, hastalığı bir yaşlı hastalığı olmaktan çıkarıyor. Bence Alzheimer, aramızda gezen bir “Hayalet Hastalık”tır.
Biz, sağlıklı yaşamı daha genç görünmek olarak algılıyoruz. Oysa dış görünüşümüz ne kadar genç kalsa da iç organlarımız yavaş yavaş işlevini kaybediyor. Bence en önemlisi, kendi öz farkındalığımızı sağlayan beynimizin hücrelerini yenileyememesi. Oysa beynimize en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlar, hastalıkların ortaya çıktığı yaşlılık yıllarıdır.
Beyin, bir orkestrayı yönetir gibi tüm vücut ve zihinsel fonksiyonlarımızın uyum içinde çalışmasını sağlar. Yaşlandıkça beyin hücrelerimizin yenilenme hızı düşer. Ancak demansla başlayan ve Alzheimer’a evrilen bu süreçte, mevcut hücreler ölür ve beyin gittikçe küçülür. Yaşlılık yıllarında yakalanacağımız potansiyel hastalıkları yönetecek beynimiz, demansla (bunama) bu fonksiyonunu kaybetmeye başlar.
Bu hastalığa yakalananlar yavaş yavaş düşünme, davranma ve sosyal becerilerini kaybeder. Alzheimer, ilerleyici bir demans türüdür ve zamanla hastayı çaresiz ve savunmasız hale getirir. Sonuçta başkalarına hem bağımlı hem de yük olurlar.
Kişisel farklılıklar, deneyimleri de farklılaştırıyor
Bu demans türüyle tanışıp hastanın yaşadığı hayatı masaya yatırdığınızda sebeplerin ne olabileceğini öngörmek için çok fazla tıp bilgisine ihtiyacınız olmuyor. Sonuçta Alzheimer görünen bir hastalık. Teşhisi ne kadar zor olsa da demansın sizden uzak durması için hayatınızda ne yapmamanız gerektiğini kolaylıkla anlayabiliyorsunuz.
Alzheimer’a sebep olan belli nedenler var. Mesela ailenizde bu hastalığın daha önce yaşanması, travmalar ve depresyon, bu hastalığa neden olan genetik ve ruhsal etkenler. Bunun yanında kolesterol, hareketsizlik ve sigara kullanımı gibi fiziksel nedenleri de sayabiliriz. Ancak hikayeleri farklı yapan, hastalığa sebep olan bu ortak olguların herkeste farklı deneyimlerle ortaya çıkması. Travma ve depresyon ortak sebep olsa da insanlar yaşadıkları farklı deneyimlerle bu ruhsal bozukluklara yakalanıyorlar. Bir labirente girip farklı yollardan tek bir çıkışa ulaşmak gibi bu sebepleri ortaya çıkaran farklı hayatlar yaşanıyor. Mesela kimilerinde anlık bir olay travmaya sebep olabilirken bazılarında yıllarca birikiyor ve Alzheimer’la ortaya çıkabiliyor.
Bunun yanında kimisi çok sigara içse ya da hiç spor yapmasa dahi bu hastalığa yakalanmıyor. Mesela çok sigara da içse sakin ve dengeli bir hayat yaşayabiliyor. Hiç spor yapmasa da okuma ve beyni dinç tutacak başka faaliyetlerde bulunabiliyor.
Benim de bir Alzheimer hikayem var
Tüm bu farklılıklar ışığında, birçok insanda olduğu gibi benim de benzersiz bir Alzheimer hikayem var. Benim de yaşadığım deneyim aynı sebeplerden kaynaklı ama o sebebi meydana getiren farklı bir hayat var.
Hayata bakış açınızın bu demans türünde etkili olduğunu düşünüyorum. Mesela her zaman başkasını düşünmek, çocuklarınızı, babanızı, kardeşlerinizi düşünmek kendi varlığınızı unutmanıza neden olabiliyor. Bu, abartılı bir portre olabilir ama böyle özgeci insanlar çoktur. Aşırı evham, insana ek bir stres yükü getirir.
