Yoksulluk Bir Yaşam Biçimi Olamaz
Yoksulluk, en basit tanımıyla günlük temel ihtiyaçları karşılayamamaktır. Sadece bugünü atlatıp ertesi günün kaygısını atlatamamaktır yoksulluk. Ancak yoksulluk, tıpkı bulaşıcı bir hastalık gibi, yavaş yavaş tüm toplumu etkisi altına alan derin bir yaradır aynı zamanda. Bu yara, sadece maddi sıkıntıları değil, aynı zamanda sosyal, psikolojik hatta fiziksel sağlık sorunlarını da beraberinde getirir.
Yoksulluk, sosyal katmanların alt kesimlerine sıkışmış bireylerin yukarı çıkmasını neredeyse imkansız hale getiren ve bunu nesilden nesile aktaran bir döngüdür. Bu durum, toplumda derin yaralar açar, zengin ile fakir arasında giderek büyüyen bir uçuruma neden olur. Aslında, yoksul bir toplumda zengin de zenginliğini tam anlamıyla yaşayamaz. Güvenlik endişeleri, sosyal ilişkilerdeki zorluklar ve toplumsal sorumluluk gibi faktörler, zenginlerin yaşam kalitesini de olumsuz etkiler. Yoksulluk her sosyal katmanı içine çeken derin bir çukur, sadece bir insanın değil, bir toplumun başına gelebilecek en büyük lanettir.
Yoksulluğun Olduğu Yerde Yaşam Tutunamaz
Sağlıklı bir psikolojiye sahip olmadan tam anlamıyla gelişebileceğimizi söyleyemeyiz. Temel ihtiyaçlarımız olan beslenme, barınma ve güvenlik duygularını tatmin edebilirsek mutlu ve üretken bir hayata adım atabiliriz. Bir arabanın hareket etmesi için yakıta ihtiyacı olması gibi, onun aracılığıyla çevremizi algıladığımız, ve aldığımız duyularla bizi yönlendiren biyolojik varlığımızın da ihtiyaç duyduğu enerji, bu duyguların tatmin edilmesiyle sağlanır. Aç ve tehlikede olduğumuzda, ağrılarımız çoğaldığında beynimiz önce bu sorunları bertaraf etmemizi ister. Mutluluk yolunu açan umut ve hayaller eğer psikolojimiz dengedeyse yeşerir.
Asıl olarak, bu temel ihtiyaçlarımızı karşıladığımızda, yaratıcılığımızı kullanarak öğrenme, sosyal ilişkiler kurma ve hayata anlam katma gibi daha yüksek düzeyde düşünme faaliyetlerine odaklanacak zemini hazırlamış oluruz. Bu temel ihtiyaçların karşılanmasında yaşayacağımız sıkıntılar bizlerde depresyon, anksiyete ve çaresizlik gibi duygulara yol açar. Bu da, potansiyelimizi tam olarak gerçekleştirmemizi engelleyen bir döngüye neden olur.
Kendimizi iyi hissettiğimiz anlarda yaptıklarımızı bir düşünelim. Arkadaşımızla veya eşimizle güzel bir sohbet ya da kendimizi işimize odakladığımız en üretken ânımızdaki duygu ve zihin durumumuzu bir hatırlayalım. Psikolojimiz dengededir. Bir de aç olduğumuz ya da maddi olarak tükendiğimiz zamanları düşünelim. Herhalde kafamız çalışmaz.
Yoksulluk, Kötülüklerin Kaynağıdır
Toplumun geneline yayılan fakirlik, neredeyse tüm kötülüklerin ürediği bir bataklık gibidir. Hastalık ve çaresizliği getiren, umutları ve hayalleri söndüren bir olgudur. Yoksullukla beraber yüksek ahlak çöker ve derinleşen yoksulluğa paralel değer yargıları oluşur. Yolsuzluk artar mesela. İşbirliği ve iyi komşuluk biter. Duyarsızlıklar, açgözlülük ve haksızlıklar artar.
