Mastodon

Monolog

Kişisel görüşler, düşünceler ve deneyimler. Her şeyin dönüştüğü bir çağda söyleyecek bir şeyim var.

Yaşam

Yalnızlık: İnsan Algısının Yarattığı Yapay Korku

Çoğu insanı tedirgin eden korkuların başında yalnızlık gelir. En büyük korkularımızdan biridir yalnızlık çünkü insanlar onu içine düştükleri bir lanet gibi görür. İnsanda hoşnutsuzluk yaratan bir deneyimdir. Toplumun yalnız insanları başarısız ve akıl sağlığı bozuk görme eğilimi de böyle algılanmasında etkilidir. İnsanlar için utanç kaynağı olabilir. Bu sebeple yalnızlıkla yaftalanan insanda rahatsız edici sonuçlar ortaya çıkabilir.

Oysa herkesin kendine ait bir yalnızlığı vardır. Onu kendisine ne kadar uyarlayabilirse o kadar güzelleşir ya da bir lanet olur. Mesela insanın tek başına bir topluma karşı dengesini korumak için çok güçlü olması gerekir. Yalnızlık, insana tam da bu özelliği verir.

Bence yalnızlığı yanlış anlıyoruz. Bizim hastalık olarak gördüğümüz yalnızlığımızı o duruma bizler getiriyoruz. Oysa biraz kendimizi yakından incelediğimizde doğamızın büyük kısmını yalnızlığımızın oluşturduğunu görürüz.

Hayata bizimle beraber gelen ve bizden hiç ayrılmayan bir olgudur yalnızlık. Yaşamın doğasında yalnızlık vardır ve sonu yalnızlık olan bir hayata doğarız. Sosyal yaratık olarak programlanmış olsak da yalnızlığa giden yolda yürürüz. Zamanımız bitmeden önce bizim için kaçınılmaz bir sondur yalnızlık. Peki doğamızın bir parçasıysa yalnızlığı neden bu kadar tehlikeli buluyoruz? Bunun sebebi, yalnızlığın doğasını kavrayamayışımız olabilir.

Her duygunun zıddı olan bir duyguyla dengede kalırız ama yalnızlığımızı dengeleyecek birçok duygu var gibi geliyor bana. Mesela öfkeli olduğumuzda sağduyu onu dengelerken yalnızlık için birden fazla duygunun bir araya gelip bir yapı kurması gerekiyor. Lakin duygularımızı geliştirdikçe sağlıklı bir yalnızlığa kavuşuyoruz. Kısacası yalnızlığımız için biraz çalışmamız lazım. Sonuçta hayatımızın en önemli bileşenlerinden biridir ve bir gün onunla baş başa kaldığımızda nasıl bir şeyle karşılaşacağımız bugün yaptığımız tercihlere bağlıdır.

Yalnızlık yaşken eğilir

Herkes yalnızlıkla başa çıkmak ya da onu tedavi etmekten bahseder. Bunun doğru olmadığını düşünüyorum. Aksine, onu beslemenin ve güzelleştirmenin, bizim için daha doğru ve sağlıklı olduğu kanaatindeyim. Böyle düşünüyorum çünkü hayatımızın başlangıç evresi gibi yalnızlığın da bir bebeklik evresi olduğu kanısındayım. Biz, nasıl eğitim alıp ruhumuzu geliştiriyorsak yalnızlığımızı da besleyip eğitmemiz gerekir. O da bizimle beraber gelişip büyümelidir. Eğitilmeyen bir yalnızlık, belirdiğinde görüntüsü korkunç olur. Eğer bunu başaramazsak, günün birinde bir Frankenstein olarak karşımıza çıkar ve bu durum bizim için hiç iyi sonuçlar vermez.

Karanlık içinden gelen hayalet, yalnzlık
Yalnızlığımızı geliştiremediğimizde sonuçları bizim için korkutucu olabilir.

