Mastodon

Monolog

Kişisel görüşler, düşünceler ve deneyimler. Her şeyin dönüştüğü bir çağda söyleyecek bir şeyim var.

Yaşam

Kaliteli Yaşlılık, Gençliğimize Attığımız Anlam Tohumlarında Saklı


Gelecekte keşke daha az stres yapsaydım dememek için bugün ne yapabilirsin?




Güzel bir hayat yaşadığımızı söyleyebilmemiz için geçmişe çok az pişmanlıklarla bakabilmemiz gerekiyor. Geçmişten gelen heyecanımız yaşlılığımıza aynı canlılıkla akıyorsa hayatı bir bütün olarak mutlu yaşadığımızı söyleyebiliriz. Ancak yaşlılığımızı kötü yaşıyorsak, gençliğimizi gerçekte kötü değerlendirmişizdir.

Hayatımızın tecrübe kazandığımız yılları başarılarla dolu olsa da ardından gelen yaşlılıkta sıkıntılar yaşıyorsak bu, bazı şeyleri yanlış yapmış olmamızdandır. Neticede yaşlılığımız, içinden geçtiğimiz gençliğimizde saklıdır. Bu nedenle maddi sıkıntılar kadar manevi yoksulluktan gelen zorlukların da kaynağı gençlik yıllarımıza uzanır.

Gençliğimizin değerini onu yaşarken anlayamıyoruz. Yaratıcı güç bizi dünyaya gönderirken cebimize bir miktar zaman koyar ve onu doğru harcamak için içimize iradeyle akıl yerleştirir. Ancak zamanın bizim açımızdan sonsuz gibi göründüğü, yaşlılığın ise uzak varsayıldığı bir dünyada bu sermayeyi çok iyi kullanamıyoruz. Gençliğin verdiği güvenle yaptığımız her hatayı sonradan telafi edebileceğimizi düşünüyoruz ama harcadığımız zamanı yerine koyamıyoruz.

Hafızamız deneyimlerle doldukça, bir sonraki adımı tahmin eden varsayımlar geliştiriyoruz. Bu nedenle gençken yaşadıklarımız, yaşlılığımızın altyapısını oluşturuyor.

Ne var ki tadına vardığımız, deneyimlediğimiz şeyleri tercih etmemiz bize uzak olan şeylerin önemini azaltıyor. Hafızamız geleceğe uzanmadığı için yaşlılığın nasıl bir deneyim olacağını bilemiyoruz. Bu sebeple yaş aldıkça yaşayacağımız güzellikleri göz ardı edebiliyoruz.

Gençliği daha önce yaşamış olmamız, ondan daha değerli ve güzel bir dönemin olamayacağı yanılgısını doğuruyor. Genç olduğumuz yaşlarda yaşlılığı o kadar uzak görüyoruz ki, her şeyin olduğu gibi kalacağına inanıyoruz. Oysa yaşlılık kapımızı çaldığında, zamanın nasıl geçtiğini şaşkınlıkla fark ediyoruz.

İşin doğrusu, doğduğumuz anda yaşlanmaya da başlıyoruz. Her gün, bir öncekinden biraz daha yaşlanıyoruz. Ancak kendimizi hapsettiğimiz psikoloji, bize ürkütücü geleni uzak tutacak bahaneler üretmemize neden oluyor. Yaşlılığı kendimize yakıştıramıyoruz. ‘Hayatı doya doya yaşamak’ fikrini yanlış yorumlayıp, yaşamımızın ayrılmaz ve kendine has güzellikler barındıran bir evresi olan yaşlılığı küçümsüyoruz.

Hayat, Yaşlılık ve Gençlikle Bir Bütündür

Bazen gençliğimizi doya doya yaşayamadığımızı düşündüğümüzde, yanlış zamanda doğduğumuzu varsayarak hüzünleniyoruz. Bugünkü teknolojik dünyayı gençliğimizde neden deneyimlemediğimize hayıflandığımız çok oluyor. ‘Keşke bugün genç olsaydım!’ diye başlayan cümleler, aslında zamanın doğasını yanlış anladığımızın göstergesidir. Oysa biz de bir zamanların ‘modern çağına’ doğduğumuzu unutuyoruz. Zamanın değiştiğini ama insanın arayışının değişmediğini anlayamıyoruz. Bu da zaman içinde hayata farklı pencerelerden bakmamıza sebep oluyor. Sonuçta hepimiz bir sinema filmini bazen ön sıradan bazen de balkondan izleyen ama hep aynı perdeye farklı açılardan bakan insanlarız.