İçinde bulunduğumuz psikolojik koşullar, duygularımızı ve düşüncelerimizi şekillendirir. Yoksulluk gibi zorlu yaşam koşulları, insanlarda hangi olumlu duygu ve düşünceleri ortaya çıkarabilir ki? Dayanıklılık, empati ve umut gibi olumlu duygular ortaya çıksa da bu çok az insanı temsil eder.
Birinin hakkını gasp etmeden, bir tanıdığınız olmadan bir iş yapamayacağınız bir ortam oluşur. Böyle biri olmanın makul olduğu bir toplum artık çürümeye başlamıştır. Bir kabın içinde yavaş yavaş ısınan suda bekleyen kurbağa nasıl kaynama noktasında sıçrayacak gücü bulamazsa toplum da sonun başlangıcında olduğunu önce hissetmez. Yoksulluğun her seviye kazanmasında bir zamanlar uzak olan felaketler gittikçe yaklaşır. Dürüstlüğün yerini aldatma alır. Hukuk, yerini kaba güce bırakır ve yoksulluğun ahlağı bu değerler çevresinde oluşur. Bir zamanlar asla yapmam dediğiniz şeyleri yapacak mantıklı bir iç neden bulursunuz.
Fakir bir toplumda da zenginlikler yaşanacaktır ama bu çoğunlukla kolay elde edilen bir zenginlik olur. Böyle bir toplumda sanat olmaz mesela. İnsanlar açlıkla mücadele ederken, güvenlik sadece belli bir kesim için varken; yani hayat en kaba haliyle yaşanırken hangi güzel düşünceyi anlatabilirsiniz? Bu insanların güzel düşünceleri sindirmesini, empati yapmalarını ve onlardan üretken olmasını nasıl bekleyebilirsiniz? Yoksul bir toplumda düşünceler ve zevkler bayağılaşır çünkü estetik fikirler ortaya çıkmaz. Yaratıcı düşünce yerini lümpenliğe bırakır çünkü zihinlerde bir yozlaşma ve bağnazlık oluşur.
Yoksulluğun Olduğu Yerde Adalet Olmaz
Bir ülkenin zenginliği için kritik olan cinsiyette adalet, yoksullukla cinsiyet ayrımcılığına dönüşür yeniden. Kadınların kaynaklara erişimi yokluk dönemlerinde zorlaşır. Çocuk yaşta evlilikler, şiddet ve taciz artar. Kaynaklar azaldıkça kadın yine eve kapanır, erkek yine ağır bir yükün altına girer.
Yoksul insan zihinsel yönden de güçsüzleşir. Kendi hayatı üzerinde hakimiyetini kaybettikçe kendine olan inancını yitirir ve başkasına bağımlılığı artar. Edilgen insanların çok olduğu bir toplumda demokrasi yerleşemez.
Yokluğun olduğu yerde insanlar çaresizlikten bayalığı savunmak zorunda kalır. Fakirliğin getirdiği yoklukla mücadele başarı kıstası olmaya başlar. Bir öğünle günü tamamlamak bir başarı göstergesidir mesela. Hiç kültürel faaliyette bulunmadan, eğitimden kısarak ve sosyal ilişki olmadan hayatta kalabilmek bir zaman sonra insanları mutlu etmeye başlar. Zihin yavaş yavaş böyle de yaşanabileceğini kabul eder. Deneyimledikleri bu alçaltıcı hayat tekrara düştükçe benimsenir ve düşünceler böylece bayağılaşır. Bunun sonucu olarak çaresizlik bir hayat tarzı olur.
Yoksul Yaşamak Bizim Tercihimiz
Peki bu kadar kötü niteliklerini saydığımız fakirliği neden yaşamak zorunda kalıyoruz? Bunun ekonomik, siyasi ve sosyal bir çok sebebi olabilir ama ben kendime önce şu soruyu sorarak başlamak istiyorum. Yoksul olmamda benim ne kadar sorumluluğum var? Kişisel tercihlerim bunda ne kadar etkili?