Bunu yolda yürürken birden bakamayacağımız kadar güçlü bir ışığın önümüzde parlamasına benzetebiliriz. Gözlerimiz o kadar güçlü bir ışığa bakmaya hazır değildir. Hazır olmadığımız bir anda gelen yalnızlık da maneviyatımızın kaldıramayacağı bir ağırlıkta olabilir. Eğer kendimizle beraber onu da geliştiremezsek bizi çok başka bir yere sürükleyebilir. Yalnızlık bir hırsız gibi her an kendini gösterebilir çünkü sevdiklerimizle beraber olsak dahi her zaman yanımızdadır.

Yalnızlığımız, en iyi sırdaşımız ya da en kötü düşmanımız

Ailelerde yaşanan kavgalar genelde eşlerin birbirlerine çok zaman ayırmaması yüzündendir çünkü herkes kendi yalnızlığına bir yer açma çabası içindedir. Hepimiz kendimize ait bir zamanımız olsun isteriz. Ancak bahsettiğim gibi yalnızlık kötülüğü çağrıştırdığı için “Kendime zaman ayırıyorum” deriz.

Yalnız kalma ihtiyacımızı anlatan, bize özel ama herkesin bilmesinde bir sakınca görmediğimiz durumlar kadar, içimizde kimsenin ulaşmasını istemediğimiz yerler de vardır. Evimizde dahi diğer bölgelerden daha rahat ettiğimiz bize özel alanlar vardır örneğin. Her zaman oturup kitap okuduğumuz koltuğumuz ya da sabah kahvemizi içtiğimiz köşemiz vardır mesela. Hatta yemek yerken herkesin yerinin belli olması bile bizimle özdeşleşen durumlardır.

Her ne kadar dışa dönük olsak da en yakın arkadaşlarımız bile bizi tüm kusurlarımızla görmez. Bizim her zaman gizli kalan bir tarafımız vardır. Geçmişimizin tüm ayrıntılarını kimse bilemez. Ayrıca sabah kalktığımız halimizle de dışarı çıkmayız. Dostlarımızın zihinlerindeki profilden daha farklı, sadece yalnızlığımızın bildiği bir karanlıktan geliriz.

Sosyal ortamlarda mutlaka söyleyemediğimiz bir şeyler vardır. Bu sebeple, belki sabah yataktan kalkmadan önce, belki de yürürken paylaşmaktan çekindiklerimizi yalnızlığımızla paylaşırız. İş hayatımızda da varlığını fazlasıyla hissederiz. Hedeflerin altında ezildiğimizde ondan başka derdimizi anlatacak bir arkadaşımız yoktur. Ayrıca hayatımızla ilgili kararlar alırken danıştığımız insanlardan daha çok yalnızlığımızla konuşuruz. Kendimizle baş başa kalma ihtiyacını hissettiğimiz zamanları bir düşünelim. Sürekli bir şeyler duymak ve görmek zihnimizde birçok yeni fikir oluşturur. İçimizde yeni duygular uyanır. Yalnız kalarak bunları filtre eder, bize yabancı olan bu fikir ve duyguları ayıklarız.

Yalnızlıkta ne ekersek onu biçeriz

Manevi dünyamızda da evimiz gibi, günün sonunda döneceğimiz bize özel boş bir alan vardır. Bu alanı başkalarıyla doldurabiliriz ve ne kadar çok sevildiğimizi ve yalnız kalmadığımızı düşünebiliriz ama bu doğru mu? Böyle bir durumda herkesten bir şey bekleyen birine dönüşmez miyiz? Bunun sonucunda mutluluğumuz başkalarının varlığına bağlı olmaz mı? Herkesten bir şey beklediğimiz bir hayat, bence mutlu olmayan bir son vadeder bize. Böyle bir psikoloji yalnızlığımızı bize bir hastalık ve acınası bir durum gibi gösterir. Mutluluğu hep başkasında aramak, içimizdeki pırıl pırıl hayatı görmemizi engeller.

Gelecekte yalnızlığımızı temsil eden bu alanı nasıl doldurduğumuz çok önemli çünkü bir gün herkes gittiğinde bizi içine çekecek kadar büyük bir boşluktur burası. Aynı zamanda zor zamanlarda sığınacağımız sağlam bir dayanak noktası da olur. Onu olumlu bir şekilde doldurduğumuzda bizimle dünyaya gelen bebeği de aynı paralelde büyütmüş oluruz.