Gençlik ve yaşlılığın birbirinden ayrılmadığı bir bütündür hayat. Bu yazıda yalnızca yaşlılığı anlatsaydım, hayatı tek kanatlı bir kuşa benzetmiş olurdum. Oysa yaşlı bir insana baktığımızda bütün bir hayatı görürüz. Yüzündeki çizgiler, konuşması, duruşu…Bu çizgiler ve tavırlar gençliğin bir aynası gibidir. Hepsi, bir ömrün hikayesini anlatır. Genç bir insana baktığımızda da bütün bir hayatı görürürüz. Ancak onun eksik hayatını geleceğin olasılıklarını sezerek tamamlarız.

Hayatı, bir bütün olarak düşündüğümüzde yaşlılığımız, gençken yontmaya başladığımız kendi heykelimizdir. Tamamlanmamış bir sanat eseridir. Bütünüyle ortaya çıktığında eksik bıraktığımız yerler çok net görünür. Ancak eksiklikleri tamamlamak için zamanı geri saramayız. Bugünkü aklımızla geçmişi düzeltemeyeceğimiz için pişmanlıklar duyabiliriz. Ne var ki yaşlanma bir eksilme değil bir birikim, yani toplumsal bir hafızadır. Bu sebeple, gençliğe yön vermek, bu pişmanlıkların yaşlılığımıza biçtiği hayati bir görevdir. 

Yaşam, gençlik ve yaşlılığın bir döngüsüdür. Biri biterken diğeri başlar. Bu döngüyü doğanın ve toplumun sürekliliğinde görebiliriz. Yaşlılığın toplumun devamında yaşamsal önemini bu videodan daha iyi anlayabiliyoruz. Yaşlı insanlar, gençlerin önündeki binlerce yoldan doğru olanı aydınlatan bir ışık görevini görürler.

Sonuçta her yaşlı insan, geçmişin bugüne fısıldadığı bir hikayedir. Hataları ve doğrularıyla bu hafızayı, geleceği inşa edecek gençlere aktarırlar. Örneğin ben de 50’li yaşlarını geçmiş bir baba olarak, çocuklarımın hızına hayranım… ama yönlerini daha çok merak ediyorum.

Hayat Bizi, Biz de Hayatı Dönüştürüyoruz

Doğduğumuz andan itibaren bizi dönüştürmeye başlayan hayatın sonuna bir gün hepimiz varacağız. Ancak zamanımız tükendiğinde hayatta eskisi gibi olmayacak. Eşsiz birer varlık olarak bizler de sunduğumuz katkılarla onu dönüştürmüş olacağız. Neticede bu hayatta ne biz aynı kalırız, ne de dünya…

Yaşadığımız her duygu ve ânın içinde zıddını da gizleyen bir gerçekliktir hayat. Mesela verdiğimiz kararların kısa vadeli sonuçlarını görebiliriz, ancak nihai anlamını çoğu kez yaşlılıkta anlarız. Gençken aldığımız riskler —bir kariyer hamlesi, bir aile kurma kararı— hayatımızı kökten değiştirir. Örneğin, gençlikteki anlık hazlar (tembellik, sorumsuz harcamalar), yaşlılıkta maddi sıkıntılara dönüşebilir. Oysa katlanılan zorluklar (eğitim, sabırlı ilişkiler), ileride huzurlu bir yaşlılık sunar. Gençken karşılaştığımız zorluklara karşı geliştiridiğimiz bakış açımız, hayattaki finalimizin mutlu mu yoksa mutsuz mu olacağını belirler.

Hayata başarmak için geliriz, ancak bu mücadele bazen maneviyatımızı unutturur. Örneğin hırsla yükselmeye çalışırken ihmal ettiğimiz aile bağları yaşlılıkta bizi yalnızlığa sürükleyebilir. Bunun yanında yetenek geliştirmeden geçirilen boş zamanlar bizi gelecekte donanımsız bırakır. Neticede bugün geçerli olan kurallar gelecekte değişiyor. Bu sebeple geçmişin bakış açısıyla kurduğumuz bir hayat, zor bir yaşlılık geçirmemize neden olur.

Gençlik, Yaşlılığın Tohumlarını Eker

Gençken edindiğimiz alışkanlıklar —spor, dengeli beslenme, stres yönetimi— yaşlılıkta biyolojik faiz olarak bize geri döner. Örneğin, 30’lu yaşlarda düzenli kardiyo yapmak, 70 yaşında kalp damar sağlığını korur. Benzer şekilde, gençken öğrenilen dil veya enstrüman, nöroplastisite sayesinde yaşlılıkta bilişsel gerilemeyi yavaşlatır.