İnsanlar başına gelen kötülüklerde genelde kendi dışında bir suçlu arar. Kendi yaptığı tercihlerin etkisini küçümser. Biz, bir tercih yaparken o anki durumun uygunluğuna göre karar verir, gelecekte hangi sonuçları alacağımızı çok hesaplamayız. Belki de bu durum elimizde yeterli veri olmadığındandır. Bu bağlamda o andaki kazancın görünmesi ama zararın gizli kalması bizi yanıltır. Biz, görünür olanı peşin alırız ama ne pahasına olduğunu çok sorgulamayız. Özellikle buna devletle olan ilişkilerimizde daha çok rastlarız. Belki devlete olan güvenimizden böyle yaparız ama bugün yaşadığımız ortamda, bile bile lades dediğimiz birçok şeyi yapmaya hala devam ettiğimizi görebiliriz.
Bir asgari ücretin gösterge değil, fiili bir ücret olması biraz da insanların kendi tercihleri gibi geliyor bana. Sonuçta asgari ücret, halkın yetki verdiği kurumlar tarafından tespit edilen bir gösterge ücrettir. Bunu, insanlar belli bir partiye oy verdiği için hak ettiklerini söylemiyorum. Sadece demokrasinin oy vermekten öte bir şey olduğunu anlatmak istiyorum. Şimdi açıklamaya çalışacağım gibi, bizim oylarımızla iş başına getirdiğimiz siyasetçinin denetimini bıraktığımızda bunun sonuçlarının iyi olmadığını söylüyorum.
Gündemi Kim Belirliyor?
Politikacı, halkın özlemlerini çok iyi bilir. Toplumun hassas noktalarının çok iyi farkındadır. Kendi programını onun arzularının üzerine kurmakta mahirdir. Yapacağı her pazarlıkta vereceğine karşılık ne alacağını hesaplayabileceği veri onda vardır. Demek istediğim, eğer insanlar sosyal yardımların artmasını istiyorsa politikacılar bu isteği dikkate alır. Hükümetler, ülkenin ekonomik durumu müsait olmadığında veremediği refah artışını milli ve manevi duyguları rahatlatan politikalarla telafi edebilir. Gündeminde her zaman günü kurtaracak buna benzer paketler vardır. Sonuçta oy nereden geliyorsa siyaset insanı o duyguyu karşılar. Ancak bunun tek şartı, gündemi belirleme gücünün hep kendisinde olmasıdır.
Siyasetçi kendi konumunu korumak için bu yapının bozulmasını istemez. Küçük dokunuşlarla halledebileceği sorunların gündemde kalmasını ister ve bunun için çalışır. Mesela ülkemizde insanların daha çok bilim ve teknoloji konuşması işine gelmez. Bu talepleri karşılamak daha geniş bir vizyon ve çap gerektirir. Bunu başarmak bir dönüşüm gerektirdiği için siyasetçi daha çok çalışmalı ve yaratıcı olmalıdır. Yaşadığımız bilim ve teknoloji çağında bu ikisini takip edebilmek için gerekli donanımın bugün bizi yönetenlerde olduğu oldukça şüphelidir. Eğer Türkiye’de bugün bu konular konuşuluyor olsaydı, bizi yöneten kadrolar herhalde bugünküler olmazdı. Bu sebeple yoksulluğu yönetmek siyaset kurumunun daha çok işine gelir.
Sözün özü, başımıza kötü bir şey geldiğinde suçu başkasında aramak yerine önce kendimize şunu sormalıyız; Ben neden buradayım? Bugün bulunduğumuz yerden mutlu değilsek bunun sebebi bizim tercihlerimizdir. Seçtiğimiz insana bakıp, bu muhalefet ya da iktidar mensubu olsun farketmez, bizi yansıtıp yansıtmadığını iyi düşünelim. Toplumun profili neyse poltikacının profili onu yansıtır.
Yoksulluğun Bir Çaresi Yok, Ondan Kurtulmak Var
Bugün yoksulluk sınırında yaşayanların çoğunun cep telefonu en pahalı modellerden. Asgari ücret alanların tamamının teknolojiyle bağlantısı, sosyal medyada kimin ne paylaştığını takip etmekle sınırlı. Oysa kendilerini yoksulluktan kurtaracak fikirler belki de ellerindeki teknolojide saklı. Eğer sosyal medyada yüzeysel şeyleri tüketecek zamanları varsa düşünmeye de zamanları olmalı.