İnsan ruhunu eğitmelidir çünkü sürekli değişen çevreye uyum gösterecek bir esneklik gerekir. Bunu da yalnızlığı sayesinde güçlü ve dayanıklı hale getirebilir. Peki bunu başarmanın yolu nedir? Yalnızlıktan kurtulmanın bir yolu var mıdır?

Yaşamı tanıdıkça yalnızlık güzelleşir

Bence bu, tuzak bir sorudur. Hedefli yaşamamızdan kaynaklı, panik bir hayatın bizi içine düşürdügü bosluktan gelen bir sorudur bu.

Yalnızlıktan kaçmak diye bir şey olmaz, onunla beraber yaşamak hatta ona ulaşmak vardır. Ancak çoğumuzun budist rahip olma hedefi olmadığından mutlu olmak için onunla beraber yaşamayı öğrenmek bizim için yeterlidir. Onunla beraber yaşamak da, adı üstünde, yaşamı tanımakla olur. Ancak sonuç odaklı yaşamamız, yaşamdan kopmamıza neden olduğu için bunu anlamakta zorlanıyoruz.

Ne var ki yaşamı nasıl tanıyacağımız ile ilgili somut bir yol haritası da yoktur. Oysa bizi yaşamdan koparan şeyleri tespit edersek ne yapmamız gerektiği ortaya çıkar. Mesela bir günümüzü hiçbir şey yapmadan geçirmeyi denersek aslında ne yapmamamız gerektiğini görür ve yapmamız gerekenlerin listesini çıkarabiliriz.

Doğada yalnız başına yoga yapan kadın
Zihnimizi susturup yaşamı keşfetmeye başladıkça yalnızlığımızın doğasını da keşfederiz.

Bir gün boyunca televizyon seyretmesek, hiçbir ekrana bakmasak, düşünmesek ve kimseyle görüşmesek bizi yaşamdan koparan şeyleri rahatlıkla görebiliriz. Kendimize sadece bir gün hedef koymadan, kariyeri ve parayı düşünmeden, sadece trilyonlarca hücre, sinaps ve sinirden oluşmuş, hareketsiz oturduğumuzda dahi içimizde milyarlarca cansız elementin kimyasal reaksiyonunun yaşam ürettiği bir elektrik şebekesi olarak bir günümüzü geçirmek muhteşem bir deneyim olmaz mı?

Psikolojimizde hapsolmuş yaşıyoruz

Oysa hedeflerimiz, psikolojimizin bizi hapsetmesine neden olur. Kendimize hedef koydukça maddi hazlar yaşarız, toplumda değerli biri oluruz, zengin oluruz ama asla özgür olamayız. Hedeflerimiz bizi sürekli bir tuzağa sürükler. İçimizde dengede duran zıt duyguların ahengi bozulur. Aşırı rekabet ortamında kıskançlık, hırs, kibir ve bencillik gibi duygular, onları dengeleyen itidal, sağduyu, ölçülülük ve utanma gibi yumuşak duygulara baskın gelir. Biz, ne kadar özgür olduğumuzu düşünsek de ihtiraslarımız bizi tutsak eder. Böylece gittikçe yalnızlaşırız. Çevremizde sadece çıkar amaçlı bir çevre yaratırız. Bunu korumak için hedeflerimize daha çok bağlanırız ve hedeflerimiz olmasa özgürlüğümüzün elimizden gideceğine inandığımız yalan bir dünya yaratırız. Oysa artık tuzağın içindeyizdir.

Hedefsiz kalalım demiyorum ama bizi doğru ve anlamlı bir hayata taşıyacak hedeflerimiz olmalı. Hedefsiz yaşamak, güncel hayatımıza ters gelebilir ama en azından kendimizi aşmayan, bize de bir boşluk bırakacak bir hayatı yaşayabiliriz. Mizacımıza uygun bir hayatımız olabilir mesela. Herkes CEO olacak diye bir kural olmaz. Bir marangoz olarak da mütavazi bir hayat yaşayabiliriz. Çok zengin olmadan da mutlu bir hayatımız olabilir.