Ancak gençliğinde sadece başarı peşinde koşanlar, yaşlılıkta içsel bir boşlukla karşılaşabilir. Bir şeylerin eksik olduğunu hissettiğinde iç çatışmaları artar.

Oysa merakını ve insan ilişkilerini besleyenler, yaş aldıkça minnettar bir bakış açısı geliştirir. Kendisine böyle bir gençlik bahşettiği ve kavrayış verdiği için Tanrı’ya şükranlık duyar. Çünkü gençlik, sadece geleceğe yatırım yapma zamanı değil, aynı zamanda anlam inşa etme zamanıdır.

Ne var ki gençlik yıllarındaki cesaret ve atikliğimiz, en büyük sermayemiz zamanı hiç bitmeyecekmiş gibi harcamamıza sebep olur. Defalarca hata yapma lüksümüz vardır. 20’li yaşlarda 30’lar uzak görünür; 30’lara geldiğimizde 50’ler..

Sanki her yaş, bir öncekinden kopuk bir evrenmiş gibi yaşarız. Geleceğe dair bir hafızamız olmadığı için ileriki yaşlarımızı da aynı beden ve zihinle yaşayacağımızı hissederiz.

İşin aslı, çocukluktan yaşlılığa, devamlı evrilen bir benlikler silsilesi yaşarız. Çevremizi net göremediğimiz sisli bir yolda ilerleriz. Gençlik ile yaşlılığın birbirine karıştığı o gri alanda girdiğimiz her benlik, bize her yaşın ve ânın değerli olduğunu gösteren bir yazılımdan başka bir şey değildir aslında. Girdiğimiz her benlikte -öğrencilik, ebeveynlik, emeklilik- hayatın bütüncül döngüsüne bir tuğla koyarız. En nihayetinde çocuk olarak başladığımız bu yolculuktan yaşlı bir bilge olarak çıkarız.

Hayatı Bütünsel Okumak: “Ne Ektiysen Onu Biçersin” Değil, “Ne Anlam Yüklersen Onu Yaşarsın”

İşin aslı, yaşlılık gençlik mutfağında hazırlanan bir yemek gibidir. Hazırlanan bu yemek, hayatımızın son evresinde önümüze geldiğinde onun lezzeti, kullanılan malzeme ve harcanan emeğe bağlıdır. Gençlikte ödediğimiz bedeller —çalışmak, sabretmek, öğrenmek— yaşlılıkta yaşayacağımız hayatın niteliğini belirler.

Bu bağlamda, gençlik yıllarımızda ödediğimiz bedeller bize meyvelerini sonra veriyor. Yaşlılık ise bu tercihlerin meyvelerini topladığımız mevsimdir. Ancak kimi meyve tatlı olabileceği gibi, kimi acı olur. Mesela zor koşullarla okuyan bir öğrenci mesleki saygınlığını kazandığında o yılların değerini kavrayabiliyor. Hayatın ilk dönemlerinde çalmayı öğrendiğimiz bir müzik aleti, ileriki yaşlarda demans riskini azaltabiliyor.

Öte yandan öfke, kısa vadede bize bir rahatlama sağlasa da çok önemli dostlukları bitirebiliyor. Aşırı gururdan yapamadığımız fedakarlığın bedelini gelecekte yalnızlıkla ödeyebiliyoruz. Aynı şekilde çocuk yetiştirirken kaçındığımız fedakarlık, gelecekte bizi geri dönüşü olmayan dertler ve vicdan azabıyla baş başa bırakıyor. Toplumun dayattığı başarı kalıplarına uyarken, hayatın bu zıtlıklarla örülü yapısını gözden kaçırıyoruz.

İnsan Talihiyle Yürür, Ancak Seçtiği Yolun Getirdiği Fırsatları Kullanır

Elbette şans ve dış faktörler de hayat kalitesini etkiler. Örneğin, hayatında ciddi bir rahatsızlığı olmayan biri beklenmedik bir hastalıkla karşılaşabilir. Buna karşılık 70 yaşında tesadüfen resim yapma yeteneğini keşfeden bir insan da mutluluğu yakalayabilir. Burada nihai anlam geçmişte değil şimdiki tutumda gizlidir.