Sosyal medyada çok büyük kitle, politikacıların tam da istediği yönde, yöneticilere olan kızgınlığını dile getiriyor. Böylelikle onların istediği konuları konuşarak sorunlarımızın çözümü için neye razı olduğumuzu belli eden veriyi onlara vermiş oluyoruz.
Oysa sorunların çözümü dertlenmek değil. En kıymetli değerimiz olan zamanı boşa harcıyoruz. Bugünkü teknolojik manzarada evde bir internet bağlantınız ve birazda öğrenmeye hevesiniz varsa kendi şansınızı yaratabilirsiniz. Değişen dünya o kadar çok fırsat sunuyor ki, bu yetenekleri kazanmak için bir okula ihtiyacınız yok. Mesela bugün siber güvenlikte o kadar büyük açık var ki, bir sertifikanız olsa, kendinizi bu alanda geliştirseniz, bırakın Türkiye’yi sizi dünyada kaparlar. Teknolojiyle beraber klasik ekonominin yanında devasa bir ekonomi oluştu ve bu ekonomide yetenekli insan açığı çok fazla. Ancak siyaset kurumunun istediği şeyleri tartıştıkça fırsatların da çok farkında olmuyoruz.
Fakirlik, Türkiye’nin Sorunu Olamaz
Normalde teknolojinin dolu dizgin yol aldığı bir dünyada benim ülkemde yoksulluğun yaşanması, geleceğe dönük kaygılarımı artırıyor olması lazım. Ancak elimdekilere baktığımda umutvar olmak için çok sebebim olduğunu görüyorum. Türkiye’de her şey olumsuz gidiyor diyemeyiz. İyi-kötü işleyen bir demokrasimiz var mesela. Her olumsuz şartta bir çıkış yolu bulabilen bir ulus olduğumuzu tarihte defalarca kanıtladık. Belki de hem doğuya hem de batıya yakın oluşumuz, dünyada yaşanan değişimleri daha kolay benimsememize yol açıyor. Belki de coğrafi konumumuz bizi buna mecbur bırakıyor.
Bizim kolay adapte olabilmemiz büyük ihtimalle coğrafyamızdan kaynaklı. Dünyanın öyle bir konumunda yaşıyoruz ki biz istemesek de değişim kendini bize dayatıyor ve biz yenilikleri benimsemek zorunda kalıyoruz. Gerçekten de ilk medeniyetlerin kurulduğu, ilk paranın basıldığı bu coğrafyada fakirlik bizim derdimiz olamaz. Eğer bugün siyasetçiler çok şey başardığını söylüyorsa bu yapabileceklerinin çok küçük bir kısmıdır. Bu bağlamda ülkemizdeki sorun ekonomik değil siyasidir.
Hayat Bize Gösterilenden Farklı İlerliyor
Sorun merkezde çözülmeyince yerel yönetimler siyasetin arkasından dolanarak çok değerli girişimler yapıyor. Yapılan sosyal yardımlar gerçekten çok değerli ama bizi bu yoksulluktan çıkaracak esas güç olan gençlerin, üretkenliklerini ve tutkularını ortaya çıkaran uygulamaların olması beni daha çok sevindiriyor. Benim yaşadığım şehirde belediyelerin açtığı ücretsiz kurslarda çok güzel etkinlikler oluyor mesela. Benim de birkaç tanesine katıldığım, yapay zeka üzerine yoğunlaşan bu workshoplarda gençler, programlama yeteneklerini hızla geliştiriyor ve geleceğin teknolojilerine hazırlanıyorlar.
Büyük bir ciddiyetle çalışıyorlar ve ilgi duydukları alanlara yöneliyorlar. Başkaları gibi dertlenip iktidara sövmüyorlar çünkü siyasetten çok fazla bir şey beklemiyorlar. Bugün yapay zekanın olduğu bir zamanda, blockchain teknolojisi ile merkeziyetsiz bir dünya fikri zihinlerde uyanmışken kaderlerinin kendi ellerinde olduğunun farkındalar.