Kendi zihninizi başkalarının sorunlarıyla yordukça sınırlarınızı zorlamış oluyorsunuz. Yakınlarınızın sorunlarıyla hiç ilgilenmemek değil, ölçünün kaçmasından bahsediyorum. Bir anne, baba ya da arkadaş da olsa fazla verici olduğunuzda başkalarının travmaları sizde depresyona neden olabiliyor mesela. Aklınız, içinde bulunduğunuz şartlarla değil, orada olmayanların sorunlarıyla dolu olduğunda dalgınlıklar artıyor ve bilişsel sorunlar su yüzüne çıkmaya başlıyor. Örneğin yönünüzü bulmakta zorlanabiliyorsunuz. Bunun dışında konumları karıştırmaya başlıyorsunuz. Mesela evinizi bulamamanız, katları karıştırmanız ve bunun çoğalması, çok bariz belirtilerdir. Konuşurken duraksamalarınız arttığında söylemek istediğiniz kelimeyi hafızanızda bir türlü bulamıyorsunuz. Anlatmak istediklerinizi anlatamayınca geçiştirmeler başlıyor ve bilişsel yeteneklerinizin gerilemesi artık farkediliyor.
Alzheimer’lı bir beynin yol haritası
Hastanın her şeyi sahiplenme ve beğendiği bir nesneyi saklama huyu çok öne çıkıyor. İşin doğrusu saklamak, her şeyin yerini değiştirmek anlamına geliyor. Benim anladığım şey, mesela bugüne kadar hiç yerinde duramayan bir ev hanımının, kendi ev düzeniyle ilgili kafasında değiştirilemez bir şablon oluşturduğu. Kendinin dahil olmadığı bir düzeni kabul edemiyor. Yeni bir şey öğretmeniz artık imkansız çünkü öğrendiğini aklında tutacak bir hafıza kalmıyor. Sorun şu ki, yön, konum ve kavramların birbirine girdiği bir zihnin yarattığı düzen, bakım veren kişinin yeniden her şeyi yerine koyması gereken bir düzensizliğe dönüşüyor. Üstelik aynı fikirler etrafında sürekli dönüyorsunuz. Mesela hafıza zayıfladığı için aynı konuyu sürekli konuşmak zorunda kalıyorsunuz. Bunun yanında takıntılarının üstünü örtemiyor. Mesela giysisinin çok küçük bölümünün hafif nemli olması, tüm kıyafeti değiştirmek için geçerli bir sebep olabiliyor.
Bu örnekleri daha da zenginleştirmek mümkün. Mesela bir çatalı çekmecesine koymak yerine üzerini bir havluyla kapatabiliyor. Gözlük camı bezini kurusun diye asabiliyor mesela. O, her şeyi yerli yerine koyduğunu düşünüp mutlu olurken evde eksik olan çatal ya da başka bir nesneyi aramak bakıcıya düşüyor. Mesela gözleri iyi görmesine rağmen kendi gözlüğünün kayıp olduğuna inanabiliyor. Başkalarında gördüğü şeyleri kendine yakıştırıyorsa onu değerli buluyor ve onu saklayabiliyor. Bunu neden yaptığını sorduğunuzda haberi olmadığını söylüyor. Aslında inkar etmiyor sadece hatırlamıyor. “Neden eşyalarınızı kaybediyorsunuz” diye sorduğunda hafif bir tebessüm ediyorsunuz ama bu olayların sürekliliğini düşününce kendinizi çaresiz hissediyorsunuz.
Sevdiklerinizi ne kadar iyi tanıyorsunuz?
Alzheimer, yıkıcı bir hastalık. Bu, hem hastalığa yakalanan hem de bakım veren için geçerli. Öyle ki, sevdiğiniz insan sizin tanıdığınız insan olmaktan çıkıyor. Zamanla ortak hiçbir anınız olmamaya başlıyor. Hastayla konuşurken bu benim tanıdığım kişi mi diye kendinize sorabiliyorsunuz.
Bu demans türünde bütün bilinçaltı sanki yüzeye çıkıyor. Geçmişte iyi niyetle söylediğiniz bir sözün onda yarattığı travmaya şaşırıyorsunuz. Yıllar önce söylediğiniz bir kelime onda o kadar farklı bir algı yaratmıştır ki demans sayesinde bugün onda yarattığı etkiyi görebiliyorsunuz. Unuttuğunuz ama sizi kıran ve sevindiren çok belirgin olayları size hatırlatıyor. Farklı biriyle konuşuyorsunuz. Bu bağlamda yakınlarınızı hâlâ tanıdığınızı söyleyebilir misiniz?
Bir toplum içinde yaşamamız bizi toplumsa bir varlık yapar. Toplumun oluşturduğu ahlaki ve sosyal kurallara uymamız bizi sorumluluktan kurtarmaz. Yakınlarımızın davranışları da bizi gururlandırdığı kadar utandırabilir. Bir Alzheimer hastasında tüm sosyal filtreler kalbura dönünce ahlaken yanlış olan düşünce ve davranışlar ona normal geliyor. Uymak zorunda olduğu toplumsal kurallar belirsizleşince bir çocuğun yaptığı gibi evin herhangi bir yeri ya da sokakta ölçüleri uyan bir yer tuvalet olabiliyor.
Bir demanslı da olsa farkında olmadan yaptığı şeylerden kendinizi sorumlu tutuyorsunuz. Belki toplum bu hastalığı bir özür olarak kabul edebilir ama siz yine de kendinizi toplumdan soyutlayamıyorsunuz. Hatta insanlar neden iyi bakamadığınızı sorguladığında bu utanca ek olarak kızgınlık da ekleniyor. Toplumda empati olmaz ama yıllarınızı alan bir eğitimde empati yeteneğinizin gelişmesi sayesinde toplumla da empati yapmayı öğreniyorsunuz.
Empati yoksunluğu, bakıcının duygusal dünyasını daha da bozuyor
Bir Alzheimer’lıyla yaşayan birinin karşılaştığı en büyük zorluklardan biri de insanların hastalık hakkında eksik bilgiye sahip olmaları. Daha doğrusu çok kötü bir hastalık olduğunu bilseler de doğası hakkında bir fikirleri olmaması. Mesela insanlar, Alzheimer demansı olan bir hastayla konuşurken ona bir şeyleri hatırlatmaya çalışmanın kendilerini komik duruma düşürdüğünü bilmeliler. Kendi bakış açılarının yansıttığı dünyayı hastaya dayatmaları ve anlamadığı için şaşırmaları konuya ne kadar yabancı olduklarını gösteriyor. Bu duruma şaşırmamak elde değil. Kendini sağlıklı gören insanların tepkileri hasta olanlardan daha sağlıksız olabiliyor bazen.
Bir Alzheimer hastasıyla iletişim kurmak isteyen biri kendi gerçekliğinden çıkabilmeli. Eğer bunu yapamıyorsa uzaklaşması yeterli çünkü iyi niyetle yaptığı her yardım bakıcıya ek bir yük getiriyor.
Bir Alzheimer’lının en belirgin özelliklerinden biri hatasını asla kabul etmemesidir. Benim yaşadığım deneyim bana şimdilik bunu söylüyor. Sizin için önemli olan bir şeyi ortada bıraktığınızda koybolmasının sorumluluğu ona değil size aittir. Geçmişte hatırladığı bir olayda kendinizi haklı çıkarmaya çalışmanız, kendinizi tüketeceğiniz ve asla kazanamayacağınız bir tartışma olur. Böyle davrandığınızda kendinize zarar verirsiniz.
Uzayan tartışmalarda onunla birlikte yaşayanın duygusal dünyası daha da ağırlaşıyor. Sonrasında hasta onunla konuşmaya devam ediyor ve bu durum tekrara dönüyor.
Bir bakıcı olmanın doğasında maalesef yalnızlık ve bol bol üzülmek var. Bir anne, oğlunu tanımadığında ya da bir şeyini çalmakla suçladığında sarsılmamak elde değil. Sevdiğiniz insan yavaş yavaş tanımadığınız başka birine dönüşüyor. Ayrıca en sevdikleriniz sizden yavaşça uzaklaşıyor. Böyle olması da normal çünkü hastalık sizi asosyal, soyutlanmış ve yalnız bir hayatın içine itiyor. Onları anlamaktan ve iyi olmalarını dilemekten başka yapacağınız bir şey yok. Ancak durumunuz, hastalıkla ilgili algıların değişmesini sağlıyor ki bu da iyi bir şey. İnsanların Alzheimer hakkında biraz düşünmesi, kendilerinin bu riskten uzak olmadıklarının farkına varması bile bir kazançtır.
Bakıcı bu durumu cesaretle karşılamalı
Hastanın çocuksu tavırları bize sevimli gelebilir ve bir gün bu durumları eğlenceli bir anı olarak anabiliriz. Ancak bunu bugünleri en az hasarla atlatabilirsek yapabiliriz.
Alzheimer, bir kişinin yaşadığı bir hastalık değil. Bir kanser ya da başka bir ölümcül hastalıktan farkı, bilincin kaybolması. Bir kanser hastası ne hisettiğini söyleyebilir ve karşısındakini yönlendirebilir. Kendi kararını verebileceği, ağrılarını tarif edebileceği ve çevresindekilere yön veren bir bilinci olur. Sözcüklerini bir sıraya sokup düşüncelerini aktarabilir mesela. Alzheimer dışında ölümcül bir hastalığa yakalanan bir insan, başkasının hayatını kendisine bağlamaz.
Oysa Alzheimer bunları sizden alıyor. Alzheimer olan bir insanın zihni boşalıyor. Eğer bakıcıysanız onun düşünceleri ve ağzı oluyorsunuz. Kendi bilincinizi paylaşıyor gibisiniz. Onun eli, ayağı, kulağı ve gözü oluyorsunuz. Kurduğu sanal gerçeklikten gerçeği yakalamaya çalışıyorsunuz. Hastaya bakmak zorunda olan kişi, ona ömründen veriyor ve hastanın sorumlu olmadığı her masum hareketten sorumlu oluyor.
Bu bağlamda bakıcıların çok zor bir hayatı var. Bir zamanlar ortak anılarınız olan, ortak bir yaşamı paylaştığınız insanla gittikçe yabancılaşırken hayatlarınız daha da yapışık hale geliyor. İnsanlar bir demans hastasına bakan birinin hayatının bittiğini düşünebilir ama hayat çok geniş bir olgu. Ayrıca bu kadar yaygınlaşan bu hastalığın bir gün onların da başına gelebileceğini düşünmeleri gerekir. Bakıcı olanın bu hayatta müthiş bir deneyim yaşadığını da bilmeliler. Doğru, çok zor ve insanı kendi arzusu dışında hayattan uzaklaştıran bir deneyim ama bir gün bu bittiğinde eski ben olmayacağımdan eminim.
Hayatta Alzheimer olsa da yaşamak güzel şey
Bakım verenlerin durumuna acıyarak bakmanın bir anlamı yok. Yaşadığımız çağda herkes bu potansiyel riski taşıyor. Hayat o kadar geniş ki içinde her şeyi barındırıyor.
Ancak iyi tarafından bakarsak bir musibet de olsa sizi yaşatan anılar bırakıyor. Alzheimer hayatınıza girdikten sonra onu yönetecek çözümler bularak hayatınızı yeniden dolduruyorsunuz. Ona uygun bir yaşam planı kuruyorsunuz mesela. Evet, böyle bir yükü kimse istemez ama içine girince ve böyle yaşamaya mecbur olduğunuzda bulduğunuz her çözüm, süreci daha kolay geçirmenizi sağlıyor.
Büyük bir felaket de olsa ne yapacağınızı bilmek, bir plan yapabilmek, hastalık yokken de yaşadığınız mutluluklar kadar coşkulu olabiliyor. Pollyana olmak istemiyorum ama herkes kendi gerçekliğini yaşar ve yaşayacağı haz ve mutluluklar da bu gerçeklerle bağlantılıdır. Ayrıca hayatın çok başka yönünü görmek, yalnız kalmanın insanı nasıl güçlendirdiğini hissetmek de büyük bir deneyim.
Yaşam, güzelliğini felaketlerle hatırlatır
Bir felaket, hayatın kaçırdığımız tarafını görmemizi sağlıyor. İnsan neyden yoksunsa o değerli oluyor. Hepimiz, beklentilerimizin çevrelediği sınırların içine hapsolmuş durumdayız. Eğer ulusal çapta zenginseniz global bir firmanın ortaklığı sizi mutlu eder. Daha az varlığınız varsa ulusal çapta tanınmak istersiniz. Orta seviyedeyseniz bir yurtdışı seyahat sizi dengede tutar. Eğer yoksulsanız ve akşam sofranızda sıcak bir çorbanız varsa sizden keyiflisi olmaz. Bu umut herkesi aynı şekilde mutlu eder. Yoksulun hafızasında bir yurt dışı seyahatin verceği hazla ilgili bir veri yoktur. Alzheimer hastasına bakmayan biri de akşam onu yatırdıktan sonraki akşam yürüyüşünün nasıl bir nimet olduğunu bilemez.
Demansla başlayan süreç Alzheimer’a döndükçe algılarınız da o yönde evriliyor. İnsanları gözlemlerken Alzheimer tecrübesinin kazandırdığı hastalık belirtilerini arıyorsunuz mesela.
Sağlığınızın yerinde olması, çocuklarınızın bu beladan uzak olması, inanın bana yaşayabileceğiniz en güzel şey. Alzheimer olmasanız da bakım verdiğiniz kişiyle geçirdiğiniz sürede düşünecek bol bol zamanınız oluyor. Alzheimer’ın sizi yaşamaya mecbur bıraktığı bu hayatta elinizdekilerin değerinin daha çok farkına varıyorsunuz.
Bu hastalığın yükünü üstlenenlere kimsenin şu soruyu sormaya hakkı yok. “O sizin için aynı şeyi yapar mıydı?” Benim cevabım buna şöyle olur: “Ne fark eder?” Bu soruya şöyle de karşılık verilebilir; “Yanı başında olan, çaresiz ve savunmasız birine, üstelik bu kişi sevdiğiniz biriyse, yardım etmek için içinden gelen insani duyguların çağrısına ne kadar duyarsız kalabilirsin?” Bir Alzheimer hastasına bakmanın kâr-zarar hesabı yapılmaz. Bunun bir karşılığı olmaz.
Doğanın karşısında nasıl çaresiz olduğumuzu anladığımızda kibrimizin boşalması bence hayatı anlamak bakımından çok büyük bir kazanım. Artık Tanrı’ya dualarımda daha çok para ve statü yok; ama bol bol sağlık var. Ondan çocuklarıma böyle bir bela vermemesini, beni kimseye böyle yük yapmamasını dilerim.
Erken teşhis, demansın seyrini değiştirir
Alzhemierdaki en büyük sorun, insanların bu hastalığı kendilerine yakıştıramaması. Bu tür demansın neye evrildiğini bildiklerinden bir Alzheimer’lının yaptıklarını kendilerinin yapabileceğine inanmıyorlar. Hastalığı o an sahip oldukları bilinçle değerlendiriyorlar ve bilinç kaybı yaşayacaklarını hiç düşünmüyorlar. Bu konuda hiç bir fikre sahip olmadıkları için tedaviyi reddediyorlar.
Yakınları da aynı şekilde düşünüyor. Hastanın yaşadıklarını kendilerine yansıtıyorlar. Bu da Alzhemier’la mücadelede boşluk yaratıyor. Erken teşhis yapılamıyor mesela. Bu demans türü hakkında toplumda yeterli farkındalık olmaması, hastalığın erken evrelerde fark edilmesini engelliyor.
Bence toplumun geleceğini ilgilendiren böyle bir konuda kamunun insiyatif alması gerekiyor. Alzheimer’ın utanılacak bir şey değil, bilişsel ve yıkıcı bir hastalık olduğunu anlatacak kampanyalar yapması lazım. Neticede toplumun bilinci, bu hastalığı tanıyarak yükselir.
Birçok insan, baktıkları hastanın en mahrem anlarını konuşmak istemiyor ama tanınması açısından belki de hastalığın teşhir edilmesi daha doğrudur. İnsanlar, kendilerini bekleyen potansiyel tehlikeyi görerek daha iyi bilinçlenebilirler. Böyle düşünsem de acaba bunu yaparmıydım ben de bilemiyorum. Bunun için biraz zamana ihtiyaç var galiba.
Demansın en önemli sorunu erken teşhisin çok zor olması. Bir sorunu teşhis etmek için de veriye ihtiyaç var. Bunu sağlayacak teknoloji yetersiz olabilir ama esas faktör, veri kaynağı olan insanların kliniklere gitmekten imtina etmesi.
Alzheimer’la mücadelede veri neden önemli?
Alzheimer, beyindeki çok sayıda nöronun ölümü ve bağlantıların zayıflamasıyla ortaya çıkan karmaşık bir hastalık olduğu için tek bir biyolojik bulguyla tanı koymak zordur. Bunun yanında unutkanlık, dikkat eksikliği gibi belirtiler günlük hayatta hepimizin yaşadığı olaylardır. Bu da hastalığın erken evrelerde teşhis edilmesini zorlaştırır. Ayrıca hastalık kendini herkeste farklı semptomlarla gösterdiği için Alzheimer hastalığının standart bir teşhis yöntemi yoktur. Buna pahalı ve erişimi sınırlı olan teknolojileri de eklediğinizde Alzheimer’ın teşhisi için gerekli verinin toplanması önündeki engeller anlaşılır.
Oysa veri çoğaldıkça erken teşhis kolaylaşır ve tedavi erken başlar. Erken tanı konması sadece Alzheimer demansına yakalanan hastalar için bir avantaj yaratmaz. Aynı zamanda bakımı üstlenenler için de duruma kendilerini hazırlayacak zaman kazandırır. Yeni bir hayatın planını yapmak, ilerisi için daha sağlıklı kararlar vermek adına erken teşhis çok önemlidir. Üstelik bunu, hasta henüz işlev ve hafıza kaybı yaşamamışken, onun da dahil olduğu bir plan çerçevesinde yaparsınız. Sonuçta Alzheimer’ın tedavisi yoktur; onunla yaşamayı öğrenmek vardır.
Ayrıca veri, hastalığın doğasını anlamaya ve yeni tedavi yöntemleri geliştirmeye katkı sağlar.Toplanan veriler sayesinde ilerleme daha iyi takip edilebilir, hastaların genetik yapısı, yaşam tarzı ve hastalık seyri gibi faktörler göz önüne alınarak kişiselleştirilmiş tedavi planları oluşturulabilir.
Sonuç olarak, Alzheimer hastalığı gibi karmaşık bir hastalıkta veri toplama sürecinde birçok engel vardır. Ancak toplanan verilerin hastalığın anlaşılması, teşhisi ve tedavisi için büyük önemi olduğunu bilmeliyiz. Bu nedenle hem sağlık profesyonelleri hem de hastalar ve aileleri, veri toplama çalışmalarına katılım göstererek bu önemli mücadeleye katkıda bulunabilirler. Eğer yeterli veri sağlanamazsa bu demans türü için çözüm geliştirilemez.
Sonuç
Her iyi dönemin kötü tarafını belirten semboller vardır. Yaşadığımız teknoloji çağının kötücül simgesi de Alzheimer’dır. Alzheimer, her zaman vardı ancak onu görünür yapan dönem Teknoloji Çağıyla başladı. Teknolojinin insan ömrünü uzattığını düşündüğümüzde yakın dönemde, tıpkı bende olduğu gibi, daha fazla insanın Alzheimer’a duyarlı olacağını düşünüyorum.
Teknoloji bize daha mutlu bir hayat vadediyor. Ancak doğa, bir çocuğu baba eğitiminden geçirir gibi istediğimizi hemen vermiyor. Daha uzun ve mutlu yaşamak istiyoruz ama doğa yine de karşımıza aşmamız gereken engeller çıkarıyor. Teknoloji ürettikçe doğanın yeni sırlarına ulaşsak da koltuğumuzun altında bizi daha iyisine götürecek bir riski her zaman taşıyoruz.
Uzun ve kaliteli bir yaşam, Alzheimer’ı kontrol etmemize bağlı. Daha iyi ve sağlıklı yaşamanın her zaman bir bedeli olacak. Ancak insanın kendi varoluş hikayesi, bize bu engeli de aşabileceğini anlatıyor. İnsan, buraya kadar geldikten sonra kendine başaramadı dedirtmez. Bunu da daha fazla araştırma yaparak, erken teşhis ve tedavi yöntemleri geliştirerek ve sağlıklı yaşam tarzını benimseyerek yapar. Ancak bu hastalığın üstesinden gelmesindeki en önemli motivasyon, insanlık için tehlike yaratan her tehdit karşısında birlikte hareket edebilme ve yardımlaşma iradesini harekete geçirmektir.