Yine de ben bugünkü tutumlarımızın, hayatı kabul etme biçimimizin şekillendiği geçmişimizde aramamız gerektiğini düşünüyorum. Zorluklarla mücadele etme biçimimiz erken yaşlarda şekillenir. Kierkegaard’ın dediği gibi hayat ileriye doğru yaşansa da geriye doğru anlaşılan bir olgudur.

kaliteli yaşlılık, doğada resim yapan adam
Genç yaşlarımızda yaşama gözlerimizi kapamadığımızda karşılığını mutlu ve huzurlu bir yaşlılıkla alırız. Resim ImageFX

Bu bağlamda hareket kabiliyeti ve sağlık ne kadar önemliyse psikolojik dayanıklılık ve anlam arayışı da bir o kadar kritiktir. Bunlarla beraber anılarımız ve sosyal bağlarımız adeta yaşadığımız hayatın bir resmi gibidir. Örneğin, fiziksel kısıtları olan bilgelik, şükran duygusu ve yaratıcılıkla dolu bir yaşlılık neden “kaliteli” sayılmasın?

Hayatın en sert dalgalarına çoğunlukla gençliğin direnciyle göğüs gereriz. Yaş aldıkça, bedenimiz ve zihnimiz daha kırılgan ama aynı zamanda daha seçici hale gelir. Bu yüzden yaşlılığı gençlikle kıyaslamak yerine, onu kendi içinde değerlendirmemiz daha doğru olur.

Yaşlandığımızda Gençliği Satın Alamayız

Ne var ki bunu ne kadar başardığımız biraz şüpheli..Hayatın bu tarafını bir bilginin dinginliğiyle özümseyelim demiyorum. Ancak gençken bize anlamlı gelen şeylerin yaşlandığımızda anlamını yitirdiğini, fark etmediğimiz detayların ise değer kazandığını bilmemiz gerektiğini söylüyorum. Mesela sağlığımızın önemini ileri yaşlarımızda daha iyi anlıyoruz.

Hayata hep içinde bulunduğumuz ânın psikolojisiyle baktığımız için sahip olduklarımızı hiç kaybetmeyecekmişiz gibi geliyor. Sağlıklı olmanın bize yapışık olduğunu düşündüğümüz için önemini unutuyoruz. Oysa bacağımız kırılıp iki ay yürüyemediğimizde hayatımızda en önemli uzvumuzun ayaklarımız olduğunu düşünmemiz gibi, sağlımızı kaybettiğimizde de ondan daha değerlisi olmadığını kavrıyoruz. Ayağımız kırıkken başkalarının yürümesine nasıl imreniyorsak, hastalandığımızda da zengin olanları değil, sağlığı yerinde olanları şanslı sayıyoruz. Bu yüzden hastalıkların bizden uzak olduğu gençlik yıllarımızda da sağlığımızın değerini anlayamıyoruz. Ancak yolun sonuna yaklaştıkça sağlığımızın yaşamsal önemi, yavaşça ortaya çıkan sabah güneşi gibi kendini hissettiriyor.

Burada ironik olan, kaliteli bir yaşlılıktan kilometrelerce yürümek, genç görünmek için estetik olmak ya da 80 yaşında olup kendini 30’unda hissetmektir. Bunların hepsi çok önemli.. Ancak bahsettiklerimiz, son yıllarımızda hayata anlam katmaya devam etmek için sahip olmamız gereken fiziki ve zihinsel donanımlardır.

Oysa bunları yapıp hayattan vazgeçen çok insan var. Bir gün bunları yapamadıklarında ve kendileriyle baş başa kaldıklarında yaşayacakları iç huzursuzluğu düşünmüyorlar. İşin doğrusu bu durumlar, sanki ölüm yaklaştıkça korkuların arttığını anlatıyor bize. Yaşlılık dönemini hayata bir meydan okuma olarak kabul ediyorlar gibi bir anlam çıkıyor. Sanki yaşlanmıyoruz da zamanın kendisiyle yarışıyoruz..

Hayatın Gizi, Ona Tersten Bakabilmekte mi Yatıyor?

Ancak ‘Genç hissetmek’ vurgusu, yaşlılığın kendi değerini gölgeliyor. Asıl özgürleşmemiz gereken bu dönemde, estetik kaygılara veya ölçüsüz spor rutinlerine takılıp kalmak, zihnimizi yapay bir gençlik arayışına hapsediyor. Dikkatimizi bu tür uğraşlara vererek enerjimizi tüketiyoruz. Oysa 80 yaşının bilgeliğiyle mutlu olmak neden bir ideal olmasın? Belki de mesele, yaşlılığı olduğu gibi kucaklamakta…

Birisinden 80 yaşında olmanın nasıl bir duygu olduğunu tanımlamasını istersek, dönüp geçmişine bakar. Böyle bir soru sorulduğunda yüzünün ifadesi, hayatının bu evresinden mutlu olup olmadığını çok güzel anlatır.