Bugün bilgiye her yerden ulaşabiliriz. Böyle bir dünyada televizyonlarda yapılan karartmaların, yapılan tartışmaların ve siyasetçilerin hamasetinin hiçbir karşılığı yok. Gençler, geleceklerinin nerede olduğunun farkındalar ve onların gündemi Türkiye’yi yönetenlerden farklı. Bizi yönetenlerin uygulayamadığı demokrasiyi kendi aralarında çok güzel işletiyorlar.
Eğer benim şehrimde böyle etkinlikler oluyorsa her yerde oluyordur. Olmuyorsa, yerelde bunları talep etmek daha kolaydır. Anlamsız tartışma programlarını seyretmekten ve politikacıların saçma gündem ve hamasetlerini dinlemekten içinizi karartmanıza gerek yok. Yaşam, farklı mecralarda tüm güzelliğiyle akmaya devam ediyor.
Neden en değerli şirketlerimiz teknoloji şirketleri değil?
Türkiye bu bağlamda çok güzel bir ülke. Bir yatırımcının olmak isteyeceği ülkelerden. Böyle düşünüyorum çünkü herkesin arzu ettiği şeylerin karşılığı Türkiye’de var. Deniz, hava ve su var. İklimimiz yumuşak ve toprağımız verimli. Nüfusumuz dinamik ve insanımız üretken. Unicorn şirketlerimiz hatta decacorn olanlar var. Mesela Getir’in pazarlama modeli bugün dünyanın her yerine yayılıyor. Trendyol, Peak Games, Yemek Sepeti ve Hepsi Burada gibi online şirketlerimiz her geçen gün büyümeye devam ediyor. Ancak zenginliğin kaynağı teknoloji şirketlerini neden en değerliler arasında görmüyoruz? Onların yarattığı katma değeri bir THY yaratabilir mi? 90’lardan bu yana Arçelik ve Vestel’in ilk 3’te olduğu bir sıralama sizce de bir şeylerin yanlış olduğunu göstermiyor mu?
Piyasa değeri en yüksek firmalar arasında da Teknoloji şirketi göremiyoruz. Statista
90’ların en değerli firmaları olan petrol şirketleri yerini Apple ve Google gibi teknoloji şirketlerine bırakırken bizde hala THY’nın en değerli şirket olması dünyayı algılamamızda bir sorun olduğunu gösteriyor. Tabi ki çok güçlü bir savunma sanayimiz olsun. Çok büyük petro kimya şirketlerimiz, beyaz eşya firmalarımız ve turizm gibi iddialı olduğumuz sektörler olsun. Bütün alanlarda rekabetçi şirketlerimiz olsun ancak bunlardan çok daha fazla teknoloji şirketlerimizin olması lazım. Bunlar yok demiyorum ama böyle fırsatlar sunan bir ülkede bu şirketlerin sınırlı olması sizce de yanlış değil mi?
Bir teknoloji şirketinin yaratacağı katma değerden, ondan sağlayacağımız vergiden, bugün yoksulluğa sebep olan niteliksiz eğitim gibi birçok sorunu çözebiliriz. Oysa biz büyük bir vergi kaleminden mahrum bırakıyoruz kendimizi.
Hayalleri Kontrol Edemezsiniz
Bu kadar çok girişimcinin olmak istediği bir ülkede yatırımların patlaması lazım. Mesela İstanbul, insanların güzel zaman geçirebileceği, güzel yemeklerin olduğu, çok canlı bir gece hayatına sahip bir şehir. Peki bütün bunlara rağmen neden İstanbul bir Startup cenneti değil? Hep İstanbul’a yüklenmeyelim ama neden yeni çekim merkezleri oluşturmuyoruz? Neden bir Silikon Vadisi yaratamıyoruz mesela? Bence siyaset kurumu teknolojinin de kendi kontrolünde gelişmesini istiyor. Bunu, teknofest gibi festivallerin siyasi propaganda olarak kullanılmasından anlayabiliyoruz.