Bunların hepsi hayatı nasıl kabul ettiğimize bağlıdır. Öngöremediğimiz hayatımızda deneyim kazandıkça ön kabullerimiz değişir. Yaşadığımız deneyimler bizi başka bir yere götürür ve gittikçe derinleşir. Öğrendikçe karşımıza yeni kapılar çıkar ve adım adım ilerledikçe beslediğimiz yalnızlığımız gözümüzde gittikçe belirginleşir. Çevremizde o kadar düşündürücü şey var ki hiçbir zaman yalnız kalmayacak veri sunar bize.

Öğrenerek yalnızlığımızı geliştiririz

Bir çocuğun gelecekte ayakları üzerinde durması için nasıl eğitilmesi gerekiyorsa aynı şey yalnızlığımız için de geçerlidir. Eğer eğitimden bahsediyorsak bir öğrenme yöntemi de belirlememiz gerekir.

Ben, yazdıkça öğrenenlerdenim. Yazdıkça öğrendiklerimi de pekiştiriyorum. Bugüne kadar vardığım sonuç, öğrenmenin, doğamız gereği, ömür boyu sürdüğüdür. Hiç bir zaman aynı kişi olarak hayatımıza devam etmeyiz çünkü devreleri eksik bir beyinle, etkileşimli bir dünyaya öğrenmek için geliriz. Dinamik bir hayata doğarız ve beynimiz ölene kadar sürekli yeni veriler kazanarak öğrenmeyi sürdürür.

Kitap okuyan ve öğrenen kadın
Öğrenerek yalnızlığımız gelişir

Öngörülemez bir hayatta bizi yaşamda tutan en önemli özelliktir bu. Yakınlarımızı kaybettiğimizde hatta bir uzvumuzu yitirdiğimizde hayat bizim için bitmez. Aksine, esnek beynimiz vücudumuzu yeni hayat şartlarına göre uyarlar. Hayatta kalmanın getireceği ödülün anlamı, eksik bir organla yaşamayı daha cazip kılar. Bir kanser hastasını düşünelim. Kanserin tedavisi yokken onu yenen insanlar bunu kemoterapi ile mi başarmıştır sizce? Bence onları başarıya ulaştıran şey, hastalıkları ile yalnız kaldıklarında yaşamla ilgili yeni bir şey keşfetmeleri ve hayata tutunmalarıdır. Ölüme mahkum bir insanla yalnızlığı arasına kimse giremez. Yalnızlığın verdiği güçle yaşamdan kopmama içgüdüsünü daha güçlü hisseder. Yaşadığı deneyimin öğrettiği bir şey vardır ve onu öğrenmenin içinde uyandırdığı neşe, onların bu savaşta galip gelmelerini sağlamıştır.

Yalnızlık, acılarımızın ilacıdır

Kendimizi adadığımız insanlar hayattan ayrıldığında duvarlarda, boşlukta ve eşyalarda onların sesi, görüntüsü ve şakalarını duyarız. Yalnızlığımız, onları en canlı haliyle bizim için güzelleştirir. Bu, bir aşının vücuda mikrobu vermesi gibi yalnızlığımızın da anılarımızla acılarımızı depreştirerek duygusal tedavimize başlamasıdır. Yalnızlığımız, acılarımızı hızlı bir unutuşa doğru sürükler. Bizi, yeniden sıçrayabileceğimiz zemine doğru çeker. Yaşadığımız ruhsal dengesizliklerimizi yalnızlığımızdan aldığımız güçle gideririz.

Aslında hepimizin farkında olmadığı motivasyon kaynağımızdır. Yeni bir karar almadan önce ona döner, danışır ve sonrasında karar veririz. Her düşüşümüzde yeniden ona döneriz. Onunla konuşup aldığımız geri bildirimi başkasından alamayız. Her başarısızlığımızda yaralarımızı sarar ve bizi yeniden mücadelenin içine sokar. Yalnızlığımız böylesine canlıdır.

Ancak yaşarken onun çok farkında olmayız ve onu ihmal ederek yaşarız. Ailemiz ve arkadaşlarımızın varlığı sanki onun bize hiçbir zaman görünmeyeceğini düşündürür. Hayatımızı şekillendiren alışkanlıklarımız, bizi böyle bir psikolojiye sokar. Yalnızlığı biz hariç herkes yaşayabilirmiş gibi kabul ederiz.

Beklentiler ve deneyimler yalnızlığı nasıl etkiler?

Halbuki bu bir yanılsamadır. Yaşadıkça çevremizde çok arkadaşımız da olsa bir zaman sonra kendimizi yalnız hissetmeye başlarız çünkü her insanın beklentileri farklıdır. Hayatımızın bir döneminde yalnızlığımız kendini bize böylece gösterir. Bir yön arayışına gireriz ve akıldan daha çok kalbin devrede olduğu bir zamanı yaşarız.

Çevremizde “Kimse beni anlamıyor”, “Kendimi ifade edemedim” ya da “Tam anlatamadım ama..” gibi cümleleri çok duyarız. Birbirimizi bir yere kadar anlarız ama arada mutlaka bir boşluk kalır. Herkes anlatılanlardan kendine göre sonuçlar çıkarır. Bu sebeple aradaki boşluğu kendi deneyimlerimizden edindiğimiz verilerle kapatırız. Karşımızdaki insan boşlukları ne kadar çok kapatırsa bizi o kadar iyi anladığını düşünürüz ama maalesef bunun bir sınırı var.

Ne kadar iyi empati yaparsak yapalım birbirimizi tam olarak anlayamayız. Neticede hepimiz bu dünyada farklı bilinçlere sahip eşsiz varlıklarız. Kendi yorumumuzla kapatacağımız bir boşluk her zaman olur. Bu yüzden hepimiz birbirimizden bir iz taşırız. Ancak boşluk ne kadar büyük olursa yalnızlığın şiddeti o kadar artar. Kendini ifade edemediğini düşünen insan kimse beni anlamıyor diyerek kendini soyutlar.

Herkesin yalnızlığı farklıdır

Belki de hepimizin eşsiz bir bilince sahip olması, bizim yalnızlığımızın doğasını oluşturuyordur. Birinin küçükken yaşadığı bir korkuyu o gün kimsenin anlamamış olması, onun yalnızlığının kaynağı olabilir. Örneğin okulun ilk günü annesini bekleyen çocuğun, onun biraz gecikmesiyle hissettiği korkuyu çevresinde kimsenin önemsememesi, onu bütün hayatı boyunca hissedeceği bir yalnızlığa itebilir. Belki bu durum bize küçük ve sevimli bir sorun gibi görünür ama çocuk için büyüktür. Aynı şekilde insanı mutlu eden bir yalnızlık da olabilir. İnsan arkadaşlarıyla veya evliyken kendini yalnız hissettiği gibi bir dağın tepesinde tek başına da mutlu olabilir.

Beklentilerin farklı olması da yalnızlığın niteliğini büyük ölçüde değiştiriyor. Dünyayı değiştirmek isteyen biriyle, toplumla uyum içinde yaşamayı tercih eden birinin yalnızlık deneyimi tamamen farklı olabilir. Bir bilim insanının, evrenin sırlarını çözmeye çalışırken hissettiği yalnızlık ile bir sanatçının, kendi iç dünyasını ifade etmeye çalışırken hissettiği yalnızlık arasında büyük farklılıklar vardır.

Ayrıca toplumun içinde çok fazla kalmaya çalışmak da kötü deneyimler yaşamamıza neden oluyor. Tanınmak ve saygı görmek adına aslında olmadığımız birine dönüşüyoruz. Bunu başaramadığımızda kötü bir yalnızlığın içine sürükleniyoruz. Oysa hayata farklı bir pencereden bakabilen, elindekilerle mutlu olmayı başarabiliyor. İşin doğrusu, elindekilerle mutlu olmayı başarabilen biri, daha fazlasına sahip olana göre daha büyük bir işi başarmış gibi geliyor bana..

Yalnızlık başka, yalnız kalmak başka

Yalnız kalmak tek başına kalmak değildir. Birileriyle beraberken de kendimizi yalnız hissedebiliriz. Bir toplum içinde yaşamanın olumsuz taraflarından biri de bizim için doğru olmadığına inandığımız şeyleri de yapmak zorunda kalmamız. Mesela savaşa karşı olsam da askerlik vazifesini yapmak zorunda olmam benim özgürlüğümü kısıtlar. Bunun gibi doğamıza aykırı gelen şeyler çoğaldıkça çevreyle etkileşimimiz azalır. Zihnimizin derinlerinde kalmış düşünceler yüzeye çıkmaya başlar ve toplumun inançlarına aykırı fikirler geliştirmeye başlarız. Yaşadığımız hayatın başka bir anlamı da olduğunu keşfettikçe topluma gittikçe yabancılaşırız. Böylelikle kendimizi keşfetmeye başlar ve gerçeğe daha çok yaklaşırız. Yalnızlığımız böylece somutlaşır. Bunun sonucunda bize dayatılan değil, bizi çağıran, belirlenmemiş ve gizemli bir hayata yöneliriz.

Bu, bizim için zorlu bir hayattır. Eğer zorlu bir hayatı tercih ediyorsak bunun sonucu zaten yalnızlıktır çünkü kimse zorlu bir hayata eşlik etmek istemez. Zor bir hayatı tercih eden de kendine yük olacak birini yanında istemez çünkü yalnız kalmaktan hoşnut kalacağını biliyordur. Bu sebeple yalnız kalmak onu tercih eden için zor bir şey değildir. İçinde buna katlanmasını sağlayan büyük bir güç vardır. Onunla alay etseler de hiç kimsenin ona ulaşamayacağı, kimsenin ona hükmedemeyeceği bir alan vardır.

Bir budist rahibi düşünelim mesela. Yalnızlığı kendi seçer ama bizler onu zavallı dilenen biri olarak görebiliriz. Oysa o, bunlardan arınmış, tek başına kalmanın gerektirdiği o yüksek eşiği aşmış olarak bize bakar. Biz, onu nasıl zavallı görüyorsak o da bizi kendi penceresinden, yalan bir dünyada yaşayan aciz insanlar olarak görür. Sonuçta çevrenin bize sağladığı güven ve konfor alanının dışına çıkmak istemeyiz. Herkesin yaptığını yapmak bize doğru gelir çünkü karşılığında bir dışlanma; yani yalnızlık yoktur. Ancak bu durum kendimizi keşfetmemizi, dolayısıyla özgürlüğü ve mutluluğu yakalamamızı engeller.

Yalnız kalan özgür ve mutlu insan
Deneyimlerini derinleştirerek yaşayan insan en sonunda yalnız kalmayı başarabilir ve özgür olabilir.

Yalnız kaldığımızda, para, ideoloji ve kariyer gibi bizi yaşamdan koparan her şeyden zihnimizi arındırdığımız her an çoğalmaya başlarız. Yalnızlık sadece bize yepyeni ufuklar açmaz, çevremizdeki insanların da hayatını değiştirebilir.

Boş geçen zaman, boşa harcanan fırsatlar

Yalnız kaldığımızda ne yaptığımızı düşünelim. Boş zaman eğer boş geçiyorsa ızdırap verir. Son derece sınırlı veriyle yapılandırılmış bir zihin can sıkıntısından patlar. Kendini meşgul edecek bir şey bulamazsa hayat zindan olur. Oysa yalnızlığımız, bizi gelecekte gerçekten korktuğumuz içi boş yalnızlıktan kurtaracak fırsatları sunar.

En iyi şeyleri yalnızken yaparız. Mesela yalnızken düşünmeyi öğrenebiliriz ve daha çok veriyle zihnimizi zenginleştirebiliriz. Doğada tüm bakış açımızı değiştirecek veri vardır. Düşüncelerimizi yazıya dökebiliriz mesela. Bu, bizi yaşama bağlayacak taze duyguları da yaratır. Yazdıkça öğrenir, kalp gözümüz açılır ve yabani olan yalnızlığımız gittikçe evcilleşir. Bunun da böyle olması gerekir çünkü dünyaya ham bir yalnızlıkla geliriz ve onu işlemek için çaba göstermemiz gerekir.

Ancak yalnızlıgın doyuma ulaşması yetmez. Onu zenginleştirerek paylaşmak ve insanlara dokunmak da gerekir. İnsanlardan beklentimizin az ama bizden beklentinin çok olduğu zaman özgürleşiriz. Yalnızlık bize en büyük zenginliği böylece verir. Yıllar geçerken kendimizi genç tutmaya çalışmak kadar zihnimizi üretken ve kalp gözümüzü de açık tutabilirsek hayat bize muhteşem bir ödül verir.

Teknoloji bizi kötü bir yalnızlığa itiyor

Ancak yaşadığımız dönem bizi bilmediğimiz ve tanımadığımız yalnızlıklarla tanıştırıyor. Teknoloji sanki hazır olmadığımız bir yalnızlığı üzerimize yıkıyor. Bağımlı gibi yaşıyoruz ve uyuşturucu arar gibi ekrana bağımlı hale geliyoruz. Kalitesiz ve tehlikeli bir yalnızlığa sürükleniyoruz.

Teknolojiyle artık hiçbir ülke uzak değil. Saniyeler içinde dünyanın diğer ucuyla bağlanabiliyoruz. Ancak iletişim teknolojiyle kolaylaşsa da insanları birbirinden uzaklaştırıyor. Kültürel farklar hızla eriyor ve bizim bunları birden sindirmemiz bekleniyor. Doğamıza aykırı bir hızda ve miktarda veri oluşuyor. Bu da öğrenmemiz gereken ve uyum sağlamakta zorlandığımız çok fazla yeni kavramı beraberinde getiriyor.

Mesela siber alemde her zamankinden daha savunmasız kalıyoruz. Bir anlık zaafla yaptığımız hata belki de ömür boyu saklamak zorunda kaldığımız bir sırra dönüşerek bizi kötü bir yalnızlığın içine itiyor.

Yaşadığımız çağ bir iletişim çağı ve biz bağlandıkça sosyal çevremiz artıyor. Belki hiçbir şey gizli kalmıyor ama bilmememiz gereken şeylere de şahit oluyoruz. Aklımıza gelmeyen tarzda işlenen suçları ekranlarda izlemek bizi insanlarla daha mesafeli hale getiriyor. Bunun yanında kontrol edemediğimiz çevre o kadar artıyor ki, bilinmesini istemediğimiz şeyler başımıza gelebiliyor.

Gittikçe kendimizi izole ediyoruz. Dijital devrimle beraber baktığımız ekran sayısı çoğalıyor. Ekranlara olan bağımlılık gerçek hayattaki ilişkileri zayıflatıyor. Sosyal medya, arkadaş sayımızı çoğaltsa da ilişkilerimizin niteliği düşüyor ve kötü bir yalnızlığı derinleştiriyor.

Yalnızlıktan korkanlar, beyinlerini yalnızlığı seçenlerden daha çok yıpratıyor. Yalnız kalmamak adına başkalarının hayatını yaşıyorlar. Sosyal medyada bir influencer hayatlarını etkiliyebiliyor mesela. Daha çok ait olmak için kendinden daha çok veriyor. Sınırlı sayıda, bize iyi gelecek insanlara yatırım yapmak varken bize hiçbir faydası olmayan insanları kendimize rol model alıyoruz.

Sonuç

Sonuç olarak hepimiz bu dünyada aslında yalnızız. Ancak bunu kötü anlamda söylemiyorum çünkü bizi güçlü yapan, özgür yapan şeydir yalnızlık. Dayanma gücümüzü arttıran ve zihnimizi etkilerden uzaklaştırıp yaşamı daha iyi tanımamızı sağlar. Budistler, nirvanaya yalnız kalarak ulaşabilmiştir. Bilim insanları, dünyayı değiştiren buluşlarını yalnız kaldıklarında geliştirmiştir.

Kısa olan zamanımızda en önemli başarı, kendimizi keşfetmektir ve o engebeli yolu yalnız yürürüz. Eğer yalnızlıktan dolayı kendimizi kötü hissediyorsak onu besleyemediğimizdendir. Belki de kendimize yalan bir dünya kurduğumuzdan dolayıdır.

Sürekli öğrenerek yaşamı tanıdıkça, yalnızlığımız bize düşman değil dost olur. Öğrenmek tüm duyguları besler. Acılarımızın panzehiridir yalnızlık. Bize acı verebilirler, alay edebilirler ama içimizde işgal edemeyecekleri bir yer vardır o da yalnızlığımızdır.

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.