İnsanlar hayatlarının ilk dönemlerini kötü geçirebilir ama bunun sebeplerini anlayarak bir değişim çabasına girebilir. Kimisi bu dünyaya şanslı doğar ama bunu kullanamaz, kimisi de yanlış bir ortama doğar ama bunu kabul etmeyerek hayatında yeni yollar açar.

Bu, hayatın eşit başlamadığı anlamına gelmez. Herkesin doğduğu ortam, ona uygun fırsat ve riskleri de beraberinde getirir. Bir mezrada doğup Nobel Ödülü’de alabilir, çok zengin ve başarılı olup hayatı mutsuz da bitirebilir. Bütün mesele kendini kötüden koruyacak bir anlamı hayata yükleyip yükleyemediğidir. Böyle düşündüğümüzde insanların hayatı mutlu bitirmesi sadece maddiyata bağlı değildir.

Gençliğimizde ertelediklerimizi yaşlandıkça daha çok yapmamız, ölümü inkar etme çabası olabilir. Öteki tarafa hazır görünmenin anlamını bilemeyiz ama bu kaygının korkuyu beslediği kesin. Oysa ölüm yaşamın doğal bir parçasıdır. Hayatın bilgece bir tarafı vardır ve kaliteli bir yaşlılık da ölümle barışık bu bilgelikte yatıyor olabilir.

Mutluluk: Hayatın Eksik Kalan Tarafı

Yaşlılığı ne kadar geciktirmeye çalışsak da hayat bize kusursuz bir mutluluk vadetmiyor. Virajlı yolda ilerleyen bir arabanın merkez kaç kuvvetine direnemeyişimiz gibi, hayatın salınımlarına da hemen uyum gösteremiyoruz. Hayattan aldığımız hızla ilerlemek isterken, hayatın yoğunluğu bizi evrildiği yöne çekiyor. Sonuçta hayat, pusulanın iğnesi gibi hiçbir zaman yönü mutlak doğrulukta göstermeyen bir olgudur.

Genç yaşlarda yaptığımız tercihlerin çoğu genellikle yanlış olur ama bizi daha iyisine götüren fırsatlardır bunlar. Ancak her yanlış karardan dönmemiz bir bedel ödeyerek olur. Hayatta her yanlışın bir bedeli mutlaka vardır. Bir geminin rotası değişse de yine de yanlış rotada bir süre yol alır. Bu sebeple kısa hayatımızda attığımız her adım bir seçimin ağırlığını taşır.

Belki de insan olmanın trajedisini burada aramalıyız; kısacık bir ömürde, sonsuz ihtimaller arasında seçim yapmak zorunda olmak.. Bu yüzden yaşamak, sadece nefes almak değil, her anın ağırlığını taşıyabilmektir.

Yaşlılık Belirdikçe Tercihlerimizin Anlamı da Beliriyor

“Yaş sadece bir sayıdır” gibi iyi niyetli sözler, çoğu zaman yaşlanma korkusunu kamufle eder. Oysa biz, bir tohumun toprakla buluşması gibi, hayatla sarılıp sarmalanarak doğarız. Nasıl ki bir bahçeyi sulamazsanız solar, hayatımız da ona nasıl baktığımızla şekillenir. Gençliği ve yaşlılığı birbirinden ayırmak, bir nehrin kaynağıyla denize döküldüğü yeri ayırmak kadar anlamsızdır.

Gençken yaptığımız en büyük hata, yaşlılığı uzak ve pahalı bir deneyim olarak görmektir. Öyle ki, gençlik çağımızı ölçülü yaşamayı fırsatları kaçırmak olarak görüyoruz.

Aslında şeytanın ödemeyi peşin yaptığını unutuyoruz. Modern hayat tarzı erken yaşlanmamıza sebep oluyor. Bu hayatın getirdiği baskıyla erken yaşlarda kaybettiğimiz neşe, yaşlılıkta bize korku olarak geri dönüyor.