Teknoloji üretmek, bir gömlek üretmekten farklı. Bir hayali konuşuyorsunuz ve bu hayaller akılların ötesine uzandığında yöneticiler rahatsız olabiliyor. Belki de onu kontrol edemeyeceklerini bildikleri için daha kolay kontrol edebilecekleri yoksulluğu tercih ediyorlar. Ancak teknolojinin şöyle bir özelliği var. Siz bir tarafından tutsanızda o başka bir taraftan kendine bir yol bulur. Bir civa misali elinizde tutamazsınız. Eğer onun doğasını anlayamazsanız sizi çevrelediğinin de farkına varmazsınız. Siz, sosyal medyayı yasaklasınız da o yine VPN gibi teknolojilerle erişimi kısıtlamaz çünkü kendini üretir. Onun sesini kesemezsiniz. Dünyayı da doğru algılayamadığınız için ülkenizin de dünyayla bütünleştiğini hissedemezsiniz. Belki de yönetenler, kibirlerinden kendilerinin de teknoloji tarafından yönetildiğinin farkına varmıyorlardır.
Herhalde baskıcı bakış açısıyla yönetilen bir ülkede siyasetçiler teknolojinin doğasını anlamakta zorlanıyor. İfade özgürlüğünü kısıtladığında hayallerin zihinlerde kapalı kalacağını düşünüyor. Oysa teknoloji, havada gezen, hayallerde yaşayan, kısacası zihnimizde bizimle dolaşan ve uygun ortamı bulduğunda dışarı çıkabilen bir olgu. Dünyanın yarısından fazlasının çevrimiçi olduğu bir dünyada aynı ilham başka yerlerde de ortaya çıkıyor. Bizim burada ağızlarımıza kilit vurulması bir şeyi değiştirmiyor çünkü sanal alemde gözlerimiz görüyor. Ağızlar değil, ekranlar konuşuyor. Demek istediğim, teknoloji dünyanın her yerinde taban bulabilir ve etkisini çok kısa sürede gösterir. Bu yüzden ülkeler, Startup’ları kendine çekmek için büyük bir rekabet içerisindeler.
Hukuk Yoksa Refah da Yok
Ne var ki iş yapmak bir kişiyi tanımaya bağlıysa o start up orada başlangıç yapmaz. İyi bir fikre veya iyi kanıtlanmış bir pazara ve satışa sahip olmak yeterli olmuyor. Eğer hukuk yoksa fikri mülkiyetin bir anlamı da kalmıyor. Aldığınız patent sizi güvence altına almıyorsa insanlar fikirlerini neden paylaşsın? Hadi sonuç alacağınıza inandınız ve mahkemeye başvurdunuz. Eğer mahkemenin vereceği karar yılları alıyorsa burada iş yapmak yine bir anlam ifade etmiyor.
Tek bir insanın yönetiminde olan bir ekonominin sağlam olduğunu söyleyemeyiz. Başkanın söyleyeceği bir söz, tüm kurumları bağlar çünkü kurumlar bağımsız olmadığı için hatalı kararı düzeltecek bir mekanizma yoktur. Özerk olduğunu söyleyen kurumların başındaki hiç bir yönetici, buna bakanlar da dahil, özgürlüğünü kaybettiği için başkana danışmadan bir iş yapamazlar. Faizler ya da kur, başkanın bir sözüyle bir günde artabilir mesela.
Sonuç
En iyi teknolojilere, en genç nüfusa sahip olsak da bunları geleceğe dönüştürecek umutlarımız olmazsa hepsi boşa gider. Hayal kuramayan bir toplum elindeki zenginliği refaha çeviremez. Yoksulluğun derinleştiği bir toplumun ne kadar imkanı olsa da bunlardan bir umut üretemez çünkü günü kurtarma telaşı hayal kurmasını engeller.
Bize çok çalışmamız ve sabır göstermemiz gerektiği söylenebilir ama emeklerimizin nereye gittiğini göremezsek bu sözlerin bir karşılığı olmaz. Oysa bugün yaptıklarımızın tersini yapsak yoksulluğun bir kader olmadığını görebiliriz. Yoksulluktan çıkmanın birden çok yolu vardır ama sağlam bir demokrasinin olmadığı, hukuk devleti kurallarının işlemediği bir düzende bütün yollar çıkmaz sokaktır.