Oysa gerçek zenginlik, zihnimizin özgürlüğüdür. Bu sebeple hayat bizi dönüştürürken, biz de onu —belki bir fotoğraf sevdasıyla, belki bir enstrüman aşkıyla ya da düşüncelerimizi kağıda dökerek— içimizdeki yaratıcılıkla beslemeliyiz.

Bahsettiğim gibi modern yaşamın temposu, gençliğimizin enerjisini biz fark etmeden tüketiyor. Ancak bir müzik aleti çalmak gibi basit bir yetenek, hayatımızın geri kalanının rengini belirleyebiliyor. Hayata sunduklarımızın ne anlama geldiğini, yaşlılığımız belirdiğinde anlıyoruz.

Yaşlılık: Duyguların Anlam Kazandığı Dönem

Sonuçta hepimiz bu hayattan bilinmeyene geçiş yapacağız. Ancak o anı nasıl karşıladığımız çok önemli. İnsanlar fiziksel yetersizliklerden çok, anlamsızlık korkusuyla mücadele eder. Yaşamın büyüklüğünü anlatmaya kelimeler yetmez. Nitekim büyük şairlerin mısraları da, yazarların başyapıtları da hep bu arayışın izlerini taşır.

Ne kadar yaratıcı olursak olalım bizi coşturacak duygu uyanmadığı müddetçe harekete geçemeyiz . Neticede insan duygulu bir varlıktır ve her şeyde bir anlam arar. Şiir bu yüzden vardır. İşte bu yüzden birisine “Gel” demek yerine “Gelir misin?” diye sorarız. Kelimeleri, karşımızdakinin duygularına dokunacak şekilde seçeriz. Çünkü bizler emir dinleyen makineler değil aşkı arayan nazlı varlıklarız. Ruhumuz okşansın, incelikle çağrılsın isteriz. Sağlıklı olsak da olmasak da her sabah böyle bir beklentinin heyecanıyla uyanırız.

Bu yazıyı yazmama sebep olan 90 yaşındaki komşumun her sabah uyanıp çiçeklerini sulamasından anlıyorum bunu. Yalnızlığını paylaştığı çiçeklere karşı beslediği minnet ve sevginin, gençlik yıllarına uzanan izlerini görebiliyorum.

Sonuç

Yaşlılık yıllarımızda dengeli beslenme ve düzenli spor ile fiziksel olarak kendimizi dinç tutabiliriz. Bunun yanında yeni bir dil öğrenmek ya da bir şeyler yazmak gibi merakımızı cezbeden yeni alışkanlıklar edinerek zihinsel gelişimi devam ettirebiliriz. Ayrıca geçmişle hesaplaşabilmek, bu hayattan ayrılmadan önce kırgınlıkları affedebilmek, içimizdeki duygusal engelleri kaldırmamızı sağlar. “Kaliteli bir yaşlılık” bu hesaplaşmayı şefkatle yapabilmekte yatar.

Bu, bizden sonraki kuşakla da daha iyi bir diyalog kurmamıza yardımcı olur. Hayattan ayrılırken çocuklarımızın, torunlarımızın ve sevenlerimizin bizi nasıl hatırlayacağı buna bağlıdır. İyi anılmak, bizim olmadığımız bir hayatta bir fikrimizin hâlâ kabul ediliyor olması, yaşama bıraktığımız en iyi mirastır.

Sonuçta bizler yaşanmışlıklarımızın toplamıyız. Gençken görmezden geldiğimiz başarısızlık ve yalnızlık gibi korkuları yaşlılığımızda bu bütünsel iyilikle aşabiliriz. Bütün mesele mükemmel bir yaşlılıkta değil, kendine sadık ve özgün bir yaşamın son perdesini sakinlikle karşılamakta yatar.

Yazıyı Zihin Karmaşası’nda dinleyebilirsiniz.

Hakan Tanar

Hakan Tanar, 1971 yılında Adana’da doğdu. Evli ve 2 çocuk babası. 30 yıl satış ve pazarlama sektöründe çalıştı. Satış temsilciliğinden üst düzey yöneticiliğe kadar farklı kademelerde görev yaptı. Kendi işini kurarak perakende sektöründe 8 yıl faaliyette bulundu. Edindiği en büyük tecrübe öğrenmenin hayat boyu sürdüğüdür. Yazmaya olan isteği ve öğrenmeye duyduğu merakı kendisinde kişisel blog kurma fikrini geliştirdi. Bilim, edebiyat, tarih ve felsefeye ilgi duyuyor. Bugün ilgi duyduğu konular hakkında bildiklerini ve öğrendiklerini Monolog’da paylaşıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir